KANSER NEDİR?
Kanser, hücrelerin anormal büyümesidir. Kanser hücreleri, yer kısıtlamasına, diğer hücreler tarafından paylaşılan besinlere veya üremeyi durdurmak için vücuttan gönderilen sinyallere rağmen hızla çoğalır. Kanser hücreleri genellikle sağlıklı hücrelerden farklı şekillenir, düzgün çalışmazlar ve vücudun birçok bölgesine yayılabilirler. Tümörler, anormal doku büyümesi, kontrolsüz bir şekilde büyüyebilen ve bölünebilen hücre kümeleridir.
Bir doku veya organda ilk gelişen kansere birincil kanser denir. Kötü huylu bir tümör, genellikle etkilenen organ veya hücre tipinden sonra adlandırılır. Vücudun diğer bölgelerine yayılmamış kötü huylu bir tümöre lokalize kanser denir. Bir tümör çevreleyen dokuyu daha derinden istila edebilir ve kendi kan damarlarını büyütebilir. Bu süreç anjiyogenez olarak da bilinmektedir. Kanserli hücreler büyür ve yeni bir bölgede başka bir tümör oluşturursa, buna ikincil kanser veya metastaz denir. Bir metastaz, orijinal kanserin adını korur. Örneğin, karaciğere sıçrayan bağırsak kanserine, kişi karaciğerdeki sorunlardan kaynaklanan semptomlar yaşıyor olsa da, metastatik bağırsak kanseri denir.
Kanser tümörleri iyi huylu, kötü huylu ve prekanseröz (premalign) olarak üç gruba ayrılabilir.
İyi huylu tümörler kanserli değildir ve nadiren yaşamı tehdit eder. İyi huylu tümörler oldukça yavaş büyüme eğilimindedirler, vücudun diğer bölgelerine yayılmazlar ve genellikle normal veya sağlıklı hücrelere oldukça benzer hücrelerden oluşurlar. İyi huylu tümörler çok büyürse ve diğer organlara baskı yaparlarsa sorun oluşturabilirler. (Örneğin kafatasının içindeki bir beyin tümörü)
Kötü huylu tümörler, iyi huylu tümörlerden daha hızlı büyür ve komşu dokuyu yayma ve yok etme özelliğine sahiptir. Kötü huylu tümör hücreleri, ana (birincil) tümörden kopabilir ve metastaz olarak bilinen bir süreçle vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Yeni bölgedeki sağlıklı dokuyu işgal ettikten sonra bölünmeye ve büyümeye devam eder. Bu ikincil bölgeler metastaz olarak bilinir ve bu durum metastatik kanser olarak adlandırılır.
Prekanseröz (veya premalign) ise kansere dönüşebilecek (veya gelişmesi muhtemel) anormal hücreleri içeren durumu tanımlar.
ONKOLOJİ NEDİR?
Onkoloji, kanser ve tümörlerin incelenmesidir. ‘Onko kelimesi kitle veya tümör anlamına, ‘loji’ ise herhangi bir alanda çalışma anlamına gelir. Onkologlar, kanser teşhisi ve tedavisi konusunda uzmanlaşmış hekimlerdir . Üç ana tip onkolog vardır;
Kemoterapi ve diğer ilaçlarla kanseri tedavi eden tıbbi onkologlar,
Kanseri ameliyatla tedavi eden cerrahi onkologlar,
Kanseri radyasyonla tedavi eden radyasyon onkologları,
Kanser tedavisi multidisipliner ekip işidir. Nitekim tıbbi yukarıda bahsedilen onkologlar; bir patolog , moleküler patalog, psikioonkoloji uzmanı, radyolog, girişimsel radyolog, birinci basamak hekimi , genetik uzmanı, hematolog, palyatif bakım uzmanı, onkoloji hemşiresi gibi uzmanlıkları içerebilen multidisipliner bir ekibin parçası olarak çalışır.
Bir onkologun uygulama kapsamı büyük ölçüde malignite (kanser) aşamasına göre belirlenir. Örneğin, erken evre kanserin tedavisi cerrahi prosedür veya radyoterapi içerebilirken, ileri evre kanser tedavisinde kemoterapi uygulanması gerekebilir.
KANSER TÜRLERİ NELERDİR?
Kanser, başladıkları hücre tipine göre sınıflandırılabilir. Belirli hücre türlerinde başlayan bazı kanser türleri şunlardır:
Epitel hücrelerinden (organları korumaya veya kapatmaya yardımcı olan hücrelerin astarı) kaynaklanan bir kanser türüdür. Karsinomlar çevredeki dokuları ve organları istila edebilir ve lenf düğümlerine ve vücudun diğer bölgelerine metastaz yapabilir. Bu gruptaki en yaygın kanser türleri meme kanseri, prostat kanseri, akciğer kanseri ve kolon kanseridir
Kemik veya yumuşak dokunun (yağ, kas, kan damarları, sinirler ve organları destekleyen ve çevreleyen diğer bağ dokuları) bir tür kötü huylu tümörüdür. En yaygın sarkom formları leiomyosarkom, liposarkom ve osteosarkomdur.
Lenfoma ve Miyelom, bağışıklık sisteminin hücrelerinde başlayan kanserlerdir. Lenfoma, vücudun her yerinde dolaşan ve bu nedenle herhangi bir yerde ortaya çıkabilen bir lenfatik sistem kanseridir. Miyelom (veya multipl miyelom), enfeksiyonla savaşmaya yardımcı olmak için antikorlar üreten bir tür beyaz kan hücresi olan plazma hücrelerinde başlar. Bu kanser türü hücrenin etkili bir şekilde antikor üretme yeteneğini etkileyebilir.
Lösemi, kan hücrelerini oluşturan doku olan beyaz kan hücreleri ve kemik iliği kanseridir. Birkaç alt türü vardır; yaygın olanları lenfositik lösemi ve kronik lenfositik lösemidir.
Beyin ve omurilik kanserleri
Beyin ve omurilik kanserleri merkezi sinir sistemi kanserleri olarak bilinir. Bazıları iyi huyluyken diğerleri büyüyüp yayılabilir.
Diğer Tümör Türleri
Germ hücreli tümörler, sperm veya yumurtalara neden olan hücrelerde başlayan bir tümör türüdür. Bu tümörler vücudun hemen hemen her yerinde ortaya çıkabilir, iyi huylu veya kötü huylu olabilir.
Nöroendokrin tümörler, sinir sisteminden gelen bir sinyale yanıt olarak kana hormon salgılayan hücrelerden oluşur. Normalden fazla hormon üretebilen bu tümörler birçok farklı belirtiye neden olabilmektedir. Nöroendokrin tümörler iyi huylu veya kötü huylu olabilir.
Karsinoid tümörler bir tür nöroendokrin tümördür. Genellikle gastrointestinal sistemde (çoğunlukla rektum ve ince bağırsakta) bulunan yavaş büyüyen tümörlerdir. Karsinoid tümörler karaciğere veya vücudun diğer bölgelerine yayılabilir, serotonin veya prostaglandinler gibi maddeler salgılayarak karsinoid sendroma neden olabilir.
KANSERDE RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Kanserlere birçok faktör neden olabilir. Nitekim çoğun kanser türü birçok nedensel faktöre maruz kalınması sonucu gelişir. Kanserde risk faktörleri şunlardır:
Yaş:
Birçok kanser türü yaşın ilerlemesiyle birlikte daha yaygın hale gelir. İnsanlar ne kadar uzun yaşarlarsa, kanserojenlere o kadar çok maruz kalır ve hücrelerinde genetik değişikliklerin veya mutasyonların meydana gelmesi fazlalaşabilir.
Kansere neden olan maddeler (kanserojenler)
Kanserojenler bir hücrenin davranışını değiştiren ve kansere yakalanma olasılığını artıran maddelerdir
Genetik
Bazı insanlar kalıtsal olarak yüksek bir kanser riski (‘genetik yatkınlık) ile doğarlar. Bu durum kanser gelişiminin kesinlikle gerçekleşeceğini göstermese de, hastalığı daha olası hale getirir. Örneğin BRCA 1 ve BRCA 2 meme kanseri genlerini taşıyan kadınlar, normal meme kanseri riski olan kadınlara göre bu kanser türünü geliştirme konusunda daha yüksek bir yatkınlığa sahiptir. Bununla birlikte, tüm meme kanserinin% 5’inden daha azının genlere bağlı geliştiği bilinmektedir. Dolayısıyla, bu genlerden birine sahip kadınların bireysel olarak meme kanserine yakalanma olasılığı daha yüksek olsa da, çoğu vakaya yüksek riskli kalıtsal gen hatası neden olmaz
Bağışıklık sistemi
Bağışıklık sistemleri zayıf olan kişiler, bazı kanser türlerine yakalanma riski altındadır. Organ nakli olan ve organ reddini durdurmak için bağışıklık sistemlerini baskılamak için ilaç kullanan kişiler ayrıca HIV gibi hastalıklar neticesinde bağışıklık sistemi zayıflayan kişiler kanser riski altında olabilir.
Alkol tüketimi
Aşırı alkol tüketimi; bağırsak (kolorektal), meme, ağız, farenks ve gırtlak (ağız ve boğaz), özofagus, karaciğer ve mide dahil olmak üzere altı kanser türü için riski artırabilir.
Aşırı kilolu veya obez olmak
Obezite; mesane kanseri ve pankreas kanserleri dahil olmak üzere 12 farklı kanser türünün gelişme riskini artırabilir.
Diyet ve beslenmedeki yanlışlık
Uzmanlar, özellikle kırmızı etler, işlenmiş etler, tuzlu yiyeceklerin bol miktarda tüketilmesinin ve meyve ve sebzelerin yer almadığı diyetlerin özellikle kolorektum, nazofarenks ve mide kanseri üzerinde etkili olduğunu öne sürüyor.
Fiziksel aktivite azlığı
Düzenli fiziksel aktivite sadece aşırı vücut yağını ve bununla ilişkili kanser risklerini azaltmaya yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda fiziksel olarak aktif olmak kolon, meme ve endometriyal kanser gelişme risklerini azaltmaya da yardımcı olabilir
Sigara kullanımı
Sigara dumanı en az 80 farklı kansere neden olan madde (kanserojen maddeler) içerir. Duman solunduğunda kimyasallar akciğerlere girer, kan dolaşımına geçer ve tüm vücutta taşınır. Bu nedenle sigara içmek veya tütün çiğnemek sadece akciğer ve ağız kanserine neden olmakla kalmaz, aynı zamanda diğer birçok kanserle de ilişkilidir.
İyonlaştırıcı radyasyon
Radon, x-ışınları, gama ışınları ve diğer yüksek enerjili radyasyon biçimleri kanser riskini artırabilir. Güneşten, güneş ışığından ve bronzlaşma yataklarından gelen ultraviyole radyasyonlarına uzun süreli ve korunmasız maruz kalmak da melanoma ve cilt malignitelerine yol açabilir. Açık tenli kişiler, vücudunda çok sayıda ben bulunan, ailesinde melanom veya melanom dışı cilt kanseri geçmişi olan kişiler iyonlaştırıcı radyasyon risk altındadır.
Bazı iş yerlerindeki tehlikeler
Bazı insanlar yaptıkları iş nedeniyle kansere neden olan bir maddeye maruz kalma riskiyle karşı karşıyadır. Örneğin, kimyasal boya endüstrisindeki işçilerin normalden daha yüksek bir mesane kanseri insidansına sahip olduğu ortaya çıkartılmıştır.
Enfeksiyonlar
Bulaşıcı ajanlar, yılda yaklaşık 2,2 milyon kanser ölümünden sorumludur. Örneğin rahim ağzı kanserlerinin yaklaşık yüzde 70’i insan papilloma virüsü (HPV) enfeksiyonlarından kaynaklanırken karaciğer kanseri ve Hodgkin Dışı Lenfoma; Hepatit B ve C virüsünden kaynaklanabilir, lenfomalar Epstein-Barr ile de bağlantılıdır. Bakteriyel enfeksiyonlar geçmişte kansere neden olan ajanlar olarak düşünülmemiştir; ancak yapılan yeni çalışmalarda midelerinde helikobakter pilori enfeksiyonu olan kişilerin mide zarında iltihaplanma geliştirdiğini ve bu durumun da mide kanseri riskini artırdığını göstermiştir.
KANSER NASIL YAYILIR?
Kanser iyi huylu tümörlerden farklıdır zira vücutta başladığı yerden farklı bölgelere yayılabilir. Kanser hücreleri daha sonra o bölgede büyümeye başlar. Hücrelerini yakındaki dokulara yayan kötü huylu bir tümör, istilacı kanser olarak bilinir. Kanser vücudun bir bölümünden farklı bir bölgesine yayıldığında bu durum ikincil kanser veya ‘metastaz’ olarak adlandırılır. Kanserin yayılması için kendi kan kaynağını büyütmesi gerekmektedir. Bu duruma anjiyogenez denir. Bu kan kaynağı olmadan tümörün kenarındaki hücreler oksijen eksikliğinden ölecektir.
Kanser hücreleri, vücutta normal hücrelere göre çok daha kolay hareket etmelerini sağlayan maddeler üretir. Ayrıca kanser hücreleri normal hücreler kadar birbirine yapışmaz.
Kanser şu yollarla yayılabilir:
- Yerel olarak, birincil kanserin çevresindeki dokunun içinde ve yakınında
- Lenfatik sistem yoluyla
- Kan dolaşımı yoluyla
KANSER BELİRTİLERİ NELERDİR?
Kanserin belirtileri hastalığın türüne bağlı olarak büyük ölçüde değişir. Örneğin, kötü huylu bir tümör kanserin geliştiği bölgenin yakınında yapıları istila edebilir, işlevlerini etkileyebilir veya sinirlere baskı yapabilir (örneğin, yumurtalık kanseri kolona baskı yaparak kabızlığa neden olabilir; akciğer kanseri, göğüsten geçerken bir sinire baskı yaparak ses kısıklığına neden olabilir). Birçok doku ve organda ortaya çıkabilen kanser, birbirinden farklı birçok belirti ile kendini gösterebilir. Kanser çoğunlukla yorgunluk, kilo kaybı ve genel bir rahatsızlık hissi gibi genel semptomlarla sonuçlanan metabolik değişikliklere neden olur.
Kanserin belirti ve semptomlarının farkında olmak erken teşhis ve etkili tedavi için büyük önem teşkil eder. Bununla birlikte kanserin erken evrede teşhis edilmesi ve doğru bir tedavinin uygulanabilmesi için kanser tarama testlerine de önem verilmesi elzemdir. Kişinin herhangi bir şikayeti olmasa bile belli yaşlarda kanser tarama testleri ile kendini koruma altına alması gerekir. Kanserin en yaygın belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
- Açıklanamayan kilo kaybı
- Topaklar, yumrular veya genişlemiş lenf düğümleri
- Gece terlemeleri
- Kanamalar (Anormal vajinal kanama, dışkıda kan veya rektal kanama, idrardan kan gelmesi)
- Bağırsak hareketlerindeki değişiklikler (Dışkılama veya idrar yapma alışkanlığında değişiklik)
- İnatçı ve geçmeyen öksürük
- Nefes darlığı
- Vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen ağrı,
- Kalıcı, şiddetli yorgunluk
- Cilt değişiklikleri
- Karında şişkinlik hissi
- Yutma güçlüğü
Bu belirti-semptomlardan bazıları belirli kanser türlerine özgü olabilirken, bazıları da birkaç kanser türünde ortaya çıkabilir.
Açıklanamayan kilo kaybı
Birçok kanserin; özellikle de mide, pankreas, yemek borusu (ösefagus) kanseri ve akciğer kanseri gibi; ilk belirtisi açıklanamayan kilo kaybıdır.. Bu durum 130 kiloluk bir kadının 6 veya 7 kilo vermesine veya 200 kiloluk bir erkeğin yaklaşık 10 kilo vermesine eşdeğerdir. Beklenmedik bir şekilde kilo veren kişilerin doktora görülmeleri önemlidir. İleri evre kanserlerde kilo verme olasılığı daha yüksek olmakla birlikte, erken evre kanserlerde de bu durum ortaya çıkabilir.
Kilo kaybının yanı sıra kas kaybını da içeren kaşeksisi sendromu, sadece bir kanser semptomu değil, kanserli kişilerin yaklaşık yüzde 20’sinde doğrudan ölüm nedeni olarak kabul edilir.
Vücutta oluşan şişlikler, topaklar, yumrular
Vücudun çeşitli yerlerinde oluşan şişlikler, topaklar birçok kanser türünün belirtisi olabilir. Göğüs topakları kanser belirtileri arasında olabilir, meme kanserinin daha az yaygın belirtileri arasında da memede kızarıklık, kalınlaşma veya memede portakal kabuğu görünümü yer alır. Testis yumruları testis kanserinin bir belirtisi olabilir. Tıpkı kadınların aylık olarak kendi kendine meme muayenesi yapması için önerilerde bulunulduğu gibi erkekler için de aylık testis muayeneleri yapmaları gerekmektedir.
Büyümüş lenf düğümleri kanserin özellikle de lenfomaların ilk belirtisi olabilir ve vücudun birçok bölgesinde ortaya çıkabilir. Öte yandan fark edilen şişlikler kanserin ilk evresinin habercisi olabileceği gibi son evre göstergesi de olabileceği unutulmamalıdır.
Gece terlemeleri
Gece terlemeleri, özellikle lösemiler ve lenfomalar olmak üzere kanserin yaygın bir semptomudur. Kanserle ortaya çıkan gece terlemeleri sadece ‘sıcak basması’ değildir. Zira kanserin yol açtığı terlemelerde kişiler yataktan kalkıp pijamalarını değiştirecek kadar sırılsıklam olabilir. Gece terlemeleri uyurken daha yaygın şekilde gelişir.
Kanamalar
Olağan dışı kanama birçok kanserde erken veya geç dönemde ortaya çıkabilir. Balgamda kan görülmesi akciğer, dışkıda kan görülmesi kalın bağırsak, idrarda kan görülmesi idrar torbası (mesane), zamansız vajinal kanama ise rahim veya rahim ağzı (serviks) kanserinin belirtisi olabilir. Kanın rengi bazen kanın nereden geldiğini belirlemede önemli olabilir. Alt kolon (sol kolon) ve rektumdan kanama genellikle parlak kırmızıdır. Üst kolon (sağ kolon) ve ince bağırsaktan gelenler genellikle koyu kırmızı, kahverengi veya siyahtır. Yemek borusu veya mide gibi daha yukarıdan gelen kan genellikle kahve telvesini andırır. Rektal kanamanın diğer nedenleri arasında hemoroitler, anal fissürler ve kolit yer alır. Öte yandan bazı kolit türleri kolon kanseri için bir risk faktörüdür.
İnatçı ve geçmeyen öksürük
İnatçı ve geçmeyen öksürük akciğer kanserinin ilk belirtileri arasında yer alabilir. Geçmeyen öksürük ayrıca göğüs kanseri, kolon kanseri, böbrek kanseri veya prostat kanseri gibi akciğerlere yayılan bir kanserin de işareti olabilir.
Nefes darlığı
Nefes darlığı, akciğer kanserinin önde gelen erken semptomlarından biridir. Akciğer kanseri kronik bir öksürük ile ilişkilendirilebilse de akciğer kanserinin en yaygın semptomları zamanla değişmiştir. Daha önce hastalığın en yaygın türleri akciğerlerdeki geniş hava yollarının yakınında büyüme eğilimindeydi; bu durum sık sık (kanlı) öksürüğe yol açabiliyordu. Günümüzde ise akciğer kanserinin en yaygın şekli olan akciğer adenokarsinomu, akciğerlerin dış bölgelerinde büyüme eğilimindedir. Bu tümörler tespit edilmeden önce oldukça büyüyebilirler ve genellikle nefes darlığına neden olurlar.
Göğüs, Karın, Pelvik, Sırt veya Baş Ağrısı
Vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen ağrı, olası bir kanser belirtisi olabilir.
Baş ağrısı
Baş ağrıları, beyne yayılan (metastaz yapmış) beyin kanseri veya tümörlerin en yaygın görülen semptomudur; ancak baş ağrılarının çoğunluğu kansere bağlı değildir.
Beyin tümörüne bağlı klasik baş ağrısı özellikle sabahları şiddetlidir ve zamanla ilerler. Bu baş ağrıları, öksürme veya bağırsak hareketi için bastırma gibi aktivitelerle daha da kötüleşebilir ve sadece başın bir tarafında ortaya çıkabilir. Beyin tümörüne bağlı baş ağrısı olan kişilerde sıklıkla mide bulantısı ve kusma, vücudun bir tarafında zayıflık veya yeni başlayan nöbetler gibi başka semptomlar da görülür. Bununla birlikte, beyin tümörleri, gerilim tipi baş ağrısından ayırt edilemeyen baş ağrılarına neden olabilir ve bu durum da bir tümörün mevcut olduğunun tek işareti olabilir.
Beyne yayılan kanser (beyin metastazları), birincil beyin tümörlerinden yedi kat daha yaygındır ve benzer semptomlara neden olur. Beyne yayılma olasılığı en yüksek olan kanserler arasında meme kanseri, akciğer kanseri, mesane kanseri ve melanom bulunur. Beyin metastazı olan kişilerde, özellikle de küçük hücreli akciğer kanseri olanlarda, birincil kansere bağlı semptomlar ortaya çıkmadan önce beyindeki bir tümörle ilgili semptomların görülmesi nadir değildir.
Sırt ağrısı
Sırt ağrısının en yaygın nedeni sırttaki gerginliktir; ancak sürekli devam eden ve bariz bir nedeni olmayan sırt ağrısı da bir kanser belirtisi olabilir. Kansere bağlı sırt ağrısı genellikle (ancak her zaman değil) geceleri daha şiddetlenir, uzandığında ağrı geçmez ve derin bir nefesle daha da kötüleşebilir. Sırt ağrısına göğüs, karın veya pelvisteki tümörler veya diğer kanserlerden omurgaya metastazlar neden olabilir.
Omuz ağrısı
Omuzlarda veya kürek kemiğinde hissedilen ağrı, çoğunlukla bir kas gerginliğine bağlı olabilir; ancak nadir durumlarda bu ağrı aynı zamanda kanserin önemli bir erken belirtisi de olabilir. Akciğer kanseri, meme kanseri ve lenfomalardan kaynaklanan ağrı ve diğer kanserlerden kaynaklanan metastazlar omuzlarda ağrıya veya kürek kemiği ağrısına neden olabilir.
Göğüs ağrısı
Açıklanamayan kalp hastalığı veya göğüs ağrısı da bir kanser belirtisi olabilir. Akciğerin sinir uçları olmamasına rağmen, akciğer kanseri teşhisi konan çok sayıda insanda ‘akciğer ağrısı’ gibi hissedilen ağrı mevcuttur.
Karın bölgesinde ağrı veya pelvik ağrısı
Vücudun diğer bölgelerindeki ağrıda olduğu gibi, karın ağrısı ve pelvik ağrısı daha çok kanser dışındaki durumlarla ilişkili olsa da özellikle bu iki ağrı türü (rahim kanseri, yumurtalık kanseri, rahim ağzı kanseri, tüp, yumurtalık (over) kanseri belirtileri arasında yer aldığından ihmal edilmemeli, doktor kontrolünden geçilmelidir.
Yorgunluk hissi
Sıradan yorgunluğun aksine, kanserin neden olduğu yorgunluk genellikle çok daha kalıcıdır. Bazıları bu yorgunluğu “tam vücut yorgunluğu” veya bitkinlik olarak tanımlar. Bu tür yorgunluğun ayırt edici özelliği hayat kalitesini önemli ölçüde düşürmesidir.
Kanserin yorgunluğa neden olabileceği birçok yol vardır. Genel olarak bir tümörün büyümesi vücut için zorlayıcı olabilir. Nefes darlığı, anemi, ağrı veya kandaki oksijen seviyesinin azalması (hipoksi) gibi diğer kanser semptomları da yorgunluğa neden olabilir.
Cilt değişiklikleri
Cilt değişiklikleri, cilt tümörleri haricinde iç organ tümörlerinde de görülebilir. Bazı kanser türlerinde sarılık, ciltte koyulaşma veya ciltte kızarıklık görülebilir. Bazal hücreli karsinom ve skuamöz hücreli karsinom gibi cilt kanserleri daha yaygın olmakla birlikte, cilt kanserinden ölümlerin çoğundan melanom sorumludur. Melanomların genellikle ilk önce başka biri tarafından fark edildiğini belirtmek gerekir. Vücutta şüpheli görünen bir cilt lekesi ihmal edilmemeli, mutlaka sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
Şişkinlik (Abdominal Distansiyon)
Karında şişkinlik; yumurtalık kanseri, pankreas kanseri ve kolon kanseri dahil olmak üzere birçok kanserin ilk belirtisi olabilir. Yumurtalık kanseri semptomları çoğunlukla hastalığın geç döneminde ortaya çıktığı için “sessiz katil” olarak adlandırılır. Şişkinliğin yumurtalık kanserinin yaygın bir semptomu olduğu saptanmıştır; ancak kadınlar genellikle bu semptomu kilo alımına veya diğer nedenlere bağlar. Aynı şekilde, kabızlık, cinsel ilişkide ağrı ve sık idrara çıkma yumurtalık kanserinin semptomları olabilir. Bu belirtilerden herhangi biri fark edildiğinde doktora başvurulmalıdır. Unutulmamalıdır ki yumurtalık kanserinde erken teşhis tedavide başarıyı artırır.
İdrarda kan
İdrarda görülen kan mesane kanserinin bir belirtisi olabilir.
Yutma güçlüğü
Disfaji olarak da bilinen yutma güçlüğü, kanserin bir belirtisi olabilir. Yutma güçlüğü genellikle yemek borusunun daralmasına bağlı olarak yemek borusu kanserinin ilk belirtisidir. Öte yandan yemek borusu akciğerler arasındaki bölgeden geçtiği için bu bölgedeki akciğer kanseri ve lenfomalar gibi tümörler de sıklıkla bu belirtiye neden olabilir.
KANSERİN NADİR GÖRÜLEN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Kanserde nadir görülen belirtilerden bazıları şunlardır:
Kan pıhtıları
Derin ven trombozu (DVT) olarak bilinen bacaklarda kan pıhtılaşması için birçok risk faktörü vardır . Son yıllarda, bu faktörlerden birinin daha önce teşhis edilmemiş bir kanser olabileceği kaydedildi. 20 DVT’lerin semptomlarını sadece bundan dolayı değil, aynı zamanda sıklıkla kopup akciğerlere gittikleri için bilmek önemlidir, bu durum da pulmoner emboli olarak bilinir.
İdrar değişiklikleri
İdrara çıkma değişiklikleri, kanserin erken bir belirtisi olabilir.
Mide ekşimesi veya hazımsızlık
Gastroözofageal reflü hastalığına (GERD) bağlı olarak gelişen kronik mide ekşimesi, yemek borusu kanserinin nedenlerinden biri olabilir.
Zona
Su çiçeği virüsünün yeniden aktivasyonunun neden olduğu bir durum olan zona nadir durumlarda kanserin bir belirtisi olabilir.
Depresyon
Yeni başlayan depresyon da kanserin yol açtığı erken semptomlarından biri olabilir.
Minimal travmalı kırıklar
Kanser kemiklere yayıldığında onları zayıflatabilir, böylece minimum travma ile kırıklar oluşur. Kanser nedeniyle zayıflamış bir kemikte meydana gelen kırığa patolojik kırık denir .
Kolay morarma
Yaralanma ile meydana gelmeyen morluklar da doktor tarafından değerlendirilebilir. Kemik iliğine sızan kanser hücreleri, kandaki trombosit sayısını azaltabilir. Trombositlerin azalması da kolay morarmaya neden olabilir. Bazı lösemiler, lenf bezi tümörleri veya kemik iliği kanserleri morarmalara neden olabilir. Bu hastalıklarda ciltte kolay morarmanın yanı sıra diş eti kanamaları, burun kanamaları veya herhangi başka bir yerden kanama olabilir. Hiçbir sebep olmadan burun kanaması, fırçalandıktan sonra çok diş etlerinde çok miktarda kanama, küçük kesikler veya sıyırıklarda çok yoğun ve uzun süre kanama yaşanıyorsa vakit kaybedilmeden doktora başvurulmalıdır.
Ağızda oluşan beyaz lekeler
Diş etlerinde veya dilde beyaz lekeler ( lökoplaki) ağız kanserlerinin erken bir belirtisi olabilir.
Diğer nedenler
Bazı kanserler ürettikleri ve salgıladıkları bileşiklere bağlı olarak benzersiz semptomlara neden olur. Örneğin, bazı akciğer kanserleri, kandaki kalsiyum seviyesini yükselten hormona benzer bir madde üretir.
KANSER NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Kanseri teşhis etmek için kullanılan araçlar kapsamlıdır, laboratuvar testleri, görüntüleme çalışmaları ve diğer invaziv veya non-invaziv prosedürleri içerir
Fiziksel muayeneler
Kansere işaret eden topaklar, kitleler, lezyonlar veya cilt rengindeki değişiklikleri değerlendirmek için kullanılır.
Tam kan sayımları (CBC)
Tedavi sırasında anemi, enfeksiyon veya diğer komplikasyonların gelişimini izlenirken, kan kimyasındaki lösemiyi düşündüren anormallikler tespit edilebilir.
Tümör belirteç testleri
Tümör belirteç testleri kandaki kanser varsa yükselme eğilimi gösteren maddeleri ölçmek için kullanılan kan testleridir. Bunlar arasında prostat kanserini saptamak için prostata özgü antijen testi (PSA), hem meme hem de yumurtalık kanseri için kullanılan BRCA1 ve BRCA2 testleri ve bir dizi kanserle ilişkili bir tümörü saptamak için kullanılan CA-125 testi bulunur
Akış sitometrisi
Akış sitometrisi, sıvı içinde süspanse edilmiş hücreleri değerlendirir ve bir kan veya kemik iliği örneğinden lösemi veya lenfoma teşhisinde faydalıdır.
Biyopsi
Biyopsi, mikroskop altında değerlendirme için vücuttan bir doku veya sıvı örneğinin alınmasıdır. İnce iğne aspirasyonu (FNA), çekirdek iğne biyopsisi, koni biyopsisi veya ameliyatla elde edilebilir.
Görüntüleme testleri
Görüntüleme testleri, kanseri teşhis etmek için kullanılır. Bu testler X-ışını, bilgisayarlı tomografi (CT) ve manyetik rezonans görüntülemeyi (MRI) içerebilir. Radyoaktif izleyicileri kullanan nükleer tıp görüntüleme, belirli kanser türlerini teşhis edebilirken, pozitron emisyon tomografisi ile tutarlı olarak metabolizmadaki değişiklikler saptanabilir.
Genomik test
Genomik test bir tümörün kromozomal özelliklerini tanımlamaya yardımcı olabilir ve onkoloğun hastalığı neyin tetiklediğini anlamasına ve en uygun ilaç tedavilerini seçmesine yardımcı olabilir.
KANSER EVRELEMESİ NEDİR?
Kanserin, hastalığın anatomik boyutuna, yani evreye göre sınıflandırılması, hasta bakımı, araştırma ve kanser kontrolü için gereklidir. UICC TNM evreleme sistemi, her bir hasta için kanser boyutu hakkında iletişim kurmak için onkoloji sağlık uzmanları tarafından benimsenen ortak dildir. Kanserin evresi bilindikten ve anlaşıldıktan sonra, bu genellikle uygun tedaviye ve bireysel prognoza karar vermek için bir temel oluşturur. Ayrıca tedavi kılavuzlarını bilgilendirmek ve değerlendirmek için kullanılabilir ve kanser kontrolü, önleme planları ve araştırmaları geliştiren veya uygulayan politika yapıcılar için hayati bilgiler oluşturur.
TNM sınıflandırması, tümörün anatomik boyutuna odaklanır ve aşağıdaki kategoriler değerlendirilerek belirlenir:
T, ana (birincil) tümörün boyutunu tanımlar
N, kanserin yakındaki lenf düğümlerine yayılıp yayılmadığını açıklar
M, kanserin metastaz yapıp yapmadığını açıklar (birincil tümörden vücudun başka bir bölümüne yayılması)
METASTAZ NEDİR?
Metastaz, kanserin başladığı yerden farklı bir vücut bölümüne yayılmasına denir. Yani kanser hücreleri vücudun farklı bir bölümünde yerleşip çoğalır ve yeni tümörler oluşturabilir. Kanser hücreleri, lenfatik sistem ve kan dolaşımı yoluyla diğer bölgelere metastaz yapar. Orijinal veya birincil tümörden gelen kanser hücreleri, akciğerler, kemikler, karaciğer, beyin ve diğer alanlar gibi diğer bölgelere gidebilir. Bu metastatik tümörler, birincil tümörden kaynaklandıkları için ‘ikincil kanserlerdir’. Metastaz, evreleme ve tedaviyi belirlemeye yardımcı olduğu için önemlidir.
KANSER TEDAVİSİ NASILDIR?
Doktorlar; kanserin türüne, teşhis sırasındaki aşamasına ve kişinin genel sağlığına göre kanser tedavisini uygular.
Kanser tedavisine yönelik yaklaşımlar şu şekildedir:
Kemoterapi uygulamasında hızla bölünen hücreleri hedef alan ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlarla kanserli hücreleri yok etmek amaçlanır. İlaçlar aynı zamanda tümörleri küçültmeye de yardımcı olabilir. Kemoterapinin bazı yan etkileri şiddetli olabilir.
Hormon tedavisi, belirli hormonların çalışma şeklini değiştiren veya vücudun onları üretme kabiliyetine müdahale eden ilaçların alınmasını içerir. Hormonal tedavi vücuttaki hormon miktarını değiştirerek meme, prostat kanseri ve üreme sistemi kanserlerinin tedavisinde kullanılır.
Kanser hastalığında yeni nesil tedavi yaklaşımlarından biri olan immünoterapi bağışıklık sistemini harekete geçirerek, vücudun kanseri kendi kendine yenmesini sağlamayı hedefler. Kemoterapi ve hedefe yönelik akıllı tedavilere göre çok daha az yan etki gösteren İmmünoterapi, bağışıklık hücrelerinde bir hafıza oluşturarak, daha iyi, uzun süreli ve kalıcı yanıtlar oluşmasını sağlar.
Radyoterapi uygulamasında kanserli hücreleri yok etmek için yüksek doz radyasyon kullanır. Ayrıca, doktor cerrahi prosedürden önce tümörü küçültmek veya tümörle ilgili semptomları azaltmak için radyaterapi uygulanmasını önerebilir.
Kök hücre nakli, özellikle lösemi veya lenfoma gibi kanla ilişkili kanserli kişiler için faydalı olabilir.
Kanser tedavisinde cerrahi prosedür tedavi planının parçalarındandır. Örneğin cerrah, hastalığın yayılmasını azaltmak veya önlemek için lenf düğümlerini çıkarabilir.
Hedefe yönelik tedaviler, kanserli hücrelerin çoğalmasını önlemek için işlev görür. Ayrıca bağışıklık sistemini de güçlendirebilirler. Bu tedavilerin iki örneği, küçük moleküllü ilaçlar ve monoklonal antikorlardır.
Bu tedavi yöntemleri tek başına veya birlikte uygulanmaktadır. İlk uygulanan tedavi genellikle birinci basamak tedavi olarak bilinmektedir. Birinci basamak tedavinin arkasından verilen tedavi adjuvan tedavi olarak adlandırılır. Nitekim cerrahi prosedürün ardından uygulanan kemoterapi adjuvan tedavidir. İlk basamak tedaviden önce uygulanan tedavi de neoadjuvan tedavi olarak adlandırılır.
KANSER HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Kanserde palyatif tedavi nedir?
Palyatif tedavide amaç, kanserin hangi evresinde olursa olsun kişinin kendini mümkün olduğunca iyi hissetmesini sağlamak, yaşam kalitesini artırmaktır. Palyatif bakım kanser hastasının fiziksel, ruhsal, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarına yönelik olabilir. Palyatif tedavi, küratif tedaviyle aynı anda devam edebilir. Yani palyatif bakım alan hastalar kanserin büyümesini azaltmak veya durdurmak için hala aktif tedaviye sahip olabilir. Palyatif bakım ekibi, tedaviden kaynaklanan yan etkileri yönetmek ve hastanın yaşam kalitesini korumaya yardımcı olmak için kanser uzmanlarıyla birlikte çalışacaktır. Palyatif tedavinin bir parçası olarak ameliyat, kemoterapi, immünoterapi, hedefe yönelik tedavi ve radyoterapi gibi kanser tedavileri de kullanılabilir . Bu durumda amaç kanseri kontrol altına almak değil, semptomları hafifletmektir.
Kanser tedavisinin hedefleri nelerdir?
Kanser tedavilerinin farklı hedefleri vardır;
Kesin çare (Cure): Tedavinin amacı, normal bir yaşam süresi yaşamanıza izin vererek kanseri tamamen iyileştirmektir. Hastanın özel durumunuza bağlı olarak bu mümkün olabilir veya olmayabilir.
Birincil tedavi: Birincil tedavinin amacı, kanseri vücuttan tamamen çıkarmak veya kanser hücrelerini öldürmektir. Herhangi bir kanser tedavisi birincil tedavi olarak kullanılabilir, ancak en yaygın kanserler için en yaygın birincil kanser tedavisi cerrahidir. Kişideki kanser özellikle radyoterapiye veya kemoterapiye duyarlıysa, bu tedavilerden biri birincil tedaviniz olarak alınabilir.
Adjuvan tedavi: Adjuvan tedavinin amacı, kanserin tekrarlama olasılığını azaltmak için birincil tedaviden sonra kalabilecek kanser hücrelerini öldürmektir. Herhangi bir kanser tedavisi, adjuvan tedavi olarak uygulanabilir. Yaygın şekilde uygulanan yardımcı tedaviler arasında kemoterapi, radyasyon terapisi ve hormon terapisi yer alır.
Hafifletici tedavi: Palyatif tedaviler, tedavinin yan etkilerini veya kanserin neden olduğu belirti ve semptomları hafifletmeye yardımcı olabilir. Belirti ve semptomları hafifletmek için ameliyat, radyoterapi, kemoterapi ve hormon tedavisi kullanılabilir. İlaçlar ağrı ve nefes darlığı gibi semptomları hafifletebilir.
Kanserden korunmak için neler yapılmalıdır?
Kanser, ülkemizde ve dünyada ölümlerin en yaygın nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. Kimyasal maddelere maruz kalmak, sigara ve alkol tüketmek, stres ve sağlıksız beslenmek, kanser vakalarının artmasına neden oluyor. Bu dış etkenlerden uzak durularak kanser riski azaltılabilir mi? Uzmanlar yaşam tarzı değişikliğinin kanser riskini azalttığını söylüyor. Özellikle beslenme alışkanlıkları değiştirilerek, sigara ve alkol gibi alışkanlıklardan uzaklaşılarak ve hareketli bir yaşam ile kansere yakalanma oranı düşürülebiliyor. Kanserin önlenmesindeki en önemli iki konu, sağlıklı besinlerin seçimi ve sigara gibi kanserojenlerden uzak durmaktır. Yapılan son çalışmalar sebze ve meyveden zengin bir diyet, sigarasız yaşam, düzenli fiziksel aktivite ve sağlıklı vücut ağırlığının korunması ile kanser gelişiminde yüzde 40’lara varan bir azalma sağlanabileceğini göstermektedir. Bu da her yıl dünyadaki 3-4 milyon yeni kanser vakasının önlenmesi anlamına gelmektedir. Besinler iyi ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan vitamin, mineral ve lifleri; aynı zamanda koruyucu etkileri olan ve antioksidanlar olarak bilinen biyoaktif molekülleri içerirler. Bunlar vücudu kanser de dahil birçok ciddi hastalığa karşı korurlar.
İstatistiklere göre en çok akciğer, meme ve kalın bağırsak kanserleri için tanı konulduğu hayati kayıpların ise en çok akciğer, karaciğer ve mide kanserlerinden kaynaklandığını göstermektedir. Kanserin erken evrede teşhis edilmesi ve doğru bir tedavinin uygulanabilmesi için kanser tarama testlerine önem verilmesi gerekmektedir. Kişinin herhangi bir şikayeti olmasa bile belli yaşlarda kanser tarama testleri ile kendini koruma altına alması gerekir.
Kanserden korunmak için aşağıdaki önerilerin dikkate alınması önerilmektedir:
- Kişi ideal kilosunu korumaya çalışmalıdır.
- Tek yönlü beslenmeden kaçınılmalıdır. Et, süt, tahıl, meyve- sebze ve yağ olmak üzere tüm besin gruplarından gün içinde uygun miktarlarda tüketilmelidir.
- Günde 5 porsiyon meyve ve 2 porsiyon sebze yemeye dikkat edilmelidir.
- Kanserden korunmada posa alımının çok önemlidir. Bu sebeple beyaz ekmek yerine çavdar, kepek veya tam buğday ekmeğini tercih edilmelidir. Kabuklarıyla yenebilen meyveler soyulmadan tüketilmelidir.
- İdeal kilonun korunması amacıyla, fazla şeker tüketiminden kaçınılmalıdır.
- Pişirme yöntemi olarak fırında veya haşlamayı tercih edilmelidir. Kızartmalardan uzak durulmalı, yemekleri fazla kavurmadan pişirilmelidir.
- Sigara içmemek ve içilen ortamlarda bulunmamak önemlidir.
- Hareketsizlikten kaçınılmalı, günlük fiziksel aktiviteleri artırmaya özen gösterilmelidir. Haftada en az 2 gün spor yapılması sağlıklı bir yaşam için önemli koşullardandır.
- Günde 2-2,5 litre su tüketilmelidir.
- Çay ve kahve tüketimi azaltılmalıdır. Kahve içerken süt tozu yerine yarım yağlı süt kullanılabilir. Asitli içecekler, hazır meyve suları gibi şeker içeriği yüksek içecekler yerine, az şekerli komposto, hoşaf, taze sıkılmış meyve suları içilebilir.
- Aşırı alkol alımından uzak durulmalıdır.
- İçerdiği Omega- 3 yağ asidinin olumlu etkilerinden faydalanmak için haftada 2 veya 3 kez balık tüketimi önemlidir.
- Brokoli, karnabahar, lahana gibi antioksidan içeriği yüksek besinlerin tüketim sıklığı artırılmalıdır.
- Her türlü besinin iyi yıkanıp temiz hazırlanmasına özen gösterilmeli ve temiz su kullanılmalıdır.
- Kızartma yağları tekrar tekrar kullanılmamalıdır.
- Doğrudan ateşte pişirilen yiyecekler haftada en fazla bir gün tüketilmelidir.
- Günlük tuz tüketimi 5 gramın altında olmalıdır. Salamura, turşu gibi tuz oranı yüksek yiyeceklerin tüketimi sınırlandırılmalıdır.
- Salam, sosis ve tütsülenmiş yiyecek gruplarından mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.
- Gün içinde 2 bardak süt veya yoğurt tüketimi önemlidir.
- Özellikle yaz mevsiminde direkt güneş ışığından kaçınılmalıdır.
Kanser hastaları nelere dikkat etmelidir?
Kanser hastaları genel olarak aşağıdaki hususlara dikkat etmelidir.
- Doğal ve sağlıklı besinler, taze sebze ve meyveler günlük olarak ana ve ara öğünlerde mevsimine uygun olarak tüketilmelidir.
- Kemorterapi sırasında yanlış beslenme, mide şikayetlerinin yanı sıra aşırı kiloya da yol açar. Şekerli ve unlu gıdalar bunun en önemli nedenidir. Esmer şeker tercih edilmeli, beyaz ekmek yerine tam buğday unundan yapılmış çavdar ekmeği tüketilmelidir. Katı veya iç yağ, margarin kullanılmamalıdır.
- Az miktarda ayçiçeği ya da zeytinyağı tercih edilmelidir.
- Bol su içilmesi önemlidir.
- Hastaların kemoterapi sürecine girmeden önce kullandıkları; tansiyon, kolesterol, şeker ya da başka kronik hastalıklara yönelik ilaçları varsa, bunları kesinlikle bırakmamalıdır.
- Kan sulandırıcı ilaç kullanan hastaların ilaçları da, onkoloji uzmanı tarafından düzenlenecektir.
- Ortopedik yatak ve yastık tercih edilmeli, 8 saat uyunmalıdır.
- Bulaşıklar elde değil makinede yıkanmalıdır.
- Kanser hastaları bunlardan uzak durmalıdır!
- Fazla süt ( günde 1-2 bardaktan fazla) ani kan şekeri düşüşü ve yükselişi yaratacağından tavsiye edilmez. Onun yerine 250 gr – 500 gr arası yoğurt veya ayran çökelek olabilir.
- Kırmızı et miktarı azaltılmalıdır. Protein; beyaz et, peynir, baklagil gibi diğer protein kaynaklarından alınmalıdır.
- Aşırı yağlı ve ağır yemeklerden uzak durulmalıdır.
- Şeker oranı yüksek gıdalar tercih edilmemelidir.
- Narenciyelerden greyfurt, kemoterapi alan hastalarda, ilaçlarla etkileşime gireceği için kullanılmamalı, portakal ve mandalina tercih edilmelidir.
- Yüksek dozda vitaminler kullanılmamalı, vitamin almadan önce doktora danışılmalıdır.
- İçeriği bilinmeyen karışımlar asla tüketilmemelidir.
- Meme tümörlü hastalar soya ve keten tohumu kullanmadan önce mutlaka doktoruna danışmalıdır.
- Kanser hastaları vücudu aşırı yormayan ve zevk alabilecekleri sporları tercih etmelidir.
- Cilt kuruluğuna karşı bol su tüketmelidir. Suyun tadından rahatsız olan hastalar bitki çayları içebilir.
- Telefon kanser hastaları için sohbet aracı olmamalıdır. Kısa görüşmeler yapılmalı, kulaklık kullanılmalıdır.
- Diz üstü bilgisayarı kullanırken, bilgisayarın masada olmasına dikkat edilmelidir.
- Televizyon kumanda ile birlikte düğmesinden de kapatılmalıdır. Bu sayede radyasyon yayılımı engellenir.
- Kanser hastaları MR ve tomografi çektirebilir. Hastalarının X ray cihazından geçmelerinde sakınca yoktur.
Kanser kilo almaya neden olabilir mi?
Kilo kaybı daha yaygın bir kanser belirtisi olsa da, bazı kanserli kişiler kilo alabilir. Yapılan araştırmalar, meme kanseri olan kadınların yarısından fazlasının tedavi sırasında kilo aldığını ve bu fazla kiloların daha kötü sonuçlarla bağlantılı olduğunu göstermektedir. Fazla kilo, steroidler veya hormonlar gibi ilaçların bir yan etkisi olabilir. Ayrıca, bazı kemo ilaçları ödem olarak bilinen fazladan sıvı tutulmasına neden olabilir. Bu durum da kilo alımına yol açabilir. Buna ek olarak kanserli birçok hasta enerji seviyelerinin düştüğünü fark eder, bu durum da hareketsizliğe ve kilo almaya neden olabilir.
Kanser kan basıncını etkiler mi?
Anti-VEGF ilaçlar gibi bazı kanser ilaçları kan basıncında artışa neden olabilir. Bu tedaviler, tümörlere kan akışını engellemeye yardımcı olur, aynı zamanda vücuttaki diğer kan damarlarını da etkileyerek tansiyonu yükseltebilir. Ayrıca yüksek tansiyon, adrenal kanser gibi belirli kanserlerin bir işareti olabilir. Kanserde tedavide uygulana kemoterapi ve belirli hedefe yönelik ilaçlar da düşük tansiyona neden olabilir.
Sigara kullanımı ile kanser arasındaki ilişki nasıldır?
Kanserin yol açtığı ölümlerin bir kısmı sigara ve diğer tütün ürünlerine bağlıdır. Günde 1-10 adet sigara içmekle akciğer kanseri riski içmeyenlere göre yüzde 20 artarken, iki paket içildiğinde bu rakam yüzde 80’e varmaktadır. Öte yandan sigara içilmese bile sigara içilen ortamda bulunulması da (pasif içicilik) akciğer kanseri riskini yaklaşık 1,5 kat arttırmaktadır. Yaklaşık 20 yıl günde bir paket sigara içmiş birinin akciğer kanserine yakalanma riski sigarayı bıraktıktan sonraki 10 yıl içerisinde ancak yarıya inmektedir. Sigara içmeyi bırakmak kanser ve diğer kalp, damar ve akciğer hastalıklarının oluşma ihtimalini azaltmak için yapılabilecek en önemli korunmadır. Bu amaçla doktorunuza başvurduğunuzda sigarayı bırakma sırasında ihtiyacınız olacak psikolojik ve ilaç (nikotin bantları, sakızları) desteğini sağlayacaktır. Sigaranın akciğer kanserleri başta olmak üzere boğaz, yemek borusu, mesane, pankreas, böbrek, rahim ağzı ve meme kanserlerinin oluşumunda çok önemli rol oynar. Tütünün içinde bulunan nikotinin yanı sıra nikel, kadmiyum, katran, monoksit, arsenik ve radon gibi çok sayıda kanserojen madde, p53 tümör baskılayıcı geni mutasyona uğratarak, kanserin oluşmasına neden olmaktadır. Pasif içiciler de risk altındadır. Çocuk kanserlerinin en önemli nedeni anne babanın sigara içmesidir. Hatta hamilelikte sigara kullanımı çocuk lösemilerinin en önemli nedenidir.
Kanser ve obezite ilişkisi nasıldır?
Fiziksel aktivitenin azalması ve şişmanlık, kanser türlerinde artışına neden olur. Bilimsel çalışmalar meme, rahim, bağırsak, yemek borusu ve böbrek kanserlerinde şişmanlığın bir risk faktörü olduğu göstermektedir. Bu risk artışı şişmanlığa bağlı olarak östrojen artışı ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle özellikle obezitenin engellenmesi ve fiziksel aktivitenin artırılması kanserin oluşumunun engellenmesinde önemli bir faktör olarak kabul edilir.
Kanser kan pıhtılarına neden olabilir mi?
Kanserli kişilerde derin ven trombozu ( DVT: derin bir damarda oluşan bir kan pıhtısı) gelişme riski daha yüksektir. Birçok kemoterapi ilacı da DVT riskini artırabilir.
Çevre kirliliği kanser vakalarını artırır mı?
Kanserin ortaya çıkmasından sorumlu önemli bir neden ise giderek artan çevre kirliliğidir. İnsanoğlu toprağı kazıp pek çok madeni yeryüzüne çıkarmakta, ne var ki aslında yeryüzünde bulunmaması gereken bu madenlerin atıklarını zararsızlaştırmada aynı duyarlılığı göstermemektedir. Her gün kullanılıp çöpe atılan “piller” bunun en basit örnekleridir. Çevre kirliliğinin kanser oluşumuna katkısı ozon tabakasının incelmesi ve mesleki faktörleri de işin içine kattığımızda yaklaşık yüzde 10’u bulmaktadır. Stratosferik ozonun azalması ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerini artırmıştır ve ultraviyolenin cilt kanserine neden olucu etkisi kesindir.
Kanserde psikolojik desteğin önemi nedir?
Bazen memede fark edilen küçük bir kitle bazen ise idrarda kanama, geçmeyen öksürük ya da şekli değişen bir ben nedeniyle doktora gittiğinde “kanser” olduğunu öğrenen bir hastanın yaşadığı şok, inkar, öfke, üzüntü, korku gibi duygulara zaman zaman eşlik eden suçluluk duygusu, hem hasta hem de hasta yakınlarının ruhsal sorunlar yaşamasına neden olabilir. Bu duygular, kişinin iş ve sosyal hayatı da dahil tüm yaşamını etkileyerek bir kriz durumu yaratabilir. Kanserle savaşta beden kadar ruhun da tedavi edilmesi ve desteklenmesi, tedavinin başarılı olabilmesinde büyük önem taşır. Psikolojik destek, hastanın yaşam kalitesini de artırır. Kanser psikolojisi ile ilgilenen uzman doktorların her hastaya özgü belirleyeceği destek tedavileri, hasta ve hasta yakınlarının bu zorlu süreci daha kolay atlatmasını sağlayacaktır. Hastaların psikolojik durumlarındaki düzelme ve kazandıkları pozitif bakış açısı, yaşam kalitelerini ve tedavilerindeki başarı şansını da artırmaktadır. Sağlıklı yaşamdan bir anda ortaya çıkan hastalık sürecine uyum sağlayabilme, bedensel ve ruhsal açıdan iyi hissedebilme, mücadele gücünü artırabilme bu destek tedavileri ile mümkündür. Ayrıca; kaygı, huzursuzluk, depresyon, uykusuzluk, halsizlik, mide bulantıları ve ağrı gibi bedensel ve ruhsal şikayetlerle mücadele ve baş etme gücünün artması, benzer krizi yaşayan aile bireylerinin sağlıklı bir şekilde hastaya destek sisteminin içine katılması, sekteye uğrayan sosyal hayat, sorumlulukların paylaşımı, iş ve ekonomik hayat ile ilgili düzenin yeniden sağlanabilmesi konusunda psikiyatrik desteğin sağlanması, çok önemlidir.
Tuz tüketmek kansere neden olur mu?
Tuzun kendisi kanser yapmasa da, mide yüzeyinin yapısını bozarak kanserojen maddelerin etkisine ortam hazırlamaktadır. Yine tuzun bol miktarda kullanıldığı turşularda nitrozamin denilen maddeler kanser oluşmasında önemlidirler.
Kanser neden sırt ağrısına neden olabilir?
Sırt ağrısı vakalarının çoğu kanserden kaynaklanmaz, ancak sırt ağrısı bir gösterge olabilir. Sırt ağrısı, birincil kemik kanseri, göğüs, kolon, testisler veya akciğerlerden metastaz yapmış olanlar da dahil olmak üzere birçok kanser türünün bir semptomudur. Genellikle tümörler omurgaya baskı yapar, çevresindeki sinirleri etkiler ve bu durum da sırtta ağrıya neden olur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kadın kanserleri olarak adlandırılan jinekolojik kanser çeşitleri şu şekilde sıralanmaktadır:
Jinekolojik onkoloji nedir?
Kadın üreme organlarından kaynaklı kanserleri inceleyen bilim dalına jinekolojik onkoloji denilmektedir.
Jinekolojik onkoloji neye bakar?
Yumurtalıklar, rahim, tüpler, vajen, vajen girişini sınırlayan vulva kadın üreme organlarındandır. Jinekolojik onkoloji de bu organlarda bulunan kanserlerin önlenmesi, teşhis ve tedavisinde rol oynamaktadır. Jinekolojik onkoloji en iyi doktorları barındıran bir bölümdür. Jinekolojik onkoloji cerrahisi de jinekolojik onkolojinin bir dalıdır. Jinekolojik onkoloji pek çok kişi tarafından kadın doğum onkoloji, kadın kanserleri cerrahisi, kadın hastalıkları onkoloji olarak da bilinmektedir.
Kadın kanserleri belirtileri nelerdir?
Kadın kanserleri hastalığın türüne ve evresine göre farklı belirtiler vermektedir. Kadın kanseri belirtileri genel anlamda şu şekilde sıralanabilir:
- Menopoza gire kadınlarda kanama veya akıntı
- Adet düzensizliği
- Adet dışında kanamalar
- Cinsel ilişki sonrasında ağrı, karında ağrı
- Karında şişlik
- Vajen bölgesinde yara, kaşıntı
- Yeme içme sorunları
Kansere zemin hazırlayan faktörler
Sanayileşme, çevre ve hava kirliliğinin artması, hazır gıdalarla beslenme ve sigara gibi birçok kimyasal ürün, insan organizmasındaki kanser ve tümör oluşumunu önleyen engelleyici genlerin yapısını bozarak kanser hücrelerinin gelişimine zemin hazırlamaktadır. Bu olumsuz faktörlerin engellenmesi ve azaltılması olası görülmemektedir. Bu nedenle kanser gerçeği kabul edilmeli ve önlem alınmalıdır.
Sağlık bilişimindeki gelişmeler kanserde yüz güldürüyor
Kanser vakalarının sayısındaki hızlı artışa rağmen, sağlık teknolojisi alanında atılan önemli adımlar sayesinde kanserin erken teşhisi mümkün olabilmektedir. Ayrıca tıbbi bilgi ve cerrahi deneyimlerin artması tedaviyi daha etkin kılmaktadır. Son 10 yılda üreme sistemi kanserleri hakkında klinik ve moleküler çalışmalar birçok bilinmeyene açıklık getirmiş ve kanseri oluşturan faktörler daha iyi anlaşılmıştır. Direkt kanser hücresine yönelik tedavi, aşılar ve immün tedavi gibi tedaviler kullanılmaya başlanması da sağ kalım oranlarına katkıda bulunmaktadır.
Kanserin ilaçla tedavisi anlamına gelen kemoterapi uygulamaları ile tıbbi onkoloji bölümü ilgilenmektedir. Ülkemizdeki tıbbi onkoloji merkezlerinde, onkoloji doktoru tarafından önerilen, kanser tedavisinde kemoterapiler, hedefe yönelik akıllı ilaç ve moleküller, hormonoterapi ve immünoterapiler ile biyolojik tedaviler uygulanmaktadır.
Çocuk isteği ve kadın kanserleri
Kanser görülme sıklığının artması, evlenme yaşının artması ve kadınların iş yaşamı nedeniyle gebe kalmayı ileri yaşlara ertelemesi kadınların ortalama yüzde 10’unda kanserle çocuk isteğini bir araya getiriyor. Çocuk sahibi olmayan kadınlarda kanser erken evrede yakalanmışsa hastalığın türüne göre hormonal veya cerrahi tedavi ile sadece kanserli bölgenin çıkarılması sayesinde üreme yeteneği korunabilir. Çocuk sahibi olduktan sonra eğer tedavi gerekiyorsa cerrahi tedavi tamamlanabilir.
Rahim ağzı kanseri ve üremeyi koruyucu cerrahi; dünyada 20 yılı aşkın bir süredir yapılmaktadır ve tedavi sonrası elde edilen gebelik açısından bakıldığında sonuçlar yüz güldürücüdür. Erken evre rahim kanserinde sadece kanserli bölge çıkarılmakta ve rahim ile vajina birleştirilmektedir.
Rahim kanserleri vakalarının yüzde 20’si 45 yaşın altında, yüzde 5’i de 40 yaşın altında görülmektedir. Bu nedenle rahim kanseri ve çocuk isteği olan hasta sayısı oldukça fazladır. Bu durumda hastalık erken evrede ise yani rahim iç duvarı dışına yayılmamışsa ve hücre tipi çok kötü değilse ilaç ile tedavi edilip hastalık geriletildikten sonra gebe kalması sağlanabilir. Bu durumda progesteron tedavisi ile yüzde 70 kadar başarı elde edilebilir.
Yumurtalık kanserlerinde üremenin korunması da son yıllarda gittikçe artan sıklıkta uygulanmaktadır. Özellikle erken yaşta görülen germ hücreli yumurtalık kanserleri ve borderline tip yumurtalık kanserlerinde sadece kanserli doku veya kanserli yumurtalık çıkarılıp, rahim ve karşı yumurtalık korunarak gebe kalmak mümkündür.
İleri cerrahi tekniklerle tedavide başarı oranları yükseliyor
Dünyada ve Türkiye’de hızla gelişen cerrahi teknikler ve laparoskopik ameliyatların daha yaygın olması, erken iyileşme ve açık ameliyat risklerinin azalmasını sağlamaktadır. Tüm bunlar kanserin erken teşhisine ve etkin tedavisine de ciddi anlamda katkıda bulunmaktadır.
Laparoskopik ve robotik cerrahi rahim kanserlerinde, rahim ağzı kanserlerinde ve erken evrede yakalanmış yumurtalık kanserlerinde etkinliği giderek artan tedavi yöntemleridir. Bu yöntemler sayesinde hastanın hastanede kalma, iyileşeme, iş ve sosyal yaşama dönme süresi kısalmakta ve hastada kozmetik açıdan önemli bir cilt hasarı olmamaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
ENDOMETRİOZİS NEDİR?
Endometriozis, normalde rahmin iç kısmını oluşturan endometrium tabakasının rahim dışında bulunması olarak tanımlanır. Bu hastalık genellikle pelvis dediğimiz karnın alt bölgelerinde görülmektedir. Ancak vücudun her yerinde daha az olarak görülebilir. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık yüzde 5-10’unda görüldüğü tahmin edilen endometriozis, kısırlığın en önemli sebepleri arasında yer almaktadır.
ENDOMETRİOZİS BELİRTİLERİ NELERDİR?
Endometriozis belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
- En önemli bulguları adet döneminde ağrı
- Karnın alt bölgesinde sürekli şiddetli ağrı
- Cinsel ilişki sırasında şiddetli ağrı
- Büyük tuvalete çıkarken zorlanma ve ağrı, bazen ishal
- Sık idrara çıkma ve idrarda kan görülmesi
- Yan ağrısı, sırt ağrısı
ENDOMETRİOZİS NEDEN OLUR?
Endometriozisin kesin bir nedeni net olarak bilinmemektedir. Birkaç teori olmakla birlikte bu teorilerden hiçbiri tek başına tüm endometriozis vakalarını açıklayamamaktadır. Özellikle zayıf, uzun boylu, kızıl saçlı, renkli gözlü kadınlarda daha fazla görülmektedir. Endometriozisi açıklamaya çalışan teorilerden bazıları şunlardır:
- Kadınlarda adet başladığında rahim iç tabakası olan endometriumun yüzeyel kısmı dışarı atılırken aynı tabaka tüplerden karın boşluğuna dökülebilmektedir. Bağışıklık sistemi sağlıklı olan kadınlarda karın boşluğuna dökülen bu kan ve endometrial dokular temizlenirken, bazı kadınlarda temizlenemez ve tüplere, yumurtalıklara, bağırsağa, idrar torbasına veya karın boşluğundaki diğer organlara yerleşir. Bu bölgelerde inflamasyon dediğimiz savunma hücrelerinin göçüne neden olur. Hastalığın ilerleyen döneminde kanamalar, doku iyileşmeleri ve karın içinde yapışıklıklar ortaya çıkabilir. Yumurtalıkların içinde oluşan endometriozis odakları her adet döneminde hormonların etkisi ile yumurtalıkların içine de kanar, endometrioma olarak bilinen lezyonlara neden olur. Yumurtalık içinde biriken kan zamanla kahverengine dönüşür ve çikolataya benzediği için de halk arasında bu kistler çikolata kisti olarak adlandırılır.
- Diğer bir teori de rahim iç tabakasındaki hücrelerin kan damarları yoluyla vücudun diğer organlarına ulaşmasıdır. Nadiren de olsa literatürde hastanın gözünde her adet döneminde kanamaya neden olan ya da göğüs boşluğunda yine her adet döneminde kan birikmesine neden olan endometriozis odakları bildirilmiştir. Bu odaklar bu teoriyle açıklanabilmektedir.
Bir de endometriozisi engelleyen bazı durumlar bilinmektedir. Bunlar arasında gebelik, birden fazla doğum yapmak ve emzirmek yer alır. Yine yüksek vücut kitle indeksi ve özellikle bel-kalça oranı yüksek olan kilolu kadınlarda endometriozis daha az görülmektedir.
ENDOMETRİOZİS TEŞHİSİ NASIL KONULUR?
Endometriozisin kesin tanısı, normalde sadece rahim iç tabakasında bulunması gereken endometrial dokunun; bez ve fonksiyon gören kısmının vücudun diğer kısımlarında görülmesi, bu dokuların cerrahi olarak çıkarılması ve patoloji uzmanları tarafından mikroskobik olarak görülmesi ile konulmaktadır.
Ön tanı için hastanın detaylı öyküsü, belirtileri oldukça önemlidir. Hasta öyküsünden elde edilen, sonradan başlayan adet ağrıları, karın alt bölgelerinde ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, kendiliğinden çocuk sahibi olamama, büyük tuvaletin yapılması sırasında ağrı, kanlı idrar ya da kanlı dışkılama gibi bulgular hastalığın belirlenebilmesi için önem taşımaktadır.
Muayenede varsa vajende yerleşimli endometriotik nodüller görülebilir. Çikolata kistleri palpe edilebilir. Muaye ile birlikte yapılan jinekolojik ultrasonda çikolata kistleri tanısı daha net konulabilir. Kalın barsağın son kısmı olan rektum üzerindeki endometriotik nodüller görülebilir. Jinekolojik muayene ile şiddetli endometriozis vakalarının yüzde 70’ine ön tanı konulabilmektedir.
Bazen ek tetkikler de gerekebilmektedir. Kanlı idrar şikayeti olan hastalarda idrar torbası ya da idrar yollarındaki endometriotik lezyonlar sistoüreteroskopi adını verdiğimiz işlemle ince bir kamera yardımıyla görülebilir. Kanlı dışkılaması olan hastalarda kolonoskopi ile yine endometriotik nodüller görülebilir. Ayrıca derin infiltratif endometriozisin tanısında ve cerrahi planlamasında manyetik rezonans görüntüleme yani MR değerli bir yöntemidir.
Ancak tekrar belirtmekte fayda görüyorum. Endometriozisin kesin tanısı laparoskopi ile çıkarılan lezyonların mikroskobik incelemesi ile konulmaktadır.
ENDOMETRİOZİS TEDAVİSİ NASIL OLUR?
Endometriozis tedavi edilebilir bir sorundur. Tedavi hastanın hangi şikayet ya da şikayetlerinin ön planda olduğuna, çocuk istemi olup olmamasına ve muayene bulgularına göre bireyselleştirilmelidir. Bekleme-gözlem tedavisinden, ilaç tedavisine, yardımcı üreme tekniklerinden cerrahiye kadar geniş bir yelpazede tedavi uygulanabilmektedir.
Ağrısı ön planda olan endometriozisli kadınlar medikal tedaviden fayda görebilirken, ilerlemiş vakalarda, üremeye yardımcı tekniklerin başarısız olduğu çocuk istemi olan kadınlarda cerrahi tedavi gündeme gelebilmektedir.
Eğer kişi belirli bir süredir gebe kalamama şikayeti ile başvuruyorsa ilk aşamada aşılama ve tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinden yararlanılmaktadır. Tüp bebek tedavisi gibi üremeye yardımcı yöntemler uygulanan hastaların bir kısmı gebe kalabilmektedir. Bu tedavilerden yanıt alınamaması halinde ise cerrahi olarak hastalığın temizlenmesi yoluna gidilebilmektedir. Cerrahi yöntemde; laparoskopik cerrahiyle çikolata kistlerinin çıkartılması, yapışıklıkların açılması, tüplerin normal anatomisine getirilmesi ya da tedaviye rağmen şiddetli ağrıları olan derin infiltratif endometriozis vakalarında nodüllerin çıkarılması gündeme gelmektedir. Özellikle 40 yaş üzerindeki hastalarda çikolata kistleri daha dikkatli izlenmelidir. Çünki çikolata kisti zemininde yumurtalık kanseri gelişme riski bulunmaktadır. Ultrason ya da MR’da şüpheli görünüm saptanması durumunda o yumurtalık ve tüpün alınması gündeme gelebilmektedir. Ancak bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bu hastalarda standart bir yaklaşım olmayıp tedavi her hasta için bireyselleştirilmelidir.
ENDOMETRİOZİS İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR
Endometrioziste risk faktörleri nelerdir?
Erken yaşta adet başlaması, 21 günden sık adet olmak, hiç doğum yapmamış olmak, adet kanama miktarının çok olması, uzun boy- kızıl saç- mavi-yeşil göz rengi- çilli olmak gibi olguların yanı sıra endometriozis hastalığı için belirlenen risk faktörlerinden bazıları şunlardır:
- Kısırlık
- Doğumsal olarak kadın üreme organlarının yapısal bozukluğu
- Alkol, kafein
- Yağ ve kırmızı etten zengin diyet
- Düşük vücut kitle indeksi
- Birinci derece akrabada endometriozis olması
- Herhangi bir şikayete neden olmayan endometriozis beyaz ırka göre siyahilerde daha az ama Asyalılarda daha fazla görülmektedir.
Endometriozis gebe kalmayı engelliyor mu?
Ülkemizdeki tüm üreme çağındaki kadınların yüzde 5-10’unda endometriozis görülmektedir. Ancak gebe kalma problemi yaşayan kadınlarda bu oran yüzde 25-30’lara kadar çıkabilmektedir. Endometriozis farklı nedenlerle gebe kalmayı engelleyebilmektedir. Endometriozis; üreme organlarında yapışıklıklar oluşturarak, yumurtanın tüplerin içine ulaşmasını engelleyebilmektedir. Bazen de tüplerin ucunu tıkayarak yani ‘tubal tıkanıklığa’ yol açarak gebeliği önleyebilmektedir. Endometriozisin, endometrioma denilen çikolata kisti oluşturma ihtimali de bulunmaktadır. Bu kistler yumurtalıklara yerleşerek, sağlıklı bir yumurtlama olmasını engelleyebildiği gibi yumurta rezervini azaltarak gebelik şansını da düşürebilmektedir. Endometriozis odaklarından salgılanan sitokinler ile humoral faktörler ise embriyo gelişimini ve tutunmasını olumsuz etkileyebilmektedir. Tedavi sonrası, iki yıllık beklemenin ardından gebelik yüzde 40 oranında artmaktadır. Ancak kişi yine normal yollarla gebe kalamazsa, tüp bebek denenebilmektedir.
Derin endometriozis nedir?
Üreme çağındaki kadınlarda sık görülen endometriozis hastalığının özel bir tipi olan “derin infiltratif endometriozis”, bazen şiddetli ağrıyla kendini gösteriyor bazense hiç belirti vermeden sessizce ilerleyebilmektedir. Belirti göstermeyen hastalar genellikle gebe kalamama şikayetiyle doktora başvurmaktadır. Endometriozisin, vajen ile rektum arasındaki rahmin bağları, bağırsak, idrar torbası, idrar kanalları ve karın zarının derinlerine yayılması olarak tanımlanan “derin infiltratif endometriozis” sorunu sadece kadın hastalıkları alanını değil, genel cerrahi, üroloji, gastroenteroloji gibi alanları da ilgilendiren, multidisipliner yaklaşım gerektiren bir hastalıktır
İleri evrelere kadar hiçbir bulgu vermeyebilen bu dokular, çok büyük boyutlara ulaştığında bağırsak bölgesinde kanalları tıkayabilmektedir. “Derin infiltratif endometriozis” adı verilen bu durumda cerrahinin tecrübeli ellerde, deneyim sahibi kişiler tarafından yapılması önem taşımaktadır. Çünkü ameliyat esnasında rahim ve bağırsak arasındaki bölgeyi ve idrar borucukları olan üreterleri çok iyi serbestleştirmek gerekir. Cerrahide çoğu kez tutulmuş olan bağırsak kısmının çıkartılması ve geriye kalan kısımların bir araya getirilmesi oldukça önemlidir. Hastaların sosyal yaşantısını ciddi anlamda etkileyen derin endometriozis tanısının doğru konulabilmesi, endometriozisin dokular arasında ciddi yapışıklıklara yol açmasının önlenebilmesi için tanı ve tedavinin, deneyimli ellerde ve gerekli donanıma sahip merkezlerde yapılması önem taşımaktadır.
Endometriozis bitkisel tedavisi olan bir hastalık mıdır?
Endometriozis bitkisel tedavi ile çözülemez. İnternette yer alan “Endometriozis için şifalı bitkiler” adı altında satılan ürünler yarardan çok zarar getirebilir. Endometriozis için uzman bir kadın hastalıkları ve doğum doktoru ile tedavi planlanmalıdır.
Endometriozis tanısı en çok ne zaman konulur?
Endometriozis tanısı ortalama 25-35 yaş arasında konulmaktadır. Hastalığın başlangıcı ile tanısı arasında yaklaşık 7 senelik bir gecikme periyodu görülmektedir.
Menopoz sonrasında endometriozis görülür mü?
Endometriozis hormon bağımlı bir hastalıktır. Menopozda yumurtalıklardan üretilen östrojen ve progesteron hormonları kesildiğinden endometriozis hastalığının da gerilemesi beklenmektedir. Menopoz sonrası dönemde endometriozis görülme oranı yüzde 5’in altındadır ve genelde bu kadınların hikayesinde menopoz semptomlarını geriletmek için kullanılan hormon yerine koyma tedavisi yer almaktadır.
Endometriozisin kilolu olmakla ilgisi var mı?
Endometriozisin oluşmasına neden olan risk faktörlerinin yanı sıra bu hastalıktan korunmayı sağlayan faktörler de bulunmaktadır. Gebelik, birden fazla doğum yapmak ve emzirmek başlıca koruyucu etkenler arasında yer alırken; yüksek vücut kitle indeksi ve özellikle bel-kalça oranı yüksek olan obez kadınlarda endometriozis hastalığı daha az görülmektedir.
Adet ağrısı endometriozis belirtisi mi?
Evet, şiddetli adet ağrıları endometriozis belirtisi olabilir. Ancak adet sancıları ilk adetten itibaren değil daha sonraki herhangi bir dönemde başlamaktadır. İlk adetten itibaren olan adet sancıları primer dismenore olarak adlandırılır ve nedenleri genellikle daha farklıdır. Ne yazık ki pek çok kadın adet ağrılarını doğal karşılayıp, bu ağrılarla yaşamak zorunda gibi hissedebilmektedir. Çoğu kadın bir doktora gitmek yerine bu ağrıların normal olduğunu düşünebilmektedir. Oysa bu sorun kadınların hayat kalitesini düşürmekte, ilerleyen safhalarda üremeyi de olumsuz etkileyebilmektedir.
Çikolata kisti nedir?
Çikolata kisti kadınların yumurtalıklarında, tüplerinde ve rahiminde yer alan her adet kanamasında kendi içine kanayarak büyüyen bir kist türüdür. Çikolata kistlerinin bu ismi almasının sebebi içinde biriken adet kanının bir süre sonra gerçekten çikolata gibi, biraz daha akışkan hale gelmesi ve renginin kahverengine dönmesidir. Bu kistlerin gerçek adı endometriomadır. Tanısı çok büyük oranda ultrasonla konulur. Kanda ca125 düzeyi genelde bakılmaktadır ancak yumurtalık tümörü ile ayrımında bize çok yardımcı olamamaktadır.
Çikolata kisti tedavisi kişiye göre değişmektedir. Genç, çocuk istemi olmayan kadınlarda çikolata kistlerinin büyümesi doğum kontrol haplarıyla baskılanabilir. Çocuk istemi olan kadınlarda kendiliğinden gebe kalınamıyorsa aşılama, tüp bebek gibi üremeye yardımcı teknikler uygulanması gerekebilir. Bu tedavilere rağmen gebe kalamayan kadınlarda, büyük kistleri olan ve bu nedenle torsiyon veya rüptür riski artmış kadınlarda ameliyat gerekebilir. Bu hastalarda altın standart tedavi laparoskopik cerrahi ile kistin duvarının tamamen çıkarılmasıdır. Tamamen çıkarılamadığı takdirde tekrarlama ihtimali artmaktadır. Özellikle 40 yaşın üzerinde endometrioma zemininde kanser gelişim riski arttığından daha ayrıntılı değerlendirme ve gerektiğinde MR gibi görüntüleme yöntemlerine başvurmak gerekebilmektedir. Şüpheli bir lezyon varlığında o yumurtalık ve tüpün alınması gerekebilmektedir.
Endometriozis ve kısırlık arasında bağlantı var mı?
Hamile kalamayan kadınlarda nedenlerden biri de endometriozis hastalığı olabilir. Bu kadınların bir kısmında endometriozisin neden olduğu yara dokusu kadının tüplerinde tıkanıklığa yol açmaktadır. Ancak, çoğu kadında endometriozisin doğurganlığı etkileme nedenleri henüz net olarak bilinmemektedir.
Endometriozis kısaca şunlara neden olabilmektedir:
- Over rezervi dediğimiz yumurtalıklarda bulunan yumurta sayısını azaltmaktadır.
- Yumurtlama fonksiyonunu bozmaktadır.
- Tüplerde tıkanıklığa yol açarak sperm ve yumurtanın birleşmesini engelleyebilmektedir.
- Spermleri öldüren doğal toksinler üretmektedir.
- Embriyonun rahim içerisine tutunmasını engellemektedir.
- Embriyo gelişimi üzerine zararlı etkisi vardır.
Tüp bebek yöntemiyle endometriozis hastaları hamile kalabilir mi?
Tüp bebek tedavisiyle endometriozis hastalığı olan kadınlarda yaşlarıyla orantılı olarak tek bir denemede % 60’a varan oranlarda gebelik sağlanabilmektedir. İlk denemede gebe kalamayan kadınlarda elbette tüp bebek tedavisini tekrarlamak gerekmektedir. Tekrarlayan denemeler ile gebelik şansı büyük oranda yakalanabilmektedir.
Bağışıklık sistemi endometriozis üzerinde etkili mi?
Endometriozisin kesin nedeni halen bilinmemektedir. Bu konuda en yaygın kabul gören teori, adet kanamaları sırasında rahim içindeki dokuların kadının tüplerinden geçerek karın boşluğuna yerleşmesi ve burada gelişimini sürdürmesidir. Bağışıklık sisteminin de buna izin verecek şekilde normalden farklılık gösterdiği düşünülmektedir.
Rektumda endometriozis bulunur mu?
Endometriozis hastalığı oldukça yaygın bir sağlık sorunudur. Bu doku karın içindeki organlarda (yumurtalık, rahim kanalı, karın iç zarı, bağırsaklar, rektum, idrar kesesi) bulunabildiği gibi karın dışında (vajina, göbek, göz, plevra) da bulunabilir. Belirtilerin şiddetine ve endometriotik nodüllerin rektum iç kanalına ulaşma oranına göre bazı hastalarda nodülün bulunduğu kalın barsağın son kısmı olan rektumun çıkarılması ve kalan kısımlarının tekrar birleştirilmesi, bazı hastalarda ise nodülün rektum üzerinden makas yardımıyla sıyrılması gerekebilmektedir.
Çikolata kisti ve endometriozis ameliyatında neler önemlidir?
Bu ameliyatlarda Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları şu noktalara dikkat etmektedir:
- Yumurtalık rezervine zarar vermemek: Bu ameliyatlarda kist duvarı dışında bulunan yumurtalık dokusuna zarar verilmemesi gerekir. Çünkü yumurtalık dokusu zarar görürse burada bulunan yumurtalar zarar görebilir ve hasta ileride erken menopoz ve kısırlık sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Yumurtalıklara, tüplere ve rahim dokusuna zarar vermemek, çikolata kisti cerrahisinde en önemli noktalardır.
- Yapışıklıkların açılması: Çikolata kisti diğer yumurtalık kistlerine göre yoğun yapışıklıklara neden olabilir. Ameliyat esnasında bu yapışıklıkların açılması ve düzeltilmesi ağrı şikayetini azaltırken gebelik tedavisi için başarı oranını da artırabilmektedir.
- Derin yerleşimli endometriozis nodüllerinin çıkartılması: Endometriozis ve çikolata kisti şiddetli kasık ve karın ağrısı ile de ilişkili olabilmektedir. Özellikle derin infiltratif endometriozis denilen ve şiddetli ağrıya yol açan endometriozis nodüllerinin ameliyat öncesi saptanması büyük önem taşımaktadır. Bu nodüllerin varlığında, ameliyatta sadece çikolata kistinin çıkartılması ağrıları tamamen geçirmez. Mutlaka yumurtalık kisti ile birlikte derin infiltatif endometriozis nodullerinin de çıkartılması gerekmektedir. Bu bölge cerrahi açıdan oldukça önemlidir. Çünkü, kalın bağırsağın rahim ve yumurtalıkların arkasındaki kısmı olan rektum ve her iki böbrekten idrar torbasına idrarın geçişini sağlayan üreter dediğimiz boru şeklindeki yapılara yakın komşuluğu vardır. Ameliyat sırasında bu dokuların korunması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle bu cerrahiler konusunda tecrübeli hekimler tarafından yapılmaktadır.
Çikolata kisti kaç cm olursa ameliyat gerekir?
Çikolata kisti ameliyatı için belirli bir büyüklük sınırı yoktur. Ameliyat için hastanın yaşı, infertilitesi, rüptür ve torsiyon riskleri hasta ile konuşularak birlikte karar verilmelidir. Rüptür, yumurtalığın endometrioma olan kısımlarının yırtılması ve endometrioma içeriğinin karın boşluğuna dökülmesidir. Torsiyon ise endometriomayı da içeren yumurtalık ve tüpün kendi etrafında dönmesi ile kan akımının bozulması ve kangren olmasıdır. Bu durumda yumurtalık ve tüp tekrar döndürülerek eski haline getirilir. Ancak maalesef bazı hastalarda yumurtalık kurtarılamamaktadır.
Çikolata kisti kendiliğinden geçer mi?
Çikolata kisti kendiliğinden geçmez. Tedavisi cerrahidir. Bazı ilaçlar kistlerin büyümesini önlese de yok edememektedir. Kist patlarsa içeriği karın boşluğuna dökülebilir ancak kistin duvarı çıkarılmadığı için kistin tekrarlama riski oldukça yüksektir.
Çikolata kisti ağrısı nasıl olur?
Çikolata kisti olanlar adet sancısı çektiklerini söylerler. Ağrılarının da adetten hemen önce başlayıp, adet dönemi boyunca devam ettiğini dile getirirler. Hastalar, özellikle kasıklarında, bacaklarına ve bellerine vuran ağrı olduğunu ifade edebilirler. Bunun yanında çikolata kisti cinsel ilişki sırasında da ağrıya sebep olabilir. Bazen bağırsaklarda ve idrar torbasında da bir ağrıya rastlanabilir.
Çikolata kisti rüptürü (patlaması) nasıl anlaşılır?
Endometriomaları rüptüre olan hastalar kasıklarına bıçak saplanır tarzda bir ağrı hissettiklerini, bu ağrının sonrasında tüm karınlarına yayıldığını ifade eder. Çikolata kistinin rüptüre olduğu ultrasonla anlaşılabilmektedir. Bazen hastalarda ağrıyla birlikte bulantı, kusma, halsizlik de görülebilir.
Çikolata kistinde CA 125 değeri nedir?
Ca125 değeri aslında yumurtalıklarında kitle saptanan hastalarda kitlenin kötü huylu yani kanser olup olmadığı ayrımı için kullandığımız bir kan tetkikidir. Kanser dışında birçok durumda da Ca125 düzeyleri yükselebilmektedir. Bu durumlardan biri de çikolata kistleridir. Özellikle rüptüre yani patlamış çikolata kistlerinde Ca125 değerleri oldukça yüksek değerlere ulaşabilmekte, karın içine dökülen çikolata kisti içeriği ile birlikte ileri evre yumurtalık kanserlerini taklit edebilmektedir.
Çikolata kisti akıntı yapar mı?
Çikolata kistleri karın içerisinde yerleşmiş bulunan yumurtalıklarda görüldüğünden ve vajen ile doğrudan bağlantılı olmadığından akıntıya neden olmamaktadır.
Bekarlarda çikolata kisti olur mu?
Bekarlarda çikolata kisti olabilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
RAHİM KANSERİ NEDİR?
Rahim kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türlerinden biridir. Rahim, içinde düzenli şekilde kalınlaşıp zamanı geldiğinde adet olarak dökülen ve endometrium olarak adlandırılan hücrelerden oluşur. Bu hücreler bazen değişikliğe uğrar ve anormal bir şekilde bölünerek çoğalabilirler. Bu durum rahim kanseri veya endometrium kanseri olarak adlandırılır.
RAHİM (ENDOMETRİUM) KANSERİ NEDENİ NEDİR? RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Rahim kanserinin neden olur? Sorunun kesin cevabı bilinmemektedir. Bununla birlikte vücuttaki östrojen ve progesteron seviyesindeki değişiklikler rahim kanseri nedeni olabilmektedir. Östrojen ve progesteron seviyelerindeki değişimlerden endometrium etkilenebilir. Bu etkileşim rahim kanserine zemin hazırlayabilir. Rahim kanseri sebepleri tam olarak bilinmese de risk faktörleri bilinmektedir.
Rahim kanserine neden olan risk faktörleri şunlardır:
- Yaş: Rahim kanseri riski yaşla birlikte artmaktadır. Ancak genç yaşlarda da rahim kanseri görülebilir.
- Erken yaşta adet görmeye başlamak rahim kanserine neden olabilmektedir. Yıllarca östrojen hormonuna maruz kalmak rahim kanseri riskini artırmaktadır.
- Geç menopoz. Rahim kanseri genellikle menopoz döneminden sonra ortaya çıkmaktadır. Geç menopoza girmek östrojen hormonuna daha fazla maruz kalınmasına neden olarak rahim kanseri riskini artırabilmektedir.
- Obezite rahim kanseri riskini artıran faktörlerden biridir. Aşırı yağ dokusu östrojen ürettiği için rahim kanseri riski obez kadınlarda daha fazladır.
- Diyabet rahim kanseri riskini artırabilir. Tip 2 diyabetli kadınlarda rahim kanseri görülme riski diyabeti olmayanlara göre neredeyse 2 kat fazladır.
- Gebelik yaşamamak. Hamilelik sırasında hormon dengesi progesterona doğru kaymaktadır. Hiç hamile kalınmaması rahim kanserine neden olabilmektedir.
- Polikistik over sendromu. Polikistik over sendromunda östrojen seviyesi yüksek progesteron seviyeleri ise düşüktür. Bu durum rahim kanseri riskini artırmaktadır.
- Meme kanserinin tedavisinde kullanılan hormon baskılayıcı bazı ilaçlar da rahim kanserine neden olabilmektedir.
- Ailesel bağırsak kanseri hikayesi olanlar rahim kanseri bakımından daha riskli gruptadır.
- Başka kanserler için alınan radyasyon tedavisi rahim kanserine zemin hazırlayabilir.
- Menopozdan sonra hormon replasman tedavisi rahim kanseri nedeni olabilir.
RAHİM KANSERİ KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Rahim kanseri genel olarak menopoz dönemi kanserleridir. 55 yaş üstünde daha sık görülür. Ancak genç yaşta da görülebilir.
RAHİM KANSERİ (ENDOMETRİUM KANSERİ) BELİRTİLERİ NELERDİR?
Rahim kanserinin ilk belirtileri vajinal kanamalardır. Özelikle menopoz döneminde vajinal kanama yaşanması aksi ispat edilene kadar rahim kanseri olarak değerlendirilmelidir. Adet gören kadınlarda ise düzensiz ara kanamalar ve aşırı kanama meydana gelmesi rahim kanserinin ilk belirtileri olabilir.
Vajinal kanama ve akıntıların haricinde rahim kanserini ilerlediği durumlarda farklı belirtiler de yaşanabilmektedir.
- Pelvik ağrı
- Karın ağrısı
- Şişkinlik
- Sık idrara çıkma
- İdrar yaparken ağrı
- Menopoz sonrası dönemde kanama
Bu şikayetler farklı sorunlardan meydana da gelebilmektedir. Ancak rahim kanseri belirtilerinin bir veya daha fazlası yaşayanların erken teşhis bakımından kadın hastalıkları ve doğum doktoruna başvurması önemlidir.
RAHİM KANSERİ EVRELERİ NELERDİR?
Rahim kanseri tedavisinin doğru planlayabilmek için kanserin evresinin bilinmesi önemlidir. Rahim kanseri evresi; tümör alanının genişliği, rahim kanserin lenf bezlerine yayılımı ve rahim kanserin metastaz yapıp yapmadığına göre belirlenir. Rahim kanseri genel olarak 4 evrede ele alınır.
- Rahim kanseri 1. Evre: Kanser sadece rahimdedir. Çevre dokuları veya vücudun uzak yerlerine yayılım yoktur. 1. Evre, kanser hücrelerinin rahim kas dokularına (miyometriyum) me kadar yayıldığına göre 2 ayrı başlıkta ele alınabilir.
- Rahim Kanseri 2. Evre: Kanser, rahim ve servikste görülmektedir. Yani kanser rahim gövdesinden yayılmış, rahim ağzının destek bağ dokularına kadar ilerlemiştir. Lenf bezleri ve vücudun uzak bölgelerinde metastaz yaşanmamıştır.
- Rahim Kanseri 3. Evre: Kanser rahim dışına yayılmıştır. Ancak yayılım rektum veya mesaneye kadar ulaşmamıştır. Fallop tüpleri, yumurtalıklar, rahmin yakınındaki lenflere yayılıma göre evre 3. Rahim kanseri alt başlıklara ayrılabilir.
- Rahim kanseri 4. Evre: Rahim kanserinde son evredir. Kanser rektum, mesane veya vücutta daha uzak organlara yayılmıştır. 2 alt başlıkta incelenir. Rahim kanseri evre 4A: Kanser rektum veya mesanenin mukozasına yayıldı. Rahim kanseri evre 4B: Kanser kasık bölgesindeki lenflere, kemikler veya akciğerler gibi uzak organlara yayıldı.
Rahim kanseri evreleri belirlenirken aynı zamanda kanser hücrelerinin mikroskop altındaki görünümü de önemlidir. Kanserli hücreler sağlıklı dokuya benziyorsa ve farklı hücre gruplarına sahipse, buna “farklılaşmış” veya “düşük dereceli tümör” denir. Kanserli doku sağlıklı dokudan çok farklı görünüyorsa buna “kötü diferansiye” veya “yüksek dereceli tümör” denir. Tümörün derecesi rahim kanserin ne kadar hızlı yayılacağı konusunda fikir verebilmektedir.
RAHİM (ENDOMETRİUM) KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
“Rahim kanseri nasıl anlaşılır?” sorusu merak edilen konuların başında gelmektedir. Rahim kanseri belirtilerinden bir veya birden fazlasını yaşayan kadınların zaman kaybetmeden kadın hastalıkları ve doğum doktoruna gitmeleri gerekir. Yapılan pelvik muayenenin ardından teşhisin netleştirilmesi için bazı tetkikler gerekebilir.
- Vajinal ultrason: Rahim içindeki tümörleri ve yapısını görebilmek için ultrason görüntüleme yönteminden faydalanılır. Rahmin girişe yerleştirilen ultrason probu ile rahim duvarı kalınlığı veya diğer anormallikler belirlenebilir.
- Histeroskopi: Rahim kanserinin teşhisi için histeroskopi denilen görüntüleme yöntemi kullanılabilir. Rahim içine fiber optik kameralı ince esnek bir tüp yerleştirir. Bu yolla uterusun içi ve endometrium incelenebilir.
- Patolojik değerlendirme. Rahim kanserinin kesin teşhisini yapabilmek için rahim içinden küretaj yöntemi ile alınan doku örneği patolojik olarak değerlendirilmelidir. Biyopsi histeroskopi ve anestezi eşliğinde yapılabilir.
- Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans (MR) : Rahim içindeki anormallik veya tümörün boyutlarının belirlenebilmesi için BT veya MR görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. Daha net görüntü alabilmek için Bilgisayarlı Tomografi veya Manyetik Rezonans görüntülemesinde kontrast madde kullanılabilir. Tedavi planı hormon yönetimini içerecekse MR ayrıntılı görüntüler elde etmek için yararlı olabilir. Kanserin uterus duvarına ne kadar büyüdüğünü görmek ve doğurganlığının korunup korunamayacağının belirlenmesi için de MR görüntülerinden faydalanılabilir.
RAHİM (ENDOMETRİUM) KANSERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Rahim kanserinin tedavisinde; kanserin türü, evresi, uygulanacak tedavinin olası yan etkileri, hastanın genel sağlık durumu, yaş, uygulanacak tedavinin doğurganlık üzerindeki etkileri gibi birçok faktör göz önüne alınır.
Rahim kanserinin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmakla birlikte kemoterapi, radyoterapi, hormon tedavisi, hedefe yönelik tedavi ve immün tedavi uygulanabilmektedir. Rahim kanseri tedavisinde bazen bu yöntemlerin sadece biri bazen birden fazlası birleştirilerek kombin şekilde uygulanabilir.
- Rahim kanseri ameliyatı
Rahim kanseri tedavisinde en sık uygulanan yöntem cerrahidir. Rahim alma ameliyatı ile birlikte frozen denilen ameliyat esnasında rahimin patolojik incelemesi temel tedavi şeklidir. Frozen sonucuna göre ameliyata damar etrafındaki lenflerin çıkarabilmesi de gerekebilir.
- Rahim kanseri kemoterapi tedavisi
Rahim kanserini tedavisinde ameliyattan önce veya sonra kemoterapi uygulanabilir. Rahim kanserinin nüks etme riskine karşı ameliyattan sonra, tümörü küçültüp tamamının çıkartılabilmesi için de ameliyat öncesi kemoterapi uygulanabilir. Radyoterapi ile birlikte veya tek başına da kullanılabilir.
- Rahim kanseri radyoterapi tedavisi
Radyasyon tedavisi çoğunlukla kalan kanser hücrelerini yok etmek için ameliyattan sonra uygulanmaktadır. Bazı durumlarda tümörün tamamını çıkartmak için ameliyat öncesinde de radyoterapi kullanılabilir. Genel sağlık durumu ameliyat için uygun olmayan hastalarda radyoterapi tercih edilebilir.
- Rahim kanseri hormon tedavisi
Hormon seviyelerini değiştirmek için hormon ve hormon bloke edici ilaçlar kullanılabilir. Hormon tedavisi rahim kanseri hücrelerinin büyümesini yavaşlatabilir. Rahim kanserinin nüks etmesi durumunda ve metastatik rahim kanserlerinde hormon tedavisi kullanılabilir. Hormon tedavisi genellikle kemoterapi ile birleştirilir.
RAHİM KANSERİNDEN KORUNMAK İÇİN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
Meme kanseri ve Rahim ağzı kanserinde olduğu gibi herhangi bir tarama yöntemi yoktur. Rahim (Endometrium) kanserinde en etkin korunma yöntemi erken teşhistir. Dolayısıyla;
Her kadın düzenli olarak jinekolojik muayene olmalıdır.
Doğum kontrol hapları alınabilir. Bir yıl boyunca oral kontraseptif kullanmak rahim kanseri riskini azaltabilir. Anca bu oral kontraseptiflerin yan etkileri olduğu unutulmamalıdır. Risk ve faydalar doktorla görüşüldükten sonra karar verilmelidir.
Kilo kontrolü sağlanmalıdır. Obezite rahim kanseri riskini arttırabilir.
Farklı faktörler farklı kanser türlerine katkıda bulunur. Rahim kanserini tamamen önlemenin kanıtlanmış bir yolu olmasa da, riskinizi azaltabilirsiniz. Kişisel kanser riskiniz hakkında daha fazla bilgi için sağlık ekibinizle konuşun.
Bir doğum kontrol şekli olan bir progestin salgılayan intrauterin cihaz (RİA) kullanılabilir.
RAHİM KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Rahim kanseri hasta yorumları arasında sıkça merak edilen sorular yer almaktadır. Rahim kanseri hakkında sık sorulan sorular şu şekilde sıralanabilir:
Rahim Kanseri Ameliyatı Nasıl Yapılır?
Rahim kanseri ameliyatı hastanın ve kanserin yayılımına göre farklılık gösterebilmektedir. Rahim kanseri ameliyatı genellikle histerektomi olarak bilinen yöntemle yapılır. Histerektomi yani halk arasında bilinen ismiyle rahimin alınması ameliyatı açık yöntem, laparoskopik (kapalı yöntem) veya robotik olarak gerçekleştirilebilmektedir.
Rahim kanseri teşhisinin ardından kanserin evresine, hastanın vücut performansına göre cerrahi planlama yapılmaktadır. Genellikle rahim kanserinin ilk üç evresinde ameliyat uygulanırken, son evrede cerrahi yöntem tercih edilmemektedir.
Rahim kanseri ameliyatı, birkaç ameliyatın birleşmesi ile yapılabilmektedir. Rahim kanserinin evresine göre cerrah basit bir histerektomi (uterus ve serviksin çıkarılması) veya radikal histerektomi (uterus, serviks, vajinanın üst kısmı ve yakındaki dokuların çıkarılması) gerçekleştirebilir. Hastaların yaşı ve menopoz durumuna göre ooferektomi yumurtalıkların çıkarılması işlemi uygulanmaktadır. Rahim kanseri lenf dokularına da sıçramışsa ameliyat sırasında bu dokularda çıkartılabilir.
Rahim Kanseri Tedavisi Başarı Oranı Nedir?
Endometrium kanseri erken tanı konduğunda tamamen tedavi edilebilen bir hastalıktır. Erken evrelerde yakalandığında hastaların 5 yıllık yaşam şansları % 95’tir.
Rahim Kanseri Taraması Nasıl Yapılır?
Endometriyal kanseri saptamada herhangi bir tarama testi yoktur.
Rahim Kanserinin Kan Testi Var mıdır?
Rahim kanserinin teşhisi için bilinen bir kan testi yoktur
Rahim kanseri öldürür mü? Rahim kanseri ölümcül müdür? Rahim Kanseri hayatta kalım süreleri
Kanser öldürücü bir hastalıktır. Yaşam süresini belirleyen en önemli kavram hastalığın evresidir.
Rahim kanseri aşısı var mıdır?
Rahim kanserinin herhangi bir aşısı yoktur.
Rahim kanseri bulaşıcı mıdır?
Rahim kanseri bulaşıcı değildir.
Rahim kanseri ağrı yapar mı?
Rahim kanseri hiç ağrı yapmadan da ilerleyebilir ancak bazı hastalarda ağrı yaşanabilir.
Rahim kanseri erkeğe bulaşır mı?
Rahim kanseri erkeğe bulaşmamaktadır.
Rahim kanseri bacak ağrısı yapar mı?
Tümör sinir bölgesine yayılmış ise özellikle bacak ağrısı yapabilir.
Rahim kanseri ameliyatı kaç saat sürer?
Ameliyat süreleri hastalığın yaygınlığına yani evresine ve cerrahın becerisine bağlı olarak değişir.
Rahim Kanseri Muayenesi Nasıl Yapılır?
Tanı biyopsi ile konulduktan tümörün yaygınlığını araştırmak için MR çekilebilir.
Rahim kanseri tekrarlar mı?
Rahim kanseri tekrarlayabilir.
Rahim kanseri ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?
Rahim kanseri ameliyatından sonra dikkat edilmesi gereken konuların başında rutin kontrollerini aksatmaması gelir. Bununla birlikte sağlıklı beslenmeye dikkat edilmelidir.
Rahim kanseri nereye metastaz yapar?
Rahim kanseri öncelikle çevre dokulara yayılır. Pelvik bölgedeki lenf bezlerine ve çevre dokulara yayılır.
Rahim kanseri olan kişi cinsel ilişkiye girebilir mi?
Rahim kanseri hastalarının cinsel ilişkiye girmesinde bir engel bulunmamaktadır.
Rahim kanseri genetik mi?
Rahim kanseri genetik özellikli olabilir. Özellikle 1. Derece akrabalarında kanser hikayesi olanlar riskli gruptadır.
Bakireler Rahim kanseri olur mu?
Risk faktörü veya ailede hikaye mevcutsa olabilir. Ancak 40 yaş altında rahim kanseri nadirdir.
Rahim kanseri bitkisel tedavisi var mıdır?
Rahim kanserinin bilinen bitkisel tedavisi bulunmamaktadır.
Rahim kanseri ameliyatı olanlar nelere dikkat etmelidir?
Rahim kanseri ameliyatından sonra hastaların yaşam tarzına ve beslenmelerine dikkat etmesi önemlidir.
Ultrasonda Rahim kanseri belli olur mu?
Ultrason görüntülemesiyle rahim kanseri için şüphe uyandıracak veriler elde edilebilir. Ancak kesin tanı için biyopsi yapılmalıdır.
Rahim kanseri kan tahlillerinde belli olur mu?
Rahim kanseri için bilinen bir kan tahlili yoktur.
Rahim kanseri yaş aralığı nedir?
Rahim kanseri Postmenepozal dönemde daha sık görülür.
Rahim kanseri bel ağrısı yapar mı?
Nadir de olsa rahim kanseri bel ağrısı yapabilmektedir.
Spiral Rahim kanseri yapar mı?
Spiral rahim kanseri yapmamaktadır. Özellikle hormonlu spiraller koruyucu olabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
RAHİM AĞZI (SERVİKS) KANSERİ NEDİR?
Rahim ağzı kanseri daha çok gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanserdir. Her yıl dünyada 500 bin yeni rahim kanseri tanısı konulmaktadır. Genellikle 50 yaş civarında ortaya çıkan rahim ağzı kanseri son yıllarda genç kadınlarda da görülmeye başlamıştır.
Rahim ağzı kanserlerinin neredeyse tümünden sorumlu olan HPV (“Human Papilloma Virüsler” ) virüsü çok belirti göstermez ve oldukça bulaşıcıdır. Çoğu kadın, hayatının bir döneminde karşılaştığı HPV virüsünü kendi vücut savunma sisteminin yardımı ile yener. Bazı HPV virüsleri ise bu savunma sisteminden güçlü çıkar ve rahim ağzı kanserine neden olabilir. Hastalığa neden olan HPV virüsünden korunmak için önlemler almak ve düzenli sağlık kontrolleri ve taramaları yaptırmak, hastalık oluşmadan veya hastalığın erken döneminde saptanmasına ve tedavide başarıya yardımcı olmaktadır.
SERVİKS NEDİR?
Rahimin alt kısmı olan serviks, rahim ve vajinayı birbirine bağlar. Rahim boynu olarak da serviks, sıvıların rahim ve vajina arasındaki geçişe izin vermede önemli bir rol oynamaktadır. Aynı zamanda doğum sırasında bebeğin vajinadan geçip, rahmi terk etmesini sağlar.
RAHİM AĞZI KANSERİ NEDENLERİ NELERDİR?
Pek çok kanser gibi rahim ağzı kanserinin de kesin nedeni bilinmemektedir. Sadece bazı faktörler rahim ağzı kanserinin oluşmasını kolaylaştırabilir ve hastalık sürecini hızlandırabilir. Genel olarak Rahim ağzı kanserinin risk faktörleri ise şöyledir;
- Çok eşli olmak
- Cinsel ilişkiye 20 yaşından önce başlanmak
- Sigara içmek
- Bağışıklık sisteminin zayıf olması.
- Genital organlarda viral ve bakteriyal enfeksiyonların sıkça görülmesi
- Çok sayıda doğum yapmak
- Sosyoekonomik düzeyin düşük olması
- C vitamini ve A vitamini eksikliği
SERVİKS KANSERİ ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Adenokarsinom
Rahim ağzı kanserinin farklı tipleri vardır. Adenokarsinom ve yassı epitel hücreli karsinom gibi invaziv kanserler gibi pek çok rahim ağzı kanser çeşidi ile karşılaşılabilir. Rahim ağzı kanserleri arasında saptanması daha zor, daha nadir görülen adenokarsinom göreceli agresif bir kanser tipidir. Adenokarsinomlar rahim ağzının dış yüzeyinde oluşmak yerine, genellikle rahim ağzının iç kanalında oluşmaktadır. Smear testleri dış yüzeydeki hücre örneklerini kullanmaktadır. Bu nedenle adenokarsinom tanısı konulduğunda genellikle kanser ileri evreye geçmiş olur. HPV’nin kansere neden olan 16, 18, 45 ve 31 gibi tipleriyle daha fazla adenokarsinom oluşmaktadır.
RAHİM AĞZI (SERVİKS) KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Rahim ağzı kanserinin belirtileri erken dönemde kendini göstermeyebilir. Jinekolojik muayenede bile rahim ağzındaki sorun görülmeyebilir. Rahim ağzı kanseri tarama testleri olan yüksek riskli HPV taramasının pozitif çıkması ya da smear testi denilen vajinal sürüntüde anormallikler saptanması sonrası “kolposkop” denen rahim ağzını büyüterek gösteren aletlerle değişiklikler fark edilebilir, kesin tanı ise şüpheli bölgeden alınan biyopsi ile konulabilir.
Rahim ağzı kanserinin belirtileri daha çok hastalığın ileri safhalarında ortaya çıkar. Kanlı akıntı, cinsel ilişki sonrası kanama ve düzensiz adet kanaması gibi belirtiler rahim ağzı kanserinin belirtileri arasındadır. İlerlemiş vakalarda muayene esnasında bile tümör fark edilebilir. Rahim ağzı kanseri ilerledikçe idrar problemleri, defekasyon dediğimiz büyük abdeste çıkma zorlukları ve bacak ağrıları görülebilir.
Rahim ağzı kanseri belirtilerinden biri olan cinsel ilişkiden hemen sonra ya da ertesi gün beklenmedik şekilde oluşan kanamalara “postkoital kanama” denir. Postkoital kanama önemli bir bulgudur ve rahim ağzı kanserinin erken belirtisi olabilir.
HPV’nin neden olduğu genital siğiller rahim ağzı kanseri belirtisi sayılmazlar. Çünkü HPV’nin bazı tipleri genital siğillere neden olurken bazı tipleri ise kadında rahim ağzındaki hücrelerde değişimlere neden olmaktadır. Ancak genital siğillerin fark edilmesi ile olası yüksek riskli HPV tiplerinin de olabilme ihtimali nedeniyle detaylı bir muayene ve HPV tiplendirmesi mutlaka yapılmalıdır. Kişide HPV enfeksiyonu olup olmadığını anlamak için servikal sürüntü alınır. Tetkik sonucuna göre HPV enfeksiyonunun olup olmadığı, varsa tipi saptanabilmektedir.
Rahim ağzı kanseri özellikle ileri evrelere ilerlemişse belirtileri bu şekilde özetlenebilir;
- Vajinadan idrar ve dışkı kaçağı
- Sırt ağrısı
- Bacak ağrısı
- İştah kaybı
- Pelvik ağrı
- Şişmiş ayaklar
- Kilo kaybı
- Yorgunluk, halsizlik
- Kemik ağrısı ve kırıklar
SERVİKS KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Rahim ağzı kanseri nedenleri arasında çok sayıda doğum yapmak, erken yaşta cinsel ilişkiye girmek, çok sayıda partneri olmak ve sigara içmek sıralanabilir. Rahim ağzı kanseri hastalarının % 98’inde HPV enfeksiyonu görülmüştür. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşan HPV’in yüzden fazla tipi vardır. Özellikle 16 ve 18 tipleri rahim ağzı kanserine neden olurken, tip 6 ve 11 ise genital organlarda siğillere neden olur.
Çok eşlilik, cinsel ilişkiye 20 yaşından önce başlanmak, sigara içmek, bağışıklık sisteminin zayıf olması, genital organlarda viral ve bakteriyal enfeksiyonların sıkça görülmesi, çok sayıda doğum yapmak, sosyoekonomik düzeyin düşük olması, C vitamini ve A vitamini eksikliği gibi durumlar serviks kanseri risk faktörleri arasında sayılmaktadır.
RAHİM AĞZI KANSERİNDEN KORUNMA YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Rahim ağzı kanserinden korunma yöntemleri şu şekilde sıralanabilir:
- Doktor kontrollerini düzenli olarak yaptırın
- HPV aşılarını yaptırın
- Sigara ve tütün ürünleri kullanımından uzak durun
- Bağışıklık sistemini güçlendirin
- Cinsel yolla bulaşabilecek hastalıklara karşı tedbirli olun
- Sağlıklı beslenin
- Obeziteye karşı önlem alın
SERVİKS KANSERİ EVRELERİ
Rahim ağzı kanserine giden süreç CIN 1, CIN 2, CIN 3 sonrasında rahim ağzı kanseri şeklinde ilerler. İlk aşamada % 70-90, ikinci aşamada %40-45 ve üçüncü aşamada % 30-35 oranında hastalıkta kendiliğinden gerileme görülebilir. Hiçbir tedavi almayan hastalarda hastalığın ileri evre kansere dönüşmesi yıllar içinde olur. Erken evrelerde rahmin alınmasına gerek olmayıp LEEP, konizasyon adı verilen basit cerrahi işlemlerle rahim ağzı kısmen çıkarılarak tam iyileşme sağlanabilir. Bu hastalar tedavi sonrası hamile kalıp bebek sahibi olabilir.
Rahim ağzı kanseri evreleri şöyle sıralanabilir;
Evre 0: Anormal hücreler rahim ağzının en iç tabakasındadır. Karsinoma insutu olarak da adlandırılmaktadır.
Evre I: Kanser hücreleri sadece rahim ağzında bulunur. Tümör boyutu 3 mm ile 4 cm arasında değişebilir.
Evre II A: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne yayılmıştır ancak rahim çevresindeki dokulara yayılmamıştır.
Evre II B: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne ve rahim çevresindeki dokulara yayılmıştır.
Evre III A: Kanser vajenin alt bölümüne yayılmış ancak pelvik duvara yayılmamıştır.
Evre IIIB: Kanser pelvik duvara yayılmış veya böbreklerin mesaneye bağlandığı tüpler olan üreterleri tutarak idrar geçişini engellemiş ve böbreklerde genişlemeye neden olmuştur.
Evre IV :Kanser rahim ağzı dışında mesane, rektum veya vücudun başka yerlerine yayılmıştır.
SERVİKS KANSERİ AŞISI
Cinsel ilişki yoluyla bulaşan HPV rahim ağzı kanserine neden olabilir. HPV’den korunmak için 9 ile 26 yaş aralığındaki kız ve erkek çocuklarının ve erişkinlerin rahim ağzı kanser aşısı olması önerilir. ABD’de 3 aşı (9’lu, 4’lü ve 2’li aşılar) FDA onayı almış ve kullanılıyor olmasına rağmen 9’lu aşı hala ülkemize gelmiş değildir. 2’li aşıda rahim ağzı tümörüne en sık neden olan HPV tip 16 ve 18’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve bu tiplere karşı bağışıklık sağlarken 4’lü aşı bu tiplere ek olarak siğillere neden olan HPV tip 6 ve 11’in virüs benzeri partiküllerini de içererek siğile karşı da korur. En son üretile aşı olan 9’lu aşılar ise 4’lü aşıdaki HPV tip 6,11,16,18’e ek olarak diğer yüksek riskli HPV tiplerinde 31, 33, 45, 52 ve 58’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve rahim ağzı kanserine neden olan daha fazla HPV tipine karşı bağışıklık sağladığı için daha yüksek oranda koruma sağlar. Bu aşılar aynı zamanda çarpraz reaksiyonla diğer HPV tiplerine karşı da bir miktar bağışıklık sağlamaktadır.
Dokuz ile 15 yaş aralığındaki çocuklarda 2 doz aşı yeterlidir. Birinci ve ikinci doz aşılar arasında 6-12 ay zaman aralığı olmalıdır. 15-26 yaş aralığında ise 0, 1 ve 6. Aylarda olmak üzere 3 doz aşı önerilmektedir. 26 yaşından sonra o yaşa kadar HPV ile karşılaşmış olma ihtimalinin yüksek olması nedeniyle aşılama önerilmemekle beraber hekim ile bu konu konuşularak uygun durumlarda yapılabilinir. HPV aşısı kas içine uygulanır. Omuzdan ya da kalçadan uygulanabilir.
Rahim ağzı kanseri aşısını HPV ile hiç karşılaşmadan yaptırmak servikal kanser vakalarının çoğunu önleyebilir. Rahim ağzı kanserinin yanı sıra vajina ve vulva kanserlerinde de koruyucudur. 4 ve 9’lu tür aşılar kadın ve erkeklerde genital siğilleri, anal kanserleri önleyebilir. Bazı HPV türleri ağız ve boğazda gelişen kanserlerle de bağlantılı olduğu için bu kanserlere karşı da koruma sağlar. CDC (The Centers for Disease Control and Prevention ), 9 yaşlarından sonra kız ve erkek çocuklara rutin HPV aşısı önermektedir. Rahim ağzı kanseri aşısı için en ideal aşılama zamanı cinsel deneyim henüz başlamadan yani HPV virüsü ile temas olmadan önceki dönemdir. HPV bulaştığında aşı önerilen zamanda yaptırılması kadar etkili olmayabilir.
RAHİM AĞZI KANSERİ TANISI NASIL KONULUR?
Rahim ağzı kanseri tanısı ileri evrede jinekolojik muayene, erken evrede ise tarama testleri olan yüksek riskli HPV DNA testinde pozitiflik saptanması veya smear testinde anormallik saptanması sonucu yapılan kolposkopik inceleme ve biyopsiler ile konulabilmektedir. Erken evrede yakalanıp tedavi edildiğinde başarı oranı %80-85 olan rahim ağzı kanserinde biyopsi de hastalığın tanısında ve doğru bir tedavi planı için çok önemlidir.
Rahim ağzı kanserinde ilk adım kanser teşhisi ve kanserin hangi evrede olduğunu belirlemektir. Bu nedenle rahim ağzından biyopsi alınır ve kanser evrelemesi yapılır. Rahim ağzı kanseri evrelemesi, kanserin vücuttaki yayılımına göre tanımlanır. Evreleme radyolojik çalışma ve olası diğer tanısal testlere ek olarak pelvik ve rektal muayeneye dayanır. Smear ve biyopsi dışında rahim ağzı kanseri tanısında bu testler kullanılır;
SMEAR TESTİ NEDİR?
Smear testi son derce basit ve ağrısız bir kanser tarama yöntemidir. Kadınların smear testi yaptırmaları, rahim ağzı kanserinden korunmak için oldukça önemlidir. Smear testi iki şekilde yapılmaktadır. Klasik yöntemde; alınan akıntı bir cam üzerine sürülür ve özel bir sprey ile tespit edildikten sonra laboratuvara yollanır. İkinci şekilde ise; alınan materyal bir şişe içindeki özel sıvıya boşaltılır. Bu şekilde laboratuvara gönderilir ve orada belirli aşamalardan geçirilerek mikroskobik muayenesi yapılır.
21 yaş üzerindeki aktif cinsel yaşamı başlamış tüm kadınların smear testi yaptırmaları gerekir. Eğer aktif cinsel yaşam bu yaştan önce başlamışsa, başlanan yaştan itibaren ilk üç yıl içinde smear testi yapılması önerilir. Smear testi normal saptanan hastalarda başka bir risk faktörü yoksa 3 yılda bir test yapılması yeterlidir. Testler menopoz sırasında da aksatılmamalıdır. 65 yaşından sonra, hastanın o zamana kadar en az üç normal smear testi sonucu bulunuyorsa, doktorunun bilgisi ile smear testlerine son verilebilir. Ayrıca smear testinde şüpheli bir durum görülmüşse, test daha sık aralıklarla yapılabilir ya da ileri tetkik uygulanabilir.
Kolposkopi: Dürbüne benzer özel bir aletle rahim ağzına bakılarak rahim ağzını döşeyen epitelin büyütülerek incelenmesidir. Rahim ağzı kanseri bir günde başlayan bir olay değildir. Hücrelerde başlayan bozulma zaman içinde ve giderek artar. İşte bu değişiklikleri kolposkop muayenesi ile görerek takip etmek mümkündür. Kolposkopi muayenesi smearle beraber değerlendirilirse hata oranı da çok belirgin şekilde düşer.
Rahim ağzı kanseri teşhisi ve evrelemesinde bu testlere de başvurulmaktadır.;
Rektovajinal muayene; bu testte makat ve vajinal bölge aynı anda muayene edilir. Muayenehane koşullarında yapılabilen basit bir pelvik muayenesidir. Kanserin rahim ağzının dışına yayılıp yayılmadığı anlaşılır.
BT taraması; Bilgisayarlı tomografi olarak da adlandırılan BT taraması radyoopak bir maddenin damardan enjekte edilmesi ile başlar. Bu madde x ışınlarında iç organların daha iyi görüntülenmesini sağlar.
MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) taraması; Bu testte iç organların ve dokuların görüntülenmesinde manyetik radyo dalgaları ve bilgisayar kullanır.
PET (Pozitron Emisyon Tomografi) taraması; Damar içerisine radyoaktif glukoz enjekte edilir ve PET’te glukozun yüksek oranda kullanıldığı vücut bölgeleri belirlenir. Kanser hücreleri normal hücrelerden daha aktiftir ve daha çok glukoz kullanır. Bu teste kanser hücreleri daha parlak görünür.
Bunların yanı sıra kanserin meme ya da akciğerlere yayılımını belirlemek için akciğer filmi ve kan sayımı da istenebilir.
RAHİM AĞZI KANSERİ TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?
HPV virüsü enfeksiyonu sonucu oluşan genital siğiller yakılarak, dondurularak, cerrahi ya da lokal kremler yardımıyla tedavi edilebilir. Bu tedavi sonucu siğilin kaybolması, bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bazı kişilerde tedavi sonrası siğil tekrarlamazken; bazılarında sık aralıklarda yeniden siğil oluşumu gözlenebilir. Her yeni siğil oluşumunda tedavinin tekrarlanması gerekir. Genital siğillerin tekrarlama riski bağışıklık sisteminin ne kadar güçlü olup olmadığı ile bağlantılıdır. HPV virüsü enfeksiyonlarında, tedavi olmaksızın, kişinin kendiliğinden virüsü vücudundan atabildiği bilinmektedir.
Rahim ağzı kanseri tedavisinde cerrahi müdahale, radyoterapi ve kemoterapi yöntemleri tek başına ya da birbirleri ile kombine edilerek kullanılmaktadır. Kanser öncesi lezyon (CIN 2-3) dokunun derinliğine geçmediyse rahim ağzında tuttuğu bölge kolposkopi ile belirlenebilir. Bölgenin cerrahi yöntemle alınması ile kanserleşebilecek alan ortadan kaldırılarak, hastada yüksek oranda iyileşme sağlanır. Basit bir cerrahi işlemle hasta aynı gün taburcu edilebilir. Eğer kanser invaziv hale gelmişse yani doku derinlerine kadar inmişse iki tedavi seçeneği vardır. Bu durumda geniş kapsamlı ve uzun zaman alacak zor bir ameliyat olan “radikal histerektomi” yapılır. Aynı zamanda kanser hücreleri pelvik bölgedeki lenf bezlerini tuttuğu için onlar da çıkarılır. Alternatifi ise kemo-radyoterapi; kemoterapi ilacıyla o bölgedeki kanser hücreleri ışına karşı duyarlılaştırılır, akabinde hastaya radyoterapi uygulanır ve takibe devam edilir. Eğer geç evredeyse kemoterapi verilmektedir ancak bu hastalarda iyileşme oranı oldukça düşmektedir.
HPV NEDİR, NASIL BULAŞIR?
HPV cinsel yolla bulaşan bir virüs olup, rahim ağzı kanseri oluşmasına neden olabilir. Rahim ağzı kanseri tanısı konmuş kadınların %95’inden fazlasında görülen HPV (Human papilloma virus) genital bölgeyi enfekte eden ve temas yolu ile yayılan bir virüstür. Özellikle kadınlarda daha sık olmak üzere cinsel bölgede siğillere, rahim ağzı, dış genital bölge ve üreme yollarında kansere sebep olur. HPV virüsü oldukça sinsidir ve aylarca hiçbir belirti göstermeden yayılmaya devam edebilir. Virüsün belirtilerine, bulaşma olduktan birkaç ay veya yıl sonra rastlandığı durumlar “sessiz enfeksiyon” olarak adlandırılır.
HPV virüsü kadın ve erkekte genital siğiller, kadınlarda rahim ağzı kanserinin yanı sıra, erkeklerde de penis kanserine neden olabilir. Ciddiye alınması gereken bir enfeksiyon olan HPV bazı kişilerin bağışıklık sistemi tarafından kontrol altına alınabilir. Bağışıklık sistemi tarafından etkisiz hale getirilemeyen bir virüsün de, yıllarca hiçbir belirti vermeden varlığını koruyabileceğini unutmamak gerekir. Hiçbir şikayet olmadan, kişi yıllarca enfeksiyonu taşıyabilir. Bu durum, hastalığın yayılmasına engel olmadığı gibi, virüs ilişki sırasında bulaşmaya devam edebilir.
HPV virüsü tipleri rahim ağzı kanserine neden olma olasılığına göre risk gruplarına ayrılmıştır. Daha çok siğile yol açan tipler, rahim ağzı kanseri açısından düşük risk grubunda olan türdendir. Dolayısıyla her genital siğil rahim ağzı kanserine dönüşecek diye bir durum söz konusu değildir.
GENİTAL SİĞİL TEDAVİSİ
HPV virüsü enfeksiyonu sonucu oluşan siğiller; yakılarak, dondurularak, cerrahi ya da lokal kremler yardımıyla tedavi edilebilir. Bu tedavi sonucu genital siğilin kaybolması, bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bazı kişilerde tedavi sonrası genital siğil tekrarlamazken; bazılarında sık aralıklarda yeniden genital siğil oluşumu gözlenebilir. Her yeni genital siğil oluşumunda tedavinin tekrarlanması gerekir. HPV virüsü enfeksiyonlarında, tedavi olmaksızın, kişinin kendiliğinden virüsü vücudundan atabildiği bilinmektedir.
Rahim ağzı kanseri tedavi sonrası
Kanserin evresi ve tedavi şekline bağlı olarak rahim ağzı kanseri tedaviden sonra kaybolmayabilir veya tekrar ortaya çıkabilir. Vücudun başka bir yerinde yeni bir kanser de ortaya çıkabilir. Bu nedenle tedavi bittikten sonra bile rutin kontroller ve smear testleri önemlidir. Doktorunuz tedaviden sonra ilk birkaç yılda daha sık smear testi yaptırmanızı isteyebilir. Bu, tüm kanser hücrelerinin yok olduğundan emin olmak için yapılır. Başka testler ve işlemlere de gerek olabilir. Doktorunuz tedavi bittikten sonra bile ihtiyacınız olan kontrolleri planlamak için sizinle birlikte çalışacaktır.
RAHİM AĞZI KANSERİ İLE İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR
Serviks Kanseri Bulaşıcı Mıdır?
Rahim ağzı kanserine neden olan en büyük faktör HPV’dir. Hastaların %99.7’sinde bu virüs saptanmıştır. Rahim ağzı kanseri bulaşıcı olmasa da HPV cinsel yolla bulaşan en yaygın virüstür. Genital bölgesinde siğil olan kişiler ile cinsel temas sonrası %60 gibi yüksek oranda bulaşıcılık söz konusudur.
HPV çok büyük oranda cinsel yolla; çok düşük oranlarda ise el ile temas, tuvalet ve kişisel hijyen malzemeleri ile bulaşabilmektedir. Birden fazla partner, HPV bulaşıcılığı acısından yüksek risk taşımaktadır.
Serviks Kanseri İlk Belirtileri Nelerdir?
Serviks kanserinin ilk belirtileri arasında kanlı akıntı, cinsel ilişki sonrası kanama ve düzensiz adet kanaması gibi semptomlar görülebilmektedir.
Rahim Kanseri Ağrısı Nereye Vurur?
Rahim ağzı kanseri, sırt ağrısı, bacak ağrısı, pelvik ağrı, kemik ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Ayrıca, karnın alt bölgesinde ağrı ve bası hissi, cinsel ilişki sırasında ağrı, kilo kaybı durumları da görülebilmektedir.
Rahim Ağzı Kanseri Elle Hissedilir Mi?
Elle muayene sırasında, doktor iki parmağını vajina içerisine, diğer elini de karnın alt kısmına yerleştirir. Bu şekilde organlar ve ele gelen herhangi bir kitle olup olmadığı hissedilebilir.
Rahim Kanseri Hangi Evrede Belirti Verir?
Rahim ağzı kanserinin belirtileri hastalığın ileri safhalarında ortaya çıkmaktadır. İlerlemiş evrelerde muayene esnasında tümör görülebilir. Rahim ağzı kanseri ilerledikçe idrar problemleri, defekasyon dediğimiz büyük abdeste çıkma zorlukları ve bacak ağrıları görülebilmektedir.
Rahim Ağzı Kanseri Kaç Yaşında Başlar?
Genellikle 50 yaş civarında menopoz döneminde ortaya çıkan rahim ağzı kanseri, son zamanlarda genç kadınlarda da görülmektedir. Kadınlarda sık görülen kanser sıralamasında meme kanseri ilk sırada yer almasına rağmen, yaşamı tehdit edici özelliği nedeniyle rahim ağzı kanseri, meme kanserinin önüne geçebilmektedir.
Smear Testinde Neler Belli Olur? Rahim Ağzı Kanseri Belli Olur Mu?
Smear testi, vajinada olabilecek değişiklikleri kansere dönüşmeden tespit etmek amacıyla yapılmaktadır. Böylelikle kadın kanser aşamasına gelmeden kolaylıkla tedavi imkanına kavuşabilir. Kadınlar, kadın doğum hastalıkları uzmanlarının belirlediği rutinde smear testi yaptırması gerekebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
YUMURTALIK KİSTLERİ NEDİR?
Yumurtalık kistleri görülme oranları yaş gruplarına göre değişmektedir. Adölesan dönemde, üreme çağında ya da menopoz döneminde farklı kistlerle karşılaşılmaktadır. Yaş gruplarına göre görülen yumurtalık kistleri şöyle sınıflandırılabilir:
Fonksiyonel kistler: Adölesan dönem adı verilen 13-18 yaş arası dönemdeki kistler daha çok fonksiyonel kistlerdir, genellikle ameliyat gerektirmez ve zamanla kaybolurlar. Bu dönemde vücudun hormon dengesi henüz oturmadığı için vücut geçici kistler oluşturabilmektedir. Fonksiyonel kistleri genellikle takip etmek gerekir. Çünkü düşük ihtimalle de olsa kistin yarattığı ağırlıktan dolayı “over torsiyonu” adı verilen yumurtanın dönmesi veya kist rüptürü sorunları oluşabilir. Bu takip dışında herhangi bir ilaç tedavisine gerek yoktur. Fonksiyonel kistler doğurganlık döneminde de görülebilmektedir.
Germ hücreli tümörler: Adölesan dönem ve takip eden üreme çağı ilk yıllarında görülebilen over tümörleridir. Tanıda belirlenen bazı tiplerde ameliyat yeterli olurken bazı tiplerinde ameliyata ek olarak kemoterapi tedavisi gerekebilmektedir. Daha çok solid organ şeklinde kendini gösteren solid kistik kitlelerdir. Ultrason kontrolünde fonksiyonel kist ya da solid kistik kitle olup olmadığı kolaylıkla belirlenebilmektedir.
Korpus luteum kistleri: Adet döneminde görülen kistlerdir. Ovulasyon (yumurtlama) ile meydana gelir. Tamama yakını kaybolur, bazen kanamaya neden olabilir.
Dermoid kistler: Gebelik döneminde sık görülmektedir. İçerisinde vücudun dış yapısında bulunan deri, kıl, yağ, kemik, diş gibi ektodermal dokuların bulunduğu kistlerdir. Dermoid kistler hastada çok çabuk ağırlık oluşturarak torsiyon yani yumurtalık dönmesiyle beraber acil ameliyat edilmesi gereken kistler haline gelebilirler. Torsiyon oluşumunda eskiden yumurtalıkların hepsi alınırken günümüzde over torsiyonu eski haline getirilerek neden olan kistik kitle çıkartılabilmektedir. Çoğu kez bu yöntemde yumurtalık fonksiyonları eski haline dönmektedir. Çok ciddi geç kalmalar yok ise yumurtalıklar alınmadan çözülebilen bir sorundur.
Çikolata (endometriyotik) kistleri: Halk arasında çikolata kisti olarak bilinen endometriyotik kistler içerisindeki yapı erimiş çikolataya benzediğinden bu ismi almaktadır. Üreme döneminde en sık görülen özel kistlerdir. Çikolata kistleri aslında endometriozis hastalığının yumurtalıktaki formasyonudur. Doğurganlık dönemindeki her 10 kadından birinde çikolata kisti görülmektedir. Bu kistlerde ameliyat konusunda çok daha seçici davranılır. Çünkü çikolata kistleri daha çok doğurganlık döneminde olan kadınlarda görülmektedir. Yani hastaların anne olma planları vardır. Bu neden çikolata kistlerinde hemen ameliyat önerilmez. Ancak hastanın ağrı şikayeti fazla ile ameliyat gerekir. Kist, 9-10 cm gibi çok büyük boyutlardaysa, artık pelvik baskı yapıyorsa cerrahi tercih edilmelidir. Ancak örneğin boyutu 5 cm, ultrasonda şüpheli bir düzensizlik yok, homojen yapıda bir çikolata kisti ise takip edilir. Çünkü bu kistler çok başarılı bir cerrahi yapılmazsa tekrar edebilen kistlerdir. Ve ameliyatta over rezervi azalabilir. Bu nedenle mümkün olduğu kadar ultrasondaki görünümüne bağlı olarak özellikle hastanın çocuk sahibi olma arzusu varsa ameliyattan kaçınılarak takip edilmelidir. Ancak kandan alınan tümör belirteci olan CA-125 kanda artış gösteriyorsa bu hastalarda ameliyat gerekir. Kanser riski üreme çağındaki çikolata kistlerinde düşüktür. Yaş ilerledikçe çikolata kistlerinin tümöral olma riski artmaktadır.
YUMURTALIK KİSTLERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Özellikle genç yaş grubu kistlerindeki en önemli belirti kasık ağrısı ve adet düzensizliğidir. Çikolata kistinde özellikle doğurganlık döneminde çocuk sahibi olamama şikayeti, sonradan ortaya çıkan adetlerin çok sancılı geçmesi, cinsel aktif kadınlarda ilişkide ağrı olması görülebilir. Bazen bağırsaklar tutulduğu zaman ağrılı dışkılama olabilir. İdrar yapmada sıkıntı görülebilir. Pelvik bölge adı verilen leğen kemiği bölgesindeki organlarla ilgili farklı şikayetler ortaya çıkabilmektedir. Ancak en sık görülen belirti gebe kalamama şikayetidir. Bunun yanında uzun süre devam eden kasık ağrıları da çok sık görülmektedir. Menopoz dönemi tümör kistlerinde ise karın şişliği, bölgedeki organlara baskı nedeniyle sık idrara gitmek, kabızlık şikayetleri, bazen “postmenopozal” adı verilen menopozda vajinal kanaması başlangıcı, karın ağrısı gibi şikayetler özellikle büyük boyutlu tümörlerde menopoz döneminde karşılaşılan semptomlardır. Bunların yanında hiç belirti vermeyen rutin kontrollerde tesadüfen saptanan kistler de olabilmektedir.
YUMURTALIK KİSTLERİ TANISI NASIL KONULUR?
Öncellikle ilk tanı aracı fizik muayenedir. Fizik muayenede elle karın bölgesi muayene edilir. Ağrı olan bölgeler saptanır. Sonrasında en önemli görüntüleme aracı ultrasonografidir. Ultrasonografide boyutu, görüntüsü, yapısı değerlendirilir. Gerekli hastalarda tümör belirteçleri adı verilen kan tetkikleri yapılır veya MR ile desteklenir. Her kistte MR istenmez. Şüpheli durumlarda istenir. Kanser şüphesinde farklı alanlara da sıçrayıp sıçramadığına bakmak için Emar’a (MR) başvurulabilir. Bunların yanında kanda bakılan tümör testlerinin tanıda önemli bir yeri vardır. Yumurtalıklarda, özellikle seröz kanserlerde ve çikolata kistlerinde CA-125, müsinöz over tümörlerinde CA-19-9, erken yaşta görülen germ hücreli tümörlerde Alfa Feto protein (AFP), Beta-HCG, bazı spesifik tümörlerde LDH kan testinden de fayda görülebilmektedir.
Genç yaş grubunda kanser riski her ne kadar düşük olsa da her türlü kompleks kist varlığında öncelikle kanser olup olmadığını belirlemek gerekir. Bu nedenle genç yaş grubunda fonksiyonel olmayan tüm kistlerde genellikle ameliyat önerilir. Fonksiyonel kistler takip altında tutulmaktadır. Hasta menopozdaysa veya menopoza yakın bir dönemdeyse yani 40’lı yaşlardan sonra görülen kistler kanser ihtimaline biraz daha yakın kistlerdir. Özellikle menopoz dönemindeki hastalarda ultrason görüntüsünde kistin yapısının düzenli olup olmaması gibi faktörler değerlendirilir. Genellikle menopoz döneminde bir kist saptanmışsa ve fonksiyonel kist olduğu düşünülmüyorsa ameliyat önerilir.
YUMURTALIK KİSTLERİ TEDAVİSİ NASILDIR?
Bir kist varlığında öncelikle ultrason bulguları, hastanın şikayetleri, laboratuvar testleri ve gerekirse diğer görüntüleme yöntemleriyle kombine bir değerlendirme yapılıp takip protokolüne ya da cerrahi müdahaleye karar verilir. Kistin iyi huylu ya da kötü huylu olduğunu belirleyen ultrason bulguları vardır. Bunlar; kistin büyüklüğü, kistin çeperi adı verilen etrafındaki dokunun yapısı, içerisindeki papiller çıkıntılar, nodüler yapılar gibi düzeni bozan dokuların varlığına bakılır. Örneğin yer yer solid alanlar yani komplike kistler varsa bunlardan özellikle şüphelenilmelidir. Bunlarda genellikle ameliyat tercih edilmeli ve ameliyatta mutlaka patolojik inceleme yapılmalıdır. Eğer iyi huylu olduğu saptanırsa sadece kist çıkarılır ve başka bir müdahale yapılmaz. Ancak patolojik incelemede kötü huylu olduğu saptanırsa o zaman hastanın yaşına, çocuk sahibi olmayı planlayıp planlamadığına göre koruyucu cerrahi veya kanser cerrahisi uygulanmalıdır.
Kist cerrahi gerektirmiyor, sadece takip edilecek ise 3 veya 6 ay aralıklarla kontrol edilir. Cerrahi uygulanacaksa kitlenin büyüklüğüne, yerleşim yerine, iki yumurtalıkta olup olmadığına, hastanın çocuk sahibi olma isteğine göre laparoskopi ya da robotik gibi kapalı yöntemler ya da açık cerrahi uygulanmaktadır.
Bulgunun tümör olup olmadığı konusunda çok arada kalındıysa hastaya kitlenin yapısını görmek için öncelikle kapalı laparoskopik yöntem uygulanabilir. Ancak büyük bir kitleyse, öncelikle tümör varlığı düşünülüyorsa ve yaygınsa yani her iki yumurtalıkta da kitle varsa o zaman daha çok açık cerrahi tercih edilmektedir.
Fonksiyonel kistlerin tedavisinde ise takip protokolü uygulanır. Klinik sorun görülmeyen, ağrı veya farklı bir şikayet yaşamayan hastaların kistleri uzun süre takip edilebilir. Bu hastalarda sadece yumurtalığın dönme riski yani torsiyon riski hakkında hasta bilgilendirilir ve acil bir durum olduğu zaman müdahale edilir. Fonksiyonel kistler veya kanser düşünülmeyen kistler çoğu kez kendiliğinden kaybolur. Kaybolmayıp, boyutu büyümeye başlarsa o zaman takipten çıkarılır ve cerrahi tedaviye geçilir.
SIKÇA SORULAN SORULAR
- Yumurtalık kisti gebe kalmaya engel mi?
Yumurtalık kistleri, tipine göre değişmekle birlikte, gebe kalmaya engel teşkil edebilmektedir. Genel olarak çok ilerlememiş (komplike olmayan) yumurtalık kistleri başarılı bir cerrahi müdahale ile alındıktan sonra gebe kalmaya engel durum ortadan kalkmaktadır.
- Takip edilen kisti olan hastalar acil bir durumda ne yapmalıdır?
Hasta kistinin olduğunu biliyor ise kontrollerinde doktoru tarafından kistinin sağ tarafta mı yoksa sol tarafta mı olduğu bilgisi verilmiştir. Ancak bölgede oluşan ağrılar her iki tarafa da yansıyabilir. Bu nedenle karın bölgesinde herhangi bir ağrıda örneğin özellikle kesik kesik gelip giden şiddetli ağrı durumlarında öncellikle kisti takip eden hekime ulaşılmalıdır ancak ulaşılamıyor ise mutlaka acile başvurulması gerekmektedir. Farklı bir doktora gidildiyse test sonuçları, ultrason görüntüleri mutlaka doktora bildirilmelidir. Bunun yanında ağrı başladığında ağızdan beslenme kesilmelidir. Ağrıya bulantı, kusma veya karın şişliği eşlik ediyorsa periton irritasyonunu düşündürür. Yani kistin karın içine temas ettiği anlamına gelir. Yine acil olarak sağlık kuruluşuna başvurulması gereken belirtilerdir.
- Yumurtalık kisti kanama yapar mı?
Bazı yumurtalık kistleri oluşum yerlerine ve boyutlarına göre kanama ile kendini gösterebilmektedir.
- Yumurtalıklarda kist olup olmadığı nasıl anlaşılır?
Genellikle ultrason muayenesinde kistlerin varlığı hakkında detaylı bilgiye sahip olunabilmektedir.
- Yumurtalık kisti ağrı yapar mı?
Evet, yumurtalık kistlerinin en yaygın özelliklerinden biri de ağrı ile kendini göstermesidir.
- Over kisti neden olur?
Yumurtalık kistleri birçok sebebe bağlı olarak gelişebilir. En yaygın sebebi vücuttaki hormonel dengesizliklerdir. Bunun yanında çeşitli yumurtalık enfeksiyonları sonucu, radyasyon maruziyeti, tümörler ve bazı hücresel bozukluklar nedeniyle de yumurtalık kistleri gelişebilmektedir.
- Çikolata kisti belirtileri nelerdir?
Çikolata kistinde özellikle doğurganlık döneminde çocuk sahibi olamama şikayeti, sonradan ortaya çıkan adetlerin çok sancılı geçmesi, cinsel aktif kadınlarda ilişkide ağrı olması görülebilir. Bazen bağırsaklar tutulduğu zaman ağrılı dışkılama olabilir. İdrar yapmada sıkıntı görülebilir. Pelvik bölge adı verilen leğen kemiği bölgesindeki organlarla ilgili farklı şikayetler ortaya çıkabilmektedir. Ancak en çok görülen belirti gebe kalamama şikayetidir. Bunun yanında uzun süre devam eden kasık ağrıları da sık görülmektedir.
- Çikolata kisti neden olur?
Çikolata kistinin doğrudan bağlı olduğu sebepler yoktur ancak riski artıran faktörler bulunmaktadır. Bunların başında genetik ve çevresel faktörler gelmektedir. Ayrıca zayıf bağışıklık sistemi, adet kanının karın boşluğuna akması, doku farklılaşması gibi birçok farklı nedene bağlı olarak da gelişebilmektedir.
- Çikolata kisti kanama yapar mı?
Çikolata kisti varlığında genellikle kanama görülmez.
- Çikolata kisti nerelerde ağrı yapar?
Adet dönemlerinde kasık ağrısı veya cinsel aktif kadınlarda cinsel ilişki sırasında vajinal bölgede ağrı yapabilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahi nedir?
Teknolojinin ilerlemesi ile paralel bir şekilde tüm dünyada ameliyat yöntemlerinde ve ameliyat tekniklerinde çok önemli gelişmeler olmaktadır. Bu gelişmelerin esas amacı ameliyatların daha güvenli şekilde yapılabilmesi, komplikasyon oranlarının azalması ve ameliyata bağlı istenmeyen sonuçların minimalize edilmesidir. Bu konudaki en önemli ilerleme; eskiden açık cerrahi şeklinde yapılabilen ameliyatların artık minimal invaziv yöntemlerle yani kapalı olarak yapılabilir hale gelmesidir. Kapalı ameliyatlarda teknolojinin geldiği en son nokta ise robotik cerrahi sistemleridir. Robotik cerrahi basit bir şekilde anlatmak gerekirse, cerrahın kontrol ettiği robotik kollar aracılığı ile kapalı olarak ameliyatın gerçekleştirilmesidir. Geleneksel laparoskopik ameliyatlarla karşılaştırıldığında robotik sistemin çok fazla avantajı bulunmaktadır.
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahi hangi durumlarda uygulanır?
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahinin kesinlikle kullanılmaması gereken bir durum bulunmamaktadır. Laparoskopik cerrahinin uygun olduğu her durumda robotik cerrahi yapılabilmektedir. Rahim, rahim ağzı ve yumurtalık kanserlerinin cerrahisinde, miyomların alınmasında, rahim alma ameliyatlarında (histerektomi), endometriozis ameliyatlarında, yumurtalık kistlerinde, idrar kaçırma ve rahim sarkması gibi rahatsızlıklarda robotik cerrahi uygulanabilir.
Ancak teknik olarak kapalı ameliyatın açık ameliyatlara göre avantajının azaldığı bir takım durumlar mevcuttur. Bu durumlarda robotik cerrahi yerine açık cerrahi tercih edilebilmektedir.
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahi nasıl uygulanır?
Robotik cerrahide hasta hazırlığı geleneksel laparoskopik yöntem ile çok benzerdir. Hasta ameliyat masasına alınıp anestezi verildikten sonra ayaklıklar takılarak hasta jinekolojik muayene pozisyonuna alınır. Daha sonra göbeğin yaklaşık 3 cm üzerinden yapılan minik bir kesiden karın içerisine özel bir iğne ile girilerek karbondioksit gazı ile karın içerisi şişirilir. Yaklaşık 15 mmHg basınca ulaşıldığında kameranın yerleştirileceği trokar (içerisinden cerrahi aletlerin girip çıkabileceği metal boru ya da kılıf) göbeğin 3 cm üzerinden açılan 7mm’ lik kesiden karın içerisine sokulur. İlk yerleştirilen trokardan robotik sistemin kamerası karın içerisine ilerletilir ve karın içindeki organların ilk görüntüsü elde edilir. Bu aşamadan sonra ameliyat masası yaklaşık 35 derece açı ile baş aşağı çevrilir. Hastanın masadan aşağı doğru kaymaması için ayaklar ayaklıklara sabitlenir ve omuzlara omuz destekleri yerleştirilir. Yapılacak cerrahinin şekline göre toplam kaç robotik kol ile ameliyat yapılacaksa o kadar sayıda trokar ilk girilen kameranın görüntüsü altında batına girilir. Trokarlar genellikle batında düz bir hat şeklinde ya da hafif bir hilal şeklinde yerleştirilir ve iki trokar arasında en az 8 cm mesafe bulunmalıdır. Tüm trokarlar yerleştirildikten sonra kullanılacak robotik enstrümanlar uygun trokarlardan karın içerisine iletilir ve en sonunda enstrümanların robotik kollar ile bağlantısı kurularak ameliyata hazır hale gelinir.
Miyomektomi: Üreme çağındaki kadınların önemli bir kısmında görülebilen bir problem olan miyomların cerrahi tedavisinde robotik sistem büyük avantaj sağlamaktadır. Kapalı yöntemle miyom ameliyatında en önemli basamak, miyomları çıkardıktan sonra rahimdeki kesilerin sağlam ve çok katlı bir şekilde kapatılmasıdır. Miyom çıkarıldıktan sonra rahimdeki kesilerin sağlıklı kapatılamaması sonraki gebeliklerde rahim yırtılması riskini artırmaktadır. Robotik sistemle yapılan miyomektomilerde robotik kollar el bilek hareketlerini tüm eksenlerde taklit edebildikleri için oluşan kesilerin dikilmesi çok daha kolay ve güvenilir olmaktadır.
Histerektomi (Rahim alma ameliyatı): Kapalı ameliyat için uygun olan bütün rahim alma işlemleri robotik sistem ile yapılabilmektedir. Üç boyutlu ve yüksek kalitedeki görüntü sayesinde rahim alma ameliyatında karşılaşılabilecek istenmeyen durumların oluşma ihtimali azaltmaktadır. Rahim bağları robotik olarak kesildikten sonra vajen tepesi çepeçevre kesilerek tüm bağlantılarından kurtulan rahim vajenden dışarı alınır. Vajendeki kesi yeri de yine robotik olarak ya da vajinal yoldan kapatılır.
Endometriozis: Endometriozis hastalığı rahim, tüpler, yumurtalıklar ve hatta kalın bağırsakları da ilgilendiren ve bu organlarda ciddi yapışıklıklara, fonksiyon kayıplarına ve ağrılara neden olan bir durumdur. Endometriozis cerrahisi tecrübe gerektirmektedir ve özellikle ileri evre endometriozis cerrahisi uzun süren bir cerrahidir. Uzun süreler boyunca yüksek konsantrasyonda kalınmasını ve önemli organlarda meydana gelen yapışıklıkların organlara zarar vermeden açılmasını gerektiren bu durumda yine robotik cerrahi önemli avantajlar sağlamaktadır.
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahinin avantajları nelerdir?
Da Vinci robotik cerrahinin hastaya sağladığı avantajlar şöyle sıralanabilir:
- Ameliyat minik kesiler ile yapıldığı için hastada kanama miktarı daha az olur
- Kesi boyutu açık ameliyata göre daha küçük olduğu için hasta daha az ağrı hisseder
- Yara iyileşme süresi daha kısa olur
- Hastanın hastanede yatış süresi kısalır
- Açık cerrahiye göre komplikasyon oranı daha düşük olur
- Hasta günlük ve sosyal yaşantısına daha kısa sürede geri döner
- İyileşme süresi daha kısa olduğu için cerrahi sonrası onkolojik tedaviye daha kısa zamanda başlanmasını sağlar
JİNEKOLOJİK HASTALIKLARDA ROBOTİK CERRAHİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahinin açık ve kapalı yöntemlerden farkı nedir? Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahi neden tercih edilir?
Robotik cerrahinin hem açık cerrahiye hem de geleneksel kapalı yöntemlere (laparoskopi) göre belirli avantajları bulunmaktadır.
Açık cerrahiye göre avantajları:
- Ameliyatta kan kaybı çok daha azdır
- Komplikasyon oranları daha azdır
- İyileşme süresi daha kısadır, hastanede yatış süresi daha kısadır
- Ameliyat sonrası ağrı daha azdır
- Ameliyattan sonra daha çabuk normal hayata dönmektedir.
- Ameliyat izi çok daha küçüktür
Geleneksel laparoskopik cerrahiye göre avantajları:
- Cerrah konsolda oturarak çok daha rahat bir pozisyonda operasyonu gerçekleştirmektedir. Bu da cerrahın uzun süren kanser ameliyatlarında bile yorulmadan ve konsantrasyonunu kaybetmeden ameliyatı sürdürmesini sağlamaktadır. Klasik laparoskopik ameliyatlarda cerrah fiziksel olarak çok daha fazla zorlanmakta ve uzun süren ameliyatlarda yorgunluk, fiziksel ağrı ve buna bağlı konsantrasyon kaybı yaşamaktadır
- Cerrah, robotik sistemle ameliyat sahasını 3 boyutlu olarak ve yüksek kalitede görmektedir. Klasik laparoskopik yöntemde 2 boyutlu bir ekrana bakarak ameliyat yapıldığı için derinlik duygusu ortadan kalkmakta ve bazı durumlarda bu durum problem yaratabilmektedir.
- Robotik sistemde hastadaki robotik kollar cerrahın parmak ve bilek hareketlerini yüksek keskinlikte simule edecek şekilde dizayn edilmiştir. Böylece ameliyat sırasında çok yüksek hassasiyetle 360 derece hareket kabiliyetine sahip cerrahi enstrümanlar kullanılabilmektedir. Klasik laparoskopide ise bu mümkün değildir.
- Robotik sistemde hastadaki bütün enstrümanları ve kamerayı yani çalıştığı sahayı cerrahın kendisi, istediği gibi kontrol edebilmektedir. Klasik laparoskopide ise cerrah aynı anda sadece iki enstrümana hakim olabilmektedir. Kamerayı ve asistan aletini bir başka kişi idare etmektedir. Dolayısı ile ameliyatın başarısı cerraha bağlı olduğu kadar karşısındaki asistana da bağlıdır.
- Robotik sistemdeki kontroller cerrahın el titremelerini tamamen engelleyerek titreşimsiz ve pürüzsüz bir alet kullanımı sağlar.
Robotik cerrahi ile yapılan ameliyatlardan sonra iyileşme süreci nasıldır?
Robotik cerrahide 7 mm çapında enstrümanlar kullanılmaktadır ve ortalama 4 tane 7 mm lik kesiden robotik ameliyatlar yapılmaktadır. Bu nedenle robotik cerrahilerden sonra iyileşme süresi son derece kısa olmaktadır.
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahi yönteminin riskleri var mıdır?
Jinekolojik hastalıklarda geleneksel laparoskopik yöntemle karşılaştırıldığında robotik cerrahiye özgü riskler mevcut değildir. Teknik olarak robotik sistemde meydana gelebilecek arızalar olabilse de son derece nadirdir ve böyle durumlarda cerrahiye geleneksel laparoskopik yöntemle devam edilebilir. Yani bir cerrahide standart olarak gerçekleşme olasılığı bulunan riskler robotik cerrahi için de geçerlidir.
Jinekolojik hastalıklarda robotik cerrahi her hastada uygulanabilir mi?
Geleneksek laparoskopik cerrahi için uygun olan tüm durumlarda robotik cerrahi uygulanabilmektedir. Bazı durumlar kapalı ameliyat için engel teşkil edebileceğinden bu durumlarda robotik cerrahi de uygun olmamaktadır. Bu durumlara:
- Hastanın kapalı ameliyat için engel teşkil eden tıbbi bir durumunun bulunması (kafa içi basınç artışının tehlikeli olabileceği kafa içi kitleler, ciddi akciğer ve kalp rahatsızlığı olması vb)
- Ameliyatı planlanan hastalığın kapalı ameliyat için uygun olmaması (karın içi yaygın hastalığa sahip yumurtalık kanseri, karın içerisinde büyük alan kaplayan kitle ya da tümör olması gibi) örnekleri verilebilir
Robotik cerrahiden sonra hastanede kaç gün kalınır?
Robotik cerrahide hastanede kalış süresi açık cerrahiye kıyasla anlamlı derece kısadır. Günümüzde robotik cerrahi ile komplike kanser ameliyatlarının da yapılabildiğini düşünürsek hastanın hastanede kalış süresi hastalığa, hastanın genel durumuna ve robotik olarak yapılan işleme bağlı olarak değişmektedir. Hastanede kalış süresi miyom ve rahim alma ameliyatları için genellikle 1 gece, rahim kanseri ameliyatları için 2 gecedir.
Ameliyat sonrasında ağrı meydana gelir mi?
Robotik cerrahi sonrası ağrı, açık cerrahiye göre çok daha azdır. Hissedilen ağrı genellikle trokar giriş yerlerinde kısa süreli hissedilmektedir. Kuvvetli olmayan ağrı kesicilerle kontrol altına alınabilmektedir.
Ameliyat sonrası yoğun bakımda kalmak gerekir mi?
Robotik cerrahi sonrası yoğun bakım ihtiyacı hastanın genel durumuna, hastalığın şiddetine ve yapılan işleme göre değişmektedir. Genellikle aksi bir durum olmadıkça robotik cerrahi sonrası yoğun bakım ihtiyacı olmamaktadır.
Robotik cerrahinin kadın hastalıklarında kullanılma oranları nelerdir?
Özellikle Kuzey Amerika kıtasında jinekolojik hastalıkların cerrahi tedavisinde giderek artan şekilde robotik cerrahi uygulanmaktadır. Tüm kapalı rahim ameliyatlarının yaklaşık %30-40 kadarı robotik yöntemle yapılmaktadır. Avrupa’da da hızla yaygınlaşan robotik cerrahi sistemleri neticesinde laparoskopik rahim alma ameliyatı yıllar içerisinde azalarak robotik rahim alma ameliyatı artmaktadır.
Robotik cerrahi sonrasında hastaların nelere dikkat etmesi gerekir?
Robotik cerrahiden sonra hastaların dikkat etmesi gereken özel bir konu yoktur. Cerrahinin ardından birkaç gün sonra hastalar banyolarını yapabilirler. Dikiş yerlerine özel bir bakım uygulanması gerekmez ve genellikle emilebilir materyaller kullanıldığından hastaların dikişlerini aldırmalarına gerek kalmaz.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Leep konizasyon nedir?
Leep konizasyon işlemi, rahim ağzı kanseri öncü hücrelerini tespit etmek için yapılan rutin jinekolojik takiplerde kolposkopi / biyopsi yapılan hastalarda CIN 2, CIN 3 (HSIL) belirlendiği durumlarda cerrahi olarak hem tanı hem de tedavi için uygulanan cerrahi bir işlemdir. Leep konizasyon işlemi tanıyı kesinleştirmek için kullanılabilirken eş zamanlı olarak tedavi amaçlı da kullanılmaktadır. “Leep konizasyon nedir?”, “Leep operasyonu nedir?” , “Leep işlemi nedir?”, “Leep tedavisi nedir?”, “Leep ameliyatı nedir?”, “Leep ne demek?”, “Leep konizasyon nedir? , “Leep işlemi nedir?” gibi sorular hastalar tarafından gündeme getirilmektedir. Konizasyon işlemi sıcak konizasyon (LEEP ) ve soğuk konizasyon olarak 2 şekilde uygulanabilmektedir. Dünyada ve ülkemizde daha çok sıcak konizasyon (LEEP ) işlemi tercih edilmektedir.
Sıcak konizasyon (LEEP ) işleminde anestezi altında özel bir aletle rahim ağzının belirlenen bölgesinin kesilerek çıkartılır. Soğuk konizasyon işleminde ise kesme işlemi bistüri ile yapılmaktadır. Soğuk konizasyon operasyonu daha çok erken evre rahim ağzı kanseri tanısını almış kişilerde tercih edilmektedir.
Leep konizasyon hangi hastalıklarda uygulanır?
Leep konizasyon işlemi sadece rahim ağzı kanseri veya öncü hücrelerinin tedavisinde mi uygulanıyor? Sorusu hastalar tarafından gündeme getirilmektedir. Leep konizasyon işlemi genelde jinekolojik acıdan rahim ağzına uygulanan bir işlemdir. Rahim ağzı kanseri için kullanılabildiği gibi rahim ağzında anormal bir durum var ise hastanın şikayetine göre rahim ağzını küçültmek veya rahim ağzının tamiri için hastalıklı bölgenin çıkartılması işleminde de kullanılabilir. Ancak leep konizasyon işlemi genellikle rahim ağzı kanserinde gündeme gelmektedir.
Leep konizasyon neden yapılır?
- Leep konizasyon ameliyatı genellikle rahim ağzında HPV enfeksiyonun neden olduğu hücre değişikliklerinin hem tanı hem tedavisi amacıyla uygulanır. Özellikle de CIN 2 ve CIN 3 tanıları için uygulanan bir cerrahi prosedür olarak ön plana çıkar.
- Rahim ağzı kanseri şüphesiyle biyopsi yaptıran hastalarda tanı anlamında şüphe varsa teşhisin netleştirilmesi için leep konizasyon ameliyatı yapılabilir.
- Rahim ağzı biyopsisi yapılan ve rahim ağzı kanseri teşhisi alan hastalarda leep konizasyon ameliyatının yapılmasına gerek yoktur. Ancak erken evre rahim ağzı kanserleri teşhisi alan hastalarda leep konizasyon gündeme gelebilir. Erken evre rahim kanseri teşhisi alan hastalarda genellikle soğuk leep konizasyon tercih edilmektedir.
- Erken evre rahim ağzı kanserinde leep kullanılabildiği gibi, CIN gibi anormal hücrelerin görüldüğü durumlarda da leep konizasyon operasyonu yapılabilir.
- İleri evre rahim ağzı kanser görüntüsü olan hastalarda biyopsi işlemi yapılması yeterli olmaktadır. Biyopsi ile kesi tanı konulduğu takdirde LEEP tekniği kullanılmamaktadır.
- LEEP işleminin yapılıp yapılmamasını yapılan kolposkopik biyopsi sonucuna göre karar verilmektedir. Leep işlemi ile belirlenen alan çıkartıldıktan sonra akabinde patolojiye gönderilmektedir.
Leep konizasyon ameliyatı nasıl yapılır?
- Rahim ağzı biyopsisinde anormal hücreler görüldüğü zaman leep konizasyon işlemi yapılmasına karar verilirse bu işlem genel anestezi altında yapılmaktadır.
- Leep konizasyon işlemi jinekolojik muayene masasında yapılmaktadır.
- Hasta anestezi alacağı için işlemin ameliyathane ortamında yapılması daha sağlıklıdır.
- Leep konizasyon cerrahi bir işlemdir. Hasta jinekolojik masaya yatırıldıktan sonra kadın hastalıkları ve doğum uzmanı vajina duvarlarını ve vajinayı incelemek için kullanılan vajinal spekulum ile rahim ağzı görünür hale getirilir.
- Özel bir solüsyonla rahim ağzı boyanarak cerrahi sınırlar belirlenir.
- Rahim ağzında etkilenmiş bölüm cerrahi olarak çıkartılır. Koni şeklinde çıkartıldığı için işlemin adına Leep konizasyon denmektedir.
- Cerrahi işlemle çıkartılan bölüm anormal hücre değişikliği kontrolü için patoloji laboratuvarına gönderilir.
Leep konizasyon hakkında sık sorulan sorular
Leep konizasyon ameliyatı fiyatı nedir?
“Leep konizasyon fiyatı ne kadardır?” , “Leep konizasyon ücreti ne kadardır?” gibi sorular hastalar tarafından gündeme getirilmektedir. Leep konizasyon ücreti doktorun ve ameliyatın yapılacağın hastanenin fiyat politikası, Leep konizasyon ameliyatı sırasında kullanılacak malzemeye göre farklılık gösterebilmektedir. Leep konizasyon ameliyatı bu konuda tecrübeli kadın hastalıkları ve doğum doktorları tarafından güvenle gerçekleştirilen bir işlemdir. Leep konizasyon ameliyatı fiyatı ne kadardır sorusunun yanıtını almadan önce doktorun seçilmesi işlemden önce ön muayenenin yapılması ve sorunun en iyi çözümüyle ilgili yol haritasının belirlenmesi gerekmektedir.
Leep sonrası adet düzensizliği olur mu?
“Leep konizasyon sonrası regl nasıl olur?”, “Leep konizasyon sonrası ilk adet ne zaman ve nasıl olur?”, “Leep konizasyon sonrası adet düzensizliği olur mu?” gibi sorular merak edilen konuların başında gelmektedir. Leep konizasyon ameliyatı sonrasında normal adet ritminde bir değişiklik olmamaktadır. Ancak leep konizasyon işleminden sonraki ilk adet döngüsünde kanama miktarı ve süresi bir miktar fazla olabilmektedir. Aşırı kanama olması durumunda doktora başvurmak gerekmektedir.
Leep konizasyon ameliyatını yaptırmanın uygun zamanı var mıdır?
- Leep konizasyon ameliyatı her zaman yapılabilir ancak hem doktorun hem de hastanın daha rahat etmesi için adet döngüsünden hemen sonra yapılması tavsiye edilmektedir. Adet bitiminden sonraki en kısa sürede yapılması hastaya bir takım avantajlar sağlar.
- Leep konizasyon ameliyatından sonra 20- 25 günlük kanamasız periyod doku iyileşmesinin daha iyi olmasını sağlamaktadır. Ameliyattan sonraki iyileşme döneminin kanamasız geçmesi dokuların iyileşme sürecini hızlandırabilmektedir. Adet periyoduna yakın dönemde leep ameliyatı yapılırsa kanama miktarı daha fazla artacak ve iyileşme daha geç olacaktır. Bu da hastanın yaşam kalitesini bozacaktır.
- Adet kanamasının olduğu dönem leep konizasyon ameliyatının yapılması, enfeksiyon bakımından da risk doğurabilmektedir.
Leep konizasyon ameliyatı sonrası iyileşme süreci ne kadardır?
Leep ameliyatından sonra iyileşme yaklaşık 4-6 hafta sürmektedir.
Leep konizasyon patoloji sonucu neyi gösterir?
- Leep konizasyon işlemi sonrasında yapılan patoloji değerlendirmesi biyopsi sonuçlarıyla karşılaştırılır. Leep konizasyon işleminde çıkartılan bölgenin patolojisinin biyopsi sonuçlarıyla birbirine paralellik gösterip göstermediğine bakılır.
- Lezyonun derinliği ve cerrahi sınırın normal olup olmadığı kontrol edilir. Doku derinliklerinde kanser hücrelerinin olup olmadığına bakılır.
- Lezyonun devamlılığı açısından cerrahi sınırın temiz olup olmadı kontrol edilir. Cerrahi sınır temiz ise yeterli cerrahi yapılmış demektir.
- Leep konizasyon patoloji soncu tanı anlamında doğru yerde olup olunmadığı ve tedavinin yeterli olup olmadığını gösterir.
- Patoloji aynı zamanda tedavinin ilerleyen aşamalarındaki yol haritasının belirlenmesinde de belirleyicidir.
Leep konizasyon ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?
- Hasta leep ameliyatından sonra aynı gün ayağa kalkabilir. Ameliyatı genel anestezi altında yapıldığı için 1-2 saatlik bir dinlenme periyodunun ardından hasta sosyal yaşantısına dönebilmektedir.
- Leep konizasyon ameliyatından sonraki 1-2 gün karın içi basıncı artırmamak gerekir. Özellikle tuvalette ıkınmaktan kaçınmak önemlidir.
- Leep ameliyatından sonra yaklaşık olarak 4-6 haftalık bir iyileşme süreci vardır. Bu süreçte cinsel ilişki olmamalıdır.
- Enfeksiyon yaşanmaması için hijyenik koşullara dikkat etmek önemlidir.
- Leep konizasyon ameliyatında sonra leke tarzında kanama olabilir bu bir sorunu işaret etmemektedir. Ancak parça parça düşen veya aşırı kanamalarda doktora başvurmak gerekmektedir.
- Leep ameliyatında sonra banyo yapmakta bir sınırlama yoktur.
Leep konizasyon ameliyatı sonrası kanama kaç gün sürer?
“Leep konizasyon ameliyatı sonrası kanama ne kadar sürer?”, “Leep konizasyon sonrası kanama olur mu?”, “Leep sonrası kanama ne kadar sürer?” gibi sorular hastalar tarafından merak edilen konuların arasındadır.
Leep konizasyon ameliyatı sonra hiç kanama olmayabilir. Ameliyat sonrası kanama olursa bu kanama genellikle leke tarzındadır. Leke tarzında kanamayı normal kabul etmek gerekir. Bu tarz kanama 15 gün sürebilir.
Leep konizasyon işlemi sonrası doku dökülmesine bağlı olarak akıntılı bir süreç olabilir. Burada önemli olan akıntının enfeksiyon kapmamasıdır. Hijyenik koşullara dikkat edilmelidir.
Leep sonrası cinsel ilişki ne zaman olur?
Leep konizasyon ameliyatı sonrası iyileşme süreci olan 4-6 haftada cinsel ilişki olmamalıdır. Cinsel ilişkiye başlamadan önce doktor kontrolü yapılmalı ve ondan sonra karar verilmelidir. .
Leep konizasyon ameliyatı sonrası gebelik olur mu?
“Leep sonrası gebelik olur mu?”, “Leep sonrası hamilelik olur mu?” , “Leep konizasyon sonrası hamilelik”, gibi sorular merak edilen konuların başında gelmektedir. Hamile olan bir kadına leep konizasyon ameliyatı yapılmamaktadır. Leep konizasyon ameliyatı sonrası ise gebelik bakımından bir sıkıntı bulunmamaktadır. Hamileliği engelleyen bir durum olmamasına rağmen leep konizasyon ameliyatı olanlarda erken doğum riski bulunmaktadır. Leep işlemi sonrası bu risk düşük olmakla birlikte rahim ağzının kısalmasına bağlı erken doğum riski ortaya çıkabilmektedir.
Leep konizasyon sonrası tekrarlama olur mu?
Leep konizasyon ameliyatının ikinci kez yapılıp yapılamadığın hastalar tarafından gündeme getirilmektedir. Leep konizasyon işlemi gerekli olursa birden fazla yapılabilmektedir.
HPV enfeksiyonu rahim ağzını etkileyip anormal hücrelerin oluşmasına yol açabilmektedir. Bu gibi durumlarda leep konizasyon ameliyatı ikinci kez hatta gerekirse üçüncü kez bile yapılabilmektedir. HPV enfeksiyonu olan ve sigara kullanan kişilerde genelde ikinci müdahale gerektiren grup olarak karşımıza çıkmaktadır. Sigara HPV enfeksiyonunu tekrarlaması açısından en önemli risk faktörüdür. Son yapılan bilimsel çalışmalarda HPV enfeksiyonun vücuttan tamamen atılma ihtimali çok düşük olarak belirtilmiştir. Bağışıklık sisteminin zayıf olduğu durumlarda HPV enfeksiyonu tekrar ortaya çıkmaktadır. Sigara da bağışıklık sistemini zayıflatan en önemli etkenlerin başında gelmektedir. Sigara kişinin sosyal hayatında varsa HPE enfeksiyonun yarattığı anormal hücrelerle tekrar karşılaşmak mümkündür.
Leep konizasyon ameliyatından sonra ilk kontrol 6 ay sonra yapılmaktadır.
Leep konizasyon operasyonu acılı mıdır?
Leep konizasyon operasyonu ağrılı bir işlem değildir. Ameliyat anestezi altında yapıldığından dolayı kişi ağrı hissetmeyecektir. İşlemden sonra hasta hafif ağrılar yaşayabilmektedir. Ancak yaşanan ağrılar basit ağrı kesicilerle kontrol altına alınabilmektedir. Hastanın sosyal yaşamını etkileyen ağrılar söz konusu değildir. Leep konizasyon operasyonun da genellikle dikiş yoktur. Ancak soğuk leep konizasyon işleminde dikiş kullanılabilir. Bu tamamen cerrahın tercihidir.
Leep konizasyon işlemi sonrası komplikasyonlar nelerdir?
Leep operasyonu sonrası en önemli komplikasyon kanamadır. Leke tarzındaki kanamalardan ziyade aşırı kanamalar dikkate alınmalıdır. Uzun vadede gebelikte rahim ağzı yetersizliği olabilir.
Leep konizasyon sonrası kokulu akıntı olur mu?
Leep konizasyon ameliyatı sonra kokulu akıntı enfeksiyon ihtimalini akla getirir. Ancak ameliyat sonrası kokulu olmasa bile doku dökülmesine bağlı olarak akıntı yaşanabilir. Kokulu akıntı durumunda doktora başvurmak gerekmektedir.
Leep konizasyon işlemi ne kadar sürer?
Leep konizasyon ameliyatı 15-20 dakika süren cerrahi bir işlemdir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Pediatrik onkoloji
Kanser, çocuklarda en sık görülen ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer almakta ve ülkemizde her yıl yaklaşık 3 bin çocuğa kanser teşhisi konulmaktadır. Çocukluk çağı kanserlerine yakalanan her iki çocuktan biri tedavi şansı bulamaması ya da teşhiste geç kalınması nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Erken tanı ve doğru tedavi uygulamaları sayesinde kanserli çocukların büyük bir çoğunluğunun tam olarak iyileşmesi mümkündür.
Çocukluk çağı kanserlerinde başarıyı yakalamanın en önemli yolu bu hastaların, alt yapı ve hizmet kalitesi ile tam teşekküllü merkezlerde tedavi edilmelerinden geçmektedir. Memorial Çocuk Onkoloji Merkezleri, kanserli çocuklara üst düzey tanı ve tedavi olanakları sunmak amacıyla hizmet vermektedir. Tüm çocukluk çağı kanserlerinin tanı ve tedavisi için çocuk onkoloğu, çocuk cerrahı, ortopedi, beyin cerrahisi, göz, kulak-burun-boğaz bölümlerinde özellikle tümör ve tümör cerrahisi konusunda uzmanlaşmış doktorlar işbirliği halindedir.
TÜM ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNİN TEDAVİSİNDE MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIM
Çocuklarda en sık görülen kanser türleri sırasıyla; lösemi, beyin tümörü, lenfoma, böbrek ve böbrek üstü bezi tümörü, yumuşak doku ve kemik tümörleri, bazı organ tümörleri ve retinoblastom yani göz tümörleridir. Toplumda lösemilerle ilgili farkındalık daha üst düzeylerdeyken, tüm çocukluk çağı tümörlerinin %75’ini oluşturan solid tümör ve lenfomalarda farkındalık daha düşük seviyededir. Çocukluk çağı kanserlerinin tedavisi daha güç olabilmektedir ve erken tanı hayati önem taşımaktadır. Ülkemizdeki Çocuk Onkoloji Merkezleri’nde birçok uzmanlık alanının işbirliği sayesinde ekip yaklaşımıyla bu zorlu süreç son derece başarılı bir şekilde yürütmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Onkolojik Cerrahi (Kanser Cerrahisi) Nedir?
Onkolojik (kanser) cerrahisi, kanserli tümör ya da dokuların vücuttan çıkarılması, bölgenin kanserden temizlenmesidir. 100 yıllık bir geçmişe sahip olan onkolojik cerrahi, yapılmaya başlandığı dönemden bu yana klasik açık olarak gerçekleştirilmekte, günümüzde ise hem kozmetik görünüm hem de iyileşme süresini kısaltma amaçlı olarak vücutta daha küçük kesi oluşturmayı hedefleyen farklı tekniklerle uygulanmaktadır. ‘Küçük kesi’ olarak adlandırılan minimal invaziv, bir ya da birkaç delikten kapalı olarak gerçekleştirilen laparoskopik ve teknolojinin ulaştığı en ileri nokta olan robotik sistemlerle uygulanan yeni nesil cerrahiler, hastayı sağlığına kavuştururken konforu da ön planda tutmaktadır.
Onkolojik Cerrahinin Amaçları Nelerdir?
Son 20 yılda büyük gelişmelerle hastalara ayrıcalık, konfor ve günlük yaşama hızlı dönüş imkanları sunan onkolojik (kanser) cerrahisinde amaç, oluşan tümörün vücuttan tamamıyla uzaklaştırılmasıdır. Burada; zamanlama ve diğer branşlarla çok iyi bir kurgulama yapmak gerekir. Ameliyat, tedavi sürecinin en kritik aşamalarından biridir. Tedavi sürecindeki başarılı sonucun elde edilebilmesi, tümörün olduğu yerde hastalığın tekrarlamaması ve uzak organ metastazlarının olmaması yani hastalığın tam olarak ortadan kaldırılması gerekir. Bunun tam karşılığı küratif tedavidir. Kanser cerrahisinde birincil ve vazgeçilmez hedef budur. Kanser cerrahisinde kişiye özel tedavi seçenekleri arasında açık, laparoskopik ( kapalı) ya da robotik yöntemler tercih edilmektedir. Başarılı bir kanser cerrahisinde kanserli hücrelerin en doğru şekilde temizlenmesi ile birlikte hastanın daha az ağrı hissetmesi, tüm fonksiyonlarının korunması ve kısa sürede iyileşmesi amaçlanmaktadır.
Cerrahi Onkoloji Hangi Kanser Türlerinde Etkilidir? Tedavi Edilen Hastalıklar Nelerdir?
Cerrahi onkoloji veya kanser cerrahisi; Genel Cerrahi, Endrokrin Cerrahisi, Göğüs Cerrahisi, Jinekolojik Onkoloji, Üroloji, Beyin ve Sinir Cerrahisi, Baş-Boyun Cerrahisi, Ortopedik Onkoloji, Meme ve Onkoplastik Cerrahi alanlarında uygulanmaktadır.
Genel Cerrahi
Meme ve tiroid kanserleri, karaciğer tümörleri, safra kesesi ve safra yolları kanserleri, pankreas ve ana bölge tümörleri, mide, kalın bağırsak ve rektum kanserleri ile yemek borusu tümörlerinin cerrahileri uygulanmaktadır.
Göğüs Cerrahisi
Akciğer ve akciğer zarı kanserleri, göğüs duvarının tümörleri, solunum yolu ve mediyasten tümörleri, akciğer ve diğer organların ileri evre kanserlerinde palyatif yöntemler, akciğer ve solunum yolu tümörlerinde girişimsel işlemler ve stent uygulamaları gerçekleştirilmektedir.
Jinekolojik Onkoloji
Kadın kanserleri olarak da adlandırılan; rahim, rahim ağzı, yumurtalık, tüp, vulva ve dölyolu kanserlerinin cerrahileri yapılmaktadır.
Üroloji
Prostat kanserinin sinir koruyucu yöntemle laparoskopik ve robotik cerrahisi, mesane tümör cerrahisi ve yeni mesane rekonstrüksiyonun kapalı cerrahi uygulamaları, böbrek tümör cerrahileri ve böbrek koruyucu yöntemler, böbrek üstü bezi kanserleri ile testis tümörlerinin cerrahileri uygulanmaktadır.
Beyin Cerrahisi
Çocukluk çağı beyin ve sinir tümörleri, hipofiz tümörleri başta olmak üzere kafa kaidesi tümörlerinde mikrocerrahi ve endoskopik tekniklerle cerrahi girişimler yapılmaktadır. Beynin hassas bölgesine yerleşmiş olan tümörlerin cerrahisinde, ameliyat sonrası oluşabilecek felç riskine karşı nöromonitorizasyon teknolojisinden yararlanılmaktadır.
Baş-boyun Cerrahisi
Gırtlak, yutak, paranazal sinüs ve burun boşluğu tümörleri, bademcik ve tükürük bezi kanserleriyle; ağız boşluğu, ağız tabanı, dil, boğazın en üst kısmı, gerisini boğaza bağlayan alan, boğazın alt kesimi ve altındaki alan, kulak kepçesi ve dış kulak yoluna yerleşen tümörlerin cerrahi tedavileri yapılmaktadır.
Ortopedik Onkoloji Bölümü
Kemiğin kendisinden kaynaklanan tümörler, başka organ tümörlerinin kemik metastazları, iskelet sistemini oluşturan dokuların kötü huylu tümörleri, adale, yağ dokusu, bağ dokusu, damar ve sinirleri kapsayan yumuşak doku tümörleri ile çocukluk ve erişkin çağdaki tüm iskelet sistemi tümör cerrahileri uygulanmaktadır.
Meme ve Onkoplastik Cerrahi
Meme kanserli hastaların yalnızca kanser tanısı nedeniyle değil meme ameliyatları sonrası ortaya çıkan meme kayıplarını ortadan kaldırmak üzere onkolojik ve estetik cerrahinin bir arada olduğu özellikli cerrahiler uygulanmaktadır. Onkolojik ve plastik cerrahi prensiplerinin birleştirilmesiyle uygulanmaya başlayan yöntemlerle, daha önce kanser nedeniyle meme kaybı yaşamış hastalar için konforlu seçenekler sunulmaktadır.
Hangi Durumlarda Kanser Cerrahisi Yapılamaz?
Kanserin cerrahi tedavisi, günümüzde artık tek bir tedavi yöntemi olmaktan çıkmış ve organize bir tedavi sürecinin en önemli parçalarından biri olmuştur. Teknolojinin kanser cerrahisine etkisi ile birlikte, bu alandaki tüm cerrahlar için kanser daha aktif olarak mücadele edilebilir bir hastalık haline gelmiştir. Hem doktor hem de hasta konforuna yönelik gündeme gelen cerrahiler sayesinde, yapılamayan ameliyatlar giderek azalmış ve dokunulmazlığı olan organlara müdahale nispeten kolaylaşmıştır. Bunun en iyi örneği olan pankreas kanserinin cerrahisinde, tümörün yakın çevredeki damarları da tutmasının önüne geçmek için uygulanan yapılan yapay damar ameliyatlarının yanı sıra onkolojideki çok etkili ilaç rejimleriyle, ameliyat edilemez denilen pankreas kanseri ya da karaciğere metastaz yapmış olan vakalarda tümörü önce küçültmek suretiyle, hastalar opere edilmektedir. Kanser cerrahisi, olması gereken şekli ile yaşam kalitesi ve süresini uzatan bir tedavi şeklidir.
Ancak tüm bu gelişmelerin yanında her kanser ameliyat edilebilir özellikte değildir. Ameliyat seçeneği solid organ tümörleri için geçerlidir ve kan kanserlerinde hastaya ameliyat dışı tedavi yöntemler uygulanmaktadır. Bununla birlikte, yine tümörün ameliyatla çıkarılabilir olması için bazı özelliklerde olması gerekir. Tümörün ameliyatla çıkarılamayacağı kadar büyük olduğu durumlar, hastanın genel sağlık durumunu etkileyen uzak organ metastazları, yine ileri yaş nedeniyle ameliyat komplikasyonlarını kaldıramayacak hasta grupları için cerrahi bir seçenek olarak uygulanamayabilir. Böyle durumlarda tümörün küçültülerek ameliyat edilebilir duruma getirilmesi için cerrahi dışı tedaviler tercih edilebileceği gibi cerrahi sonrasında da geride kanser hücresi kalma riskini ortadan kaldırmak için koruyucu olarak yine cerrahiye destek tedavileri gündeme gelmektedir. Mide kanserinin erken evrede yakalanması durumunda, hastaların neredeyse tamamı cerrahi ile hastalıktan kurtulabilmektedir. Ancak ileri evre pankreas kanseri olan ve aynı zamanda bazı kronik hastalıkları da bulunan kişiler için farklı tedavi alternatifleri de öne çıkmaktadır. Bu nedenle doğru tedavi yönteminin uygulanabilmesi için hasta seçiminin doğru yapılması ve tedavinin uygulanma sırasının belirlenmesi önemlidir. Kanser tanısı konulmuş hastaların bir kanser merkezi çatısı altında tedavisinin doğru yönetilmesi, tedavinin sonuçlarını olumlu etkileyecektir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
AĞIZ KANSERİ NEDİR?
Ağız kanseri, ağzın veya dudakların herhangi bir yerinde anormal hücrelerin büyümesidir. Ağız kanserlerinin mümkün olduğu kadar erken aşamada yakalanması tedavi başarı oranı için son derece önemli olurken, bu bölge tümörlerinin tedavisinde cerrahi ön planda olmaktadır. Cerrahi mümkün olduğu kadar geniş, güvenli, cerrahi sınır bırakılarak yapılmalı ve mutlaka operasyon sırasında çıkartılan cerrahi alan patoloji(frozen) ile desteklenmelidir. Bazı vakalarda cerrahiye ek olarak kemoterapi uygulanabilir. Ağız içerisindeki bir kanserin tedavisinde mutlaka boyun diseksiyonu yapılması (sert damak hariç) gerekir.
AĞIZ KANSERİNDE RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Uzun süreli ve yoğun tütün ve tütün ürünleri kullanıcılarında ağız kanseri riski artış gösterir. Nitekim ağız kanseri olan kişilerin yaklaşık yüzde 75’inin tütün kullandığı saptanmıştır. Tütün kullanım miktarı ve süresi arttıkça ağız kanseri riski de artar. Aşırı alkol tüketimi, güneşe çok fazla maruz kalmak, 40 yaşın üzerinde olmak, obez olmak da ağız kanseri riskini artırmaktadır. Baş ve boyun kanserleri öyküsü olan kişilerin, özellikle sigara içmeye ve alkol almaya devam ettikleri takdirde ağız kanserine yakalanma riskleri yükselir. Bunlarla birlikte HPV enfeksiyonu, ultraviyole ışınlar, kötü beslenme, bağışıklık sisteminin zayıflaması, graft-versus-host hastalığı veya fanconi anemisi gibi belirli sağlık sorunlarına sahip olmak ve kötü ağız hijyeni de ağız kanseri riskini artıran faktörlerdendir.
Not: Ağız kanseri olan kişilerin gırtlak yemek borusu veya akciğer kanserine yakalanma olasılığı daha yüksektir.
AĞIZ KANSERİ TÜRLERİ NELERDİR?
Ağız kanseri, kanserin (karsinom) büyümeye başladığı hücre tipine göre kategorize edilir. Skuamöz hücreli karsinom, 10 vakadan 9’unu oluşturan en yaygın ağız kanseri türüdür.
Daha az yaygın olan ağız kanseri türleri şunları içerir:
- Tükürük bezlerinin içinde gelişen kanserler olan adenokarsinom
- Kemik, kıkırdak, kas veya diğer dokulardaki anormalliklerden büyüyen sarkom
- Cilt pigmenti veya rengi (melanositler) üreten hücrelerde kanserin başladığı oral malign melanom. Bunlar, genellikle kanayan çok koyu, benekli şişlikler olarak görünür.
- Genellikle lenf bezlerinde bulunan hücrelerden gelişen lenfoma. (Ağızda da büyüyebilirler.)
Öte yandan ağız kanseri, ‘baş ve boyun kanserleri’ çatısı altında yer alan bir kanser türüdür. Diğer baş ve boyun kanseri türleri arasında şunlar yer alır:
- Gırtlak kanseri
- Nazofarenks kanseri (Boğazın üst kısmını oluşturan burnun arkasındaki alan (yutak)
- Orofarenks kanseri
- Hipofarenks kanseri
- Tiroid bezi kanseri
- Burun ve sinüs tümörleri
- Yemek borusu kanseri
AĞIZ KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Ağız kanseri belirtilerinden herhangi birinin 2 haftadan fazla sürmesi durumunda vakit kaybedilmeden bir doktora başvurmak önemlidir. Ağız kanserinin belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
- İyileşmeyen ağız/dudak yarası
- Ağız içinde yumru veya şişlik
- Ağız içinde beyaz veya kırmızı yamalar
- Ağzın içinde rengi solan ve bu şekilde kalan bir alan
- Yanaklarda yumru veya kalınlaşma
- Uzun süredir iyileşmeyen boğaz ağrısı
- Ses kısılması
- Kötü ağız kokusu
- Çiğneme veya yutma sorunu
- Çeneyi ve dili hareket ettirememe sorunu
- Dilde veya ağzın bir bölümünde uyuşma
- Dişlerin etrafında ve çenede hissedilen ağrı
- Açıklanamayan kilo kaybı
- Sürekli boğaza bir şey takıldığını hissetmek
AĞIZ KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Ağız kanserinde teşhis süreci fiziksel muayene ile başlar. Semptomlar olsun veya olmasın, diş hekimi rutin bir kontrol sırasında ağızda anormal bir doku değişikliğini fark eder, herhangi bir yumru veya kitle hissedebilir.
Lezyonun direkt muayenesi veya küçük bir biyopsi teşhisi koydurabilir. Teşhis konulduktan sonra doktor kanserin ağız boşluğunun ötesine yayılıp yayılmadığını, kanserin boyutunu çeşitli testlerle belirleyecektir. Yapılacak olan testler şunları içerebilir:
- Baş ve boynun MRI taraması
- Lenf düğümlerinde kanseri aramak için göğüs BT taraması
- Vücudun diğer bölgelerinde kanser aramak için Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) taraması
- Doktor, ucunda küçük bir kamera bulunan bir tüpü boğazdan aşağı kaydırarak gırtlak, yemek borusu ve akciğerlere de bakabilir.
AĞIZ KANSERİ TEDAVİSİ NASILDIR?
Ağız kanseri tedavi uygulamaları; hastanın genel sağlık durumu, kanserin başladığı yere ve evresine bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Ağız kanseri için en yaygın tedavi olan cerrahi prosedür, tümörün ve çevresindeki bazı sağlıklı dokunun çıkarılmasını içerir. Kanser hücrelerinin lenf düğümlerine yayıldığı durumlarda cerrah, kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını önlemek için bunları çıkaracaktır. Ağız kanseri tedavisinde en heyecan verici yeni gelişmelerden biri robotik cerrahi kullanımının yaygınlaşmasıdır.
Radyoterapi, bazı küçük tümörler için birincil tedavidir. Radyoterapide kanser hücrelerini öldürmek için yüksek enerjili x-ışınları kullanır. Bazı durumlarda ameliyat olan hastalara, cerrahi sonrasında vücutta mikroskop düzeyinde kalmış olabilecek kanser hücrelerini temizlemesi amacıyla radyoterapi uygulanır. Radyoterapi, kanseri tedavi edemediği durumlarda dahi kanama ve yutma güçlüğü gibi semptomları hafifletebilir.
Doktorlar, ihtiyaç görmeleri halinde cerrahi prosedürden önce tümörleri küçültmek amacıyla kemoterapi uygulayabilirler. Tümörün ameliyat edilemeyecek kadar büyük olduğu durumlarda, kemoterapi ve radyoterapi kanserin sebep olduğu semptomları hafifletebilir.
Kanser daha erken bir aşamada teşhis edilirse (Evre I ve II), iyileşme şansı çok daha yüksektir. Zira bu evrelerdeki tümörler en geniş noktada 4 santimetreden küçüktür ve lenf düğümlerine yayılmamıştır. Bu evrelerdeki kanser hastaları cerrahi prosedür ve radyoterapi ile tedavi edilebilir. Evre III ve IV tümörler daha ileri seviyedir. Bu evrelerde tümörler, daha kapsamlı cerrahi işlemlerin yanı sıra radyoterapi, kemoterapi veya her ikisiyle de tedavi edilirler. Hedefe yönelik ilaç tedavisi de tek başına veya kemoterapi-radyoterapi ile kombinasyon halinde kullanılabilir.
İmmünoterapi de ise bağışıklık sisteminin kanserle savaşmasına yardımcı olan ilaçlar kullanılır. İmmünoterapi standart tedavilere yanıt vermeyen ileri düzey ağız kanseri olan kişilere uygulanabilir.
AĞIZ KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Ağız kanseri riski nasıl azaltılabilir?
Ağız kanserini önlemenin kanıtlanmış bir yöntemi bulunmamakla birlikte aşağıdaki öneriler dikkate alınarak ağız kanserine yakalanma riski azaltılabilir.
Tütün kullanmak bırakılmalı veya tütün kullanmaya başlanmamalı: Tütün kullanımı, ağız kanseri riskini artırmaktadır. Tütün içilmesi ve çiğnenmesi ağızdaki hücreleri kansere neden olabilecek tehlikeli kimyasallara maruz bırakır.
Alkol kullananlar ölçülü olarak tüketmeli: Aşırı alkol tüketimi ağızdaki hücreleri tahriş ederek onları ağız kanserine karşı savunmasız hale getirebilir. Nitekim aşırı alkol tüketiminden kaçınılmalıdır.
Aşırı güneşe maruz kalınmaktan kaçınılmalıdır: Mümkün olduğunca gölgede kalarak dudakları güneşin zararlı ışınlarından korumak için alt katman olarak güneş koruyucu krem kullanılmalıdır. Ağız da dahil olmak üzere yüzün tümünü etkili bir şekilde gölgeleyen geniş kenarlı bir şapka kullanılmalıdır.
Bunlarla birlikte çeşitli meyve ve sebzelerle çok yönlü, sağlıklı bir diyet yapmak da ağız kanseri riskini azaltabilir.
Ağız kanseri için destekleyici bakım nedir?
Destekleyici bakım, ağız kanserinin fiziksel, pratik, duygusal ve ruhsal zorlukların giderilmesine yardımcı olur. Kanserle yaşayan insanların ve sevdiklerinin, özellikle tedavinin ardından ihtiyaçlarını karşılamaya ve yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olacak birçok program ve hizmet mevcuttur.
Ağız kanserinden kurtulma ve tedavi sonrası hayata alışma, tümörün konumuna, kanserin evresine, ameliyat sırasında alınan organ, dokulara, tedavi şekline ve daha birçok faktöre bağlı olarak her birey için farklı bir süreçtir. Tedavi sona ermiş olsa dahi, uzun vadeli yan etkilerle başa çıkmak gibi sorunlar mevcut olabilir. Ağız kanseri tedavisi gören bir kişi aşağıdaki endişelere sahip olabilir.
Benlik saygısı ve beden imajı
Bir kişinin kendisi hakkında nasıl hissettiği özgüven olarak tanımlanır. Beden imajı, bir kişinin kendi bedenini nasıl gördüğüdür. Ağız kanseri ve tedavileri, bir kişinin özgüvenini ve beden imajını etkileyebilir. Bu durumun nedeni genellikle aşağıdaki faktörlerdir:
- Yara izleri
- Cilt değişiklikleri
- Yüz şeklindeki değişiklikler
- Protez kullanmak zorunda olmak
- Konuşma veya yemek yeme zorluğu
- Kilo kaybı
Bu değişikliklerden bazıları geçici olabilirken bazıları uzun süre etkisini sürdürebilir veya kalıcı bir hal alabilir.
Bazı bireyler tedavinin etkileri vücudun dışında görünmese dahi sosyalleşmekten kaçınabilirler. Zira başkalarının onları yargılayacağından çekinebilirler, üzgün ve kızgın bir duygu vurumunu yaşamaktan korkabilirler.
Ağız kanseri ameliyatı sonrası görünüşünüzü etkilenenlerin kendilerine zaman tanıması gerekir. Benzer bir deneyim yaşamış biriyle konuşmak, aile desteği, arkadaşlarıyla sosyalleşmek bireye yardımcı olabilir. Yara izleri için kamuflaj makyajı veya eşarp ve şapka takmak gibi yüzdeki değişikliklere yardımcı olabilecek araçlar da mevcuttur.
Ağız kuruluğu
Ağız kanseri tedavisi sırasında ve sonrasında birçok kişi ağız kuruluğu yaşayacaktır. Radyoterapi veya tükürük bezlerine zarar veren cerrahi prosedür ağız kuruluğuna neden olabilir. Radyoterapiyle birlikte verilen kemoterapi de genellikle ağız kuruluğu şikayetini daha da şiddetlendirebilir. Yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) birçok hastada bu komplikasyonu azaltmaya yardımcı olabilir.
Çiğneme ve yutma güçlüğü
Ağız ameliyatı, özellikle dil ve çene kemiği gibi belirli yapıların çıkarılmasını içeriyorsa bu durum çiğneme ve yutma güçlüğüne neden olabilir. Bazı durumlarda, ağızın içindeki bir yapıyı değiştirmek için rekonstrüksiyon veya diş protezi yaptırmak gerekebilir. Yutkunmayı iyileştirmenin yolları arasında baş duruşunuzu değiştirmek ve çene ve dil için hareket açıklığı egzersizleri yapmak yer alır. Glossektomi kaşığı adı verilen bir beslenme cihazı, dilinin sadece bir kısmına sahip bir kişinin ağzının arkasına yumuşak yiyecekler koymasına izin verir. Bu durum da yutmaya yardımcı olur.
Konuşma sorunları
Dilin, çene kemiklerinin veya damağın büyük kısımlarını çıkarıldığı ameliyat, konuşma problemlerine neden olabilir. Yeniden yapılandırma bu komplikasyonları azaltmaya yardımcı olur, ancak normal işlevi geri yüklemek genellikle zordur. Ağız protezleri, ameliyat sırasında kaybedilen dokuyu telafi edebilir ve konuşmayı geliştirmeye yardımcı olabilir.
Bir konuşma terapisti konuşma problemlerini değerlendirebilir ve bunları yönetmeye yardımcı olabilir.
Tat değişiklikleri
Baş, boyun veya ağza uygulanan radyoterapi tükürük bezlerine ve dildeki tat alma tomurcuklarına zarar verebilir, bu durum da bazı yiyeceklerin tat alma şeklini etkileyebilir. Kemoterapi ilaçları da ağızdaki tat hücrelerini etkileyebilir. Dilin bir kısmını veya tamamını çıkarmak için yapılan ameliyat, tat alma duyusunun azalmasına veya kaybolmasına neden olabilir.
Diş problemleri
Radyoterapi diş problemlerine neden olabilir. Tükürük, dişlerin ve diş etlerinin temizlenmesine yardımcı olur, bu nedenle daha az tükürük salgılandığında çürük ve diş eti hastalığı gelişme riski daha yüksektir. Radyoterapi ayrıca diş minesini de etkileyebilir. Bu durumda diş çürümesi riski de artmış olur.
Tedavi başlamadan önce diş hekimine kontrole gidilebilir. Zira sorunları önlemek için iyi bir ağız bakımı çok önemlidir. Dişlerde çürük oluşumunu engellemek için florür tedavileri uygulanabilir. Tedaviden sonra düzenli olarak diş hekimine kontrole gidilmelidir.
Beslenme sorunları
Çiğneme ve yutma güçlüğü ve iştahsızlık, yetersiz beslenme ve kilo kaybına neden olabilir. İştahı artırmaya ve insanların daha fazla yemesine ve iyi beslenmeye devam etmesine yardımcı olmak için adımlar atılabilir. Besin takviyeleri önerilebilir. Kayıtlı bir diyetisyen, insanların beslenme ve iştahsızlıklarını yönetmesine genellikle yardımcı olabilir.
Azalmış tiroid fonksiyonu (hipotiroidizm)
Ağız kanseri de dahil olmak üzere baş ve boyun kanserleri için radyoterapi uygulanan kişilerin yüzde 30 ila yüzde 40’ında hipotiroidizm geliştirecektir. Hipotiroidinin bazı semptomları aşırı yorgunluk, kuru cilt ve saç, saç dökülmesi, kilo alımı ve soğuğa karşı dayanıksızlığı içerir.
Ağız kanseri tedavisinden sonra hipotiroidizm sorunu olanların günlük ilaç alması gerekebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
BÖBREK KANSERİ NEDİR?
Böbrek kanseri, böbrek hücrelerinin kötü huylu (kanserli) hale geldiği ve kontrolden çıkarak bir tümör oluşturduğu bir hastalıktır. Yani böbrek kanseri böbreklerdeki hücrelerin anormal büyümesinden kaynaklanır. Hemen hemen tüm böbrek kanserleri ilk önce böbrekteki küçük tüplerin (tübüllerin) astarında ortaya çıkar. Bu tür böbrek kanseri, renal hücreli karsinom olarak adlandırılır.
Renal hücreli karsinomlar (RCC’ler), böbrek kanseri vakalarının yaklaşık yüzde 90’ını oluşturur. Diğer böbrek kanseri türleri ise şunlardır:
- Geçiş hücreli karsinom veya böbrek pelvisinin iç yüzeyinde başlayan böbrek pelvis kanseri
- Wilms tümörü (nefroblastoma), 14 yaş ve altı çocuklarda en sık görülen kanser
- Nadir görülen renal sarkom, böbreğin yumuşak dokusunda gelişir.
İYİ HUYLU (BÖBREKTEKİ KANSER DIŞI LEZYONLAR) BÖBREK TÜMÖRLERİ NELERDİR?
İyi huylu böbrek tümörleri, ameliyat veya radyofrekans ablasyon gibi böbrek kanserleri için de kullanılan aynı tedavilerin birçoğu kullanılarak, yok edilerek tedavi edilebilir. Tedavi seçimi, tümörün boyutu ve herhangi bir semptoma neden olup olmadığı, tümör sayısı, tümörlerin her iki böbrekte olup olmadığı ve kişinin genel sağlığı gibi birçok faktöre bağlıdır.
Anjiyomiyolipom
Anjiyomiyolipomlar en sık görülen iyi huylu böbrek tümörüdür. Kadınlarda daha sık görülürler. Genetik bir durum olan tuberosklerozlu kişilerde gelişebilirler.
Bu tümörler, farklı tipte bağ dokularından (kan damarları, düz kaslar ve yağ) oluşur. Herhangi bir belirtiye neden olmuyorlarsa genellikle yakından izlenebilir. Sorun yaratmaya başladığı takdirde (ağrı veya kanama gibi…) tedavi edilmeleri gerekebilir.
Onkositom
Onkositomlar, yaygın olmayan, bazen oldukça büyüyebilen iyi huylu böbrek tümörleridir. Erkeklerde daha sık görülür ve diğer organlara yayılmaz.
BÖBREK KANSERİ NEDENLERİ NELERDİR?
Böbrek kanserleri tüm kanserlerin yaklaşık yüzde 2,5 kadarını oluşturur. Böbrek kanseri erkeklerde kadınlardan iki kat daha yaygın şekilde görülür. Böbrek kanseri riski yaşın ilermesiyle birlikte artar. Nitekim çoğu böbrek kanseri vakası 50 yaşın üzerindeki kişilerde görülür. Böbrek kanserinin nedeni tam olarak bilinmese de aşağıda sıralanan faktörler, böbrek kanserine yakalanma riskini artırabilir.
Sigara içmek: Sigara içen kişilerin, sigara içmeyenlere göre böbrek kanserine yakalanma riski neredeyse iki katıdır. Tüm böbrek kanserleri türlerinin yaklaşık 3’te 1’inin sigarayla ilişkili olduğu düşünülmektedir
Obezite: Obezite böbrek kanserine yol açabilecek bazı hormonlarda değişikliklere neden olabilir.
Yüksek tansiyon: Yüksek tansiyon böbrek kanseri riskini artırabilir.
Böbrek yetmezliği: Böbrek yetmezliği olan kişilerde böbrek kanseri gelişme riski daha yüksektir.
Ailede kanser öyküsü: Ebeveyni, erkek kardeşi veya kız kardeşi (birinci derece akraba) böbrek kanseri olan kişiler yüksek risk altındadır.
Kalıtsal durumlar: Böbrek kanserlerinin yaklaşık yüzde 2-3’ü, von Hippel-Lindau hastalığı, kalıtsal papiller RCC, Birt-Hogg-Dubé sendromu ve Lynch sendromu dahil olmak üzere belirli kalıtsal sendromları olan kişilerde gelişir.
Radyasyona maruz kalma: Daha önce tedavi amacıyla radyasyon tedavisi uygulanmış ya da diğer sebeplerle uzun süreli radyasyona maruz kalmış kişilerde böbrek kanseri gelişme riski artış gösterebilir.
İşyerinde toksik maddelere maruz kalma: Madencilik, çiftçilik, kaynak ve boyamada kullanılan bazı metal yağ gidericiler, arsenik veya kadmiyum gibi kimyasallara düzenli olarak maruz kaldıktan sonra böbrek kanserine yakalanma riski daha yüksek olabilir.
BÖBREK KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Böbrek kanseri erken evrelerinde genellikle hiçbir belirgin veya rahatsız edici belirtiye neden olmaz. Erken evredeki küçük boyutlu tümörler genelde başka bir hastalık nedeniyle yapılan, özellikle karın ultrasonografisi veya tomografisinde şans eseri saptanabilmektedir.
Böbrek tümörü büyüdükçe aşağıda listelenen semptomlar ortaya çıkabilir:
- Bazı durumlarda idrarda kan görülebilir. Diğer durumlarda, genellikle düzenli tıbbi muayenenin bir parçası olarak gerçekleştirilen bir laboratuvar testi olan idrar tahlilinde kan izleri tespit edilir
- Böbrek bölgesinde bir yumru veya kitle
- Özellikle bel bölgesinde çok şiddetli olmayan, geçmeyen ağrılar
Böbrek kanserinde daha az yaygın görülen semptomlar ise şunları içerebilir:
- Yorgunluk
- İştah kaybı
- Kilo kaybı
- Yüksek ateş
Yüksek tansiyon veya kandaki normalden düşük kırmızı hücre sayısı (RBC düşüklüğü) (anemi) de bir böbrek tümörüne işaret edebilir. Bu semptomlar daha seyrek görülür.
Öte yandan tümör kemik, akciğer gibi organlara sıçrama göstermiş ise bu yayılıma bağlı olarak öksürük, kanlı balgam, kemik ağrılarına bağlı semptomlar da görülebilir.
BÖBREK KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Böbrek kanseri genellikle asemptomatik olduğundan yani belirti vermeyebildiği için, tümör çoğunlukla hasta başka bir nedenle tıbbi teste girdiğinde saptanır. Şöyle ki hastanın herhangi bir şikayetinde yapılan ultrason ve bilgisayarlı tomografi incelemelerinde, hiç farkında olmadığı bir böbrek tümörü, hastalık henüz erken evredeyken tespit edilebilir. Örneğin; hasta safra kesesi şikayeti ile doktora başvurup bir dahiliye uzmanı tarafından ultrasona yönlendirildiğinde, ultrason sırasında gelişmekte olan bir böbrek tümörünün yakalama ihtimali oldukça yüksektir.
Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve MRI taramaları genellikle doktorların böbrek kanserini teşhis etmek için ihtiyaç duyduğu tek testtir. Bazen doktorlar, bir tedavi önerisinde bulunmadan önce bir tümör hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç duyarlarsa perkütan biyopsi olarak bilinen yöntemi de uygularlar. Bu işlem sırasında doktor, lokal anestezi kullanarak cildi uyuşturur. Daha sonra dokunun bir kısmını çekmek için küçük bir iğne kullanır.
Doktorlar, tümörün yerini belirlemek ve iğnenin yerleştirilmesi ve geri çekilmesine rehberlik etmek için BT taramalarını veya ultrasonu (bilgisayar monitöründe görüntü oluşturmak için ses dalgalarının kullanılması) kullanabilir. Laboratuvarda hastalıkları inceleyen bir doktor olan bir patolog, kanser belirtileri için doku örneklerini mikroskop altında inceler.
İdrar testleri böbrek kanserini teşhis etmez; ancak doktor, ileri böbrek kanserinin yaygın bir belirtisi olan idrarda kan olup olmadığını görmek isteyebilir. Öte yandan kan testleri, doktorların böbreklerin düzgün çalışıp çalışmadığını belirlemesine yardımcı olur; ancak böbrek kanseri teşhisi için kullanılmaz.
BÖBREK KANSERİ EVRELERİ NELERDİR?
Evreleme, kanserin ne kadar kapsamlı olduğunu belirleme süreci ve teşhisin önemli bir parçasıdır. Zira kanserin hangi evrede olduğuna göre en uygun tedavi seçenekleri belirlenir. Böbrek kanserinin evreleri Evre I’den (en az şiddetli evre) Evre IV’e kadar değişir. Hastaların böbrek kanseri olduğu doğrulandığında, doktor evrelemeyi tartışacaktır.
Evre I (En az şiddetli evre)
Tümör 7 cm veya daha küçüktür ve sadece böbrekte bulunur. Lenf düğümlerine veya uzak organlara yayılmamıştır.
Evre II
Tümör 7 cm’den büyüktür ve sadece böbrekte bulunur. Lenf düğümlerine veya uzak organlara yayılmamıştır.
Evre III
Evre III’de tümör, böbrek dışındaki çevre dokulara uzanım gösterir ve bölgesel lenf düğümlerine de yayılmış olabilir.
Evre IV
Tümör, böbrekleri ve böbreküstü bezlerini sıkıştıran bağ dokusu tabakası olan Gerota fasyasının dışındaki bölgelere yayıldı ve böbreküstü bezine uzanıyor. Kanser çok sayıda lenf noduna ya da, kemikler, karaciğer ya da akciğerler gibi vücudun uzak alanlarına da yayılım gösterir.
BÖBREK KANSERİ TEDAVİSİ NASILDIR?
Böbrek kanseri tedavisindeki seçenekler hastanın genel sağlığıyla birlikte sahip olduğu böbrek kanseri türü, kanserin yayılıp yayılmadığı ve tedavi tercihleri gibi bir dizi faktöre bağlı olabilir. Böbrek kanserlerinin tedavisinde standart yöntem cerrahidir. Cerrahi prosedürün amacı, mümkün olduğunda normal böbrek fonksiyonunu koruyarak kanseri ortadan kaldırmaktır. Kanserin evresi, kitlenin büyüklüğü, kitlenin böbreğin hangi bölgesinde olduğu ve sayısı göz önünde bulundurularak böbreğin tamamı ya da sadece kitle kapalı yöntemle alınır. Şayet kanser böbreğin ötesine yayılmışsa, ek tedaviler önerilebilir.
Etkilenen böbreğin çıkarılması (nefrektomi)
Tam (radikal) bir nefrektomi, tüm böbreğin, sağlıklı doku sınırının ve bazen lenf düğümleri, adrenal bez veya diğer yapılar gibi yakındaki ek dokuların çıkarılmasını içerir.
Cerrah, karın veya yan taraftaki tek bir kesiden (açık nefrektomi) veya karındaki bir dizi küçük kesiden (laparoskopik veya robotik yardımlı laparoskopik nefrektomi) nefrektomi yapabilir.
Tümörün böbrekten çıkarılması (kısmi nefrektomi)
Böbrek koruyucu veya nefron koruyucu cerrahi olarak da adlandırılan bu prosedür erken evre tümörlerinde uygulanan yaygın bir tedavi yöntemidir. Böbrek koruyucu cerrahide mümkün olduğunca böbrek fonksiyonunu korumak ve böbrek hastalığı ve diyaliz ihtiyacı gibi daha sonraki komplikasyon riskini azaltmak amaçlanır.
Kemoterapi ve radyasyon tedavisi gibi cerrahi dışı tedavilerin böbrek kanseri tedavisinde etkinliği düşüktür.
İmmünoterapi ivücudunuzun kendi bağışıklık sistemini güçlendirmek için çalışır. İmmünoterapi, ilerlemiş böbrek kanseri olan kişiler için bir tedavi seçeneğidir. Sitokinler (bağışıklık sistemini aktive eden proteinler) intravenöz veya oral yoldan verilebilir ve kanseri küçültebilir. Ayrıca ileri evre böbrek kanserleri için hedefe yönelik tedaviler de uygulanabilir. Hedefe yönelik tedaviler, belirli molekülleri hedefler. Hedefe yönelik tedavi ilaçları genellikle tablet şeklinde veya damardan verilir. Tirozin kinaz inhibitörleri (TKI’ler) ileri böbrek kanseri olan kişilerde denenmiş ve kemoterapi ilaçlarından daha az yan etkiye neden olduğu saptanmıştır.
Not: Da Vinci Robotik Cerrahi, böbrek tümörü ameliyatlarında hastaya büyük avantajlar sağlamaktadır. Böbreğin kısmen alınması ya da böbrekteki tümörlü kısmın çıkarılması gibi durumlarda karından 4-5 delikle girilerek, tümörlü doku ayrılıp, büyük ameliyat kesisine gerek kalmadan, onkolojik ve cerrahi prensiplerden taviz verilmeden sorun giderilmektedir.
BÖBREK KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Böbrek kanseri tedavisinde uygulanabilen embolizasyon nedir?
Cerrah bir kateter yerleştirir ve sentetik bir materyali kan damarına geçirir. Bu malzeme, tümörü oksijen ve besin maddelerinden mahrum bırakan ve büzülmesine neden olan böbreğe giden kan akışını bloke eder.
Böbrek kanserine yakalanma önlenebilir mi?
Böbrek kanserinin nedenleri tam olarak bilinmediğinden hastalığın yüzde yüz önlenmesi mümkün değildir; ancak sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürmek, sağlıklı bir diyet ve düzenli egzersiz kombinasyonu, böbrek kanseri için önemli bir risk faktörü olan obezite hastalığını önlemeye yardımcı olacaktır.
Böbrek kanseri ölümcül mü?
Böbrek kanseri sürecinde iyileşme durumu kanserin bulunduğu evreye göre değişiklik gösterir. Böbrek kanseri vakalarının ortalama yaşam süreleri kanserin evrelerine göre belirleniyor olsa da bu durum kişiden kişiye farklılaşabilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
DİL KANSERİ NEDİR?
Dil kanseri yaşamı tehdit eden ciddi bir ağız boşluğu kanseri türüdür. Dil, ağız boşluğu kanserlerinin dudaktan sonra en sık görüldüğü bölgedir.
DİL KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Dil kanserinin belirtileri diğer ağız kanserleri türündekilere benzer. Gelişim aşamasına bağlı olarak, dil kanserinin en yaygın semptomu ağız boşluğunda iyileşmeyen bir yaradır. Ağız kanseri veya dil kanserinin bazı semptomları başka tıbbi durumlara da atfedilebilir, bu nedenle ilgili semptomlar iki haftadan uzun sürerse, kapsamlı bir klinik muayene yaptırmak, laboratuvar testlerinden geçmek ve kesin bir sonuç almak için doktora başvurmak gereklidir.
Dil kanserinin semptomları genellikle ağrısızdır ve hastalığa özgü değildir. Spesifik olmayan ve genellikle ağrısız semptomlardan dolayı, dil kanseri ve diğer ağız kanseri türleri genellikle erken evrede tespit edilemez. Görülme ve hissedilme olasılığının hipofaringeal dil kanserine göre daha yüksek olduğu (ağız dili kanseri) dil kanserinin belirtileri şunları içerir:
- Dilin yan yüzeylerinde grimsi-pembemsi bir kitle veya yara
- Dil ağrısı
- Boğaz ağrısı
- Yutma veya çiğneme güçlüğü
- Dili hareket ettirmede güçlük
Dil kökünde gelişen kanser genellikle ileri bir aşamadayken, tümör daha büyük olduğunda ve kanser boyundaki lenf düğümlerine yayıldığında teşhis edilir.
Dil kökünde meydana gelen kanserin neden olduğu bazı belirtiler şu şekildedir:
- Boğaz ağrısı
- Yutma güçlüğü
- Boğazda bir yumru varmış gibi hissedilmesi
- Sesteki değişiklikler
- Kulak ağrısı
Bu semptomlardan herhangi birinden şikayet eden kişilerin, bir kulak burun boğaz uzmanı tarafından değerlendirilmesi önemlidir. Zira çoğu kanser türünde olduğu gibi erken teşhis dil kanseri tedavisinin başarısı için çok önemlidir.
DİL KANSERİ İÇİN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Dil kanserinin gelişmesi için en önemli iki risk faktörü tütün kullanımı ve alkol tüketimidir. Erkeklerin dil kanserine yakalanma olasılığı da kadınlardan iki kat daha fazladır. Genç insanlarda dil kanseri nadiren görülürken 40 yaş ve üstü kişilerde görülme olasılığı daha yüksektir.
Dil kanseri için risk faktörleri özetle şunlardır:
- Sigara içmek veya diğer tütün türlerini kullanmak (çiğneme vb.)
- Alkol tüketimi
- HPV-16 ve 18: İnsan Papilloma virüsü
- Asbest maruziyeti
- Kötü beslenmeye bağlı faktörler
- Genetik yatkınlık
- Kötü ağız hijyeni ve uzun süreli tahriş
DİL KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Biyopsi, dil kanserinin teşhisinde ilk adımdır. Biyopsi sırasında, dilin kanserden şüphelenilen kısmından az miktarda doku alınır. Doku, onu mikroskop altında inceleyen ve tanı koymaya yardımcı olan bir patoloğa gönderilir. Şüpheli kanser bölgesinden alınan bir doku örneğinin bir patolog tarafından incelenmesi, teşhisin anahtarıdır. Dil kanserlerinde tanı koyulmasının ardından ultrason, bilgisayarlı tomografi, MR gibi radyolojik tetkikler kullanılarak tümörün boyutu, evresi, yayılımı ve diğer organlarla ilişkisi değerlendirilir. Bu şekilde uygulanacak tedavi yöntemine karar verilmektedir.
Teşhis anındaki kanser aşaması(evresi), tedavi seçeneklerini belirler ve hayatta kalma süresi üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Dil kanseri ne kadar erken teşhis edilirse kişinin teşhis konulduktan beş yıl sonra hayatta kalma şansı o kadar yüksek olur.
DİL KANSERİ TÜRLERİ NELERDİR?
En yaygın dil kanseri türü skuamöz hücreli karsinomdur (SCC). Yassı hücreler, ağız, burun, gırtlak, tiroid ve boğazın içini örten düz, cilde benzer hücrelerdir. Skuamöz hücreli karsinom, bu hücrelerde başlayan kanserin adıdır.
DİL KANSERİNİN EVRELERİ NELERDİR?
Kanserin evresi tümörün ne kadar büyük olduğunu ve yayılıp yayılmadığını belirtmiş olur. Kanserin vücuttaki evresini belirten sınıflama TNM sınıflamasıdır. Buna göre;
T; tümörün kaynaklandığı yerdeki boyutu,
N; baş boyun bölgesindeki tümörler için boyun lenf bezelerine metastaz yapmış (sıçramış) olan tümörün boyutu ve durumu,
M; boynun ötesinde, uzak organlarda çoğu kez kan yoluyla metastaz varlığını gösterir.
Özetle kanserin evresi aşağıdaki faktörlere bağlıdır:
- Kanserin yerel dokularda ne kadar büyüdüğü
- Yakındaki lenf bezlerine yayılıp yayılmadığı
- Vücudun başka bir yerine yayılıp yayılmadığı
DİL KANSERİNDE TEDAVİ YÖNTEMLERİ NASILDIR?
Dil kanseri için tedavi seçenekleri; hastanın genel sağlık durumu, tümörün türüne ve evresine bağlı olarak değişir. Erken teşhis, dil kanserlerinde sağ kalım ve hayat konforu açısından çok önemlidir.
Cerrahi prosedür
Küçük dil kanserleri için, tümörün cerrahi olarak çıkarılması genellikle gereken tek tedavi şeklidir. Bununla birlikte tümörün evresi ve radyolojik inceleme sonuçlarına göre boyun diseksiyonu, etkilenen veya etkilenme olasılığı yüksek olan boyun lenf düğümlerinin cerrahi olarak çıkarılması gerekebilir.
Radyoterapi
Radyoterapi genellikle kemoterapi ile birlikte veya ameliyattan önce/sonra kanser hücrelerinin çoğalmasını durdurmak için kullanılır.
Yoğunluk Ayarlı Radyasyon Tedavisi(IMRT) gelişmiş bir bilgisayar sistemi aracılığıyla tümörü tedavi etmek için gereken doğru radyasyon dozunu hesaplayabilir. Bu durum tümörü çevreleyen normal dokuya aşırı radyasyon maruziyetini en aza indirir, radyoterapiye bağlı oluşabilecek olan yan etkilerin miktarını sınırlayarak en etkili radyoterapi uygulanmasını sağlamış olur.
Kemoterapi
Kemoterapi, cerrahi ve/veya radyasyon gibi diğer tedavi seçenekleriyle birlikte kullanılır. Kemoterapinin amacı kanserli tümörün büyümesini kontrol etmeye yardımcı olmaktır. Radyasyonla birleştirildiğinde kemoradyasyon olarak adlandırılır. Hastalığın semptomlarını kontrol etmek için tek başına uygulandığında palyatif tedavi olarak da adlandırılır. Kemoterapi, kanserin tekrarlama riskini azaltmak için ameliyattan sonra da uygulanabilir.
Cerrahi prosedür, radyoterapi ve kemoterapi uygulamalarının ardından dil kanseri hastalarının yaşam kalitelerini artırmak amacıyla diyet ve konuşma, yutkunma, fiziksel ve mesleki rehabilitasyon terapileri uygulanabilmektedir.
DİL KANSERİNİ ÖNLEMEK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Dil kanserini önlemenin kanıtlanmış bir yöntemi bulunmamakla birlikte aşağıdaki öneriler dikkate alınarak dil kanserine yakalanma riski azaltılabilir.
- Sigara içilmemeli veya tütün ürünleri kullanılmamalıdır. Sigara içenlerin ve/veya tütün ürünleri kullananların bu alışkanları terk etmeleri için gerektiği takdirde profesyonel yardım almalıdır.
- Alkol tüketiminden kaçınılmalıdır.
- Kontroller ve kanser tarama muayeneleri için düzenli olarak doktora görünmek gereklidir.
- Ağız hijyenine dikkat edilmelidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
KARACİĞER KANSERİ NEDİR?
Karaciğerin kendi hücresinden kaynaklanan kötü huylu (habis) tümörlere primer (birincil) karaciğer kanseri adı verilmektedir. Karaciğerin kendi hücrelerinden çıktığı için hepatosellüler (karaciğer hücreli) karsinom adı ile anılır. Sık görülen ve hayati riske neden olan tümör türlerinden biridir. Ek olarak hepatositlerden kaynaklanmayan karaciğer tümörleri bulunmaktadır. Kolanjiosellüler karsinom (safra yollarından kaynaklı) tümörlerdir. Bununla birlikte anjiosarkom yani damarsal yapılardan kaynaklı karaciğer tümörleri vardır. Kişinin karaciğeri sağlıklıysa, bu kanser türüne yakalanma riski çok düşüktür. Özellikle karaciğer hastalığı olanlar, karaciğeri yapısal bozukluğa uğrayan bireyler (siroz ya da siroz zemini olanlar) karaciğer kanseri riski altındadır. Karaciğer kanseri dünyada en sık görülen kanserlerden biridir. Hayati riske neden olduğundan erken teşhis edilmesi gereken bir hastalık türüdür. Bu hastalığın erken teşhisi çok önemlidir. Esas tedavi kanserli dokunun çıkarılmasıdır. Karaciğer hasta olduğu ve fonksiyon olarak kişinin kendisine ancak yettiği için, karaciğerde sadece tümörlü bölümün çıkarılması oldukça zordur. Karaciğer nakli karaciğer kanseri hastaları için önemli bir tedavi yöntemi olarak öne çıkmaktadır.
KARACİĞER KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Karaciğer kanserinin erken dönemde çok özgün bir bulgusu yoktur. O nedenle de tanı konduğunda kanser genellikle büyük boyutlara ulaşmış olarak bulunur. Sıklıkla, kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, sarılık, karında sıvı toplanması gibi bulgular görülür. Bazen karın sağ üst tarafında ağrı dolgunluk hissi olabilir. Kanserin zemininde genellikle kronik bir karaciğer rahatsızlığı (örneğin: siroz) bulunduğundan ve bu hastalıklar da genellikle benzer bulgular verdiğinden olay karışabilir. Karaciğer kanserleri, dünyada görülen kanser türlerinde 6. sırada yer alsa da, ülkemizde siroz ile ilgili hastalıklar fazla olduğu için daha sık olduğunu söylenebilir. Bu nedenle kronik hepatit ve erken evre sirozlu hastalar tümör gelişme riskine karşı 6 ay-1 yıllık periyotlarla radyolojik olarak ultrason ve gerekirse MR, BT gibi yöntemlerle ile takip edilmelidir.
KARACİĞER KANSERİ NEDEN OLUR?
Karaciğer nedenleri şu şekilde sıralanabilir:
- Hepatit B virüsü enfeksiyonları,
- Hepatit C ve
- Hepatit D virüsü enfeksiyonları,
- Aflatoksin (aspergillus flavus zehiri),
- Siroz,
- Genetik konjenital metabolik hastalıklar,
- Hemokromatozis,
- Wilson hastalığı,
- Glikojen depo hastalığı,
- Kimyasallar (Nitritler, hidrokarbonlar, solventler) karaciğer kanseri nedenlerindendir.
Vücudun fabrikası olan karaciğer; tüm sistemleri etkileyen bir merkez, kan deposu ve savunma sisteminin bir parçasıdır. Karaciğer kanseri için en fazla riski taşıyan grup ise hepatitli kişilerdir. Karaciğer kanseri erken dönemde belirti vermediği için erken tanı ihtimali düşüktür. Bu kanserlerin yüzde 80’i daha çok siroz olan kişilerde gelişmektedir, bu nedenle hastalar yakından takip edilmelidir. Risk altında olmayan bireylere göre Hepatit B ve C hastası kişilerin karaciğer kanseri olma riski 200 kat daha fazladır. Hepatit B, aşılanma ile önlenebilir. Hepatit C için geliştirilen tedaviler de oldukça olumlu sonuçlar vermektedir. Siroz, karaciğer hücrelerinin alkol, hepatit, bağışıklık sistemi ile ilgili nedenler vb. hasar görmesi sonucu oluşan bir hastalıktır. Siroz hastalarının %5’inde karaciğer kanserine yakalanma riski vardır. Obezite de karaciğer yağlanması ve sirozu tetikleyebildiği için önemli riskler arasında yer almaktadır.
KARACİĞER KANSERİ TEŞHİSİ NASIL KONULUR?
Karaciğer kanseri bazı vakalarda ileri bir aşamaya gelene kadar herhangi bir belirti vermeyebilir. Kanser ilerledikçe nedensiz kilo kaybı, karnın sürekli şiş olması, sıvı birikimi, iştah kaybı ve sürekli halsizlik, sarılık gibi belirtiler ortaya çıkmaya başlayabilir. Bu tür şikayetler yaşayan kişilerin en kısa sürede doktora başvurması gerekmektedir. Günümüzde karaciğerdeki her türlü gelişimi, görüntüleme yöntemleri aracılığı ile saptamak mümkündür. Özellikle risk altındaki hastalar en ucuz ve kolay uygulanabilen yöntem olan ultrasonografi ile takibe alınmalıdır. Bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans görüntüleme (MR), anjiyografi başvurulacak diğer yöntemlerdir. Bazen tanıyı kuvvetlendirmek için bu görüntüleme yöntemlerinden birkaçı bir arada kullanılabilir. Kanda, bir tümör belirteci (marker) olan alfa feto protein (AFP) tayini yapılabilir. Bu testin yüksek çıkması kanser açısından anlamlıdır. Ancak kanser olduğu bilinenlerde bile normal çıkabildiği unutulmamalıdır. Normal çıkması tümör olmadığı anlamına gelmez. Tanı için bazı vakalarda karaciğerden iğne biyopsisi yapılabilir. Ancak bu, sık başvurulması gereken bir yöntem değildir. Biyopsi yapılıp yapılmamasına bu konularda deneyimli, karaciğer hastalığı ile ilgilenen hekimler yani gastroenteroloji uzmanları ve/veya cerrahlar karar vermelidir.
KARACİĞER KANSERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Tedavi edilemeyen karaciğer kanserinin sonuçları olumsuz tablolara neden olmaktadır. Bu vakalarda beklenen yaşam süresi 6-9 ay kadardır. En etkili yöntem tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Cerrahi tedavi yapılabilmesi ise tümörün evresine ve etrafa yayılım olup olmamasına, hastada bir karaciğer hastalığı var ise bunun derecesine bağlıdır. Karaciğer dışına yayılmış bir karaciğer kanserinde cerrahinin yeri yoktur. Cerrahinin başarısı tümörün çapı ile de alakalıdır. Çapı <5cm olanlarda cerrahi sonrası sağ kalım, tümörü >5cm olanlara kıyasla çok daha iyidir. İdeal şartlarda (<5cm, tek, yayılımı yok) yapılan cerrahi çıkarımlardan sonra beklenen 5 yıllık sağ kalım %60 civarındadır. Cerrahi uygulanamayan vakalarda Girişimsel Radyoloji Uzmanı tarafından radyoembolizasyon, kemoembolizasyon, kemoterapi, alkol enjeksiyonu, radyofrekans ablasyonu gibi yöntemler uygulanabilir. Uygun vakalarda bunlar cerrahi ile birlikte de kullanılabilir. Cerrahide dikkat edilmesi gereken, geriye kalacak karaciğerin hastanın yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmesine yetecek nitelikte ve boyutta olmasıdır. Karaciğerde yer alan tümörün cerrahi olarak çıkarılması uygun değilse, karaciğer nakli ile tedavi sağlanabilir. Hastayı karaciğer nakline götüren birçok sebep bulunmaktadır. Karaciğer tümörleri de bunlardan biridir. Tümör uygun kriterlere sahipse sonuçları açısından en ideal tedavi, karaciğer naklidir. Karaciğer nakli ile potansiyel olarak tümör gelişme riski olan hastalıklı karaciğer tamamen çıkarılır. Yerine sağlıklı karaciğer nakledilir. Nakil yapılan hastalarda tümörün yeniden çıkma riski, daha azdır.
KARACİĞER KANSERİ HAKKINDA SIKÇA SORULAN SORULAR
Karaciğer kanserinin ilk belirtileri nelerdir?
Karaciğer kanserinin erken dönemde çok özgün bir bulgusu yoktur. O nedenle de tanı konduğunda kanser genellikle büyük boyutlara ulaşmış olarak bulunur. Sıklıkla, kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, sarılık, karında sıvı toplanması gibi bulgular görülür.
Karaciğer kanseri geçer mi?
Tedavi edilemeyen karaciğer kanserinin sonuçları olumsuz tablolara neden olmaktadır. Bu vakalarda beklenen yaşam süresi 6-9 ay kadardır. En etkili yöntem tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Cerrahi tedavi yapılabilmesi ise tümörün evresine ve etrafa yayılım olup olmamasına, hastada bir karaciğer hastalığı var ise bunun derecesine bağlıdır. Karaciğer dışına yayılmış bir karaciğer kanserinde cerrahinin yeri yoktur. Cerrahinin başarısı tümörün çapı ile de alakalıdır. Çapı <5cm olanlarda cerrahi sonrası sağ kalım, tümörü >5cm olanlara kıyasla çok daha iyidir. İdeal şartlarda (<5cm, tek, yayılımı yok) yapılan cerrahi çıkarımlardan sonra beklenen 5 yıllık sağ kalım %60 civarındadır. Cerrahi uygulanamayan vakalarda Girişimsel Radyoloji Uzmanı tarafından radyoembolizasyon, kemoembolizasyon, kemoterapi, alkol enjeksiyonu, radyofrekans ablasyonu gibi yöntemler uygulanabilir. Uygun vakalarda bunlar cerrahi ile birlikte de kullanılabilir. Cerrahide dikkat edilmesi gereken, geriye kalacak karaciğerin hastanın yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmesine yetecek nitelikte ve boyutta olmasıdır. Karaciğerde yer alan tümörün cerrahi olarak çıkarılması uygun değilse, karaciğer nakli ile tedavi sağlanabilir. Hastayı karaciğer nakline götüren birçok sebep bulunmaktadır. Karaciğer tümörleri de bunlardan biridir. Tümör uygun kriterlere sahipse sonuçları açısından en ideal tedavi, karaciğer naklidir. Karaciğer nakli ile potansiyel olarak tümör gelişme riski olan hastalıklı karaciğer tamamen çıkarılır. Yerine sağlıklı karaciğer nakledilir. Nakil yapılan hastalarda tümörün yeniden çıkma riski, daha azdır.
Karaciğer kanseri nasıl belli olur?
Karaciğer kanserinin erken dönemde çok özgün bir bulgusu yoktur. O nedenle de tanı konduğunda kanser genellikle büyük boyutlara ulaşmış olarak bulunur. Sıklıkla, kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, sarılık, karında sıvı toplanması gibi bulgular görülür. Bazen karın sağ üst tarafında ağrı dolgunluk hissi olabilir. Kanserin zemininde genellikle kronik bir karaciğer rahatsızlığı (örneğin: siroz) bulunduğundan ve bu hastalıklar da genellikle benzer bulgular verdiğinden olay karışabilir. Karaciğer kanserleri, dünyada görülen kanser türlerinde 6. sırada yer alsa da, ülkemizde siroz ile ilgili hastalıklar fazla olduğu için daha sık olduğunu söylenebilir. Bu nedenle kronik hepatit ve erken evre sirozlu hastalar tümör gelişme riskine karşı 6 ay-1 yıllık periyotlarla radyolojik olarak ultrason ve gerekirse MR, BT gibi yöntemlerle ile takip edilmelidir.
Karaciğer kanseri nerede ağrı yapar?
Sıklıkla, kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, sarılık, karında sıvı toplanması gibi bulgular görülür. Bazen karın sağ üst tarafında ağrı dolgunluk hissi olabilir.
Karaciğer kanseri kimlerde görülür?
Hepatit B ve Hepatit C’li veya sirozlu hastalarda gelişen karaciğer tümörleri, genellikle erken dönemde belirti vermeyebilir. Ülkemizde Hepatit B ve Hepatit C sık görülen hastalıkların başında gelmektedir. Hepatit virüsünün varlığı, karaciğer kanseri gelişimi için de önemli bir risk faktörüdür.
Karaciğer kanseri hangi yaşlarda görülür?
Karaciğer kanseri tanı yaşı ortalama 62’dir. Karaciğer kanseri tanısı konan hastaların %90’ından fazlası 45 yaşın üzerindeyken, %3’ü 35-44 yaşları arasında ve %3’den azı ise 35 yaşından gençtir.
Karaciğer kanseri kaç evre?
Karaciğer kanserinin tedavi planlaması için öncelikle evrelendirilmesi yapılmalıdır. Karaciğer kanserleri genel olarak 4 evreye ayrılmaktadır:
Evre 1: Karaciğer kanserinde tümör dokusu karaciğer içerisinde bulunur ve diğer başka bir organ ya da yapıyı etkisi altına almamıştır.
Evre 2: Karaciğer kanserinde küçük tümöral oluşumlar karaciğer dokusu içerisinde yer alır veya bir kötü huylu tümör dokusu kan damarlarına ulaşmış olarak tespit edilir.
Evre 3: Karaciğer kanserinde birden fazla sayıda büyük tümör karaciğer dokusunu etkisi altına almıştır veya bir büyük tümör büyük bir damarı etkisi altına almış olarak tespit edilir.
Evre 4: Karaciğer kanserinde ise karaciğer kanseri artık metastaz yapmış ve vücudun diğer bölümlerine yayılmıştır.
Karaciğer kanseri ne iyi gelir?
Karaciğer kanserine ne iyi gelir? Sorusu kullanıcılar tarafından sıkça sorulmaktadır. Karaciğer kanseri tedavisinde destek ürünlerin ya da herhangi bir yiyecek/içeceğin yeri bulunmamaktadır. Doktora sormadan asla faydalı olduğu söylenen herhangi bir ürün kullanılmamalıdır.
Karaciğerde kitle neye işaret eder?
Karaciğerde görülen kitle, tümör olarak da adlandırılmaktadır. Bu kitleler genel olarak organın kendi dokusundan çıkmakta olan iyi veya kötü huylu tümörlerdir. Öte yandan farklı bir hastalık sonucu karaciğere sıçrayan iyi huylu kitleler de görülebilmektedir.
Karaciğerde kitle tehlikeli midir?
Karaciğer kitlelerinin çoğunu iyi huylu tümörler oluşturmaktadır. Kötü huylu tümörlerin büyük çoğunluğunu diğer organlardan karaciğere sıçrayan metastazlar oluştursa da karaciğerin kendi dokusunda oluşan kitleler de sıkça görülmektedir.
Karaciğerde kitle ağrı yapar mı?
Karaciğer kanseri erken dönemde bir bulgu vermeyebilir. Kitle çapı büyüdükçe karnın sağ tarafında yaygın bir ağrı ortaya çıkmaktadır. İleri evredeyse şiddetli karın ağrısına kilo kaybı ve karında şişlik eşlik etmektedir.
Karaciğerde iyi huylu kitle nedir?
Karaciğerin en sık görülen iyi huylu tümörleri hemanjiyom, adenom ve fokal nodüler hiperplazidir. Hemanjiyomlar karaciğerin en sık görülen iyi huylu tümörleridir. Kanserleşme riskleri yoktur, yırtılarak (ruptüre olma) kanama riskleri de düşüktür. Bu nedenle hastalar genellikle seri görüntüleme tetkikleriyle izlenmektedir.
Karaciğerde kitle tedavisi nasıl olur?
En etkili yöntem tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Cerrahi tedavi yapılabilmesi ise tümörün evresine ve etrafa yayılım olup olmamasına, hastada bir karaciğer hastalığı var ise bunun derecesine bağlıdır. Karaciğer dışına yayılmış bir karaciğer kanserinde cerrahinin yeri yoktur. Cerrahinin başarısı tümörün çapı ile de alakalıdır. Karaciğerde yer alan tümörün cerrahi olarak çıkarılması uygun değilse, karaciğer nakli ile tedavi sağlanabilir. Hastayı karaciğer nakline götüren birçok sebep bulunmaktadır. Karaciğer tümörleri de bunlardan biridir.
Karaciğer kistin iyi huylu olduğu nasıl anlaşılır?
Karaciğer kistleri genellikle şikayete yol açmaz ve birçoğu iyi huyludur. Belirti göstermeyen kistler çoğunlukla küçük kistlerdir. Ancak kist büyüdükçe karın bölgesinde birtakım şikayetler meydana gelebilir.
Karaciğer kist kaç cm tehlikelidir?
Çapı <5cm olanlarda cerrahi sonrası sağ kalım, tümörü >5cm olanlara kıyasla çok daha iyidir. İdeal şartlarda (<5cm, tek, yayılımı yok) yapılan cerrahi çıkarımlardan sonra beklenen 5 yıllık sağ kalım %60 civarındadır.
Karaciğer kitle ameliyatı ne kadar sürer?
Kitlenin büyüklüğü, bulunduğu alan metastaz olup olmamasına bağlı olarak değişmekle birlikte tahmini olarak 1-2 saat civarında sürmektedir.
Karaciğer kanseri nasıl önlenir?
Karaciğer kanserini engellemek için hepatit virüslerinden korunmak gerekir. Hepatit B virüsüne karşı aşılanma geç olmadan sağlanmalıdır. Siroza ve uzun dönemde karaciğer kanserine neden olabileceği için aşırı alkol tüketiminden de uzak durmak gerekir. Sağlıklı beslenme ile obezite ve diyabet riski düşürülerek beraberinde oluşabilecek karaciğer yağlanması, siroz ve karaciğer kanseri riski de azaltılmış olacaktır.
Karaciğer kanseri tedavilerinde girişimsel radyoloji uygulamalarının önemi nedir?
Kanser tedavisinde girişimsel radyolojik uygulamaların çeşitleri ve bunların etkinliği son yıllarda gelişen teknolojiyle beraber giderek artmaktadır. Bu tedavilerin başında; ciltten görüntüleme kılavuzluğunda tümörün içine yerleştirilen bir iğne ile tümörü yakma olarak tanımlanabilecek olan radyofrekans (RF) ve mikrodalga (MW) ablasyon tedavileri, kan damarlarından anjiyografik tekniklerle tümöre ulaşarak hem tümörün beslenmesini kesecek şekilde damarları tıkayan hem de aynı zamanda tahrip etmek için yüksek doz kemoterapötik veya radyoaktif izotop yüklü ilaçların verildiği kemoembolizasyon ile radyoembolizasyon (Yitrium 90-Y-90) tedavileri gelmektedir. Erken evre küçük tümörlerde tam tedavi sağlayabilen bu yöntemler, ileri evrede olması nedeniyle diğer tedavilerin uygulanamadığı hastalarda ise tümörün yayılmasını yavaşlatmak, durdurmak ya da tümörü küçültmek amacıyla kullanılabilir.
Karaciğer kanseri tedavisinde Yitrium 90 tedavisi, diğerlerinden hangi özellikleriyle ayrılıyor?
Radyoembolizasyon ya da selektif internal radyoterapi (SIRT) olarak da bilinen bu tedavi yöntemi, temel olarak karaciğerdeki bir tümöre atardamarlar yoluyla ulaşılıp, dışarıdan verilemeyecek kadar yüksek doz radyasyonun, mikroküreciklere yüklü Yitrium 90 radyoizotopu enjekte edilerek verilmesi, bu sayede de tümörün canlılığının ortadan kaldırılması esasına dayanmaktadır. Yittrium 90 tedavisi iki basamakta uygulanmaktadır. Birinci basamakta hastanın karaciğer atardamarlarının ayrıntılı olarak belirlenmesi, mide-bağırsak sistemi ile bağlantılı damarları varsa bunların tıkanması sağlanır. Ardından asıl Y90 radyoaktif ilacı taklit eden bir test ilacı karaciğer içine verilerek, esas tedavinin test edildiği hazırlık anjiyografisi tamamlanır. Hazırlık anjiyosu için hastanın hastanede yatmasına gerek olmamaktadır. İşlem sonucu karaciğer damar yapısının bu tedaviye uygun olduğunun anlaşılması halinde, hastaya uygun tedavi dozu nükleer tıp doktoru tarafından hesaplanarak esas tedavi günü belirlenir. Genellikle hazırlık anjiyosundan yaklaşık 7-10 gün sonra ikinci basamak işlemde tedavi karaciğer içine, yine anjiyografik yolla verilir.
Karaciğer kanserinde Yittrium-90 tedavisi için kimler uygun?
Tedaviye uygun hasta grubunu mevcut tümöral hastalığı karaciğer ile sınırlı olan, karaciğerin dışında önemli bir tümör odağı bulunmayan hastalar oluşturur. Bunun dışında yapılan hazırlık anjiyosunda da hastanın tedaviye uygunluğu değerlendirilir.
Karaciğer metastazlarının tedavisi mümkün müdür?
Karaciğer metastazlarının tedavisi, yayılımın nereden olduğuna (hangi organın kanserine ait), olayın yaygınlığına (karaciğerde kaç metastaz var), metastazların karaciğerdeki yerine, karaciğer dışında başka bir yerde de yayılım olup olmadığına bağlıdır. Özellikle lenfomalar bazı kemoterapi kombinasyonları ile tedavi edilebilirler. Meme ve akciğer kanserleri kemoterapiden kısmen fayda görürler. Karaciğer metastazlarının tedavisi açısından kalın bağırsak (kolorektal) kanseri metastazlarını ayrı tutmak gerekir. Kolorektal kanserler sıklıkla karaciğere metastaz yaparlar ve bunlarda karaciğerdeki metastazların da cerrahi olarak çıkarılması tedavi açısından çok önemlidir.
Karaciğer metastazı ne demektir?
Vücudun herhangi bir yerindeki kanserin çıktığı yerden (organdan) başka bir yere yayılmasına o kanserin metastaz yapması denilmektedir. Bu metastazların karaciğerde gözükmesi ise karaciğer metastazı diye anılır.
Karaciğerde metastaz sık görülen bir durum mudur?
Evet. Karaciğer kanı filtre eden büyük bir organdır. Bu nedenle, kan dolaşımına karışan kanser hücreleri bu organda takılır kalır ve büyümeye devam eder. Özellikle sindirim sisteminden (bağırsaklar) gelen kanın ilk önce karaciğerden geçmesi nedeniyle buralara ait kanserlerin karaciğer metastazları sık görülür. Kalın bağırsak, mide, pankreas, safra yolları, ince bağırsak gibi organlara ait kanserlerde karaciğere metastaz sıktır. Ayrıca, meme kanseri, akciğer kanseri ve lenfomalara ait metastazlar da sık görülür.
Metastatik karaciğer kanseri yaşam süresi nedir?
Hastadan hastaya, hastanın tedavi şekline ve pek çok parametreye göre bu süre değişkenlik gösterir.
Karaciğer kanseri bitkisel tedavi ile çözülebilen bir sorun mu?
Karaciğer kanseri tedavisinde bitkisel çözümlerin yeri bulunmamaktadır. Doktora sormadan asla bitkisel tedaviye yönelmemek gerekmektedir.
Karaciğer kanseri gelişimi açısından risk faktörleri nelerdir?
- Hepatit B virüsü enfeksiyonları
- Hepatit C virüsü enfeksiyonları
- Hepatit D virüsü enfeksiyonları
- Aflatoksin (aspergillus flavus zehri)
- Sirozlar
- Genetik, konjenital, metabolik hastalıklar
- Hemakromatozis, Wilson, Glikojen depo hastalığı
- Kimyasallar; Nitritler, hidrokarbonlar, solventler
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
KOLON (KALIN BAĞIRSAK) KANSERİ NEDİR?
Halk arasında “kalın bağırsak” olarak bilinen ve sindirim sisteminin en son kısmında yer alan bölgede gelişen bir hastalık olan kolon kanseri, yaşamı boyunca her 20 kişiden 1’inde görülmektedir.
Kolon ve rektum, sindirim sisteminin birer parçasıdır. Kalın bağırsak, ince bağırsaktan sonra gelen organlardır ve ortalama 1,5 m uzunluğundadır. Ters dönmüş U harfi şeklinde karnın sağ alt tarafından kör bağırsak ile başlar, yukarı çıkar ve karaciğer altından dönüş yaparak karnı yatay geçer. Sol üst köşede yerleşen dalağın altına gelir ve yine bir dönüş yaparak sol taraftan aşağı doğru yönelerek rektumla birleşir. Rektum, ortalama 15 cm uzunluğunda ve kalın bağırsağın genişlemesi sonucu oluşan sindirim sisteminin son kısmıdır.
Kolon kanseri, kolonda yer alan hücrelerde başlar. Hücre sayısı çoğaldıkça, peçete halkası gibi dairesel şekilde kolon etrafına yayılır. Erken tanı konması halinde, kanser hücreleri sadece kolon içi ile sınırlı olarak tespit edilebilir. Erken tanı konamaması halinde ise, kanser yakın organlara, lenf bezlerine ve kan dolaşımı yoluyla karaciğer, akciğer ve diğer organlara yayılım gösterebilir.
Kolon kanseri tedavisinde başarıyı getiren en önemli kriter ise erken teşhistir. Kolon ya da kalın bağırsak kanseri erken evrede saptandığında hastalıktan tamamen kurtulmak mümkündür.
KOLON (KALIN BAĞIRSAK) KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ
Gelişmiş ülkelerde, kolon ve rektum kanseri oranı, gelişmekte olan ülkelere göre 4 ile 10 kat daha fazladır. Kolorektal kanserin nedenlerini; yaşam tarzı, çevresel etkenlerdeki değişiklikler ve kalıtsal genetik faktörler olarak sıralanabilir.
Genetik Faktörler
Ailesinde daha önce kolorektal kanser görülen kişinin kanser riski fazladır. Kalıtsal genetik faktörler, risk oranını arttırır. Hem kalın bağırsakta bulunan ailevi adenomatöz polipleri, hem de Lynch sendromu olarak da bilinen herediter (aileden çocuklara geçen, ailesel) polip dışı kolorektal kanseri, kolon kanseri riskini arttırır. Genetik kolorektal kanserler hastalığın sadece %5-10’u oluşturmasına rağmen, bu genetik faktörleri taşıyan insanların hastalanma yaşı diğer kolon kanseri hastalardan daha gençtir ve daha fazla yaşamsal risk taşımaktadır.
Herediter polip dışı kolorektal kanseri (Lynch Sendromu), genetik kolorektal kanserlerin en yaygın olanıdır. Birbirine uyumsuz DNA eşleşmeleri sonucu, kalıtsal gen mutasyonu ile oluşur. Ortalama tanı konma yaşı 45’dir. Bu tür gen mutasyonu ile endometriyum (dölyatağı iç zarı), yumurtalık, ince bağırsak, ureter (idrar yolu) ve renal pelvis (böbrek havuzcuğu) kanseri oluşumuna yatkınlık görülür.
Kişinin ailesinde ve birinci derecede akrabalarında kanser öyküsünün bulunması ise hastalığın ortaya çıkışını ciddi oranda etkilemektedir. Ailesinde kolon kanseri olan kişilerin, yakınında kaç yaşında kolon kanseri tespit edilmiş ise bundan 10 yıl önce kolonoskopi yaptırmaya başlaması gerekmektedir. Ailesinde kolon kanseri hikayesi olmayan veya herhangi bir şikayeti olmayan tamamen sağlıklı kişiler ise 50 yaşından itibaren en az bir kere kolonoskopi yaptırmalıdır. Uzman doktorlara görünme için kolayca online hastane randevusu alınabilmektedir.
KOLON KANSERİ NEDEN OLUR?
Kolon kanserinin oluşumunda; aşırı yağlı, kırmızı et ağırlıklı beslenme, şişmanlık, sigara ve alkol tüketiminin yanı sıra polipler etkilidir. Tarama kolonoskopileri sırasında kalın bağırsakta polip görüldüğünde kanserleşmeden alınarak hastalığın önlenmesi mümkün olmaktadır. Kadınlarda meme ve yumurtalık kanseri hikayesi bulunması da bu kişilerde kolon kanseri riskini artırmaktadır. Meme ve yumurtalık kanseri olan kişilerde de 50 yaşını beklemeden kolon kanseri açısından tarama yapılması önerilmektedir.
Polipler genellikle geç dönemde yani kansere dönüştüğünde belirti vermeye başlar. Poliplerin sadece küçük bir kısmı kansere dönüşmektedir. Ancak kanserlerin büyük bir çoğunluğu poliplerden geliştiği için oldukça dikkat edilmesi gereken bir konudur. Genel nüfusa baktığımızda bu oran %10-15 civarındadır. 50 yaş civarında nüfusun yaklaşık %25’inde değişik tiplerde polipler görülmektedir. 70 yaşı değerlendirdiğimizde ise görülme sıklığı %50’ye yakındır; yani poliplerin görülme sıklığı yaşla birlikte artmaktadır.
Poliplerin özellikleri;
- Kendi kendine geçmemektedir.
- Genetik özellik taşımaktadır. Birinci derece akrabalarında kolon kanseri ve daha önceki tetkiklerinde polip saptanan hastalar risk grubunu oluştururlar ve yakın takip gerekir.
- Polipler genelde 1cm civarındadır. 2 cm den büyükleri tehlikeli olabilir ve çıkarılması gerekmektedir.
- Şiddetli ağrı, bağırsak tıkanıklığı, kilo kaybı gibi belirtiler genellikle geç dönem belirtileridir. Hemoroid ve anüste fissür (çatlak) gibi problemler benzer belirtilere sahip olması nedeniyle bazı hastalarda rektum kanserinin tanı ve tedavisinde gecikmelere neden olabilir. Bu belirtiler hem hastaları hem de nadiren hekimleri yanıltabilir. Genel olarak 40 yaş ve üzerinde makat bölgesinden olan kanamalarda rektum ve kalın barsak kanseri olasılığı iyi araştırılmalıdır.
- Polip oluşumunu engellemek henüz pek mümkün değildir. Hareketsiz yaşam tarzını benimsemiş olanlar, aşırı stresli kişiler, sigara ve alkol kullananlar, obezite hastaları ve ağırlıklı olarak kırmızı et ile beslenenler risk altındadır. Ancak posalı gıdalarla beslenmek, sigara kullanmamak yani bağırsak hareketlerini düzene sokan her şey poliplerin oluşumunu engellemede önemli bir etkendir.
Diğer Kolon (Kalın Bağırsak Kanseri) Risk Faktörleri
Yaş: Herhangi bir yaşta ortaya çıkabilse de çoğunlukla 50 yaş üzeri kişilerde görülür. Kolon kanseri riski yaşla birlikte artar. 60 yaşın üzerindeki hastaların kolon ve rektum kanserlerine yakalanma oranı, 40 yaş altındaki kişilere göre 10 kat daha fazladır.
Bağırsak İltihapları: Esas olarak iki çeşit barsak iltihabı vardır. Birincisi; enfeksiyona bağlı olarak kolon mukozasında yer yer oluşan ülser yani ülseratif kolittir. İkincisi ise, ağızdan anüse kadar sindirim sisteminin herhangi bir bölümünde ya da aynı anda birkaç farklı bölümünde aralıklı iltihaplar ile ortaya çıkan Crohn hastalığıdır. Uzun süren, müzmin bir hastalık olmasına rağmen tedavisi mümkündür. Oluşan yüksek kanser riski sebebiyle, kolorektal kanser tarama testleri daha sık yaptırılmalıdır.
Beslenme: Kolon ve rektum kanserlerinin özellikle fast food tüketiminin yaygın olduğu ABD ve Avrupa ülkelerinde görülme sıklığı oldukça yüksektir. Posasız gıda tüketimi, kabızlığı artırarak dışkının uzun süre bağırsak içinde kalmasına ve o bölgenin kanserleşmesine neden olmaktadır. Şarküteri ürünleri, salamuralar, tütsülenmiş etler, mangal türü yiyecekler ve kızartmalar, kabızlık yapan yiyeceklerdir. Bunun yanında meyve, sebze, baklagiller, tavuk ve tahıl bakımından zengin gıdaları tüketmenin risk oranını azalttığı belirlenmiştir.
Obezite: Kadın ya da erkek fark etmeksizin, aşırı kilo kolon kanseri riskini arttırmaktadır.
Sigara: Yapılan birçok araştırmalarda sigara tüketimi ile kolon kanseri arasında ilişki olduğunu belirtmiştir.
KOLON (KALIN BAĞIRSAK) KANSERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
‘Kolon (Kalın bağırsak kanseri) belirlileri nedendir?’ sorusu şu şekilde cevaplandırılabilir. En sık görülen kolon kanseri belirtileri:
- Sürekli ishal ve kabızlık,
- Her zaman normal bir kalınlıkta gelen büyük abdestin incelmesi,
- Anüsten ve büyük abdestten kan gelmesi,
- Büyük abdestte yumurta akı görünümlü salgıdır.
Kolon (kalın bağırsak) kanserinin ilerlediği ve bağırsağı tıkadığı durumlarda ise karında şişlik ve ağrı oluşmaktadır. Bu tür şikayetleri olanların doktora başvurması, erken tanı için önemlidir.
- Bağırsakların yeterince boşalamaması hissi,
- Dışkılama güçlüğü
- Ağrılı dışkılama
- Açıklanamayan kilo kaybı
- Kusma
Belirtileri de kolon kanseri bir diğer adıyla kalın bağırsak kanserinin en önemli belirtileri arasındadır. Bağırsağın sağ tarafını tutan kolon kanseri ile sol tarafını tutan kolon kanseri farklı belirtiler verebilir. Bağırsağın sol tarafı daha dar bir bölge olması nedeni ile bu bölgenin kanserlerinde daha çok dışkıda incelme, kanama, dışkı düzeninde değişme gibi şikayetler görülürken, sağ tarafta ise bağırsak daha geniş olduğundan, kanser burada sinsi bir şekilde ilerlemekte, belirti vermesi daha uzun sürmektedir.
Hastada, halsizlik, kansızlık, iştahsızlık ve karın ağrısı gibi belirtiler olmaktadır. Ağrılı dışkılama, demir eksikliği anemisi, karında kitle hissinin kolon kanseri açısından önemli belirtilerdir. Hastalık ilerlemeden kolon kanseri tanısı konulması yaşam şansını büyük ölçüde artırmaktadır. Bu nedenle erken tanı için kolon kanserinin belirtilerini takip etmek çok önemlidir.
KOLON KANSERİ TEŞHİSİ NASIL KONULUR?
Kalın bağırsak kanseri, tarama programları içinde yer alan bir kanser türüdür. Kanserden korumak ya da hastalığı erken evrede saptamanın en etkili yolu düzenli olarak yaptırılan endoskopik incelemelerdir. Bunların başında ise kolonoskopi gelmektedir. Kolonoskopi, hem mevcut bir tümörü erken evrede belirleme hem de kansere yol açabilecek polip ve benzeri sorunları daha kanserleşmeden tespit edip kişiyi kanser gelişiminden koruyabilecek özellikte bir işlemdir. 50 yaşın üzerindeki her bireyin risk durumlarına, kişisel sağlık hikayelerine, aile öykülerine göre 2-5 yıllık aralıklarla kolonoskopik incelemeden geçmeleri önerilmektedir. Kolonoskopinin hazırlığı ve uygulaması günümüzde hasta için çok daha kolay ve konforlu hale gelmiştir. Yeni kolonoskoplar son derece kolay uygulanıp hastaya rahatsızlık vermeden istenilen sonuçlar alınmaktadır.
Kolon kanseri tanısı uzman hekimler önderliğinde bazı testeler ile konur. Hastanın doktora başvurması ve fiziki muayenenin ardından sırasıyla aşağıdaki testler yapılmaktadır;
- Dışkıda gizli kan incelenmesi: Son derece basit bir testtir, küçük miktarda dışkı örnekleri laboratuvarda incelenir.
- Radyolojik tetkikler: Çift kontrastlı kolon grafisi ve bilgisayarlı tomografi yapılmaktadır.
- Laboratuvar tetkikleri: Tam kan sayımı, biyokimyasal tetkikler yapılmaktadır. Bunların arasında CEA (Karsinoembriyonik antijen) tetkiki kalın bağırsak kanserlerinde kanda yükselebilen ve tanıya yardımcı olan testlerden birisidir.
- Kesin tanı için endoskopik tetkikler: Rektoskopi, sigmoidoskopi, kolonoskopi ve biyopsi yapılmaktadır. Görülen lezyondan parça alınması ve patolog tarafından incelenmesi yapılır.
Kişinin ailesinde 50 yaşından erken kalınbağırsak kanseri vakası varsa, 40 yaşından itibaren kolonoskopi yaptırması şarttır. Kolonoskopinin 5 yılda bir kez tekrarlanması çok önemlidir. Bunun yanında yılda bir kez dışkıda gizli kan bakılması da kanserin belirleyiciliği ve erken tanısı için çok önemlidir. Eğer kişinin ailesinde kalınbağırsak kanseri yoksa 50 yaşından itibaren düzenli olarak 5 yılda bir kolonoskopi yaptırması uygun olur.
Klasik kolonoskopi, polip ya da kanser varlığının tanısının konulmasını sağladığı gibi eğer hastada polip varsa onu tedavi edici ve kanser oluşumunu engelleyici özelliğe de sahiptir. 5 yılda bir kez bunu yaptırmak hasta için zor olmamalıdır. Çünkü kolonoskopi artık damardan iğne ile hastanın rahatlaması sağlanarak yapılan, sedasyon ve ağrı kesicilerle daha tolere edilebilir hale getirilmiş bir işlemdir.
KOLON (KALIN BAĞIRSAK) KANSERİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Kolon kanserinde kolonoskopide alınan poliplerin üzerinde, kanser erken evrede yakalandığında ameliyat gerekmeyebilir. Sadece yakın takibe alınır. Poliplerin erken evrede, kansere dönüşmeden teşhisinde kolonoskopinin büyük önemi vardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda kolonoskopi yapılarak poliplerin erken devrede çıkarılması ile kolon kanserinin büyük ölçüde engellenebildiği gösterilmiştir. Bu nedenle 45 yaşından sonra her erkek ve 50 yaşından sonra her kadın, dışkıda gizli kan taraması ve kolonoskopi yaptırmalıdır. Kolonoskopi sırasında hasta konforuna büyük önem verilmektedir. Bu nedenle hasta “bilinçli sedasyon” denilen damardan hafif bir ağrı kesici ile yarı baygın hale getirilmektedir. Öncesinde bağırsağın çeşitli yöntemlerle tamamen boşaltılması gerekmektedir. Daha sonra fiberoptik bir kamera ile bağırsağa girilmekte ve görülen tüm polipler çıkarılmaktadır. Ancak burada kolonoskopiyi uygulayan hekimin tecrübesi, kullanılan cihazın dezenfeksiyonunun ve görüntü kalitesinin yüksek derecede olması, büyük önem taşımaktadır.
İleri evre kolon kanserinde standart tedavi seçeneği cerrahidir; yani tümörlü bölgenin çevreden bir miktar sağlam doku ve lenf düğümleriyle birlikte çıkarılmasıdır. Yapılan çalışmalar, onkoloji prensiplerine uygun olarak ve deneyimli cerrahlar tarafından yapılan ameliyatların hastanın geleceği açısından en önemli faktör olduğunu göstermektedir. Kolon kanserinde ameliyattan sonra hastalığın evresine göre ek, koruyucu kemoterapi uygulanır. Örneğin, tümörün bağırsağa komşu lenf düğümlerine sıçradığı “evre III” vakalarda, “adjuvan”kemoterapi(hastalığın yayılmasını önleyen) artık tüm dünyada standartlaşmış bir uygulamadır.
Kolon kanserlerinde, anüse çok yakın tümörlerde anüsü iptal etmek ve karından dışkılamaya geçmek (kolostomi torbaları ile) bazen kaçınılmaz olabilmektedir. Ancak son yıllarda ameliyat öncesi radyoterapi ile birlikte kemoterapi uygulanması, anüsün korunmasını önemli ölçüde sağlayabilmektedir. Diğer organlara yayılmış (metastatik) hastalarda, hastanın genel durumuna, yaşına, hastalığın yaygınlık derecesine bağlı olarak her üç tedavi yöntemi (cerrahi, kemoterapi, radyoterapi) uygulanmaktadır. Amaç, hastaların yaşam süresini ve kalitesini artırmaktır. Son birkaç yılda bulunan hedefe yönelik yeni biyolojik ilaç tedavileri sayesinde, tedavide başarı oranları günden güne artmaktadır.
Kolon kanserine yakalanmamış bireylerin korunmasında beslenme tarzları ve yaptıracakları tarama testlerinin büyük bir önemi vardır. Sebze, meyve ve tahıllar gibi lifli gıdaların bolca tüketilmesi, yeterince kalsiyum ve D vitamininin alınması önemlidir. Bunların yanı sıra; ikincil korunma önlemi olarak tarama testleri ile erken tanının ayrı bir önemi vardır. Bunun için, her iki cinste 50 yaşından başlamak üzere, tarama testlerinin yapılması önerilmektedir. Ailesinde kolon kanseri olan bireylerde tarama testlerine daha erken yaşta mutlaka başlanmalıdır.
KOLON KANSERİNDEN KORUNMAK İÇİN DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Kolon kanserini engellemek henüz mümkün olmasa da günlük yaşantıya uygun olmayan beslenme, sedanter yaşam, obezite, sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıklara dikkat ederek kolon kanseri riski azaltabilir. Bunun için bazı yaşam değişiklikleri yapılmalıdır. Bunlar;
- Beslenme: Meyve, sebze ve baklagiller bakımından zengin gıdalarla beslenmek, kolon kanseri riskini azaltmakta fayda sağlar. Kırmızı et ve alkol tüketimi, kolon kanser riskini arttırdığı için ölçülü olmalıdır. Sağlıklı beslenme ve yağ oranı düşük gıdalar tüketme, kilonun belli oranda tutulmasına yardımcı olacaktır.
- Egzersiz: Araştırmalar, düzenli egzersiz yapmanın birçok kanser türünde olduğu gibi kolon ve rektum kanseri riskini de azalttığını göstermiştir. Egzersiz programına başlamadan önce doktora danışmak gerekir. Doktor kişiye uygun egzersiz programı konusunda yardımcı olacaktır. Haftada 5 gün veya 5 günden fazla, 30 dk süreyle yapılan egzersiz tavsiye edilendir. 45 dk’dan 1 saate kadar yapılan egzersiz daha fazla yarar sağlayabilir. Orta derece aktiviteler; tempolu yürüyüş, düz arazide bisiklete binmek… Hareketli aktiviteler ise; tırmanma ve koşudur.
- Steroid Yapıda Olmayan (Aspirin gibi) İltihap Önleyici İlaçlar: Yapılan araştırmalar sonunda kolon bu tip ilaçların kanser riskini azalttığını ileri sürmektedir. Düzenli kullanılmaları halinde potansiyel faydaları vardır. Ancak, potansiyel bir kolon kanser riski söz konusu olduğunda, doktor kontrolü ile kullanılması yararınıza olacaktır. Aksi halde mide kanaması riski ile zarar vermesi söz konusu olabilmektedir.
- Kalsiyum: Kolon kanseri için az da olsa yarar sağlayabilir. Günlük tüketilen 1200 mg kalsiyum, kolorektal adenom formunu %20, ilerlemiş adenom formunu %45 oranında azalttığı bilinmektedir. Bunun ötesinde, birlikte tüketilen D vitamini ve kalsiyumun birlikte adenom formunu azalttığı belirlenmiştir.
- D vitamini; Yağda çözünen bir vitamindir ve takviye edilmiş süt, mısır gevreği, uskumru, somon, ton balığı gibi belli bazı balık çeşitleri içeren diyet ürünlerinde ve güneş ışığında bulunur. D vitamininin, kolon kanseri dahil bazı kanser türlerini önlemede önemli bir rol oynadığı varsayılmaktadır.
- Prekanseröz (kansere yol açabilecek polipler) Polip Tarama ve Tedavisi: Özellikle meme kanserinde olduğu gibi, kanser türlerinde uygulanan tarama testleri, kanserin gelişmesini önlemez ancak erken evrede tanı konmasına fayda sağlayarak, tedavide başarı oranını arttırır. Prekanseröz poliplerin belirlenmesi içinde uygulanan tarama testleri sayesinde, kanserin gelişimi önlenebilir. Tespit edilen poliplerin alınması, daha sonra gelişecek kanseri engelleyebilir.
- Koruyucu Cerrahi Müdahale: Koruyucu cerrahi müdahale, kolorektal kanser riski yüksek olan kişiler için önerilebilir. Bu ameliyatta, kanser gelişimi görülmeden önce, kolon bazen de rektum ve ilgili diğer organlar alınır. Ancak, bu tür bir ameliyat sadece kolon ve rektum kanseri riski yüksek hastalar için geçerli olabilir. Ameliyat kararı öncesi doktorunuzla faydaları ve sonuçları konusunda görüşmeniz önemlidir.
KOLON (KALIN BAĞIRSAK) KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Kolon kanseri evreleri nelerdir?
Kolon kanseri dört evreden oluşur. Birinci evrede kanser bağırsak duvarına yayılmıştır. Evre 2’de tüm bağırsak katlarına kanser yayılmıştır. Evre 3’te kanser lenf bezlerine yayılır. Evre 4’te karaciğer, karın zarı ve akciğer gibi yerlere sıçrama olur.
Kolon kanseri hangi yaşlarda görülür?
Hayatın her evresinde görülebilecek kolon kanseri sıklıkla ileri yaşlarda görülür. Temelde ileri yaş faktörünün önemli olduğu kolon kanserinde genetik yatkınlık, hareketsizlik, aşırı kilo, alkol, tütün kullanımı ve aşırıya kaçan işlenmiş et tüketimi başlıca risk oluşturur.
Kolon kanserinin en önemli belirtisi nedir?
Kolon kanserinde kalın bağırsağın makat bölgesine yakın olan 15 cm’lik kısımdan gelen kanama en önemli belirtileri arasında yer almaktadır. Ancak kalın bağırsağın ince bağırsağa yakın olan başlangıç kısmından kaynaklanan kolon kanserleri, makattan daha çok gizli kanama ile kan kaybına yol açar ve kansızlık ile kendini gösterir.
Kolon kanseri kanaması nasıl olur?
Kolon kanseri belirtileri arasında yer alan makatta kanama taze, parlak kırmızı şeklinde olabilmektedir.
Kolon kanseri tamamen iyileşir mi?
Kanser türlerinin birçoğunda hastalığın farklı organlara yayılma ve sıçrama durumu söz konusu olabilir. Genellikle kolon kanseri karaciğere metastaz yapabilir. Bu durumu önlemek için ameliyat sonrası kemoterapi uygulanabilmektedir.
Kolon kanseri ameliyatla geçer mi?
Yapılan çalışmalar, onkoloji prensiplerine uygun yapılan ve tecrübeli cerrahlar uygulanan ameliyatlar hastanın geleceği açısından en önemli faktördür.
Kolon kanseri ameliyat sonrası tekrarlar mı?
Kolon kanserinde ameliyattan sonra hastalığın evresine göre koruyucu olarak tekrarlamaması için kemoterapi uygulanır.
Kolon kanseri ölüm riski nedir?
En sık görülen kanser türü olan kolon kanseri, hem erkeklerde hem de kadınlarda kansere bağlı ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer almaktadır. Ancak erken teşhis ve tedavi ile kolon kanseri ölüm riski azaltılabilir.
Kolon kanseri ağrısı nerede olur?
İshal ve kabızlığın belirti olarak ortaya çıktığı kolon kanserinde sık olarak lavaboya çıkma isteği ve şiddetli karın ağrıları yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Özgüven kırılmasına neden olacak bu belirtiler psikolojik olarak zorlayıcı bir dönemi beraberinde getirebilir. Depresyon ve kaygı bozukluklarının yaşanabileceği bu evrede psikolojik destek alımı sağlanabilir.
Ailesinde kolon kanser veya polip öyküsü olmayan kişiyim. Kolon kanseri için test yaptırmaya başlamalı mıyım?
Genetik geçiş ile hastalıkların bir sonraki kuşağa aktarılması olasıdır. Ancak aile öyküsünün olmaması kolon kanserinin görülmeyeceği anlamına gelmez. Buna bağlı erken dönemde kontrol amaçlı dahi olsa test yaptırılmalıdır.
Polipler kolon kanseri olacağım anlamına mı gelir?
Polipler genellikle iyi huyludur. Ancak poliplerin kansere neden olup olmayacağı kısmı uzman hekim takibinde mutlaka değerlendirilmelidir.
Kolon kanseri genetik midir?
Çevresel faktörlerin önemli yer tuttuğu kolon kanserinde bazı genetik bozuklukların ebeveynlerden bir sonraki kuşağa aktarılması olasıdır. Genetik bozukluklar ise çevre faktörü ile gelişebilir.
Kadınlar kolon kanseri olabilir mi?
Hayati tehdit oluşturan kanser türlerinin başında yer alan kalın bağırsak kanseri diye bilinen kolon kanseri cinsiyet ayrımı olmaksızın kadın ve erkeklerde görülebilir.
Kolon kanserini önlemek için ne tür bir diyet takip etmeliyim?
Uzmanlar tarafından Akdeniz tipi beslenme şeklinin kolon kanserini önleme noktasında önem rol üstlendiği düşünülmektedir. Yapılan araştırmalara göre aşırıya kaçan kırmızı et tüketimi kolon kanserini tetikleyebilmektedir. Akdeniz tipi beslenme biçimine göre ise kırmızı et tüketimi minimum seviye indirilerek sıklıkla sebze ağırlıklı beslenilir. Günlük yaşamda taze meyvelerin ve sebzelerin pişirilerek tüketilmesi ise bu beslenme tarzının bir parçasıdır.
Kolon kanseri kimlerde görülür?
İleri yaşta, hareketsiz yaşamı olanlarda, aşırı kilolularda, alkol veya tütün kullananlarda, işlenmiş et ürünü tüketenlerde daha yaygın görüldüğü belirtilmektedir.
Kolon kanserinin en sık görüldüğü yer neresidir?
Kolon kanseri araştırmalarda Afrikalı, Amerikalı ırklarda daha fazla görüldüğü ifade edilmektedir. Ülkemizde de sık görülen bir kanserdir.
Kolon kanseri kan tahlilinde belli olur mu?
Tek başına kan tahlili ile kolon kanseri teşhisi konulmaz. Ek tetkikler gerekmektedir.
Kolon kanseri neden meydana gelir?
Kolorektal kanserin nedenleri; yaşam tarzı, yanlış beslenme, aşırı kilo, çevresel etkenlerdeki değişiklikler ve kalıtsal genetik faktörler olarak sıralanabilir
4 evre kolon kanseri iyileşir mi?
Evre 4’te ameliyat yapılması tercih edilmez. Kemoterapi ve radyoterapi ile kanserli hücrelerin küçültülmesi amaçlanmaktadır. Her 4 evre hastanın tedavisi ve seyri aynı değildir. Hastalığın yayılımına ve tedavilere verdiği yanıta göre değişir.
Kolon kanseri iyi huylu olur mu?
Kolon kanseri, kalın bağırsağın kötü huylu tümörüdür. Bazen iyi huylu polipler kansere dönebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
MESANE KANSERİ NEDİR?
Vücuttaki asıl görevi idrarı depolamak olan mesane yani idrar kesesi, içi boş idrar ile doldukça esneyebilen bir organdır. Mesane kanseri genellikle mesanenin iç yüzünü döşeyen mukozanın ürotelyal hücrelerinden başlar. Mesane tümörleri kötü huylu veya iyi huylu olabilmektedir. Ancak kanser olmayan iyi huylu mesane tümörleri de görülebilir.
MESANE KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Mesane kanseri belirtileri şu şekildedir;
- İdrarda kan görülmesi(hematüri): Mesane kanserinde idrarda genellikle sancısız kanama görülür. İdrarda gözle görülebilir kanama olabileceği gibi mikroskop altında görülebilecek tarzda kanama da mümkündür. Kanamalar idrarın tamamında olmayıp kan pıhtıları şeklinde de ortaya çıkabilir. İdrarda görülen kan tümörden başka birçok nedenden kaynaklanabilmektedir. Böbrek taşı veya enfeksiyon gibi farklı hastalıkların idrarda kan görülmesine neden olabileceği unutulmamalıdır.
- Ağrılı idrara çıkma
- Sık idrara gitmek
- İdrarda acillik hissi
- Pıhtıya bağlı idrar yaparken zorlanma hatta idrar yapamama gibi rahatsızlıklar mesane kanserinin belirtisi olabilmektedir.
Bazı durumlarda mesane kanserinin ilk belirtileri ortaya çıktığında, kanser zaten vücudun başka bir yerine metastaz yaparak yayılmış olabilir. Metastazın yaşandığı hastalarda yaşanan belirtiler kanserin yayıldığı bölgeye göre farklılıklar gösterebilir. İlerleyen mesane tümörlerinde;
- Sırt ağrısı
- Karın alt kısmında ağrı
- İştahsızlık ve kilo kaybı gibi belirtiler yaşanabilmektedir.
MESANE KANSERİ NEDENLERİ NELERDİR?
Mesane kanserinin kesin nedeni bilinmemekle birlikte neden olabilecek risk faktörleri bulunmaktadır.
- Sigara kullanımı: Mesane kanserinin en yaygın risk faktörü sigara ve tütün kullanımıdır. Sigara ve tütün ürünleri kullananların sigara içmeyenlere göre mesane kanseri gelişme olasılığı 4-7 kat daha fazladır. Pasif içicilikte de risk artar.
- Yaş: Mesane kanseri belirli bir yaştan sonra daha fazla yaşanmaktadır. Mesane kanseri teşhisi konulan kişilerin büyük bir çoğunluğu 50 yaşın üzerindedir.
- Cinsiyet: Erkeklerin mesane kanseri gelişme olasılığı kadınlardan 3 -4 kat daha fazladır. Ancak son yıllarda sigara tüketiminin kadınlar arasında da yaygınlaşması mesane kanserinin kadınlarda görülme oranında artışa neden olmaktadır. Kadınların mesane kanserinden ölme olasılıkları erkeklerden daha fazladır.
- Kimyasallar: Tekstil, kauçuk, deri, boya, kimya, akü sanayi veya baskı endüstrisinde kullanılan kimyasallar mesane kanseri riskini artırmaktadır
- Beyaz ırka mensup olmak
- Kronik mesane enfeksiyonları
- Yeterli sıvı tüketmemek ve idrarı çok tutmak
- Yüksek yağlı veya katkı maddeli besinleri çok tüketmek
- Ailesinde mesane kanseri öyküsü olan
- Siklofosfamid ile kemoterapi almış kişilerde ve başka nedenle mesane komşu bölgelerine radyoterapi yapılmış hastalarda mesane kanseri gelişme riski daha yüksektir.
MESANE KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Mesane kanseri yaşanan belirtilerle ya da rutin kontroller sırasında şüphe sonucu belirlenmektedir. Öncelikle deneyimli bir üroloji doktorunun muayenesi gerekmektedir.
Üroloji doktoru muayenesi
Üroloji doktoru öncelikle mesane kanseri için genetik, sigara kullanımı veya radyasyona maruziyet gibi risk faktörlerini değerlendirecektir. Üroloji doktoru fiziki muayenede;
- Sistemik kontrol yapıp bir kanser işareti varsa belirler.
- Karın ve karaciğerde şişkinlik olup olmadığını kontrol eder.
- Kasık, karın ve boyunda büyümüş lenf nodları olup olmadığını kontrol eder.
Normal olmayan ve mesane kanseri şüphesi olan durumlarda teşhisin netleştirilebilmesi için ek tetkikler istenebilmektedir.
Mesane kanserinde yapılan idrar testleri
- İdrar tahlili; Basit bir laboratuvar testidir. İdrar örneğindeki kan ve diğer maddeleri kontrol etmek için yapılır.
- İdrar sitolojisi: İdrar örneğinin mikroskop altında incelenmesiyle kanser hücrelerinin varlığı kontrol edilir.
- İdrar kültürü: Laboratuvarda bekletilen idrar örneğinde yapılan incelemelerde ne tür mikroplar olduğu incelenir. Mesane enfeksiyonun olup olmadığının belirlenmesi için önemlidir.
- İdrar tümör marker testleri: Duyarlı ve özgün bir marker henüz bulunamamıştır. Bu testlerde mesane kanseri hücreleri tarafından kana salınan maddeler aranır.
Mesane kanserinin görüntüleme yöntemleri ise teşhisi
- Ultrasonografi (USG): Kontrast madde uygulaması gerektirmeyen ultrason, 5 mm den büyük mesane tümörlerini kolayca tespit eder, ayrıca böbreklerin veya üreterlerin tıkalı olup olmadığını öğrenmeye yardımcı olabilir. Ultrason ayrıca mesane kanserinin büyüklüğünü, yakın organ veya dokulara yayılıp yayılmadığını belirlemek için kullanılabilir.
- Bilgisayarlı Tomografi (BT ürogram): Mesane dahil, idrar yolundaki tüm tümörlerin boyutu, şekli ve konumu hakkında bilgi sağlayabilir. Ayrıca kanser içerebilecek genişlemiş lenf bezlerinin yanı sıra karın ve pelvisteki diğer organların gösterilmesine de yardımcı olabilir. Görüntünün daha ayrıntılı elde edilebilmesi için bazen ağızdan veya damardan hastaya kontrast bir madde verilir. İyot ve diğer maddelere alerjisi olanların bunu daha önceden doktoruna söylemesi gerekmektedir.
- İntravenöz pyelogram (IVP): Geçmişte mesane ve idrar sistemindeki anormalliklerin belirlenmesinde kullanılan bu yöntem yeni çıkan ve daha iyi bilgi veren yöntemlere yerini bırakmıştır.
- Retrograd pyelogram: İntravenöz pyalogram işlemine benzer bir uygulamadır. Kullanılan kontrast madde damardan değil sistoskopi kullanılarak doğrudan üriner sisteme enjekte edilir. Retrograd pyelogram işlemi normal idrar akışında tıkanmaya neyin neden olduğunu bulmak için kullanılır. Ayrıca üreterin veya böbreğin iç yüzeyindeki kanseri teşhis etmeye yardımcı olabilir.
- MR (Manyetik Rezonans): Mesane tümörünün derinliğini, boyutunu ölçmek ve kanserin yayıldığını lenfleri görüntülemek için kullanılabilir. Tümör ve etkileri hakkında ayrıntılı bir görüntü almak için hastaya kontrast madde verilmesi gerekir.
- PET CT Taraması: Hastanın vücuduna az miktarda radyoaktif madde enjekte edilir. Bu radyoaktif madde enerji kullanmaya meyilli kanserli hücreler tarafından emildiği için kanserin vücutta nerelere yayıldığı görüntülenir. PET CT mesane kanseri için standart görüntüleme olarak kabul edilmemektedir. Metastatik mesane kanserinin değerlendirmesinde potansiyel yeri olabilir.
- Göğüs röntgeni: Mesane kanserinin akciğere yayılıp yayılmadığını belirlemek için kullanılabilir. Göğüs BT taraması yapılmışsa göğüs röntgenine gerek yoktur.
Sistoskopi
Sistoskopi mesane kanseri teşhisinde altın standart işlemlerden biridir. Ucunda ışık ve kamera bulunan ince esnek bir endoskop ile üretra ve mesanenin içi incelenir. Sistoskopi işleminde mesanedeki anormalliklerin büyüklüğü, yeri ve büyüme şekilleri belirlenebilir. Biyopsi ve idrar örnekleri de sistostopi sırasında gerçekleştirilebilir.
Biyopsi – Mesane tümörünün transüretral rezeksiyonu (TUR-BT)
Üroloji doktoru sistoskopi sırasında anormal olarak gördüğü dokulardan parça alarak incelenmesi için laboratuvara gönderir. Mesane tümörünün transüretral rezeksiyonu (TUR-BT) olarak da isimlendirilen bu işlem sırasında mesane tümörü ile tümöre yakın mesane kasının bir örneğini de çıkarabilir. Biyopsi işlemi sırasında herhangi bir kitlenin hissedilir olup olmadığını anlamak için mesaneyi değerlendirebilir. TUR-BT ayrıca kas invaziv olmayan mesane tümörlerinin tedavisinde de kullanılabilir.
MESANE KANSERİNİN TEDAVİSİ
Mesane kanseri tedavi seçenekleri, hastanın genel sağlık durumu, kanserin türü, kanserin derecesi ve kanserin evresi gibi çeşitli faktörlere bağlıdır.
Mesane kanserinin cerrahi tedavisi
Mesane kanserinde cerrahi tedavi türü mesane tümörünün tipine ve kanserin evresine bağlı olarak değişebilmektedir.
TUR ameliyatı (Transüretral rezeksiyon): Mesane tümörünün transüretral rezeksiyonu yani TUR ameliyatı genellikle kas invaziv olmayan yani mesanenin mukozasında bulunup mesane duvarının kas tabakasına uzanmamış tümörleri çıkarmak için kullanılır. TUR aynı zamanda mesane kanseri teşhisi ve evrelemesinde de kullanılabilir.
TUR ameliyatı genel anestezi ile yapılabileceği gibi bölgesel anestezi altında gerçekleştirilebilir. TUR ameliyatı vücutta herhangi bir kesi yapılmadan, idrar yolu uç kısmındaki doğal delikten girilerek gerçekleştirilir.
TUR ameliyatı sırasında üroloji uzmanı ucunda “U” şeklinde küçük bir tel olan endoskop ile mesaneye ulaşılır. Elektrik akımı ile kanserli doku kesilerek vücuttan çıkartılır. Çok küçük tümörlerde parça alındıktan sonra kanserli hücreler bölgesi yakılarak tedavi ortadan kaldırılır.
TUR ameliyatının ardından üroloji uzmanı kalan kanser hücrelerini yok etmek ve nüks etmesini engellemek için bir kereliğine veya 6-8 hafta süreyle haftada bir kez mesane içine sonda ile uygulana kemoterapi önerebilir.
Parsiyel veya segmental sistektomi: Tümörün ve mesanenin bir kısmının cerrahi yöntemle çıkartılması işlemidir. Parsiyel sistektomi ameliyatının mesane kanserini tedavideki yeri son derece kısıtlı olup ancak bazı özel histolojili kanserlerin tedavisinde uygulanır.
Radikal Sistektomi: Tümör ile birlikte mesanenin tümü ve yakınındaki doku ve organlar çıkarıldığı bir cerrahi yöntemdir. Radikal sistektomi ameliyatında mesanenin yanı sıra erkeklerin, prostat ve meni keseleri, gerekli hastalarda tüm idrar yolu çıkartılır. Kadınlarda ise klasik tanımlamada rahim, fallop tüpleri, yumurtalıklar ve rahimin tamamı veya bir kısmı çıkarılır ancak jinekolojik organları yerinde bırakarak güvenli sınırlarla mesanenin çıkartılması da son yıllarda uygulanmaktadır.
Hem erkek hem kadınlarda pelvik lenf nodu diseksiyonu denilen pelvis içindeki lenflerin çıkarılması işlemi de ameliyatın bir parçasıdır. Pelvik lenf nodu diseksiyonu, lenflere yayılmış kanseri belirlemek için en doğru yoldur.
Laparoskopik veya robotik olarak gerçekleştirilebilen radikal sistektomi ameliyatında açık ameliyatlardaki büyük kesi yerine daha küçük kesilerle cerrahi işlem tamamlanabilir.
Bağırsaktan yeni mesane (Neobladder rekonstrüksiyonu): Radikal sistektomi ameliyatı gerçekleştirilen hastaların mesanesi alındığı için idrarın vücuttan çıkışı için yeni bir yolun yapılması gerekmektedir. Bağırsağın bir kısmından yeni bir mesane oluşturulan yöntemlerle birlikte farklı idrar saptırma cerrahileri de bulunmaktadır. Hastaya hangi idrar saptırma yönteminin uygun olduğu üroloji doktoru tarafından hastanın biyolojik yaşı, mevcut hastalıkları hastalığın evresi ve sonradan gerekebilecek kemoterapi, radyoterapi gibi tedavilerin ihtimali değerlendirilerek karar verilir. Bu kararı hasta ile ayrıntılı konuşarak son karar verilir.
Mesane kanserinde kemoterapi tedavisi
Vücuda yayılmış mesane kanser hücrelerini yok etmek için kullanılır. Mesane olmadan yaşamak bazen hastanın sosyal yaşamını olumsuz etkileyebilir. Mesanenin tümünü veya bir kısmını muhafaza etmek için uygun hastalar için kemoterapi ve radyasyon tedavisi mesanenin çıkartılmasına alternatif olarak kullanılabilir.
Mesane kanserinde kemoterapi iki farklı şekilde uygulanabilir.
- Sistemik Kemoterapi: Sistemik kemoterapi, tüm vücut veya damardan kemoterapi olarak da bilinir. Medikal Onkolog tarafından uygulanan yöntem de damardan verilen kemoterapi ilaçlarının tüm vücudu dolaşarak kanserli hücreleri yok etmesi hedeflenir. Metastaz yapmış mesane kanserlerinde veya seçili vakalarda radikal sistektomi ameliyatlarında sonra kullanılmaktadır. Sistemik kemoterapi ameliyat öncesinde tümörü küçültmek için de uygulanabilir.
- İntravezikal Kemoterapi: İntravezikal veya lokal kemoterapi genellikle bir ürolog tarafından uygulanmaktadır. Yüzeysel mesane kanserlerinde kanser hücreleri derin kas dokularına ulaşmadığı için intravezikal kemoterapi bu hastalarda TUR tedavisini tamamlayıcı olarak kullanılabilir. İntravezikal kemoterapide ilaçlar üretra içine yerleştirilmiş bir kateter vasıtasıyla mesaneye iletilir.
Mesane Kanserinde Radyasyon Tedavisi
Cerrahiye uygun olmayan veya cerrahi tedaviyi istemeyen hastaların mesane kanserini tedavi etmek için TUR a ilaveten veya TUR dan sonra kemoterapi ile birlikte kullanılabilir. Ağrı, kanama veya tıkanma gibi bir tümörün neden olduğu şikâyetleri azaltmak için veya metastaz yapmış kanserlerin tedavisinde tercih edilebilir.
Mesane Kanserinde İmmünoterapi
Biyolojik tedavi olarak da adlandırılan İmmünoterapi, bağışıklık sisteminin bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini tanımasına ve yok etmesine yardımcı olmak için ilaçların kullanılmasıdır. Mesane kanseri tedavisinde immünoterapi genellikle direkt mesanenin içine uygulanır. Mesane kanseri için standart immünoterapi ilacı olarak BCG aşısı kullanılır. Mesanenin içine sıvı olarak kateterle uygulanan BCG aşısı, mesanedeki bağışıklık sistemi hücrelerini aktive ederek tedavi sağlar.
Son yıllarda bağışıklık sistemi destekleyen, enfeksiyon ve kansere karşı koruyucu etkisi olduğu bilinen T hücrelerine yönelik çalışmalar olumlu sonuçlar vermektedir.
MESANE KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Mesane kanseri ne kadar yaygındır?
Mesane kanseri, erkeklerde yedinci en yaygın kanserdir, kadınlarda daha az görülür. Bununla birlikte mesane kanseri kadınlarda daha ölümcül bir kanserdir. Amerikan Kanser Derneği 2019’da ABD’de 80 bin kişinin (62 bin erkek, 18 bin kadın) mesane kanseri tanısı alacağını tahmin etmektedir.
Mesane kanseri veya iyi huylu mesane tümörleri için hangi doktora gidilmelidir?
Genellikle 50’li yaşlardan sonra görülmekle birlikte her yaşta ortaya çıkabilen mesane kanseri veya mesanenin iyi huylu tümörlerinin teşhis ve tedavisi Üroloji doktorları tarafından gerçekleştirilmektedir. Mesane kanserinin ve iyi huylu mesane tümörlerinin tedavisinde cerrahi yöntemler de bulunduğu için bu konuda uzmanlaşmış üroloji doktorunun seçilmesi önemlidir.
Mesane kanseri çeşitleri nelerdir?
Mesanedeki farklı hücre tipleri kanserli olabilir. Kanserin başladığı mesane hücresine göre mesane kanseri çeşitlerine ayrılabilir. Mesane kanserinin teşhisinde kullanılan tetkikleriyle mesane kanserinin çeşidi ve evresi de belirlenir.
- Ürotelyal karsinom: transizyonel hücreli karsinom olarak da bilinen Ürotelyal karsinom en yaygın mesane tümörü tipidir. Mesanenin içini kaplayan ürotelyal hücrelerde ortaya çıkar. Ürotelyal hücreler ayrıca, idrar yolunun diğer kısımlarında bulunmaktadır. Bu nedende mesane kanseri olan hastaların idrar yollarının tamamının kontrol edilmesi gerekir.
- Skuamöz hücre karsinoması: Mesanede uzun süreli bir enfeksiyon, mesanede tahriş sonrasında veya uzun süreli sonda kullanımında mesanede ince, yassı şekille hücrelerin oluşmasıyla başlar. Mikroskopla bakıldığında, hücreler cilt yüzeyinde bulunan düz hücrelere çok benzemektedir.
- Adenokarsinom: Mesane kanserlerinin yaklaşık %1’i adenokarsinomlardır. Mesanenin mukus salgılayan bezlerinde ortaya çıkar. Mesanede uzun süren tahriş veya enfeksiyon sonrasında oluşmaktadır.
- Küçük hücreli karsinom: Mesane kanserlerinin% 1’inden azı küçük hücreli karsinomlardır. Nöroendokrin hücre adı verilen sinir benzeri hücrelerde başlar. Bu kanserler sıklıkla hızlı büyür ve genellikle akciğerin küçük hücreli karsinomunda kullanılan kemoterapiyle tedavi edilmeleri gerekir.
- Sarkom: Sarkomlar mesanenin kas hücrelerinde başlar, ancak çok nadir görülür.
Mesane kanseri tümörlerinin sınıflandırılması kanserli hücrelerin mikroskobik görüntülerine göre de yapılabilir.
- Düşük dereceli mesane tümörü: İyi farklılaşmış mesane tümörü olarak da isimlendirilir. Kanserli hücrelerin görüntüsü ve organizasyonu normal sağlıklı hücrelere yakındır. Düşük derecesi mesane tümörü daha yavaş büyür.
- Yüksek dereceli mesane tümörü: Kötü farklılaşmış mesane tümörü olarak da isimlendirilir. Kanserli hücrelerin ve tümörün görünümü normal sağlıklı hücrelere benzerlik göstermemektedir. Yüksek dereceli mesane tümörleri daha saldırgan(agresif) bir davranış gösterir.
Mesane kanserleri mesanenin duvarına yakınlığıyla da çeşitlendirilebilir.
Mesanenin duvarında farklı hücrelerden oluşan birçok katman bulunmaktadır. Mesane kanserlerinin çoğu, mesanenin idrarla temas eden en iç tabakasından başlayarak zamanla mesanenin kaslarına yayılır. Mesane kas tabakasına ulaşanların takiben mesane dışına ve yakındaki komşu yapılara sıçraması görülür. Mesanenin kanseri yakınındaki lenflere veya vücudun diğer bölgelerine metastaz yapabilir. Mesane kanseri genellikle uzak lenf bezlerine, kemiklere, akciğer veya karaciğere yayılım göstermektedir.
- İnvaziv olmayan mesane kanseri: Mesanenin kasına yayılmayan ve iç tabakasında kalan bir kanseridir. Yüzeysel mesane kanseri veya erken evre mesane kanseri olarak ta tanımlanır.
- İnvaziv mesane kanseri: Kanser hücrelerinin mesanenin iç tabakasından daha derine, kas tabakasına yayıldığı anlamına gelir. Tedavi edilmezse kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılma riski vardır. Bu kanserlerin yayılma olasılığı daha yüksektir ve tedavi edilmesi zorunludur.
Mesane kanseri ayrıca büyüme şekillerine göre de çeşitlendirilir.
- Papiller Ürotelyal Karsinom: Papiller tümörler, mesane mukozasındaki ürotelyal hücrelerde başlar ve mesanenin iç boşluğuna uzanan büyümelerdir. Bazen, bu kanserler büyüse de yayılmadan mesanede kalır. Fakat bu kanserin daha agresif tipleri mesanenin derin tabakalarına sonra da diğer organlara yayılabilir.
- Düz karsinom(Karsinoma insitu): Mesanenin derin kısmına veya iç boşluğuna doğru büyümez. Düz bir tümör tabakası yapısında mesane duvarında yayılan, invaziv bir tümör şeklidir.
Mesane kanseri evreleri nelerdir?
Mesane kanserinin evresini belirleyebilmek için 3 kriter göz önünde bulundurulur.
- Kanserli tümörün mesane duvarındaki derinliği ve tümörün derecesi
- Mesane tümörünün bölgesel lenf bezlerine yayılıp yayılmadığı
- Mesane kanserinin akciğer veya karaciğer gibi diğer organlara metastaz yapıp yapmadığı incelenir.
Patoloji ve tetkiklerden elde edilen bilgiler, mesanenin hangi bölümlerinin kanserli olduğunu, kanserin ilk başladığı yerden yayılıp yayılmadığını ve kanserin yayıldığı yerleri bulmak için kullanılır. Mesane kanseri evrelemesi uluslararası TNM sistemine göre yapılmaktadır.
Mesane Kanserinde Cerrahi Tedavinin Risk ve Yan Etkileri
TUR ameliyatı
- Mesane kanseri TUR ameliyatının yan etkileri genellikle hafiftir ve uzun sürmemektedir. TUR ameliyatında sonra idrar yaparken ağrı ve hafif kanama gerçekleşebilir. Görülen etkiler 1-2 hafta içinde normale dönmektedir.
- TUR ameliyatından sonra mesane tümörü tamamen çıkartılmasına rağmen tümör tekrarlayabilir.
- Birden fazla yapılan TUR ameliyatları idrar yolunda darlık gibi sorunlara yol açabilir.
Radikal Sistektomi ve bağırsaktan yeni mesane veya ileal loop diversiyon ameliyatı
- Radikal sistektomi ameliyatları TUR ameliyatına göre daha ağırdır. Anestezinin yan etkileri görülebilir.
- Kanama
- Enfeksiyon
- Bacaklarda veya akciğerlerde kan pıhtıları
- Komşu organlarda hasar
- İdrar kaçırma veya idrar akışının tıkanması
- Erkeklerde sperm çıkışı ortadan kalkması, ereksiyon sorunu görülebilir. Yeni sinir koruyucu cerrahi tekniklerle ereksiyon sorunları ve cinsel isteksizliğin önüne geçilebilmektedir. Kadınlarda ise menopoz ve cinsel isteksizlik yaşanabilir ancak organ koruyucu teknikler yaşı uygun hastalarda tercih edilir.
Mesane Kanseri Tedavisinden Sonra Takip Süreci Nasıl Olmalıdır?
Mesane kanseri hastalarında tedavinin ardından mesane kanserinin tekrarlama (nüks) riski olduğundan, takip süreci çok önemlidir. Takip, kanser tedavisinin önemli bir parçasıdır. Mesane kanseri tedavisi sonrası takip kanserin evresi, derecesi ve hangi tip tedavinin uygulandığına göre değişebilmektedir. Mesane kanserinin tedaviden sonraki ilk 2 yıl için de nüks etme ihtimali yüksektir, sonrasında nüks ihtimali azalsa da 10 yıla kadar takip uzatılır.
Takip süreci hastaya göre değişmekle birlikte ilk yılda 3 ayda bir kontrol önemlidir. Takiplerde karaciğer, lenf bezleri kontrol edilirken mesanede herhangi bir nüks olup olmadığını belirlenmesi için sistoskopi ile mesane içi gözlemlenir. Tedaviyi yürüten doktorun gerekli gördüğü durumlarda BT, MR, ultrason, PET CT gibi görüntüleme yöntemlerinden de yararlanılır.
Mesane kanserinde sağ kalım süresi nedir?
Mesane kanserinden kurtulmak veya hayatta kalma süresi kişiden kişiye değişmektedir. Mesane kanseri tipine, evresine, tümör sayısına, boyutuna, kanserin özelliklerine, nüks etmesine, seçilen tedavilere ve tedaviye hastanın verdiği yanıta göre başarı değişmektedir. Bu yüzden mesane kanserinde hayatta kalma oranları aslında kişiye özeldir. Amerikan Kanser Derneği’nin mesane kanserinin tüm evrelerin göz önüne alınarak yapılan çalışmasında Mesane kanseri olan insanlar için 5 yıllık sağ kalım oranı% 77, 10 yıllık sağ kalım oranı% 70, 15 yıllık sağ kalım oranı% 65’tir.
Mesane kanseri en sık hangi organa metastaz yapar?
Mesane kanseri en sık, akciğerler, karaciğer veya kemiklere metastaz yapar.
Mesane kanseri nasıl beslenmelidir?
Mesane kanseri tedavisinden sonra nelerin nüks oranını düşürdüğü tam olarak bilinmemektedir. Mesane kanseri gelişiminde veya tedaviden sonra beslenmenin faydası bilimsel çalışmalarda net değildir. Bununla birlikte; sigarayı bırakmak, doğal ve dengeli beslenmek, düzenli fizik aktivitelerinde bulunmak faydalı olabilmektedir.
Mesane kanseri bitkisel veya doğal tedavi yöntemi var mıdır?
Beslenme şekli, bitkisel ürünler, vitaminler ve minerallerin mesane kanseri gelişmesini engellediği veya nüks ihtimalini azalttığı yönünde bilimsel verilen bulunmamaktadır. Bu konuda birçok çalışma yapılmıştır, genel olarak doğal ve sağlıklı beslenme ve aktif hareketlilik tavsiye edilir.
Mesane kanseri gençlerde görülür mü?
Mesane tümörü genel olarak 50 yaş üzerinde sık rastlanılan bir hastalıktır. Ancak pratikte 20’li yaşlarda bile görüldüğü gözlenmektedir. Bunun yanı sıra mesane tümörlerinin erkeklerde görülme sıklığı kadınlara oranla yaklaşık 4 kat daha fazladır. Ancak kadınlarda görüldüğü zaman daha kötü seyirli olma eğilimindedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
METASTATİK KANSER NEDİR?
Metastaz, kanserin kaynağını aldığı organdan daha uzak bir bölgeye yayılmış olmasını ifade eder. Metastaz, kanser hücrelerinin orjininden, kan dolaşımı veya lenf damarları yoluyla vücudun başka bir bölümüne yayıldığında ve yeni tümör odakları oluşturduğunda saptanabilir hale gelir.
Kanser şu üç yoldan biriyle yayılabilir:
- Doku yoluyla: Kanser, başladığı yerden yakın alanlara doğru komşuluk yoluyla büyüyerek yayılabilir.
- Lenf sistemi aracılığıyla: Kanser hücreleri, lenf damarlarından vücudun diğer bölgelerine yayılabilir.
- Kan yoluyla: Kanser hücreleri, kan damarlarından vücudun diğer bölgelerine hareket edebilir.
Lenf düğümleri, kanserin metastaz yaptığı en yaygın yerdir. Kanser hücreleri ayrıca karaciğer, beyin, akciğerler ve kemikler gibi farklı organlara da yayılma eğilimindedir. Bazı kanser türlerinin belirli organlara yayılma olasılığı daha yüksektir. Örneğin prostat kanseri en sık olarak kemiklere yayılır. Kemik dokusundan kaynaklanan kanser hücreleri ise en sık olarak akciğer dokusuna yerleşme eğilimindedir.
METASTATİK KANSERİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Metastatik kanserin hastada yarattığı şikayetler (yani semptomlar), kanserin türüne ve nereye yayıldığına bağlı olarak değişir. Örneğin beyne yayılmış kanser yani beyin metastazlarının ortak belirtileri; baş ağrısı, nöbet geçirmek, görme problemleri (bulanık görme, çift görme, görme alanı defektleri gibi), baş dönmesi olabilirken, karaciğer metastazlarına bağlı iştah kaybı, şişkinlik, erken doygunluk, hazımsızlık, sarılık (ciltte veya gözlerde sararma) gibi şikayetler olabilir.
Bazı durumlarda, birincil kanser tedavi edildikten sonra da kanser hücreleri yayılabilir. Metastatik tümörler, ilk kanser tedavisinden aylar, hatta yıllar sonra bile ortaya çıkabilir.
METASTAZIN AYIRT EDİCİ ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Bir kanserli hücrenin “metastatik” olabilmesi için aşağıdaki özelliklere sahip olması gerekir:
Hareketlilik ve istila
Malignitenin tanımlayıcı özelliği olan istila, tümör hücrelerinin bazal membranı (bir iç veya dış vücut yüzeyinin astarını alttaki bağ dokusundan ayıran ince, lifli, hücre dışı bir doku matrisi) bozma ve alttaki bağ dokusundan geçme kapasitesidir (tümörün bağ dokusu.). Motilite yani kanser hücrelerinin hareket edebilme kapasitesi metastaz için tek başına yeterli değildir; bir kanser hücresi, bir tümör odağından başarılı bir şekilde kopabilir ancak daha sonra hayatta kalamaz ise, metastaz oluşturamaz.
İkincil bölgeleri değiştirme yeteneği
Kanser hücreleri yerel mikro çevreye yeni hücreler toplar, bağışıklık / enflamatuar hücrelerin mobilizasyonunu sağlar, diğer dokuları yeniden yapılandırır, çevredeki stroma metabolizmasını değiştirir, bağışıklık sisteminin tüm antitümör eylemlerini engeller, diğer kanser hücrelerinin davranışını manipüle eder ve değiştirir. Hücre dışı matris ve diğer hücrelerin normal davranışlarını yeniden yapılandırır.
Plastisite
Birincil veya ikincil tümörler statik değildir; hücresel düzeyde aslında çok dinamikler. Kanser hücreleri, birincil tümörün hızlı büyümesine ve farklı metastatik bölgelerin kolonizasyonuna eşlik eden talepleri karşılamak için metabolizmalarını uyarlamalıdır. Dahası, neoplastik hücreler diğer hücrelerin büyüme oranlarını, ilaç direncini ve metastatik kapasiteyi değiştirebilir.
İkincil dokuları kolonize etme yeteneği
İkincil dokuların kolonizasyonu, metastatik kanserin öne çıkan özelliğidir. Hurst-Welch çalışmasında, bir tümör hücresi veya hücreleri birincil tümörden kopar ve hayatta kalırsa, ancak vücudun başka bir yerinde kök salamazsa, metastaz gerçekleştiremez.
METASTATİK KANSERDE TEDAVİ SEÇENEKLERİ NELERDİR?
Metastatik kanseri tedavi etmek, erken evre kansere göre, daha zordur. Tedavi seçenekleri her kanser türü için büyük ölçüde farklıdır. Nitekim kansere veya metastaza yönelik tanımlanmış tek bir tedavi yöntemi yoktur. Araştırmacılar tedavide ilerleme kaydetmeye devam ettikçe, belirli metastatik kanser türleri giderek daha fazla tedavi edilebiliyor.
Bazı klinik durumlarda, metastazlar belirli şekillerde tedavi edilebilir.
Beyin metastazları için ;
Tümörlerin sayısına ve vücudun geri kalan kısmındaki hastalığın boyutuna bağlı olarak, tedavi seçenekleri cerrahi (çok özel durumlarda), radyoterapi, gama bıçağı ameliyatı, akıllı tedaviler, kemoterapi ve /veya steroidleri içerebilir .
Kemik metastazları için
Kemik metastazları ağrıya veya kırılma tehlikesine neden olmuyorsa, bunlar sistemik tedavi esnasında izlenebilir veya ilaç tedavisi ile tedavi edilebilir. Şiddetli ağrı mevcutsa veya kemik kırılgansa, hasarın bulunduğu yer için cerrahi ve / veya radyoterapi uygulanabilir. Kemik metastazlarına bağlı ağrı ve kırık riskini azalttığı bilinen kemoterapi dışı ilaçlar mevcuttur.
Akciğer metastazları için
Akciğer metastazlarının tedavisi, metastazların sayı, boyutuna ve birincil kanserin tedavi edilme durumuna bağlıdır. Çoğu senaryoda, birincil kanserle aynı şekilde (aynı ilaçlarla) tedavi edileceklerdir. Metastaz akciğer çevresinde sıvı oluşmasına neden oluyorsa, nefes almayı kolaylaştırmak için sıvıyı çıkarmak için bir işlem (torasentez) ve tekrar sıvı oluşmasını engellemek amacıyla akciğer zarlarının yapıştırılması işlemi (plöredez) uygulanabilir.
Karaciğer metastazları için
Karaciğer metastazlarını tedavi etmenin birincil kanserin türü ve kapsamının yanı sıra karaciğer metastazlarının sayısı ve boyutuna bağlı olarak çeşitli yolları vardır. Çoğu durumda, karaciğer metastazları birincil kanserle aynı şekilde (aynı ilaçlarla) tedavi edilecektir.
Hem birincil hem de metastatik olmak üzere sınırlı hastalığın olduğu durumlarda, örneğin cerrahi ve radyofrekans ablasyonu (RFA), radyo veya kemoembolizasyon (TARE, TAKE gibi), mikroküre tedavisi gibi farklı yeni yaklaşımlar vardır. Karaciğer nakli genellikle metastatik hastalık için bir seçenek değildir.
Not: Kanserin tedavi edilemediği durumlarda tedavinin temel dayanağı, kanserin büyümesini yavaşlatmak veya neden olduğu semptomları azaltmak veya hafifletmektir.
METASTAZ AŞAMALARI NASILDIR?
Kanserli hücrelerin vücudun yeni kısımlarına yayılması aşağıda belirtilen aşamalarla gerçekleşir:
- Birincil tümörden ayrılma
- İlk lezyon etrafındaki dokulardan istila ve bazal membranlarının penetrasyonu
- Kan damarlarına giriş ve kan içinde hayatta kalmak. (Kan damarları yoluyla yayılan hematojen yayılma olarak adlandırılır)
- Lenfatiklere veya periton boşluğuna giriş. (Lenf kanalları yoluyla yayılan lenfatik yayılma olarak adlandırılır)
- Akciğerler, karaciğer, beyin kemiği vb. uzak organa ulaşmak
- Tümörü besleyen yeni kan damarlarıyla birlikte yeni bir lezyon oluşumu. (Yeni kan damarlarının oluşumu, anjiyogenez olarak adlandırılır.)
METASTAZ NASIL KONTROL EDİLİR?
Bazı kanserler tanı anında metastatiktir, bazıları ise kanser ilerledikten veya nüksettikten sonra metastatik hale gelir. Doktorlar metastazı kontrol etmeye yardımcı olmak için farklı tıbbi testler kullanır:
Laboratuvar testleri vücut dokularının, kanın, idrarın veya vücuttaki diğer maddelerin kontrol edilmesini içerir. Söz konusu testler bakım ekibinin kişinin organlarının nasıl çalıştığını bilmesine yardımcı olur.
Görüntüleme testleri röntgenler, mıknatıslar, radyo dalgaları ve bilgisayar teknolojisi kullanır. Bu testler, kanseri kontrol etmek için kemik ve iç organların ve yapıların ayrıntılı görüntülerini oluşturur.
METASTAZ NEDEN TEHLİKELİDİR?
Metastaz, kanser ölümlerinin çoğu birincil kanserin uzak bölgelere yayılmasından kaynaklandığından büyük önem taşımaktadır. Çoğu durumda, lokalize tümörü olan kanser hastalarının hayatta kalma şansı metastatik tümörlere göre daha yüksektir.
Elde edilen yeni kanıtlar, hastaların yüzde 60 ila yüzde 70’inin tanı anında metastatik süreci başlattığını göstermektedir. Tüm bunlara ek olarak, tanı anında tümör yayıldığına dair hiçbir kanıtı olmayan hastalar bile metastaz riski altındadır.
METASTAZ TOHUM VE TOPRAK TEORİSİ NEDİR?
Bazı organlar, birincil tümörlerin metastazına diğerlerinden daha yatkındır. Bu durum ilk olarak Stephen Paget tarafından bundan bir asır önce tarihler 1889’u gösterdiğinde ‘tohum ve toprak’ teorisi olarak tartışıldı. Örneğin, kemikler prostat kanseri için tercih edilen bölgedir, kolon kanseri karaciğere yayılır, mide kanseri yumurtalıklara metastaz yapabilir. Söz konusu teoride kanser hücrelerinin birincil odaklarının dışında hayatta kalmalarının zor olduğu belirtilir. Yani kanser hücrelerinin yayılabilmeleri için benzer özelliklere sahip bir yer bulmaları gerekir. Örneğin, meme kanseri hücreleri çoğalmak için anne sütünden kalsiyum iyonlarına ihtiyaç duyar. Bu nedenle kemikler kalsiyum yönünden zengin olduğundan kemik yayılma alanı olabilir.
Kötü huylu melanom, melanositleri ve sinirleri destekler ve bu nedenle, nöral doku ve melanositler embriyodaki aynı hücre hattından çıktığı için beyne yayılabilir.
‘Tohum ve toprak’ teorisine 1928’de James Ewing tarafından meydan okundu. Ewing metastazın tamamen anatomik ve mekanik yollarla gerçekleştiğini öne sürdü. Ewing lenfatik kanallar ve kan damarları yoluyla yayılmayı öne sürerek kanser hücrelerinin, birincil tümöre yakın bölgesel lenf düğümlerini etkilediğini belirtti.
METASTAZ ÖNLENEBİLİR Mİ?
İkincil kanser gelişme riski, kanserin türü ve kanseri geliştiği hastanın yaşı gibi birçok faktöre bağlıdır. Metastazı önlemek önemli bir hasta grubunda mümkünken, tamamen önlemek ise maalsef henüz mümkün olamamaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
MİDE KANSERİ NEDİR?
Tüm kanserler arasında en sık karşılaşılan 4. kanser olan mide kanseri, midenin herhangi bir bölgesine yerleşen ve genellikle lenf bezleri, karaciğer, akciğer gibi organlara yayılabilen özelliktedir. Mide kanseri çeşitli nedenlerden dolayı mide mukozasında kötü huylu tümörlerin gelişmesi sonucunda gerçekleşir. Ülkemizde en çok rastlanan kanserler arasında yer alan mide kanseri her yıl dünyada 800 bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açmaktadır. Erkeklerde, kadınlara oranla daha sık rastlanan mide kanseri, son yıllarda teknolojideki gelişmeler sayesinde erken teşhis edilip, doğru tedavi uygulamaları ile kontrol altına alınabilmektedir. Uzman kontrolü ve doğru beslenme ile mide kanserinden korunmak ve kurtulmak mümkün hale gelmektedir.
MİDE KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Mide kanseri erken dönemde hiçbir belirti vermeyebilir. Mide kanserinin belirtileri arasında ilk göze çarpan hazımsızlık ve şişkinliktir. Etli gıdalara karşı isteksizlik de mide kanseri belirtileri arasındadır. Mide kanserinin ileriki safhalarında ise; karın ağrısı, bulantı, kusma, yemek yedikten sonra şişkinlik, kilo kaybı görülmektedir. Özellikle daha önce benzer şikâyetleri olmayan 40 yaş üstü hastaların hazımsızlık ve kilo kaybını mutlaka önemsemeleri gerekir.
Mide kanseri belirtileri, hastalığı erken evrede yakalamak adına çok önemlidir. Çeşitli sindirim sistemi bozuklukları, mide bölgesinde ağrı ve hazımsızlık şikayetlerini fark eder fark etmez uzman doktor kontrolüne başvurmak, mide kanserini erken evrede yakalamak için çok önemlidir.
Mide kanseri belirtilerini kısaca şöyle sıralayabiliriz.
- Asidite ve geğirme: Mide asidinin yükselmesi ve geğirme sorunu mide kanseri vakalarında çok sık karşılaşılan belirtilendir. Ancak bu şikâyetleri yaşana herkesin mide kanseri olacağı anlamına gelmez.
- Doluluk hissi: Mide kanserinin belirgin belirtilerinden biri de yemek yerken normalden daha erken fazla doymuş hissetmektir. Uzun süren doluluk hissi, kilo kayıplarına neden olabilir.
- Kanama ve yorgunluk: Mide kanseri erken dönemde mide içinde kanamaya neden olabilir. Sürekli kanama da anemiye neden olabilir. Kırmızı kan hücrelerinizin azalması ile birlikte daha soluk görünmeye, nefes nefese kalmaya başlayabilirsiniz. Bazı vakalarda kan kusmak da görülebilir.
- Kan pıhtıları:Mide kanseri olan kişilerde kan pıhtısı olma oranı daha yüksektir. Bu nedenle ani göğüs ağrısı, nefes darlığı ve bacakların şişmesi durumunda acil olarak kanın pıhtılaşmasını önlemek gerekir. Buru durumda vakit kaybetmeden uzman bir doktora başvurmak gerekir.
- Bulantı ve yutma güçlüğü: Mide kanseri belirtileri arasında bulantı ve yutma güçlüğü hissi oldukça önemlidir. Mide kanseri olan kişilerin yarısından fazlasında görülen en belirgin belirtilerden ikisidir. Bu semptomlara mide ya da göğüs kemiğinin altındaki ağrı da eşlik eder.
- İleri evre mide kanseri belirtileri: Mide kanseri ilerlediğinde dışkıda kan görülmesi, batında sıvı olması, iştahsızlık ve kilo kaybı belirtilerle karşılaşılabilir.
Mide kanseri bazen hiçbir belirti vermeden, sinsice ilerleyebilir. Belirtiler geç dönemlerde görüldüğünde, hasta cerrahi müdahale şansını kaybetmiş olabilir. Bu nedenle erken teşhis mide kanseri için çok önemlidir.
MİDE KANSERİ NEDEN OLUR?
Mide kanserinin pek çok nedeni olabilir. Mide kanseri sindirim sistemi organlarından herhangi bir parçasında gelişebilir ve yayılabilir. Sindirim sürecinde yer alan tüm organları etkileyen davranışlar ve risk faktörleri mide kanserini de tetikleyebilir. Bunlar şöyle sıralanabilir;
- Beslenme şekli: Mide kanseri nedenlerinin en önemlisi, yanlış beslenme alışkanlıklarıdır. Özellikle mangalda pişmiş et ve benzeri gıdalar, aşırı tuzlanmış ve salamura yapılmış sebzeler, işlenmiş gıdalar mide kanserinin oluşmasına zemin hazırlar. Mide kanserinden korunmanın en iyi yolu ise Akdeniz tipi beslenme tarzını benimsemektir. Organik ve taze meyve sebzeler mide kanserine karşı koruyucudur.
- Enfeksiyonlar: Mide kanserine neden olan önemli bir faktör de H.plori enfeksiyonudur.
Mide kanseri vakalarının %65-85’inde H.plori enfeksiyonu görülmüştür. H.plori enfeksiyonlu olguların %2’sinde de mide kanserine rastlanmaktadır.
- Sigara ve Alkol: Önlenebilir bir mide kanseri nedeni ise sigaradır. Özellikle alkol ile birlikte tüketildiğinde mide kanseri olma olasılığını arttırmaktadır. Sigara ve alkolden uzak durarak mide kanseri olma riski düşürülebilir.
- Genetik: Mide kanserinde de diğer tüm kanserlerde de olduğu gibi genetik faktörler önemlidir. Mide kanseri vakalarının %10’unda genetik faktörler öne çıkar.
MİDE KANSERİ NASIL ANLAŞILIR? TANISI NASIL KONULUR?
Mide kanserinde erken teşhis tedavinin başarısı için çok önemlidir. Bu nedenle midesinde sorun yaşayan kişilerin erken dönemde uzman doktorlar kontrolünde endoskopi ile takip edilmesi çok önemlidir. Endoskopi uygulaması ile doktorunuz ışıklı bir kamerası bulunan uzun bir tüp ile yemek borunuzu, midenizi ve ince bağırsağın ilk kısımlarını gözlemleyebilir. Anormal görünen kısımlar var ise kesin bir tanı için biyopsi alınır. Endoskopinin uygun kullanımı ile hastalığı erken evrede yakalamak mümkündür. Endoskopi dışında kontrastlı grafiler ve bilgisayarlı tomografi mide kanseri tanısını sağlayan diğer önemli tanı yöntemleridir.
Mide kanserinin evresini belirlemek ve diğer organlara yayılıp yayılmadığı görmek için iler testilere ihtiyaç duyulur. Bu testler aynı zamanda hasta için en uygun tedaviyi belirlemek için de gereklidir. Mide kanserinin büyüklüğünü ve yerini saptayan Bilgisayarlı Tomografi (BT), kanserin yayılıp yayılmadığını kontrol eden Laparoskopi ve MR, PET-BT, Böbrek ultrason çekimi, göğüs röntgeni gibi testler uygulanabilir.
MİDE KANSERİ ÇEŞİTLERİ
Mide kanseri tanısı ile kanserin tipi belirlendikten sonra uygulanacak tedaviye karar verilir. En sık görülen mide kanseri türü ise adenokarsinomdur. Mide kanseri çeşitlerini ise aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz;
- Adenokarsinom: Her 100 mide kanserinden 95’i adenokarsinomdur. Mide kanserinin esık görülen tipi olan adenokarsinom mide astar bezi hücrelerinde başlar.
- Skuamöz hücre kanseri: Adenokarsinoma ile aynı şekilde tedavi edilen Skuamöz hücre kanseri mide astarını oluşturan bez hücreler arasındaki cilt hücresi benzeri hücrelerdir.
- Mide lenfoması: Mide lenfoması çok nadir görülmekle birlikte mide diğer mide kanserlerinden farklıdır.
- Gastrointestinal stromal tümörler (GIST):Nadir görülengastrointestinal stromal tümörler (GIST) iyi huylu ya da kötü huylu olabilirler. Bu kanser türü sindirim (gastrointestinal) sistem organlarını destekleyen bağ dokusu hücrelerinde ve çoğunlukla da midede görülür.
- Nöroendokrin tümörler (NETs):Nöroendokrin tümörler (NETs) iyi huylu ya da kötü huylu (kanser) olabilir. Nadir olarak görülen bu kanser tipi genellikle sindirim sisteminde hormon üreten dokularda büyürler.
MİDE KANSERİ TEDAVİSİ NASIL YAPILMAKTADIR?
Mide kanseri tanısı ile kanserin tipi belirlendikten sonra uygulanacak tedaviye karar verilir. Mide kanseri tedavisi multi disipliner yaklaşımı gerektirmektedir. Uzman ekip çalışması ve dam donanımlı bir hastane ile başarı sağlanabilmektedir. Mide kanseri tedavisinde kansere neden olan tümörün uygun şekilde çıkarılması tedavinin en önemli kısmını oluşturur. Erken evrede yapılan başarılı cerrahi operasyonlar hastanın yaşam süresi açısından çok önemlidir. Ameliyatla hastanın midesinin bir bölümü ya da tümü alınabilir. Midesinin tümü alınan hastalarda, bağırsaktan yeni mide yapılır ve hasta bundan sonraki yaşamını normal bir şekilde devam ettirebilir. Bu şekilde yaşayan hastalara az ve sık yemeyi gerektiren diyet önerileri sunulur. Bazı hastalarda mide alındıktan sonra kanserin şekline göre doktorun belirlediği şekilde ışın ya da ilaç tedavisi uygulanabilir.
MİDE KANSERİNDE HİPERTERMİ TEDAVİSİ
Mide kanserinin evresine göre değişiklik gösteren tedaviler sırasında eğer tümör lenf bezlerine sıçramış ise mutlaka kemoterapi uygulanır. Özellikle ikinci evreden başlayan mide kanserinde operasyon öncesi verilen kemoterapi tedavisi, operasyon sonrasındaki etkinliği arttırmak için çok önemlidir. Ayrıca mide kanseri tedavisinde “Hipertermi” adı verilen sıcak kemoterapi uygun hastalarda başarılı sonuçlar alınmasını da sağlıyor. Hipertermi denilen sıcak kemoterapi aslında son 20- 30 yıldır uygulanan bir tedavi yöntemi. İlk kez kadın kanserleri üzerinde uygulanan yöntem son dönemlerde kalın bağırsak ve mide kanserlerinde de sık sık uygulanıyor.
Mide Kanseri Ameliyatı
Yaklaşık 2-5 saat süren mide ameliyatı sırasında midenin büyük bir kısmı veya tamamı alınmaktadır. Mide ameliyatı sonrası hastanın sık aralıklarla, küçük porsiyonlarla beslenmesi ve besinleri çok iyi çiğneyerek yutması önerilir. Mide kanseri ameliyatı ve tedavisi sonrası, düzenli kontrollere devam edilmelidir.
MİDE KANSERİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR
Mangalda et ve tütsülenmiş yiyecekler mide kanserine neden olur mu?
Mangalda et çok sevilse de etin yanacak derecede pişmesi ve marine ederken fazla tuz kullanılması etin kanserojen bir gıdaya dönüşmesine neden olur. Özellikle doğu bölgelerinde tütsülenmiş yiyeceklere daha sık rasatlarız. Tütsülenmiş et, balık, peynir, salamura besinler, çiğ tüketilen et, nitrat tuzları içeren yiyecekler, konserve ve hazır gıdalar sizi mide kanserine doğru sürükleyebilir.
Sıcak çay mideyi nasıl etkiler?
Çay genellikle sıcak olarak tüketilse de çok sıcak içilmesi durumunda yemek borusu ve mide mukozasının üzerinde tahrişe neden olur. Bu tahriş de kansere zemin hazırlar. Sıcak çay, Karadeniz ve Doğu Karadeniz bölgesindeki mide kanserlerinde sıklıkla karşılaşılan nedenlerden biri.
Sigara ve mide kanseri arasındaki ilişki nedir?
Mide kanseri sigara kullananlarda daha çok görülür. Bununla birlikte mide kanseri; midesinde polip bulunanlarda, helikobakter pilori enfeksiyonu olan veya tütsülenmiş gıda ve turşu gibi yiyecekleri çok fazla tüketen özellikle Asya toplumlarında daha sık görülen bir kanser türüdür. Ama insanların taze sebze meyveye ulaşımının fazla olduğu yerlerde mide kanserinin sıklığı düşmektedir.
Gastrit ve ülser kansere dönüşür mü?
Helicobacter pylori enfeksiyonu gastrit ve ülsere neden olduğu gibi mide kanseri nedenlerinden biridir. Gastrıt ve ülser durumlarında mutlaka bu bakterinin ortadan kaldırılması gerekir. Ayrıca sigara ve alkol kullanımından da mide kanserinden korunmak adına uzak durulmalıdır. İçtiğiniz sudaki çinko ve kurşun oranı mide kanserine neden olan önemli bir etkendir. Ayrıca soluduğunuz havadaki talk ve asbestoz gibi çevresel faktörler de risk faktörleri
Mide kanseri hastalarında ağız kokusu olur mu?
Mide kanseri olan kişilerin mide çıkışlarında ölü bir doku ortaya çıkmaktadır. Bu ölü dokunun olduğu yerde ise, buradan beslenmeye başlayan bakteriler türemektedir. Bu durum aşırı derecede kötü bir kokuya neden olmaktadır. Ancak, mide kanseri ağız kokusu yapacak kadar ilerlemişse, mutlaka öncesinde başka bulgular da vermiş demektir. Bu nedenle, ağzı kokan kişi, bu kokunun sebebinin mide kanseri olduğunu düşünüp, endişe etmemelidir.
Mide kanseri için kemoterapiye nasıl hazırlanılır?
Tedavi sürecinde bir destekçinin olması önemlidir. Özellikle kemoterapi günlerinde bir destekçinin bulunması hijyene dikkat edinilmesi, saçların döküleceğinden dolayı kısa keserek kemoterapi sürecine hazırlanılmalıdır.
Mide kanseri ameliyatından sonra iyileşme süreci ne kadar sürer?
Mide ameliyatları sonrası yeni bir beslenme şekline uyum sağlamak zaman alabilir. Bu süre zarfında karın krampları rahatsız edici bir boyutta yaşanabilir. Genellikle mide kanseri ameliyatı sonrası iyileşme sürecinde 1 aylık bir zaman dilimi sonrasında onkolojik tedaviler alınabilecek duruma gelinmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
PANKREAS KANSERİ NEDİR?
Karın boşluğunda yer alan 15 santimetre uzunluğunda çift fonksiyonlu bir salgı bezi olan pankreasın etrafı; mide, ince bağırsak, dalak ve karaciğer ile sarılmıştır. Ekzokrin ve endokrin adı altında iki temel görevi olan pankreasın, bu görevlerini yerine getirmesini sağlayan iki ayrı hücre grubu bulunur. Ekzokrin sindirime yardımcı olan özsuyu salgılayıp, ince bağırsağa iletir. Böylece besinlerde bulunan karbonhidrat, protein ve yağlar ayrıştırılır ve enerji olarak depolanır. Endokrin fonksiyonu ise glikojen ve insülin hormonları salgılayarak kandaki glikozu belli bir seviyede tutmaya çalışır.
PANKREAS KANSERİ NEDEN OLUR?
Pankreas kanseri ise pankreasta bulunan hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmaya başlamasıyla oluşur. Çoğunlukla pankreas kanseri pankreas kanallarını çevreleyen ekzokrin hücrelerin bulunduğu bölgede oluşmaya başlar. Bu bölgede başlayan pankreas kanseri adenokarsinom olarak da bilinen ekzokrin tümörüdür. Pankreas kanserinin çok daha nadir rastlanılan türü endokrin tümörü ise adacık hücrelerinde başlamaktadır.
PANKREAS KANSERİ TÜRLERİ
Pankreas kanseri; ender rastlanan bir tür olan ve hormon üreten hücrelerde ortaya çıkan “nöroendokrin” veya “adacık hücre” ile daha sıklıkla görülen ve pankreas özsuyunu taşıyan kanallarda oluşan ‘’ekzoktrin’’ adlı türlerden oluşmaktadır. Ekzoktrin pankreas kanserinin de kistik tümörler ve asinar hücre türleri, daha ender olarak kendini göstermektedir. Pankreas ve safra kanalının onikiparmak bağırsağı ile birleştiği yerde kendini gösterebilen “Ampulla Vateri” tümörleri de cerrahi sürece kadar pankreas kanserinden farklı olarak değerlendirilmeyen bir türdür.
PANKREAS KANSERİNDE RİSK FAKTÖRLERİ
Pankreas kanserinin nedenleri tam olarak bilinmese de, sigara ve genetik faktörler kanser oluşumunda en önemli risk faktörleri olarak kabul edilmektedir.
Pankreas kanserinin bilinen en büyük nedenleri şöyle sıralanabilmektedir;
- Pankreas kanserlerinin %30’u sigara kaynaklı ortaya çıkmaktadır.
- İleri yaş pankreas kanseri için önemli bir risk faktörüdür.
- Daha çok protein ağırlıklı, meyve ve sebzeden yoksun beslenmek kanser riskini artırmaktadır.
- Vücut kitle indeksi (BMI) yüksek olan kişilerde pankreas kanserine yakalanma olasılığı daha yüksektir.
- Petrol ve kimyasal maddelere maruz kalan kişilerde pankreas kanseri daha fazla görülmektedir.
- Uzun süre tedavi edilmeyen kronik pankreas iltihabı, pankreas kanserine yakalanma riskini artırmaktadır.
- Diyabet pankreas kanserine yakalanma oranını sağlıklı bireylere göre iki kat artırmaktadır.
PANKREAS KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Pankreas kanseri ilk evrelerinde belirti vermeden ilerleyebilir. Belirti vermeye başladığında çoğu zaman hastalık ilerlemiştir.
Pankreas kanserinin belirtileri arasında bulantı, iştahsızlık, kilo kaybı, yavaş gelişen sarılık, mide çıkışında tıkanıklık ve ağrı görülebilir. Pankreasın baş kısmına yerleşmiş kanserde, ağrısız sarılık ve büyük abdestin camcı macunu gibi açık renk olduğu görülür. Pankreas kanserine bağlı olarak görülebilen sırta vuran ağrı, genellikle hastalığın lokal yayılımının habercisi olup, genelde kanserin pankreasın gövde ve kuyruk yerleşiminde görülür ve hastalığın ilerlediğinin belirtisi olarak kabul edilir. Hastalığın daha az görülen belirtileri “3 D” olarak hatırlayabileceğimiz diyabet (şeker hastalığı), diare (ishal) ve depresyondur. Pankreas kanserinde bu belirtiler de gözlenebilmektedir;
- Yemek sonrası ya da yatay pozisyona geçince artan karın ağrısı
- Gaz sancıları, şişkinlik
- Kusma ve iştah kaybı
- Koyu renkli ya da kanlı idrar
- Genel halsizlik
- Karaciğer ve safra kesesinde büyüme
- Kaşıntı
- Varis
Bu gibi belirtiler söz konusu olduğunda, vakit kaybetmeden doktora başvurulması önemlidir.
PANKREAS KANSERİNDE TANI
Pankreas kanserinde tanının erken konulması, çok kolay olmayabilir. Çünkü pankreas kanserinin erken evrelerinde herhangi bir belirti ve bulguya rastlanmaz. Pankreas kanseri belirtilerinin pek çok hastalık belirtisine benzemesi ve pankreasın mide, ince bağırsak, karaciğer gibi organların arkasında saklanmış olması da erken tanı konulamamasında etkilidir.
Pankreas kanseri tanısı genellikle çeşitli testler yardımı ile pankreas ve etrafının detaylı görüntülenmesi ile konur. Kanser hücrelerinin pankreas içine ve dışına ne derece yayıldığını belirlenmesine (kanserin yayılma durumu) evreleme denir. Evreleme için radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılır. Pankreas kanserinde doğru bir tedavi planı için erken teşhisle beraber kanser evresi çok önemlidir.
Pankreas kanseri tanısı koyabilmek için uygulanan testleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz;
- Hastanın sağlık geçmişi ve fiziksel muayenesi: Hastanın genel fiziki muayenesi yapılıp, geçmişindeki hastalıklar sorgulanır. Pankreas kanseri risk faktörlerinden olan diyabet ve pankreatit gibi hastalıkları varsa incelenir.
- Kan testi: Kan testi yapılarak bilirubin gibi bazı maddelerin miktarı ölçülür. Normalden yüksek veya düşük çıkan ölçümler, o maddeyi salgılayan organ veya dokularda oluşan hastalığın belirtisi olarak değerlendirilir.
- Tümör belirteçleri: Kan veya dokuda bulunan kanserin varlığının saptanması için doku, idrar veya kan örneği alınır ve bazı ölçümler yapılır. Bu ölçümler sırasında CA 19. 9 ve CEA ismindeki iki tümör belirteci pankreas kanseri için yardımcı bilgiler verebilir. Bu testler tanı koymaktan ziyade pankreas kanseri tanısı konmuş hastaların takibinde yol göstericidir. Sağlıklı bireylere bu tip testler yapılmaz.
- Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI): MRI, tüm kanserlerde olduğu gibi pankreas kanseri için de önemli görüntüleme yöntemlerinden biridir. Özellikle pankreasın çevresindeki dokular ile olan ilişkisiniz ve karaciğer iç, bulguları anlamak için oldukça etkilidir.
- Bilgisayarlı Tomografi (BT): Kanser tanısında en yol gösterici görüntüleme yöntemlerinden biridir. Bilgisayarlı tomografi ya da bilgisayarlı aksial tomografi de denilen BT uygulamasında görüntülerin daha ne olması için hastaya damar ya da ağızdan kontrast madde verilebilir.
- Pozitron Emisyon Tomografisi (PET Taraması): PET taraması da tümörün yerini ve yaylımını tespit etmek için kullanılır. Hastaya az miktarda radyonüklid madde ile işaretli glikoz enjekte edilir ve glikozun biriktiği yerler tespit edilir. Kanserli hücreler daha çok glikoz topladığından daha koyu renkte görünür ve tespit edilirler.
- Karın ultrasonu: Karın ultrasonu ile karın içine yüksek enerji ses dalgaları gönderilir. Bu ses dalgaları dokulara çarpar ve eko yapar. Böylece karın içinin ve organların görüntülenmesi sağlanır.
- Endoskopik Ultrason (EUS): Genellikte makattan ya da ağızdan içeriye ucunda ışık ve görüntüleme merceği bulunan endoskopi cihazı sokularak yapılan bir tanı yöntemidir. Yüksek frekanslı ses dalgalarının oluşturduğu ekolar cihaz tarafından algılanarak organların sonogram adı verilen detaylı görüntüsü elde edilir ve gerekirse şüpheli alanlardan biyopsi alınabilmesine olanak sağlar.
- Endoskopik Retrograd Kolanjiopankretikografi (ERCP): Bu yöntem ile on iki parmak bağırsağından pankreatik kanal ve ana safra yolu ve safra kanallarının görüntülenebilir. Küçük tüp şeklindeki kateter, endoskop içerisinden pankreatik kanallara sokulur ve kontrast madde enjekte edilerek safra kanallarının detaylı görüntüsü alınır.
- Perkütan Transhepatik Kolanjiyografi (PTC): Safra yollarına ulaşmak için ciltten ultrasonografi yardımıyla bir kateter girilir ve yerleştirilir. Kateterden verilen kontrast madde yardımı ile röntgen kullanarak safra kanalları görüntülenir. Gerekli ise safrayı drene etmek için kateter yerinde bırakılır. Bu uygulamaya, sadece ERCP yapılamadığı durumlarda söz başvurulur.
- Laparoskopi: Karın ve iç organlara içerden bakılarak, hastalık belirtilerini kontrol eden cerrahi bir yöntemdir. Karın duvarından açılan milimetrik kesilerden port dediğimiz boru şeklinde aletler yerleştirilir. Bu portlardan girilen kamera ve aletler ile karın içine bakılır. Tümörün yeri, karın zarına veya diğer organlara yayılım olup olmadığı görüntülenebilir. Tanı koymak için biyopsi alınabilir.
- Biyopsi: Doku içerisindeki kanser bulgularının detaylı araştırılması için hücre veya doku örneğinin alınması işlemidir. Pankreas kanseri için birkaç farklı biyopsi yöntemi vardır. Röntgen veya ultrason sırasında ince bir iğne ile pankreastan hücre örneği alınabildiği gibi aynı işlemin laparoskopi sırasında yapılması da mümkündür.
PANKREAS KANSERİ EVRELERİ
Kanserli hücreler vücudu içerisine doku, lenf sistemi ve kan yolu aracılığı ile yayılır. Kanser hücreleri ana tümörden koparak kan damarları ya da lenf kanalları yolu ile vücudun başka bölümlerine geçebilir ve farklı tümörler oluşturabilir. Bu duruma metastaz denir. İkincil ya da metastatik tümörler ana tümör ile aynı özelliklere sahiptirler. Pankreas kanseri evrelerini görüntüleme testleri kullanarak tespit etmek zordur. Bu nedenle cerrahi müdahale öncesinde kanserli tümörün tümünün alınıp alınmayacağı kararı çok önemlidir. Pankreas kanseri evrelerini bu şekilde açıklayabiliriz;
0: Bu evrede yayılma yoktur. Ve pankreas kanseri sadece tek katman hücrelerle sınırlıdır. Pankreas kanseri, görüntüleme testlerinde ne de çıplak gözle görülebilir.
Evre I: Bu evrede kanser bölgesel olarak büyüme gösterir. Pankreas kanseri, pankreasla sınırlıdır.
Evre II: Pankreas kanseri, pankreas dışında büyür veya lenf bezlerinin yakınına yaklaşır.
Evre III: Bu evrede pankreas kanseri daha geniş yayılma gösterir. Tümör, yakınındaki ana damarlara, lenf bezlerine veya sinirlere yayılır ancak metastaz göstermez.
Evre IV: Bu evrede pankreas kanseri, karaciğer gibi uzak organlara yayılım yapar.
PANKREAS KANSERİ TEDAVİSİ
Pankreas kanseri tedavisi ameliyat, kemoterapi ve radyoterapi olmak üzere 3 ayrı yöntemden oluşmaktadır. Bu da pankreas kanseri tedavisinde farklı uzman hekimlerin müdahalesini ve kontrolünü gündeme getirir. Pankreas kanseri tedavisi gastroenteroloji, cerrahi, tıbbi onkoloji, radyasyon onkolojisi, girişimsel radyoloji ve birçok diğer alanda uzmanlaşmış doktorların tümü ile birlikte uygulanır.
Pankreas kanserli hastaların çoğu uzak organlara erken kanser yayılımı veya yaygın lokal tutulum nedeni ile tedavi edici cerrahiye aday değildir. Bu hastalara, sarılık gibi tıkayıcı semptomları ve ağrıyı giderici, yaşam süresini uzatmayan ancak daha rahat bir dönem geçirtmeyi amaçlayan cerrahi girişimler yapılır. Hastaların genel durumuna ve yandaş hastalıklarına bağlı olarak, pankreas kanserinin vücutta diğer organlara yayılım gösterdiği hastalarda ortalama yaşam süresi 3 ile 6 ay arasındadır. Hastalığın lokal olarak yayılım gösterdiği hastalarda ise ortalama yaşam süresi 6 ile 10 aydır.
Pankreas kanserinin tedavi şeklinin belirlenmesinde, hastalığın evresi çok önemli bir yer tutmaktadır.
Rezektabl (cerrahi müdahaleye uygun, ameliyat edilebilir): Pankreas kanserinde tümör alınabilir durumda ise, pankreas kanserini iyileştirmek için tek çözüm yöntemi olan cerrahi yöntem uygulanmalıdır. Cerrahi yöntem ile tümör alınsa da çoğu zaman pankreas kanseri tekrarlayabilir. Pankreas ameliyatı sonrasında gemcitabine (gemzar) veya 5-FU ile birlikte uygulanan kemoterapi tedavisi ise kanserin tekrar etmesini 6 ay kadar geciktirebilmektedir.
Bölgesel olarak ilerlemiş: Pankreas kanseri bölgesel olarak ilerlemiş ancak uzak organlara sıçramamıştır. Eğer hasta cerrahi müdahaleye uygun değilse hastanın kliniğine göre müdahaleler yapılır. Safra kanalı tıkanıklığı var ise stent yerleştirilebilir. Kanserin tıkadığı bağırsak alanı var ise bypass ile mide ile ince bağırsak arasında yeni bir yol açılır.
Metastatik (geniş alana yayılmış): Pankreas kanseri karın içine, karaciğere, akciğere, kemiklere ve beyne sıçramış ise tek başına radyoterapi veya cerrahi müdahale yeterli olmaz. Yayılmış pankreas kanseri için standart tedavi yöntemlerinden birisi, kemoterapi tedavisidir. Bu tedavi, kanseri
küçülterek hastanın yaşam süresini uzatır.
Nüks (tekrarlayan) Pankreas Kanseri: Pankreas kanseri ameliyatı sonrası aynı bölgede yakında ya da yakınında tekrarlayan kansere nüks denir. Eğer kanser uzakta bir bölgede nüks edecekse bu öncelikle karaciğerde ortaya çıkar. Ekzokrin pankreas kanseri tekrarladığında, metastatik kanserde uygulanan tedavinin aynısı planlanır ve hastaya, kemoterapi tedavisi uygulanır.
Nöroendokrin Pankreas Kanseri (Pnet)
Rezektabl (cerrahi müdahaleye uygun): Ameliyat yapılabiliyorsa tümörün türüne, büyüklüğüne ve pankreasta bulunduğu yere göre uygun görülen ameliyat tekniği belirlenerek opere edilir. Tümörün evresinin ve tam yerinin tespiti için ameliyat öncesi laparoskopi uygulaması yapılabilir.
Anrezektabl (cerrahi müdahaleye uygun olmayan): Nöroendokrin pankreas tümörleri genellikle yavaş büyür. Bu tümörlerde endokrin kanseri görüntülemesi denilen moleküler görüntüleme yöntemlerinden olan Galyum 68 DOTATOC yöntemi kullanılır ve tümör incelenebilir. Tedavide iki yöntem bir arada uygulanır. Tümörden salgılanan hormonun yol açtığı sorunları yok etmek için hastaya proton pompa inhibitörü isimli asit salgısı azaltıcı mide ilaçları verilir. Sonrasında ise tümörü geriletmeye yönelik kemoterapi, akıllı ilaç uygulaması ve/veya hedeflenmiş radyoizotopların uygulaması uygulanır.
PANKREAS KANSERİNDE WHİPPLE AMELİYATI
Pankreas kanseri ameliyatları, cerrahinin en zor ve en kompleks ameliyatlarındır. Özellikle ameliyat sonrası dönemde oluşabilecek komplikasyon riski nedeniyle, hem cerrah hem de hastane imkanlarının yeterli özellikte olması hasta için yaşamsal önem taşımaktadır.
Pankreas kanserinde Whipple ameliyatı, pankreas başı, safra yolları ve 12 parmak bağırsağı tümörlerinde hayat kurtarıcı bir ameliyattır. Whipple ameliyatı birbirine yakın ve bağlı olan 3 organda meydana gelen tümörlerde o bölgeyi komple temizlemek için idealdir. Whipple ameliyatı sırasında mide kapağı da denen adale sistemini korumak amacıyla “Pilor Koruyucu Whipple” operasyonu uygulanır. Böylece ameliyat sonrasında sindirim sitemi şikayetleri yaşanmaz. Whipple ameliyatı ile pankreas başı, midenin yarıya yakını, 12 parmak bağırsağının tamamı ve safra yollarının bu alana komşu bölümü komple çıkartılmaktadır. Operasyonun en önemli yanı alınan bu organların birbiriyle koordinasyonun yeniden doğru bir şekilde sağlanmasıdır. Bu nedenle Whipple ameliyatı mutlaka uzman doktorlar tarafından gerçekleştirilmelidir.
PANKREAS KANSERİ AMELİYATI ÖNCESİ
Pankreas kanseri teşhisi konulan hastaların yaklaşık yüzde 85’i cerrahi şansı bulunmayan gruptur. Bu durumda, bazı tedavi seçeneklerinden yararlanılır. Bunlar, ameliyat öncesi tümörün küçültülmesi ve ameliyat sınırı için uygun hale getirilmesinin yanı sıra cerrahi sonrasında destek tedavisi olarak da uygulanmaktadır.
PANKREAS KANSERİNDE RADYOTERAPİ
Pankreas kanseri tedavisinde en sık kullanılan radyoterapi türü external-beam radyoterapidir. Genellikle kemoterapi ile radyasyon tedavisi daha etkili olacağı için aynı anda uygulanır. Kemoterapi ve radyoterapinin aynı anda uygulanması pankreas tümörlerimim küçülmesine ve yok olmasına yardımcı olabilir.
PANKREAS KANSERİNDE KEMOTERAPİ
Pankreas kanseri hücrelerinin büyümesini ve bölünmesini durdurmak amacıyla kemoterapi yani ilaç tedavisi yapılmaktadır.
PANKREAS KANSERİNDE HEDEFE YÖNELİK TEDAVİ
Pankreas kanserinde hedefe yönelik tedavi; kanserin belirli genleri, proteinler ya da kanserin büyüme ve hayatta kalmasına katkıda bulunan doku ortamını hedefleyen bir tedavi yöntemidir.
PANKREAS KANSERİNDE NANOKNİFE TEDAVİSİ
Pankreas kanserinde ameliyat şansı olmayan hastalar için önemli bir seçenek nanoknife ablasyon tedavisidir. Damar, sinir ve bağırsak gibi dokularda hasar bırakmadan tümörün yok edilmesine yönelik bir işlemdir. Yöntemin en önemli kullanım alanlarından biri olan pankreas kanserinde en uygun hasta grubu, uzak metastazı olmayan ancak çevredeki damarlar tutulduğu için ameliyat olamayan hastalardır. Lokal-ileri evre olarak adlandırılan bu grup hastalarda nanoknife, tutulan damarlara zarar vermeden çevredeki tümör dokusunu öldürebilir ve hastaları yeniden ameliyata uygun hale getirebilir, ya da tümörü küçülterek sağ kalım süresini artırabilir.
Pankreas kanseri ameliyatı için aday olan hastaların ise cerrahi öncesi dikkat etmesi gereken noktalar bulunmaktadır. Cerrahi öncesi hasta ve doktor iletişimi, ameliyatın tam teşekküllü olması ve ameliyata iyi hazırlanma, hastanın yaşı ve genel durumuna göre tüm tetkiklerin yapılması ve bu tetkiklere göre karar verilmesi, tümörün durumuna göre ameliyatın yöntemi ile ön tetkiklerin titizlikle yapılması büyük önem taşımaktadır.
PANKREAS KANSERİ TEDAVİSİ SONRASI SÜREÇ NASILDIR?
Pankreas kanseri ameliyatı, genel cerrahinin en büyük ameliyatlarından biridir. Etkin olması için deneyimli bir cerrahi ekibin olması önemlidir. Bu ameliyatlar sonrasında bazı kişilerin şeker tüketimini azaltması gerekebilir. Ameliyat sonrası hastanın doktorun tavsiyelerine uyması gerekir. Tedavi hastanın durumuna, hastalığın evresine göre değişir. Tedavide kemoterapi, radyoterapi de gerekebilir. Tedavi bitiminde hekimler belirli aralıklarla hastayı görmek isteyecektir. Bu randevulara sadık kalınmalıdır. Doktorlara, mutlaka nasıl rahatsızlıklar yaşandığı ayrıntılı şekilde anlatılmalıdır. Kontrollerde çeşitli tetkikler istenebilir. Bazen tedavi bittikten sonra yan etkiler görülebilir. Bunlar mutlaka hekimlerle paylaşılmalıdır. Bazen kansere bağlı olarak kilo verme durumu ortaya çıkabilir. Bu nedenle hekimler çeşitli besin takviyeleri veya yeni beslenme alışkanlıkları edinmeyi isteyebilir. Bazı hastalarda ağrılar olabilir. Ağrı olursa mutlaka hekime bildirilmelidir. Bu konuda etkin ve hızlı bir ağrı yönetimi sağlanabilir. İyi beslenmek, düzenli fiziksel aktivite, sağlıklı kiloda kalmak tedavi sonrasında önem taşımaktadır. Gerekirse hastaların duygusal destek almaları gerekebilir.
PANKREAS KANSERİNDE İYİLEŞME BELİRTİLERİ NELERDİR?
Pankreas kanseri tedavisinde çok önemli bir seçenek olan Whipple ameliyatı sonrası yaklaşık 6 aylık süre içinde hastan iyileşerek normal yaşantısına dönebilir. Geçen 10 yıllık süreçte pankreas kanseri teşhisi konulmuş hastalarda bir seçenek olarak düşünülmeyen cerrahi, günümüz koşullarında pek çok farklı yöntem ile hastalar için önemli bir alternatif durumundadır. İleri görüntüleme yöntemleri sayesinde, hastanın ameliyat şansının olup olmadığı önceden belirlenerek uygun tedavi yapılmaktadır. Yine, açık olarak uygulanan ve vücutta büyük kesilere yol açan cerrahiler nedeniyle uzayan iyileşme süreleri de laparoskopik (kapalı) ve robotik cerrahiler sayesinde yerini, estetik kaygıların ortadan kalktığı normal yaşama daha hızlı dönüşe bırakmıştır. Cerrahi sonrası iyileşmenin hızlı olması, hastaların gerekli olabilecek ek tedavileri de daha çabuk alabilmesine olarak tanımaktadır. Bu sayede, pankreas kanserinin varlığına işaret ve en çok görülen on belirti; yoğun bulantı, iştahsızlık, istemsiz kilo kaybı, idrar renginde koyulaşma, mide çıkışında tıkanıklık, yavaş gelişen sarılık, sırta vuran ağrı, ishal, diyabet ve depresyon gibi belirtiler de tedavi sonrasında ortadan kalkmaktadır.
PANKREAS KANSERİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR
Pankreas kanseri ultrasonda çıkar mı?
Pankreas kanseri karın ultrasonu, MRI, BT, PET taraması gibi yöntemlerle saptanabilir.
Pankreas kanseri ilk nereye metastaz yapar?
Pankreas kanserinde evre 4’te uzak organlara metastaz yapabilir. Kanser öncelikle karnın içinde ve karaciğerde yayılabilir. Sonra akciğer ve kemiklere sıçrayabilir.
Pankreas hastalığı nasıl anlaşılır?
İştahsızlık, bulantı, kilo kaybı, dışkı renginde değişiklik, sırta vuran ağrı, gaz sancıları, halsizlik, kaşıntı gibi belirtiler olabilir.
Pankreas kanseri kimlerde görülür?
Pankreas kanseri riski sigara içenlerde, diyabet hastalarında, pankreasın kronik iltihabı, aile öyküsü, obezite, ileri yaş, kötü beslenmesi olan kişilerde daha sık görülebilir.
Pankreas kanseri öldürür mü?
Pankreas kanseri, genelde geç fark edildiği için en tehlikeli kanser türleri arasında yer alır. Erken teşhis hastaların yaşam ömrünü uzatır.
Pankreas kanseri atlatılır mı?
Pankreas kanseri erken teşhis edildiğinde, tedavi edilebilir bir hastalıktır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Prostat kanseri
Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanser türlerinden biridir ve sıklık bakımında dünyada yüz binde 28 iken ülkemizde bu oran biraz daha fazla olup, yüz binde 37’dir. Amerikan Kanser Derneği’nin verilerine göre, erkeklerin yaşam boyu prostat kanseri ile karşılaşma riskinin %16,7, yaşam kaybı riskinin ise %2,5 olduğu bildirilmiştir. Her 5-6 erkekten birinin hayatı boyunca prostat kanseri ile karşılaşma riski bulunmaktadır. Dünyada her 3 dakikada bir kişiye prostat kanseri tanısı konulurken, 14 dakikada bir de prostat kanserine bağlı yaşam kayıpları gerçekleşmektedir.
Prostat kanseri, erken evrede yakalandığında tedavi başarısı yüksek kanser türleri arasında yer almaktadır. Genellikle başlangıç evresinde belirti vermeyen bir kanser olduğu için de 40 yaşından itibaren her erkeğin yıllık prostat muayenesini ve kan tahlillerini mutlaka yaptırması gerekmektedir. Prostat kanserinin tedavisinde çok önemli bir yeri olan cerrahi uygulamalar içinde, tıp dünyasında devrim niteliği taşıyan “da Vinci Robotik Cerrahi Sistemi” ile hasta, kansersiz bir yaşama kavuşmanın yanı sıra yaşam kalitesi bakımından da önemli ayrıcalıklara sahip olmaktadır. Robotik cerrahi ile idrar tutmayı ve cinsel yaşamın devamını sağlayan sinirlerin daha iyi korunması mümkündür.
PROSTAT BEZİ NEREDE BULUNUR VE HANGİ İŞLEVLERE SAHİPTİR?
Erkek üreme sisteminin bir parçası olan prostat, idrar torbasının hemen altında, bağırsakların ön tarafında, idrar torbasının çıkışını çepeçevre saran bir salgı bezidir. Başlıca görevi spermleri koruyan sıvıyı üretmek ve spermleri bu sıvı içinde sağlıklı bir şekilde saklamak olan prostat, ayrıca sfinkter kaslar ile mesanenin ağzını sıkarak, idrar kaçırılmasını önler. Kapsülle çevrili üç bölgeye ayrılan prostat kapsülü, prostatı vücudun diğer bölümlerinden ayırır.
İYİ HUYLU PROSTAT BÜYÜMESİ NEDİR?
Erkekler yaşlandıkça prostat bezi de büyüme gösterir. Bu büyümeye, benign prostatik hiperplazi (prostatın iyi huylu büyümesi) denir ve genellikle prostatın idrar kanalını (üretra) çevreleyen geçiş bölgesinde görülür. Prostat büyümesi, mesaneyi veya üretrayı bloke ederek idrar akışını önleyebilir. Erkekler sık, ağrılı, kanlı idrar veya sperm sorunu yaşayabilir, belde tutulma ve ağrı yaşayabilir. Bu belirtiler, prostatın iyi huylu büyümesi sonucu olabilir veya bir kanser belirtisi olarak ortaya çıkabilir.
PROSTAT KANSERİ NEDİR?
Prostat kanseri, bir erkeğin üreme sisteminin bir parçası olan ceviz şeklindeki küçük bir bez olan prostatta gelişir. Prostat kanseri, prostat bezindeki hücrelerin kontrol dışı büyümesiyle ortaya çıkar. Kanserli hücreler öncelikle kontrolsüz büyüme göstererek prostat içine yayılır. Ardından prostatı çevreleyen kapsüle uzanır, kapsülü delerek prostat dışına doğru yayılır. Prostat kanseri, iyi huylu prostat bezi büyümesinden farklı olarak prostatın merkezinden değil, kapsüle yakın, merkezden uzak bölgesinden kaynaklanır. Bu nedenle prostat kanserinde idrar şikâyetleri daha geç dönemde hastayı rahatsız eder. Büyüme ve yayılma döneminde yakın organlara, lenf sistemine ve kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölgelerine sıçrayabilir. Prostat kanseri yavaş seyirli olduğu gibi tümör, oldukça agresif karakter göstererek kemik ve diğer organlara sıçrayabilir.
PROSTAT KANSERİ BELİRTİLERİ
Prostat kanserinin belirtileri, hastalığın ilerlemesine bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu bakımdan sinsi karaktere sahip bir hastalıktır. Özellikle erken dönemlerinde hiç belirti ve şikayet görülmeyebilir. Prostat kanseri belirtileri ortaya çıktığında, hasta bazı tedavi şanslarını kaybedebileceğinden, düzenli doktor kontrollerinin tedavi başarısında önemi büyüktür.
Prostat kanseri belirtileri şöyle sıralanabilir;
- İdrar yapma güçlüğü
- İdrar akışında kuvvet azalması
- Menide ya da idrarda kan görülmesi
- Boşalma esnasında ağrı
- Kasık bölgesinde rahatsızlık hissi
- Kemik ağrıları
- Sertleşme bozukluğu
Prostat kanserini haber veren bu belirtiler bazen iyi huylu prostat büyümesinin bir göstergesi de olabilir. Prostat bezinin büyümesine bağlı olarak gelişen benign prostatik hiperplazinde (prostatın iyi huylu büyümesi) de benzer belirti ve şikayetler görülebilir. Eğer prostat kanseri vücudun başka bölgelerine ve organlarına yayıldıysa, o alanla ilgili belirtiler de verebilir. Örneğin; kemiğe yayıldıysa kemik ağrısı gibi…
PROSTAT KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ
Prostat kanserinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Prostat kanseri hücre düzeyinde gerçekleşen genetik kusurlara bağlı bazı prostat hücrelerinin kontrol dışı büyümesi ve normal hücrelerin yerini almasıyla oluşur. Daha sonra da çevre dokulara ve ileri seviyelerde ise uzak organlara yayılabilir.
Prostat kanseri nedenleri ve risk faktörleri şöyle sıralanabilir;
- Kalıtsal veya Genetik Faktörler
Prostat kanserlerinin %9’u kalıtsal olup, prostat kanseri olanların %15’inde hastalık birinci derece erkek akrabalarından geçmektedir. Kadınlarda meme ve yumurtalık kanserleriyle bağlantısı bilinen BRCA2 genindeki mutasyon, erkeklerde prostat kanseri riskini de arttırdığı gözlemlenmiştir.
- Genetik Olmayan (Çevresel) Faktörler
Prostat kanserinde çevresel faktörler genetik faktörlere göre daha etkilidir. Örneğin, Çin’de yaşayan bir Çinlinin prostat kanserine yakalanma riski, bir Amerikalıya göre çok düşükken, aynı Çinli birey Amerika’da uzun süre yaşadığında bir Amerikalıya benzer prostat kanseri riski taşımaya başlamaktadır.
- Yaşın Etkisi
Prostat kanseri riski yaşla birlikte artar. 50 yaşın altındaki erkeklerde nadir görülen prostat kanserine, 55 yaşın üzerindeki erkeklerde sıkça rastlanır. Yaşamları boyunca her 6 erkekten 1’ine prostat kanseri tanısı konulacağı bilinmektedir. - Irk Faktörü
Prostat kanserinde ırk faktörü de önemlidir. En çok siyahi erkeklerde görülen prostat kanseri, daha sonra beyaz erkeklerde görülür. Nadir olarak da Asya/ Pasifik adalarında yaşayan erkeklerde de görülür.
- Beslenme
Prostat kanseri üzerinde beslenmenin direkt etkisi kanıtlanamamıştır. Daha önce yapılan araştırmalar, selenyum ve E vitamininin prostat kanseri riskini azaltabileceğini göstermiş olsa da sonradan yapılan araştırmalardan edinilen daha net sonuçlar, her ikisinin de fayda sağlamadığını ortaya koymuştur. Yine de sağlıklı beslenme kanser riskini azalttığı için sağlıksız besinler tüketmek prostat kanseri riskini doğrudan yükseltebilir.
PROSTAT KANSERİ TANISI
Hastanın PSA kan testi ve/veya makattan parmakla muayene sonuçlarına göre prostat kanseri olasılığı söz konusu ise, şüphenin biyopsi ile onaylanması gerekir. Prostat kanserine, prostat bezine yapılan bir veya birden fazla biyopsi sonucunda tanı konulur. Biyopsi, hastada var olan benin prostatik hiperplazi, kanser veya var olan diğer medikal problemleri belirler. Biyopsi sırasında, iğne yardımıyla rektumdan girilerek prostat dokusundan birkaç ufak parça örnek alınır. Bu doku örnekleri, mikroskop altında incelenerek kanser hücreleri varsa tespit edilir.
Prostat kanseri tanısı koymak için aşağıdaki taramalar yapılmaktadır;
PSA Kan Testi: Prostat kanseri tanısı konan hastanın kanındaki PSA seviyesi, vücudunda bulunan kanser miktarına eşittir. PSA (Prostat Spesifik Antijen), prostatta bulunan hücreler tarafından üretilen bir protein olup, kandaki miktarı ne kadar yüksekse prostat kanseri de o kadar ilerlemiş demektir. Aynı zamanda PSA düzeyi, verilen tedavinin başarısını takip edilmesinde veya cerrahi sonrası yenilemenin saptanmasında son derece yardımcıdır.
Makattan Parmakla Muayene: En yaygın kullanılan prostat kanseri tarama testlerinden biridir. Parmakla, hastanın prostatına dokunularak büyüklüğü ve özelliklerine göre anormalliklere bakılır.
Transrektal Ultrasonografi: Transrektal (makattan) ultrasonografi sırasında, küçük bir sonda rektumun içine yerleştirilir. Sonda, eko üreten ve prostata çarparak geri dönen yüksek frekans ses dalgaları yayar. Bilgisayar, bu ekoları kullanarak anormal bölgeleri gösterebilen sonogram ile resmi oluşturur. Transrektal ultrasonografinin, prostat kanserinde yaşamsal riski azalttığına dair araştırmalar devam etmektedir.
Gelişmiş PSA Testi: Pankreas kanserine dair daha belirgin sonuçlar için, PSA testini geliştirme çalışmaları devam etmektedir. PSA sonuçları ne kadar net olursa, hasta o kadar az kaygılanır ve diğer testlere o kadar az ihtiyaç duyulur.
İnsülin-Benzer Büyüme Faktörü: İnsülin benzeri büyüme faktörü (IGF), birçok kanser türünde kanser hücreleri için önemli bir büyüme ve antiapoptotik (hücre ölümünü engelleyici etkisi olan) faktördür. İnsülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein-3 (IGFBP-3) ise IGF-1 den bağımsız apoptozisi (hücre ölümü) uyarır ve büyümeyi engeller. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, yüksek IGF-I ve düşük GFBP-3 seviyelerinin veya her ikisinin oranlarındaki yükselmenin, prostat kanseri riski artışı ile ilişkili olduğunu belirtmektedir.
PROSTAT KANSERİNDE ERKEN TEŞHİS
Prostat kanserinde diğer kanserlerde olduğu gibi erken teşhis ile yaşam kaybı oranları azaltılabilir. Erken teşhisin sağladığı bir diğer fayda ise prostat kanseri tedavisine bağlı yan etkilerin minimum düzeyde kalmasıdır. Prostat kanserini erken teşhis etmek için Prostat Spesifik Antijen (PSA) olarak bilinen protein seviyesini ölçen kan testi, dijital-rektal muayene ve/veya transrektal (makattan) ultrason yöntemleri kullanılmaktadır. Ancak prostat kanserinde tarama, karmaşık ve tartışmalı bir konu olup yaşamsal risk faktörünü azalttığına dair yeterli kanıtlara henüz ulaşılamamıştır. Dahası, tüm tarama testleri, bazı riskler taşır. Faydalarına bağlı belirsizliklerin ve olası zararlarının, prostat kanseri tarama testleri öncesi uzman bir doktorla konuşulması önemlidir. Tarama testlerinin potansiyel faydaları, belirsizlikleri ve riskleri birlikte konuşulduktan sonra hastanın kişisel tercihine göre yapılmalı ya da yapılmamamladır.
PROSTAT KANSERİ EVRELERİ
Prostat kanseri gösterdiği yayılım durumuna göre evrelere ayrılır. Prostat tümörünün mesane ya da rektum gibi çevre dokulara yayılıp yayılmadığı, lenf bezleri ve kemikleri etkileyip etkilemediği evrelemede en önemli kriterlerdir. Tümörü derecesini belirten gleason skoru ve PSA seviyesi de prostat kanseri evrelerini belirlemek için önemlidir.
- Evre
1.evrede tümör sadece prostat içerisindedir. Bazen rektal muayenede hissedilemeyecek kadar küçük hacimli olabilir. Gleason skoru ise 6 ya da daha düşüktür. PSA seviyesi 10’un altındadır.
- Evre
- evrede de tümör, prostat içerisindedir. Ancak tümörün yapısı saldırganlaşmıştır. Parmakla muayenede belirgin olarak hissedilebilir ya da tümör derecesi yüksek olabilir.
- Evre
- evrede prostat kanseri prostat dışına taşmıştır. Genellikle seminal keselere yayılmıştır. Ancak kemik ve lenf bezlerine yayılmamıştır.
- Evre
Bu aşamada prostat kanseri mesaneye, rektuma ya da çevredeki dokulara (seminal keseler dışında) yayılım göstermiştir. Ayrıca civardaki lenf bezlerine ve kemiklere de yayılma görülebilir.
PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİ
Prostat kanseri tedavisinde kanserin büyüme hızı, yayılım durumu, hastanın genel sağlık durumu ve uygulanacak tedavinin etkinliğinin yanı sıra, olası yan etkilerine de bağlı olarak farklı tedaviler tercih edilebilir. Eğer prostat kanseri erken bir evrede ise hemen tedavi yerine takip önerilebilir. Cerrahi seçeneği ise prostat kanserinde en yaygın ve etkili tedavi yöntemlerindendir. Robotik, laparoskopik ve açık cerrahi yöntemler mevcut olup her bir cerrahi yöntem hastaya göre tercih edilmelidir. Cerrahi yaklaşımda amaç prostatın tamamının alınmasıdır. Uygun vakalarda prostat çevresinde bulunan ve peniste sertleşmeye yardımcı olan sinirler korunabilir.
Erken evre prostat kanserinde tercih edilen ameliyat, laparoskopitir. Yine erken evrede prostat ışın tedavisi (radyoterapi) de uygun hastalarda önemli bir tedavi seçeneğidir. Laparoskopik cerrahi, hastaya konforlu bir ameliyat süreci sağlar ve kanser kontrolü açısından da yüksek başarı oranlarına sahiptir. 4-5 adet küçük delikten yapılan bu ameliyatlar sonrasında hasta daha az ağrı çeker ve günlük aktivitesine kısa sürede dönebilir. Ameliyat kesisi olmadığından, bu ameliyatlar kozmetik olarak da büyük oranda hasta memnuniyeti sağlar. Prostat kanseri tanısı ve tedavisindeki büyük gelişmeler, bu hastalığı korkulan bir hastalık olmaktan çıkarmaktadır.
PROSTAT KANSERİ EVRESİNE GÖRE TEDAVİ
Prostat kanseri 1. ve 2. evrede ise cerrahi veya radyoterapi ile tedavi edilebilir. Ardından da hormonal tedaviye başlanabilir ya da hastanın durumuna göre hareket edilebilir. Prostat kanseri tedavisinde 3. evre planı ise ya cerrahi ya da radyoterapi olmalıdır. Yapılan araştırmalara göre cerrahi ve radyoterapiden sonra 5 aylık bir kemoterapinin de prostat kanserinde yaşam süresini uzattığı belirlenmiştir. PSA’sı 40’ın üzerinde olan, lenf bezi tutulumu olan veya Gleason skoru 7’nin üzerinde olan hastalarda, ameliyat veya radyoterapi sonrası hormonal tedaviye ek olarak kemoterapi de düşünülmelidir. 4. evrede prostat kanserinin asıl tedavisi hormonal tedavi olmalıdır. Hormonal tedavi ile cerrahi olarak hastanın yumurtalıklarını alınabilir ya da 1-3 ayda bir enjeksiyonlar ile erkeklik hormonu bloke edilebilir. 2010 yılından sonra 4. evre prostat kanseri tedavisinde pek çok yenilik olmuştur. Kullanılan bazı ilaçlar ile kemoterapinin 4. evrede yaşam süresini belirgin bir biçimde artırdığı gösterilmiştir. Ek olarak geleneksel hormon bloker ilaçların işe yaramadığı durumlarda kullanılan bazı ajanlar geliştirilmiştir. Prostat kanseri aşısı ise denenmiş olsa da beklendiği etkiyi pek gösterememiştir. Sadece kemik metastazları olan hastalar için radyoterapötik ajanların etkinliği gösterilmiştir. Ülkemizde ek olarak, prostat kanserinde radyoaktif Lutesyum ile birleştirilmiş PSMA ile tedaviler de mümkündür.
DA VİNCİ ROBOTİK CERRAHİ
Da Vinci Robotik Sistem ile gerçekleştirilen prostat kanseri ameliyatları özellikle hastanın ameliyat sonrası cinsel işlev kaybı yaşamaması için çok önemlidir. Deneyimli laparoskopik cerrah için, 3 boyutlu, “high definition” kalitesinde ve 10-20 kat büyütmeli olarak görüntü sağlayan da Vinci robotunun 3 boyuttaki 540° hareket kabiliyeti olan kolları vücut içindeki sinirlerde ve damarlarda ve en zor yerde bile rahatlıkla korunarak kanserli prostatı çıkartabilir ve radikal bir tedavi sağlar.
PROSTAT KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Prostat bezi nedir?
Prostat bezi erkek üreme sisteminin bir parçasıdır. Bez, boşalma sırasında meni ile karışan sıvı yapar. Bu sıvı spermin korunmasına yardımcı olurç
Kimlerde prostat kanseri riski daha fazladır?
55 yaş üstü erkekler hastalığa daha yatkındır. Yaşlandıkça prostat kanseri geliştirme riski artar. Nitekim prostat kanserlerinin yaklaşık yüzde 60’ı 65 yaş üstü erkeklerde görülür. Prostat kanseri için diğer risk faktörleri şunları içerir:
- Etnik köken (siyah erkekler en yüksek riske sahiptir)
- Ailede prostat kanseri öyküsü
- Sigara içmek
- Obezite
Prostat kanserinin komplikasyonları nelerdir?
Bazı agresif kanserler prostatın dışına hızla yayılır. (metastaz yapar). Prostat kanseri en sık kemiklere ve lenf düğümlerine yayılır. Karaciğer, beyin, akciğerler ve diğer organlarda da gelişebilir.
Prostat ultrasonografi incelemesi nedir?
Ultrasonografi, insan kulağının işitemeyeceği kadar yüksek frekanslı ses dalgalarından yararlanılarak, iç organların incelenmesinde kullanılan bir tanı yöntemidir. Cihaz, bilgisayar ve elektronik elemanlar içeren bir konsol, video görüntü ekranı ve vücudu taramak için kullanılan prob adı verilen parçalardan oluşmaktadır. Prostatın iyi ve kötü huylu büyümelerinin saptanmasında kullanılan ultrasonografik inceleme, karın ön duvarından yapılırsa Trans Abdominal Ultrason (TAUS), makat yolu ile yapılırsa Trans Rektal Ultrason (TRUS) olarak adlandırılmaktadır.
Prostat Ultrasonografi İncelemesi Nasıl Yapılır?
TAUS işleminde ultasonografi probu, karın bölgesine konarak, ultrasonografi dalgalarının güçlendirici etkisiyle prostat görüntülenir. Bu işlem için mesanenin dolu olması gerekmektedir. İşlemden 1.5 – 2 saat önce 1.5 litre (yaklaşık 6 bardak) su içilmesi yeterlidir. TRUS işleminde ise, steril kaplanmış özel ultrasonografi probu ile makat yolundan prostat görüntülenmektedir. Bu işlem için bağırsak temizliği gerektiğinden; bir gün önce akşam yemeği sonrası müshil ilacı içilmesi ve işlemden hemen önce mesanenin boşaltılması gerekmektedir.
Prostat ultrasonografisinin faydaları nelerdir?
Ultrasonografinin prostat kontrolünde önemli bir avantajı, hastaya zarar vermemesidir. Kolay uygulanması, maliyetinin düşük olması ve iyonize radyasyon içermemesi diğer belirgin avantajlarıdır. Transabdominal ultrason işleminde prostatın boyutu, ağırlığı ve anatomik şekli belirlenir. Transrektal ultrason işleminde bunların yanı sıra prostatın doku detayları da değerlendirilmektedir. Bu işlem esnasında Renkli Doppler ve Power Doppler metodları ile kanserden şüphelenilen alanların kanlanması değerlendirilebilmekte, aynı seansta ön hazırlık koşulu ile biopsi işlemi de gerçekleştirilebilmektedir. Ultrasonografi incelemesi hekime, hastanın prostatı hakkında ayrıntılı bilgi verebilmekte, doğru tanıya ulaşmada ve uygun tedavinin planlamasında yardımcı olabilmektedir.
Prostat kanserine karşı ne önlemler alınabilir?
Sağlıklı ve doğru beslenmeden, hayat tarzına prostat kanseri riskini azaltabilecek etkili önlemler bulunuyor. Domates, karpuz, kuşburnu, pembe greyfurt, papaya gibi kırmızı meyvelere rengini veren likopen güçlü bir antioksidandır. Anti inflamatuar özelliklere sahip izoflavonun prostat kanserine karşı koruma sağladığı yönünde birçok çalışma bulunmaktadır. Nar tüketmek özellikle de nar suyu PSA seviyesini kontrol altında tutarken prostat kanserine karşı da koruyucu özellikler barındırmaktadır. Zerdeçal, anti enflamatuvar özelliğini yanı sıra içerdiğin curcumin maddesi nedeniyle prostat büyümesi ve prostat kanserine karşı harika bir koruyucudur. Öte yandan düzenli fiziksel aktivitelerin de prostat kanseri geliştirme ihtimalini düşürdüğünü ortaya koyan çeşitli çalışmalar mevcuttur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
REKTUM KANSERİ NEDİR?
Rektum kanseri, kanserli yani malign hücrelerin rektum dokularında oluştuğu bir hastalıktır. Rektum kanseri genellikle rektum astarındaki poliplerden kaynaklanmaktadır. Rektum ve kolon kanseri genellikle “Kolorektal kanser” olarak adlandırılır.
REKTUM KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Rektum kanseri belirtileri çok farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Ancak birçok rektum kanseri belirti vermeden rutin taramalarda tespit edilmektedir. Rektum kanseri belirtiler genel olarak şunları içermektedir.
- Makatta kanama veya dışkıda kan görülmesi rektum kanseri belirtileri arasında en sık yaşananların başında gelmektedir. Neredeyse 10 hastanın 8’inde kanama belirtisi yaşanmaktadır.
- Dışkıda mukus
- Kabızlık, ishal, aşırı miktarda gaz gibi bağırsak hareketlerindeki değişiklikte rektum kanseri ilk belirtisi olabilmektedir.
- Bağırsak hareketlerindeki değişikliğin yanında, bağırsağın boş olduğu duygusu veya sık tuvalete gidilmesine rağmen yeterli dışkılayamama da rektum kanserinin belirtileri arasında yer alır.
- Ağrılı bağırsak hareketleri
- Dışkıda fark edilmeyen kanamalar anemi yani kansızlığa yol açabilir. Anemiye bağlı olarak yaşanan nefes darlığı, baş dönmesi, hızlı kalp atışı rektum kanseri belirtileri bakamından ciddiye alınmalıdır.
- Tümörün büyüyerek çıkış yolunu kapatması sonucu bağırsak tıkanması yaşanabilir. Bağırsak tıkanması karın bölgesinde şiddetli ağrı ve kramplara yol açabilir.
- Tümörün büyümesi dışkı boyutunda değişimlere neden olabilir. Kalem inceliğinde dışkılamak rektum kanseri belirtisi olabilmektedir.
- Diyet veya egzersize bağlı olmayan açıklanamayan kilo kaybı rektum kanseri ilk belirtileri arasındadır.
REKTUM KANSERİ NEDEN OLUR?
Rektum Kanserinin neden olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak rektum kanserine neden olan çok sayıda risk faktörü bulunmaktadır.
- Rektum kanserlerinin büyük bir çoğunluğu ileri yaşta ortaya çıkmaktadır.
- Alkol ve sigara tüketimi rektum kanseri riskini artırmaktadır.
- Hayvansal kaynaklı yüksek yağlı beslenme düzeni rektum kanseri nedeni olabilmektedir.
- Kolorektal kanser veya polip öyküsü rektum kanserini sebep olabilmektedir.
- Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi kolon ve rektumun kronik enflamatuar hastalıkları rektum kanseri riskini artırmaktadır.
- Polipsiz kalıtsal olmayan kolorektal kanser (Lynch) ve ailesel adenomatoz polipozis (FAP) gibi genetik sendromlar rektum kanseri sebepleri arasındadır.
- Hareketsiz bir yaşam ve obezite
- Kanser tedavisi için özellikle karın bölgesine radyoterapi tedavisi almak rektum ve kolon kanserine neden olabilmektedir.
- Diyabet (Şeker hastalığı)
- Ailede özellikle birinci derece yakınlarda kolon ve rektum kanseri bulunması önemli bir rektum kanseri nedenidir.
REKTUM KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
- Rektum kanseri erken teşhis edebilmek için rutin tarama programlarının uygulanması gerekir. Her hangi bir risk faktörü bulunmayan kişilerde 50 yaşında rutin taramalara başlamak rektum kanserinin erken teşhisi bakımından hayati önem taşır. Risk faktörü olan kişilerde tarama yaşı daha erken başlayabilir. Genellikle rektum kanserinin belirtisi olan makatta kanama veya demir eksikliği sonrası yapılan kontrollerde rektum kanseri teşhis edilir.
- Tarama programlarında ve teşhis için en sık kullanılan yöntem kolonoskopi tetkikidir. Kolonoskopi sırasında küçük doku örneklerini şüpheli görünen bölgelerden çıkarmak genellikle mümkündür. Biyopsi için çıkarılan doku örneklerinin laboratuvar analizi, rektum kanseri teşhisinde yardımcı olur.
REKTUM KANSERİNİN TEDAVİSİ
Rektum kanseri evreleri ve derecesi belirlendikten sonra tedavi planlanır. Rektum kanseri tedavisinde; kanserin evresi ve derecesi, tümörün rektumdaki yeri, boyutu, hastanın yaşı ve genel sağlık durumuna göre planlama yapılır.
Rektum kanseri Kemoterapi ve Radyoterapi tedavisi
Rektum kanseri kemoterapi tedavisi genellikle kanser hücrelerini hedef alan iki veya daha fazla ilaçtan oluşur. Rektum kanserinde kemoterapi ve radyoterapi ameliyattan önce kullanılabildiği gibi sonra da uygulanabilmektedir. Rektum kanseri 1. Evre tedavisinde cerrahi yöntem tedavide tek gerekli adım olabilir. 1. Evre rektum kanserinde ameliyat sonrası nüks riski düşüktür ve bu nedenle genellikle kemoterapi önerilmemektedir. Rektum kanseri 2. Ve 3. evrelerde kanserin tekrarlamaması için ameliyattan sonra kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanır. Rektum kanseri 2. Evre ve Rektum kanseri 3. Evre hastalarda ameliyattan önce tümörü küçültmek için kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanabilir.
Rektum kanseri ameliyatı
Rektum kanserinin tedavisinde ameliyat en sık başvurulan yöntemlerin başında gelmektedir. Rektum kanseri ameliyatı tümörün yeri ve büyülüğüne göre planlanır.
Rektum kanseri ameliyatı; makat koruyucu rektum ameliyatı ve makat kaybı gerektiren rektum ameliyatı olmak üzere 2 grupta incelenebilir.
Rektum Kanseri ameliyatında;
- Uç kolostomi
- Koloanal anastomoz
- Düşük anterior rezeksiyon
- Lokal eksizyon- Lokal veya Transanal Eksizyon – Transanal Endoskopik Mikrocerrah
- İntraoperatif radyasyon tedavisi (IORT).
- Abdominoperineal Eksizyon (APR) – Ekstra-Levator Abdominoperineal Eksizyon
- Polipektomi
- Radyofrekans ablasyonu
- Kriyocerrahi
Minimal invaziv cerrahi gibi ameliyat teknikleri kullanılabilmektedir
REKTUM KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Rektum Kanseri Kimlerde Görülür? Yaygın Bir Kanser midir?
Rektum kanseri kadınlara oranlara erkeklerde daha fazla görülmektedir. Endoskopik ve radyolojik tetkiklerin ilerlemesiyle birlikte rektum kanseri teşhisi daha rahat konulabilmektedir. Farkındalığın artmasıyla birlikte görülme oranlarında da artış yaşanmaktadır. Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişiye kolon ve rektum kanseri teşhisi konulmaktadır. Ülkemizde kesin bir rakam olmamakla birlikte her yıl 30 bin yine kolon ve rektum kanseri teşhisi konulduğu tahmin edilmektedir. En sık görülen rektal kanser türü mukozadan kaynaklanan bir kanser olan adenokarsinomdur.
Rektum Kanseri Hangi Yaşlarda Görülür?
Rektum ve kolon kanserinin kesin bir görülme yaşı yoktur. Ancak rektum kanseri genellikle 35 yaşından sonra görülmektedir. Hastaların büyük bir çoğunluğu ise 50 yaşından daha ileri yaşlardadır.
Rektum Kanseri İçin Hangi Doktora Gidilmelidir?
Rektum ve kolon kanseri belirtilerinden bir veya bir kaçının görüldüğü durumlarda zaman kaybetmeden Gastroenteroloji veya Genel cerrahi bölümü doktorlarına başvurulmalıdır. Rektum ve kolon kanserinin tedavi prosedüründe cerrahi yöntemlerin ön plana çıkması nedeniyle bu konuda uzman bir doktorun tercih edilmesi önemlidir. Kolorektal kanserlerin tedavisi genel cerrahi, gastroenteroloji ve onkoloji gibi bir çok tıbbi birimin bir araya gelerek multidisipliner yaklaşım gerektiren hastalıklar olması nedeniyle tıbbı açıdan yeterli alt yapıya sahip hastanelerin seçilmesi önemlidir.
Rektum Kanseri Bulaşıcı mıdır?
Rektum kanseri olan bir kişiden bir başka kişiye bulaşma söz konusu değildir. Kanserin solunum, hava, temas veya cinsel yolla bulaştığına dair kanıt bulunmamaktadır. Ancak rektum ve kolon kanseri genetik özellikler taşımaktadır. Daha önce ailesinde rektum ve kolon kanseri olan kişilerde Kolorektal kanser görülme olasılığı daha yüksektir.
Rektum Kanseri ile Kolon Kanseri Arasındaki Fark Nedir?
Rektum ve kolon kanserinin belirti ve nedenleri birbirine çok benzerdir. Rektum ve kolon kanserleri birçok yönden benzer olsa da, tedavileri farklıdır. Bunun temel nedeni, rektumun pelvik boşluktaki diğer organlardan ve yapılardan zorlukla ayrılan dar bir alanda oturmasıdır
Hemoroid Rektum Kanserine Neden Olur mu?
Rektum kanseri hemoroid ilişkisi bulunmamaktadır. Ancak özellikle makat bölgesindeki kanamalar, yaşanan ağrılar rektum kanserinde olduğu gibi hemoroid hastalığında da görülmektedir. Kolon ve rektum kanseri olan kişilerin birçoğunda aynı zamanda hemoroidde bulunmaktadır. Hastalar yaşadıkları sıkıntıları hemoroid rahatsızlığına bağlayarak doktora başvurma konusunda gecikebilmektedir. Belirtilerin yaşanmaya başlamasıyla birlikte zaman kaybetmeden bir uzmana başvurmak erken teşhis bakamından önemlidir.
Rektum Kanseri Evreleme İçin Hangi Tetkikler Yapılır?
Kolorektal kanserler konusunda uzman bir genel cerrahın fiziki muayenesi ve kolonoskopi tetkiki ile rektum kanseri teşhisi konulduktan sonra rektum kanseri evresinin belirlenmesi gerekir.
Rektum kanseri evreleme, tedavi sürecinde en uygun yola karar verilebilmesi için önemlidir. Rektum kanseri evreleme aşamasında şu tetkikler uygulanabilir.
- Rektal Muayene: Rektum duvarındaki kanseri hissetmek için makata yerleştirilen kaygan eldiven kullanarak parmakla yapılan muayenedir. Tümörün anüsten uzak olduğu durumlarda rektum kanseri bu muayenede belirlenemeyebilir. Dijital rektal muayene ile bir anormallik tespit edilirse, kanserin daha fazla değerlendirilmesi için bir endoskopi yapılır.
- Esnek sigmoidoskopi: Kolonoskopi yönteminde olduğu gibi üzerinde kamera bulunan esnek bir tüpün anüs içinden ve rektuma sokulmasıdır. Bu tetkik hem rektum kanseri teşhisi hem de rektum kanseri evresi için fikir verebilir.
- Rijit sigmoidoskopi: Anüs içinden rektuma sokulan rijit optik kapsamın yerleştirilmesidir. Sert sigmoidoskopi genellikle bir gastroenterolog veya genel cerrah tarafından yapılır. Rijit sigmoidoskopinin avantajı, tümörün anüse olan mesafesinin daha kesin bir ölçümünün yapılabilmesidir.
- Tam kan sayımı: Kandaki kırmızı kan hücresi sayısının düşük olup olmadığının belirlenmesi tümörün kan kaybına neden olup olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Beyaz kan hücrelerinin yüksek düzeyde olması, tümörün rektumun duvarından büyümesi riskini taşıyan bir enfeksiyon işareti olabilir.
- Tümör marker testleri: Kanser bazen kanda tümör belirteçleri adı verilen maddeler üretebilir. Kanda normalden fazla tümör belirtecinin bulunması rektum kanseri işareti olabilir. Rektum kanseri için karsinoembriyonik antijen ve karbonhidrat antijeni kontrol edilebilir. Karsinoembriyonik antijen (CEA) normalde yetişkinlerin kanında çok düşük seviyelerde bulunur. CEA belirli kanser türlerinde ve kanserli olmayan (iyi huylu) durumlarda artabilir.
- Bilgisayarlı Tomografi (BT): Kolorektal kanserin göğüs, karın ve pelvisteki lenf düğümlerine veya akciğer, karaciğer gibi organlarına yayılıp yayılmadığını kontrol etmek için bilgisayarlı tomografi kullanılabilir. Tümörünün anüsten ne kadar uzak olduğu da bilgisayarla tomografi ile belirlenerek rektum kanseri evrelemesi yapılabilir.
- Manyetik Rezonans (MR): Rektumdaki tümörü çevreleyen kasların, organların ve diğer dokuların ayrıntılı bir görüntüsünü sağlanabilir. Ayrıca rektumun yanındaki lenfler ve rektum duvarındaki farklı doku katmanları manyetik rezonans ile görüntülenebilir.
- Göğüs röntgeni: Rektum kanserinin akciğere metastaz yapıp yapmadığı röntgen ile belirlenebilir.
- Endoskopik Ultrason (EUS): Endoskopi yöntemi ile ultrasonografi yönteminin birleştirilmesine dayanmaktadır. EUS, sindirim sistemindeki duvar katmanlarını ayrıntılı olarak göstermektedir. Sindirim sisteminde veya sindirim sistemine komşu organlardaki hastalıkların teşhisini kolaylaştırmaktadır.
- PET taraması (pozitron emisyon tomografi taraması) :Vücuttaki malign tümör hücrelerini bulma prosedürüdür. Damar içine az miktarda radyoaktif glikoz enjekte edilir. PET tarayıcı vücut etrafında döner ve vücutta glikozun nerede kullanıldığını gösterir. Kötü huylu tümör hücreleri resimde daha parlak görünür çünkü bunlar daha aktiftir ve normal hücrelere göre daha fazla glikoz alırlar.
- Hücre ve doku çalışmaları: Hücreler ve doku çalışmaları kolon veya rektum kanseri tipini bulmak için yapılan çalışmalardır. KRAS, bazı kolorektal kanser hücrelerinde mutasyona uğramış bir gendir. KRAS testi genellikle metastaz yapmış kolorektal tümörlerde yapılır. Hedefe yönelik ilaç kullanımının uygunluğu bakımından önemlidir. Tümörün Lynch sendromundan kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenebilmesi için MSI testi de yapılabilir.
Rektum Kanseri Evreleri
Rektum kanseri derecesi ve rektum kanseri evresi uygulanacak tedavi için önemlidir. Rektum kanseri derecelendirmesi, kanser hücrelerinin normal ve sağlıklı hücrelere kıyasla nasıl göründüğüyle ilgilidir. Rektum kanserinin derecisini bilmek kanserin ne kadar hızlı büyüyebileceği ve metastaz yani yayılma ihtimalinin ne olduğu hakkında fikir verebilir.
Düşük dereceli rektum kanserinde hücreler anormaldir ancak normal hücreler gibi görünürler. Düşük dereceli rektum kanseri yavaş büyüme eğilimindedir ve metastaz olasılığı daha düşüktür. Yüksek dereceli rektum kanseri ise daha farklılaşmamış kanser hücrelerine sahiptir. Hücreler normal hücrelere benzemeyen yüksek dereceli rektum kanseri hızlı büyüme eğilimindedir ve düşük dereceli kanserlere göre metastaz olasılıkları daha yüksektir.
Rektum kanseri evreleme; tetkiklerden elde edilen bilgiler, rektumun hangi bölümlerinde kanser olduğu, tümörün boyutunu, kanserin ilk başladığı yerden yayılıp yayılmadığına göre değişir. Rektum kanseri tedavisini planlamak için evreleme önemlidir. Rektum kanserinin evrelemesi yapılırken;
- Tümör rektumun duvarını ne kadar derininde olduğu
- Lenflerde kanser olup olmadığı
- Rektum kanserinin akciğer veya karaciğer gibi diğer organlara metastaz yapıp yapmadığı değerlendirilir.
Rektum kanseri evreleri 5 grupta değerlendirilir.
- Rektum Kanseri 0. Evre: Kanser hücreleri sadece kolon veya rektumun mukoza denilen iç astarında bulunur. Kanser hücreleri, mukozanın kas katmanını geçmemiştir.
- Rektum Kanseri 1. Evre: Tümör, mukozayı çevreleyen bağ dokusu katmanına veya rektumun kalın dış kas katmanına yayılmıştır.
- Rektum Kanseri 2. Evre: Rektum kanseri 2. Evre üç aşamada ele alınır.
- Rektum Kanseri 2 Evre- A; Kanser rektum duvarının en dış katmanına ulaşmış bu duvarı aşmamış çevre organlara sıçramamıştır. Lenf ve uzak organlara metastaz yoktur.
- Rektum Kanseri 2 Evre- B: Kanser rektum duvarının tüm tabakalarını tutmuş ancak çevre organ veya dokulara sıçramamıştır Lenf veya uzak organlara metastaz yoktur.
- Rektum Kanseri 2 Evre- C; Kanser rektum duvarının dışına taşmıştır. Yakın organ veya dokulara doğru büyümüştür. Lenf ve uzak organlarda metastaz yoktur.
- Rektum Kanseri 3. Evre: Kanser yakındaki lenflere yayılmıştır. Rektum kanseri 3. Evre tümörün nerede büyüdüğü ve kaç lenf noduna yayıldığına bağlı olarak 3 kısımda ele alınır.
- Rektum Kanseri 4. Evre: Rektum kanseri 4. Evrede karaciğer veya akciğerler gibi organlarına metastaz yaşanmıştır. Kanser sadece 1 organda veya uzak lenflerde olabilir. 3 aşamada ele alınır.
- Rektum Kanseri 4. Evre-A: Kanser, karaciğer, akciğer, yumurtalık veya uzak bir lenf gibi, rektuma yakın olmayan bir alana veya organa yayılmıştır.
- Rektum Kanseri 4. Evre-B: Kanser, karaciğer, akciğer, yumurtalık veya uzak bir lenf düğümü gibi, rektuma yakın olmayan birden fazla alana veya organa yayılmıştır.
- Rektum Kanseri 4. Evre-C: Kanser, karın duvarını kaplayan dokuya yayılmış ve diğer bölgelere veya organlara yayılmış olabilir.
Rektum Kanseri Metastazları Nelerdir?
Kanser vücudun başka bir bölgesine yayıldığında metastaz denir. Rektum kanserinin hücreleri, başladıkları yerden ( birincil tümör ) ayrılır ve lenf sistemi veya kan yoluyla vücudan farklı bölgelerine metastaz gösterebilir.
Rektum kanseri hangi organlara yayılır sorusunun cevabı şunları içeririr;
- Rektum kanserini metastazı en sık yakınındaki lenflerde yaşanır.
- Rektum kanseri karın zarına yayılım gösterebilir.
- Karın veya pelvise yakın dokularda metastaz yaşanabilir.
- Uzak lenflerde görülebilir.
- Rektum kanseri böbrek ve böbrek üstü bezine metastaz yapabilir.
- Rektum kanseri karaciğer metastazı genellikle 4. Evrede görülür.
- Rektum kanseri akciğer metastazı genellikle 4. Evrede görülür.
- Kemikler ve beyinde rektum kanseri metastazı görülebilir.
Rektum Kanseri Yaşam Süresi Ne Kadardır?
Rektum kanseri hastalarının en merak ettiği konuların başında “Rektum kanseri ne kadar yaşar?” sorusu gelmektedir. Rektum kanseri yaşam süresi; kanserinin derecesi, evresi, Karsinoembriyonik antijen (CEA) seviyeleri, hastanın genel sağlık durumu, seçilen tedavi yöntemi, hastanın tedaviye verdiği yanıt gibi birçok faktöre bağlıdır. Rektum kanseri ne kadar yaşar? gibi bir sorunun yatını kesin değildir ve hastadan hastaya değişmektedir.
Rektum kanseri yaşam süresi istatistikleri çok genel tahminlerdir ve çok dikkatli yorumlanması gerekir.
Dünyada yapılan genel istatistiklere göre 5 yıl sağ kalım oranları şu şekildedir
Rektum Kanseri 1. Evre 5 yıl sağ kalım %80- 88
Rektum Kanseri 2. Evre 5 yıl sağ kalım %60 – %81
Rektum Kanseri 3. Evre 5 yıl sağ kalım % 40-75
Rektum kanseri 4 Evre(Rektum kanseri son evre) 5 yıl sağ kalım %8-13
Rektum Kanseri Tedavisinden Sonra Takip Nasıl Olmalıdır?
Rektum kanserini teşhis etmek veya rektum kanserin evresini bulmak için yapılan testlerin bazıları tedaviden sonra da tekrarlanabilir. Tedaviye devam edilip edilmeyeceği veya değiştirileceğine ilişkin karar bu testlerin sonuçlarına dayanabilir.
Rektum kanser tedavisinden sonra, kanserin nüks edip etmediğini kontrol etmek için karsinoembriyonik antijen miktarlarını ölçmek, kolonoskopi, sanal kolonoskopi gibi tetkikler tekrarlanabilir.
Rektum Kanseri Önlenebilir mi?
Rektum kanseri kolon kanseri gibi önlenebilir bir kanserdir. Rektum kanseri, rektum duvarında iyi huylu olan rektum poliplerinden gelişebilmektedir. Bu poliplerin kolonoskopi ile tespiti ve çıkarılması rektum kanser riskini azaltmaktadır. Aile geçmişi de göz önüne alınarak 45-50 yaştan sonra rektum kanseri taraması yapılması hayati önem taşımaktadır. En doğru ve etkili tarama testi kolonoskopidir.
Tarama kontrollerinin yanında beslenme şeklinin de rektum kanseri ile ilişkili olduğunu gösterir bilimsel birçok çalışma bulunmaktadır. Lif bakımından yüksek tam tahıllar, meyve, sebze, fındık gibi düşük yağ oranlı besinlerin tüketilmesi rektum kanseri gelişme riskini azaltabilmektedir.
Genel olarak rektum kanserini önleyebilmek için;
- Rutin kolorektal taramalar ihmal edilmemeli
- Kilo kontrolü sağlanmalı
- Hareketli bir yaşam tercih edilmeli. Egzersiz ve spor düzenli olarak yapılmalı
- Salata yeşillikleri, domates, soğan, brokoli, patlıcan, havuç, sarımsak gibi sebzeler kavun, elma, armut, portakal, muz gibi meyveler sıkça tüketilmelidir. Ayrıca yulaf, siyah pirinç, arpa, yabani pirinç, mercimek, fasulye gibi gıdalar beslenme düzenine eklenmelidir.
- Kırmızı et, işlenmiş et, fast food tarzı beslenmeden uzak durulmalıdır.
- Alkol ve sigara bırakılmalıdır.
Rektum Kanseri Beslenme
Rektum kanseri tedavisinden önce, tedavi sırasında veya sonrasında dengeli beslenmek kişinin kendisini iyi hissetmesine, gücünü korumasına katkı sağlayarak iyileşmeyi hızlandırabilir.
- Kilo kontrolünüzü sağlayın. Kemoterapi, radyoterapi ve rektum kanseri ameliyatı gibi tedaviler genellikle istenmeyen kilo kaybına neden olabilir. Kötü ve dengesiz beslenme vücudun enfeksiyonla savaşma yeteneğinin azalmasına neden olabileceğinden, tedavi sırasında aşırı kilo kaybını önlemek önemlidir.
- Gün boyunca küçük, sık yemekler yiyin. Sık sık küçük öğünler tüketmek vücudunuzun tedaviye tolerans gösterecek kadar kalori, protein ve besin almasını sağlar. Küçük öğünler mide bulantısı gibi tedaviyle ilişkili yan etkilerin azaltılmasına da yardımcı olabilir.
- Protein yönünden zengin yiyecekleri seçin. Protein vücudun hücre ve dokuları onarmasına yardımcı olur. Ayrıca bağışıklık sisteminin hastalıktan kurtulmasına yardımcı olur. Tüm öğünlerde ve atıştırmalıklarda yağsız protein kaynağı ekleyin. İyi yağsız protein kaynakları şunlardır:
- Tavuk, balık veya hindi gibi yağsız et
- Yumurtalar
- Süt, yoğurt ve peynir gibi az yağlı süt veya süt ürünleri
- Kuruyemiş
- Fasulyeler
- Soya gıdaları
- Beslenmenize tam tahıllı yiyecekleri dahil edin. Tam tahıllı gıdalar, enerji seviyenizi yüksek tutmaya yardımcı olan iyi bir karbonhidrat ve lif kaynağı sağlar.
- Tam tahıllı gıdaların iyi kaynakları şunlardır:
- Yulaf ezmesi
- Kepekli ekmekler
- Esmer pirinç
- Tam tahıllı makarnalar
- Her gün çeşitli meyve ve sebzeler yiyin . Meyve ve sebzeler, vücuda antioksidanlar sunar ve bu da kansere karşı savaşmaya yardımcı olabilir. En yüksek faydayı elde etmek için çeşitli renkli meyveler ve sebzeler seçin.
- Sağlıklı yağ kaynaklarını seçin . Kızartılmış, yağlı ve yağlı yiyeceklerden kaçının
- Tatlıları sınırlayın.
- Su içmeyi unutmayın. Kanser tedavisi sırasında yeterince sıvı içmek su kaybını önlemek için önemlidir.
- Bağırsak alışkanlıklarındaki değişikliklere dikkat edin. Kolorektal kanser ve tedavileri genellikle ishal, kabızlık, şişkinlik ve gaz gibi bağırsak alışkanlıklarında değişikliklere neden olabilir. Bağırsak alışkanlıklarınızdaki herhangi bir değişikliği doktorunuzla paylaşın.
- Herhangi bir vitamin veya takviye almadan önce sağlık ekibinizle konuşun
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
SAFRA KESESİ KANSERİ NEDİR?
Safra kesesi kanserleri, özellikle kese duvarından kaynaklanan kötü huylu tümörlerdir. Safra kesesi içerisindeki polipler, safra kesesi iltihapları, obezite, nitrozamin gibi bazı kimyasal maddeler safra kesesi kanserinin başlıca nedenleri olabilir. Safra kesesi taşları olan kişilerde çok daha kolay teşhis edilebilen safra kesesi kanseri, farklı nedenlerle belirti vermeye başladığında kanser ileri evrede yakalanmış olur.
SAFRA KESESİ KANSERİ BELİRTİLERİ
Safra kesesi kanseri daha çok 60 yaş ve üstü kişilerde görülmekle beraber çok sinsi bir kanser türüdür. Hasta safra kesesi görevini getirmediği durumda da yaşamını sürdürebildiği için çok belirti vermeyebilir ya da belirtileri farklı hastalıkları işaret edebilir.
Safra kesesi kanserlerinin belirtileri arasında sıklıkla;
- Sarılık,
- Karın ağrısı,
- Sindirimle ilgili problemler,
- Bulantı, kusma,
- Yiyeceklere tahammülsüzlük,
- Zayıflama,
- Koyu renkli idrar, beyaz renkte dışkı gözlenir.
İlerlemiş safra kesesi kanseri belirtilerinden en önemlileri sarılık, karında ve safra kesesinin bulunduğu alanda büyük bir kitle hissi ve ağrıdır. Safra kesesi kanseri belirtileri genellikle hastalığın başlangıcından 3-6 ay önce kendisini hissettirir. Bazı hastalarda 1 yıl boyunca süre safra kesesiyle ilgili rahatsızlıklar sonrası safra kesesi kanseri oluşabilir. Hiçbir belirti olmaksızın sarılık da tek başına safra kesesi kanseri belirtisi sayılır. Safra kesesi kanserinin %75’i kadınlarda görülmekte ve bu hastaların %80’inde de safra kesesinde taş tespit edilmiştir. Taşlar eğer 3 cm’den büyükse, safra kesesi kanseri riski de yükselir. Safra kesesi kanseri belirtilerinin herhangi birinin fark edilmesi durumunda, en kısa sürede tam donanımlı bir hastanenin Genel Cerrahi bölümüne başvurmak gerekir.
SAFRA KESESİ KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ
Safra kesesi kanseri risk faktörleri arasında, safra kesesi polipleri ve “porselen safra kesesi” adı verilen safra kesesi hastalığı bulunmaktadır. Obezite, sağlıksız beslenme ve nitrozamin gibi kimyasal maddelere maruziyet de önemli risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Bunların yanında safra yollarında tekrarlayan enfeksiyonlar da safra kesesi kanserine yol açan faktörlerden biri olarak kabul edilmektedir. Enfeksiyonlar, sarılık ile birlikte seyreder, ateş yüksekliği ve ağrı şikayetleri oluşur, hasta atakları şiddetli olduğunda hastaneye başvurur. Kanser ile ilişkisi kesin olarak kanıtlanmasa da safra kesesinde taş olan hastaların da kontrollerini aksatmamaları ve düzenli takip yaptırmaları önerilmektedir.
SAFRA KESESİ TAŞI KANSER YAPAR MI?
Safra kesesi kanseri olan hastaların %90’ın üzerindeki oranda safra kesesi taşı varlığı, yapılan çalışmalarla ispatlanmıştır. Ancak bu durum, kanserin safra kesesi taşından etkilenerek ortaya çıkabileceği görüşünü ortaya çıkarmış olsa da “Safra kesesi taşı kanser yapar” gibi bir görüş kesinlik kazanmış değildir. Sadece safra kesesi taşı ile kanserin sıkı birlikteliği, yıllardır kuşku yaratmaktadır. Safra kesesi taşının neden olduğu hastalıklar arasında kanser en son sırada gelmektedir. Safra kesesi taşı kanserden önce enfeksiyon, safra yollarında tıkanma, sarılık ve pankreas iltihabına yol açar.
SAFRA KESESİ KANSERİ TANISI VE EVRELERİ
Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek çok önemlidir. Hastada görülen belirtilere göre ultrason, tomografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleri kullanılır. Pek çok kanser türünde olduğu gibi safra kesesi kanserinin kesin tanısı ileri görüntüleme tekniklerinin ardından biyopsi ile konulmaktadır. Tanı yöntemleri; hastanın sağlık durumu, yaşı, hastalık belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.
Safra kesesi kanseri tanısı için bu yöntemlere başvurulur;
Kan tahlilleri: Safra kesesi kanseri tanısı için kandaki bilirubin ve diğer maddelerin anormal seviyelerini ölçmek gerekir.
Ultrason: Vücutta tümör olup olmadığını kontrol etmek için ses dalgalarının kullanılmasıdır. Kanserli dokular normal dokulara göre farklı ses dalgaları sunar.
Bilgisayarlı tomografi (BT) taraması: BT taraması ile vücudun üç boyutlu görüntüsüne ulaşılır. Tümör veya herhangi bir anormallik olup olmadığı kontrol edilir. Ayrıca tümörün boyutunun da anlaşılmasını sağlar.
Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): MRG ile kanserin safra kesesi dışına yayılıp yayılmadığını ve tümörün boyutu öğrenilebilir.
Biyopsi: Küçük bir doku örneğinin mikroskop altında incelenmesi ile gerçekleşen biyopsi ile kesin tanı konabilir. Biyopsi minimal invaziv cerrahi tekniğiyle veya ince iğne ya da kalın iğne aspirasyonu ile yapılabilir. Bilgisayarlı tomografi ve endoskopiden de yararlanılabilir.
Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi (ERCP): Hastanın yemek borusundan aşağı doğru mide ve ince bağırsak içine yerleştirilen endoskop aleti ile vücudun içi görüntülenir. Küçük bir tüp veya kateter, endoskop yoluyla ve safra kanalları içine geçirilir. Daha çok, safra yolu kanseri tanısı için daha yaygın olarak kullanılır. Ayrıca, safra kesesi kanseri yayıldığında ve safra kanallarını engellediğinde de kullanılır.
Perkütan kolanjiografi: Bu görüntüleme yönteminde röntgen üzerinde net bir görüntü oluşturması amacıyla boyalı bir iğne ince bir iğne deriden safra kesesi alanına sokulur. X-ışınlarına bakarak, safra kesesinden tümör olup olmadığı anlaşılır.
Laparoskopi: Safra kesesi ve diğer iç organlara bakmak endoskop karına küçük bir kesi yoluyla sokulur ve görüntüleme yapılır.
Endoskopik ultrasonografi (Endosonografi): Daha geniş kapsamlı ve özel bir endoskop sedasyonla ağızdan başlayarak mide ve bağırsağa ulaşabilir.
Pozitron emisyon tomografisi (PET) taraması: PET taraması vücudun içinde organ ve dokuların görüntüsünü oluşturmanın bir yoludur. Bu sayede var olan bir tümörün vücutta hangi organlara yayılım gösterdiği belirlenebilir ve kanser evrelenebilir.
Safra kesesi evreleri şu şekilde tanımlanabilir;
Evre 1: İn-situ karsinom, safra kesesi tümörü sadece intramusküler yerleşimlidir.
Evre 2: Tümör sadece safra kesesinin musküler tabakasını tutmuştur.
Evre 3: Safra kesesinin duvarı tüm katları kanser tümörü ile karşı karşıyadır. Duktus sistikus lenf nodüleri tutulmuş ya da tutulmamış olabilir.
Evre 4: Bu evrede safra kesesi kanseri karaciğer ve diğer komşu organlara yayılma göstermiştir. Safra kanalları ve diğer lenf nodüllerinde tutulum mevcuttur.
SAFRA KESESİ KANSERİ TEDAVİSİ
Safra kesesi kanseri tedavisi, tümörün cerrahi yöntemlerle çıkartılmasına dayanmaktadır. Büyük çaplı bir ameliyattan oluşan tedavi esnasında karaciğerin bir kısmını almak da gerekebilir. Safra kesesi kanserlerinin tanısı genellikle ileri evrede konulduğu için çoğunlukla hastaların ameliyat şansı bulunmamaktadır. Ancak erken teşhis edilen kanser, safra kesesi kanseri tedavisinin başarıyla gerçekleşmesini sağlar. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir. Sıcak kemoterapi ve son dönemde geliştirilmekte olan bazı akıllı ilaçlar da tümörün ilerlemesini etkileyebilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
SAFRA YOLU KANSERİ NEDİR?
Safra yolları kanseri (Kolanjiyokarsinom), safra yolu duvar hücrelerinden oluşan sıklığı az olan bir tümördür. Safra yollarının her yerinden gelişmekle beraber %60 sağ ve sol ana safra yollarının birleşme noktası olan bifurkasyondan kaynaklanır.
SAFRA YOLU KANSERİ NEDEN OLUR?
Safra yolu kanserinin en sık nedeni primer sklerozan kolanjit, koledok (ortak kanal) kisti, Hepatit B-C, ülseratif kolit, hepatolityazis (karaciğer taşı), ileri yaş, obezite, bilienterik anastomozlar ve eski kaynaklarda kronik tifo taşıyıcılığı nedenler arasında sayılmaktadır.
SAFRA YOLU KANSERİ NASIL BELİRTİ VERİR?
Safra yolu kanserinde ağrısız sarılık ilk tespit edilen belirtilerdendir. Bunu deri altında bilirubin birikmesine bağlı olarak kaşıntı takip eder. Geç dönem hastalarda kaşeksiye kadar giden kilo kaybı olur. Belirtilere ateş eşlik edebilir.
SAFRA YOLU KANSERİNE NASIL TANI KONUR?
Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek çok önemlidir. Safra yolu kanseri incelemesinde ilk olarak karaciğer safra yolu ultrasonu yaptırılır. Safra yolarında genişleme gözlenirse, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans ile kesitsel görüntülemeler tanıda yardımcı olur. Safra yollarında kitle gözlenmeden safra yollarının ani sonlandığı saptanabilir. ERCP (endoskopik retrogrand kolonjio pankreatografi ) ile biyopsi veya sürüntü alınabilir. Özellikle distal yerleşimli kanserlerde EUS ile değerlendime de faydalıdır. Klinik olarak sarılık, kaşıntı ve kilo kaybı olan hastanın tümör markerlarından CA19-9 un 100 U/ml olması da tanıyı destekler. Tanı yöntemleri; hastanın sağlık durumu, yaşı, hastalık belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.
SAFRA YOLU KANSERİNİN TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?
Safra yolları kanseri tanısı konulduğunda hastaların yarısından fazlasının ameliyat şansı kalmamış olmaktadır. Sinsi hastalık olduğu için geç belirti verir. Ameliyat olabilecek olan hastaların kanserlerinin bulunduğu seviye ameliyat tipini belirlemektedir. Proksimaldekiler için hepatektomi yapmak gerekirken distal kanserler için genellikle whipple ameliyatı yapılır.
Safra yolu kanseri tedavisi, tümörün cerrahi yöntemlerle çıkartılmasına dayanmaktadır. Büyük çaplı bir ameliyattan oluşan tedavi esnasında karaciğerin bir kısmını almak da gerekebilir. Safra kesesi kanserlerinin tanısı genellikle ileri evrede konulduğu için çoğunlukla hastaların ameliyat şansı bulunmamaktadır. Ancak erken teşhis edilen kanser, safra kesesi kanseri tedavisinin başarıyla gerçekleşmesini sağlar. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir.
SAFRA YOLU KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Safra yolu tıkanırsa ne olur?
Safra yolu tıkanmasına bağlı olarak öncelikle sarılık gelişir. Karaciğer içindeki safra yollarında genişleme olur. Safra yollarındaki basınç ve bakteri yoğunluğunun artması ile safra yolu iltihabı (kolanjit) gelişir. Billier sepsis olarak değerlendirilen bu durum ölümcül olabilir.
Safra yolu kanser evreleri nelerdir?
Safra yolu kanseri 3 evreye ayrılır.
- Safra yolu kanserinin birinci evresinde kanser safra yolları içindedir. Cerrahiye en iyi yanıt veren gruptur.
- İkinci evrede kanser safra kesesini, karaciğeri, pankreası veya portal ven & hepatik arterin bir kısmını invaze etmiştir.
- Üçüncü evrede yakın organları, dördüncü evrede uzak organlara kanser metastazı vardır.
Safra yolu kanser çeşitleri nelerdir?
Safra yolu kanserleri bulundukları yerlere göre çeşitlendirilir. İntrahepatik, Hiler ve distal olarak çeşitleri vardır. En sık %60 hiler görülür. Hiler bölge safra yolu kanserleri özel olarak Bizmuth sınıflaması yapılır.
Tip I: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyona uzak.
Tip II: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonu invaze etmiş.
Tip III: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonla birlikte sağ veya sol hepatik kanalı da tutmuş.
Tip IV: Bifurkasyonuda içine alan kanser hem sağ hem de sol kanalla beraber bu kanallara açılan segmentleri de tutmuş.
Safra yoluna stent takılır mı?
Sarılık değerlerini düşürmek için safra yoluna stent takılır. Stentleme sebebi benign bir darlık veya kanser olabilir. Safra yolu kanseri nedeniyle ameliyat edilecek olan hastalarda, hastada kalacak karaciğer segmentinin olduğu tarafa stent takılır.
Safra yolu kanseri ameliyatından sonra hasta nelere dikkat etmelidir?
Ameliyat sonrasındaki kemoterapilerini (kimyasal tedavi) düzenli almalı ve doktorları ile yakın takipte olmalıdırlar. Kontrol görüntüleme ve tetkiklerini aksatmamalıdırlar.
Safra kesesi taşı kanser yapar mı?
Safra kesesi kanseri olan hastaların %90’ın üzerindeki oranda safra kesesi taşı varlığı, yapılan çalışmalarla ispatlanmıştır. Ancak bu durum, kanserin safra kesesi taşından etkilenerek ortaya çıkabileceği görüşünü ortaya çıkarmış olsa da “Safra kesesi taşı kanser yapar” gibi bir görüş kesinlik kazanmış değildir. Sadece safra kesesi taşı ile kanserin sıkı birlikteliği, yıllardır kuşku yaratmaktadır. Safra kesesi taşının neden olduğu hastalıklar arasında kanser en son sırada gelmektedir. Safra kesesi taşı kanserden önce enfeksiyon, safra yollarında tıkanma, sarılık ve pankreas iltihabına yol açar.
Safra yollarında daralma neden olur?
Safra yollarındaki daralma genellikle safra yollarında taş olmasından kaynaklanır. Bunun yanında geçirilmiş işlemlerden de ( ameliyatlar – stentleme) kaynaklanabilir.
Safra kesesinde polip tehlikeli midir?
Safra kesesinde boyutu 10 mm’den büyük ve sayısı birden fazla olan poliplerden kanser gelişme riski vardır. Kolesistektomi (Laparoskopik veya açık) yöntemi ile safra kesesinin alınması uygundur. Boyutu 10 mm’den küçük tek polipler 6 aylık ultrason kontrolü ile takip edilir.
Safra kesesinin alınması vücutta ne gibi eksikliklere neden olur?
Safra kesesinin alınmasının vücutta negatif bir etkisi yoktur. Safra, karaciğerden üretilir. Safra kesesi ameliyatı sonrasında hastada safra eksikliği olmaz.
Safra taşları kansere neden olur mu?
Kronik inflamasyon nedeniyle kansere sebep olabilmektedir. Safra kesesi kanseri nedeniyle ameliyat edilen hastaların %90’nında safra kesesinde taşta gözlenmiştir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
TESTİS NEDİR?
Erkek üreme sisteminin bir parçası olan testisler, skrotum adı verilen bir deri kesesi içinde penisin arkasında oturan iki oval bezdir. Testisler sperm üretir ve depolar. Ayrıca bu işlevinin yanı sıra, yüz kıllarının, artan kas kütlesinin yanı sıra cinsel dürtü (libido) gelişiminden sorumlu olan testosteronu üretir. Sperm oluşumu ve testosteron salgılanması hipofizden salgılanan FSH ve LH hormonları tarafından kontrol edilir.
TESTİS KANSERİ NEDİR?
Testis kanseri, testislerde başlayan ve bazen vücudun diğer alanlarına da yayılabilen tümöral bir büyümedir. Testis kanseri, bir testisin dokularında kanserli (kötü huylu) hücreler geliştiğinde ortaya çıkar. Testis kanseri, 20 ila 35 yaş arası erkeklerde en sık görülen kanserdir. Hastalık genellikle başarıyla tedavi edilebilir. Testis kanserlerinin sağ testiste görülme sıklığı yüzde 52.3, sol testiste görülme sıklığı ise yüzde 47,7’dir. Her iki testiste de kanserli hücrelerin gelişimi meydana gelebilir, ancak bu durum çok nadirdir. (Yüzde 2-3)
TESTİS KANSERİNDE RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Testis kanseri risk faktörleri genel olarak şunları içerir:
Yaş
Çoğu vaka 15 ila 40 yaşları arasında ortaya çıkar. Testis kanseri, 20- 35 yaşları arasındaki erkeklerde en sık görülen kanser türüdür.
Irk-Etnik yapı
Testis kanseri gelişme riski beyaz erkeklerde, siyahi erkeklere nazaran 5 kat daha fazladır. Dünya çapında bu hastalığın gelişme riski Amerika ve Avrupa’da yüksek, Afrika veya Asya’da daha düşüktür.
Ailede testis kanseri öyküsü
Aile geçmişi, testis kanseri gelişme riskini arttırır. Nitekim ailede bir erkekte testis kanseri görülmüşse, aynı ailede erkek kardeş ve/veya oğulda da testis kanseri görülme olasılığı artar.
İnmemiş testis (kriptorşidizm)
Doğumdan önce skrotuma inmeyen testisli erkekler yüksek risk altındadır. Bu durumu düzeltmek için ameliyat olan erkekler halen testis kanserine yakalanma riskini taşımaktadır.
Anormal testis gelişimi
Testislerin anormal gelişimine sebep olan koşullar testis kanseri riskini artırabilir
HIV enfeksiyonu
HIV enfeksiyonu kapan erkeklerde, özellikle AIDS olan hastalarda testis kanseri riski artmaktadır.
Diğer testiste kanser hikayesi
Bir testiste kanser tedavisi görüp iyileşen erkeklerin yaklaşık yüzde 3 ila 4’ünün diğer testisinde de kanser tespit edilmektedir.
Klinefelter sendromu
Klinefelter sendromu da testis kanseri riskini artıran faktörlerdendir.
TESTİS KANSERİ ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Testis kanserlerinin yaklaşık yüzde 90 ila 95’i sperm üretiminde kullanılan ve “germ hücreleri” olarak adlandırılan hücrelerden meydana gelir. Testis kanserlerinde iki ana tür mevcuttur: Seminoma ve seminom dışı.
Seminoma tümörleri
Seminoma tümörleri şu iki temel özelliğe sahiptir:
- Seminom dışı tümörlerden daha yavaş gelişme eğilimindedir
- Genellikle 25 ile 45 yaşları arasında ortaya çıksa da ileri yaşlarda da görülebilir
Seminom dışı tümörler (non-seminom)
Seminom dışı tümörlerin özellikleri şunlardır:
- Seminoma kanserlerinden daha hızlı gelişme eğilimindedir
- Dört ana alt tip vardır: Teratom, koryokarsinom, yolk sac tümörü ve embriyonal karsinom
- Genellikle ergenliğin sonlarında ve 30’lu yaşların başlarında görülür.
Diğer tümörler
Karışık tümörler
Bazen bir testis kanseri, seminoma hücrelerinin ve seminom dışı hücrelerin bir karışımını veya seminom dışı hücrelerin (karışık tümörler) farklı alt tiplerinin bir kombinasyonunu içerebilir.
Stromal tümörler
Stromal tümörler testislerin destekleyici (yapısal) ve hormon üreten dokusunu oluşturan hücrelerde oluşur. Genellikle iyi huyludurlar ve ameliyatla çıkarılırlar.
Not: Bazı testis kanserleri, intratubüler germ hücreli neoplazi (ITGCN veya IGCN) adı verilen bir durum olarak başlar. Bu durumda hücreler anormaldir, ancak sperm hücrelerinin geliştiği alanın dışına yayılmazlar. ITGCN kanser değildir; ancak beş yıl içinde yaklaşık yüzde 50 olasılıkla testis kanserine dönüşme riski vardır. Testis kanseri teşhisi konan kişilerin yaklaşık yüzde 5 ila 10’u ITGCN’ye sahiptir. ITGCN, testis kanserine benzer risk faktörlerine sahiptir. ITGCN’yi teşhis etmek zordur zira hiçbir belirti görülmez, yalnızca bir doku örneğinin test edilmesiyle teşhis edilebilir.
TESTİS KANSERİ BELİRTİ VE SEMPTOMLARI NELERDİR?
Testis kanserinin ilk belirtisi genellikle şişmiş bir testis veya testisteki sert bir yumrudur. Testislerde genelde ağrı olmaz; ancak genellikle skrotumda yani erkeklerde testislerin bulunduğu torba benzeri organda ağrı veya rahatsızlık hissedilebilir.
Testis kanserinin diğer belirtileri şöyledir:
- Skrotumda bir çekme hissi veya rahatsızlık hissi
- Normalden daha büyük görünen bir testis
- Alt karın ve kasık bölgesinde hafif bir ağrı
- Skrotumda sıvı birikmesi (Hidrosel)
Testis kanserinin evresine göre değişkenlik gösterebilen aşağıdakiler dahil başka semptomlar da gelişebilir:
- Sırt ağrısı
- Öksürmek
- Bir veya iki bacağın şişmesi veya bir kan pıhtısından nefes darlığı, testis kanseri semptomları olabilir. Büyük bir damardaki kan pıhtısı, derin venöz tromboz veya DVT olarak adlandırılır. Akciğerdeki bir arterdeki kan pıhtısı, pulmoner emboli olarak adlandırılır. Bu durum nefes darlığına neden olur.
- Kilo kaybı
- Enfeksiyon: Testis enfeksiyonuna orşit denir. Epididim enfeksiyonuna epididimit denir. Enfeksiyondan şüpheleniliyorsa, hastaya antibiyotik reçete edilebilir. Antibiyotikler sorunu çözmezse, genellikle testis kanseri şüphesiyle başka testlere ihtiyaç olacaktır.
- Göğüslerde hassasiyet veya büyüme: Nadiren de olsa bazı testis tümörleri, jinekomasti denilen bir durum olan meme hassasiyetine veya meme dokusunun büyümesine neden olan hormonları üretir.
Testis kanserinin erken evrede teşhis edilmesi tedavide başarı oranını artıracağından yukarıdaki belirtilerin görülmesi durumunda vakit kaybedilmeden doktora başvurmak gerekmektedir.
TESTİS KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Testis tümörlerinde tanı için fizik muayene, testis ultrasonu ve kan testlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu tetkiklerin yanı sıra, tümörün yayılma riskine karşı akciğer filmi ve tomografi de çekilmektedir. Zira birçok kanser tümöründe olduğu gibi, tanıda geç kalınması tehlikeli olabilir. Testis kanseri tanısında 6 haftalık bir gecikme, kanser nedeniyle ölüm riskini 2 kat artırmaktadır.
Testiste ele gelen bir kitle saptandığı takdirde, tetkiklerle aksi ispat edilmediği sürece, bu kitlenin bir tümör olduğu kabul edilip, tedaviye bu şekilde başlanmaktadır. Vakit geçirmeden hastalıklı testisin alınması ve gerekli patolojik incelemenin yapılıp, tanının kesinleştirilmesi gerekmektedir.
Tümör belirteç proteinlerinin seviyelerini ölçmek için aşağıdaki kan testleri de yapılacaktır.
- Alfa-fetoprotein (AFP)
- Beta-insan koryonik gonadotropin (beta-hCG)
- Laktik dehidrojenaz (LDH)
- Plasental alkalin fosfataz
Tüm testlerin (CT taraması, MRI taraması, göğüs röntgeni) ve patolojik incelemenin sonucuna göre hastalığın hangi evrede olduğu ve hücre yapısına göre değişiklik gösteren alt tipleri tanımlanmaktadır. Elde edilen sonuç doğrultusunda “kemoterapi” veya “radyoterapi” gibi ek bir tedaviye ihtiyaç duyulup duyulmadığı belirlenmektedir. Ameliyat sonrası tümörün evresine ve tipine göre iyi bir takip yapılmalıdır. Diğer kanser tiplerinde de olduğu gibi; erken tanı ve kısa sürede yapılan uygun tedavi ile başarı şansı çok yüksektir.
TESTİS KANSERİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Testis kanserinin tedavisi kanserli hücrelerin yayılım alanına, kanserin türüne ve hastaların genel sağlık durumuna göre değişiklik gösterir. Evre 1, kanserin sadece testiste bulunduğu anlamına gelir; Evre 2 kanserin karın veya pelviste lenf düğümlerine yayıldığı anlamına gelir . Testis kanserinde Evre 3 ise, kanserin lenf düğümlerinin ötesine, akciğerler gibi vücudun diğer bölgelerine yayıldığı anlamına gelir. Özellikle erken evrede teşhis edilen kanserde temel tedavi yönteminin ameliyat olduğu söylenebilir. Yani kanser sadece testiste bulunuyorsa (evre 1), testisin alınması (orşidektomi) gereken tek tedavi uygulaması olabilir. Kanser testisin ötesine yayılmışsa hastaya kemoterapi ve /veya radyoterapi de uygulanabilir. Testis kanseri tekrarlayabilir veya vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Bu nedenle başarılı bir tedavinin ardından takip bakımı önemlidir.
Ameliyat
Testis kanseri için ana tedavi, kanserden etkilenen testisi çıkarmak için yapılan Bu operasyona orşidektomi denir. Erken teşhis edilen testis kanserinde temel tedavi yönteminin ameliyat olduğu söylenebilir.
Ameliyattan sonra, onkoloji umanı dahil olmak üzere bir uzman ekip tüm sonuçları inceleyecektir. Örneğin kanser daha da ilerlemişse karındaki lenf düğümlerini çıkarmak için başka bir cerrahi prosedüre daha ihtiyaç duyulabilir.
Kemoterapi
Kanser testisin dışına yayıldıysa veya ameliyattan sonra tekrarladıysa, genellikle testis kanserini tedavi etmek için kemoterapi uygulanabilir. Kanser yayılmamış olsa bile, doktor ihtiyaç duyması halinde hastaya bir kür kemoterapi uygulayabilir. Bunun nedeni ilerleyen süreçte testis kanserinin tekrarlama olasılığını azaltmaktır.
Radyoterapi
Radyoterapide, kanser hücrelerini öldürmek için radyasyon kullanır. Radyoterapi, seminomlar radyasyona çok duyarlı olduğu için seminom tip testis kanserlerini tedavi etmek için kullanılır. Ameliyattan sonra kanserin tekrarlamasını önlemek veya kanserin testisin ötesine yayıldığı durumlarda radyoterapi uygulanabilir.
TESTİS KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Testis kanserinin evreleri nelerdir?
Evre 1: Evre 1’de tümör yalnızca testistedir.
Evre 2: Evre 2’de tümör karın bölgesindeki lenf nodlarına yayılmıştır.
Evre 3: Evre 3’te tümör karın bölgesindeki lenf nodlarına ve ötesine yayılmıştır (en sık olarak akciğere).
Testis kanserinden sonra çocuk sahibi olabilir miyim?
Orşidektomi ile tek testisin alınmasının ardından kısırlık ya da ereksiyon problemleri genellikle yaşanmaz. Zira diğer testis eksik olanı telafi etmek için daha fazla sperm ve daha fazla testosteron hormonu üretir. Ancak kemoterapi ve radyoterapi uygulamaları doğurganlığı düşürebilir. Öte yandan tedavi sırasında hem testisler hem de lenf düğümleri çıkarılırsa bu durumda da doğurganlık etkilenebilir.
Testis kanseri önlenebilir mi?
Testis kanserini önlemenin bir yolu yoktur; ancak erken teşhis önemlidir. Erkekler ayda bir kendi kendine testis muayenesi (TSE) yapmalıdır. Testislerde herhangi bir değişiklik fark edilirse (yumrular veya nodüller, sertlik, kalıcı ağrı veya testis büyümesi veya küçülmesi) zaman kaybedilmeden doktora başvurmak gerekmektedir.
Kendi kendine testis muayenesi için en iyi zaman, banyo sırasında veya sonrasında testis torbasının derisinin gevşediği zamandır.
Her bir testisi incelemek için iki el de kullanılmalıdır. İşaret ve orta parmaklar testisin altına ve başparmaklar testisin üstüne yerleştirilmelidir. Testisler parmakların arasında nazikçe döndürülmelidir. (Testislerin farklı boyutlarda olması normaldir.)
Testisin üstünde ve arkasında kord benzeri bir yapı fark edebilir. Bu yapıya epididim denir. Epidim sperm depolar ve taşır, yumruyla karıştırılmamalıdır.
Testiste ele gelen herhangi bir sertliğin kitle veya şişlik olup olmadığını kontrol edilmelidir. Herhangi bir yumru hissedildiğinde doktora başvurulmalıdır. (Topaklar bezelye büyüklüğünde veya daha büyük olabilir ve genellikle ağrısızdır.)
Testis kanseri olan erkeklerde prognoz (iyileşme şansı) nedir?
Bu kanser türü, vakaların yüzde 95’inden fazlasında başarıyla tedavi edilmektedir. Olumsuz risk faktörlerine sahip erkeklerin dahi ortalama olarak yüzde 50 iyileşme şansı vardır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
TIRNAK TÜMÖRÜ NEDİR
Tırnak tümörü, tırnak plağının altında ve kenarlarında meydana gelen oluşumlara denmektedir. Özellikle tırnak matriksi denilen tırnağın ana hücrelerinin bulunduğu yerden ve tırnak plağının uzandığı tırnak yatağından kaynaklanan tümörlerdir. Tırnak tümörlerinin çoğu iyi huyludur. Tırnak tümörlerinin bazıları ellerde bazıları ise ayaklarda daha sık görülebilmektedir. Özellikle ayak ve el başparmaklarında ortaya çıkmaktadır. Tırnakta ciddi şekil bozukluğuna sebep olan tırnak tümörlerinin cerrahi olarak alınması gerekmektedir. İyi huylu (selim tümörler) ve kötü huylu (kanserler) tümörler tırnağı etkileyerek tırnağın yapısında (distrofi) ve renginde değişikliklere (dikolarasyon) yol açabilir.
İyi huylu tırnak tümörleri:
Miksoid tümörler
Glamos tümörleri
Piyojenik granülomlar
Onikomatrikoma
Kötü huylu tırnak tümörleri:
Bowen hastalığı
Skuamöz hücreli karsinom
Malign melanom
TIRNAK TÜMÖRÜNÜN NEDENLERİ NELERDİR
Diğer deri kanserlerinde olduğu gibi tırnak tümörlerinin de en önemli nedeni güneş ışınlarıdır. Tırnakların da deri gibi güneş ışınlarının zararlı etkilerine karşı korunması gerekmektedir. Güneş korumalı kremler tırnaklar için de kullanılmalıdır. Özellikle hassas cilde sahip kişiler özellikle dikkatli olmalıdır.
Tırnak tümörünün diğer nedenleri arasında kronik travmalar, kimyasal maruziyetler, radyasyon tedavileri, bağışıklık sistemini baskılayan lenfoma, lösemi gibi kanser türleri ve kemoterapi gibi immün sistemi etkileyen ilaçlar ve enfeksiyonlar (AİDS) bulunmaktadır. Bu nedenlerin dışında kronik her türlü yara ve kanamada kanser olasılığının düşünülmesi gerekmektedir.
TIRNAK TÜMÖRÜNÜN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Tırnak tümörü özellikle tırnak yapısının bozulmasıyla fark edilmektedir. Tırnak tümörleri, tırnak yapısında ve şeklinde çatlama, kalınlaşma, kırılma gibi şekil bozuklukları, tırnak altında kitleler, şişlikler olarak belirti verebilmektedir. Kötü huylu tümörlerde ise tırnakta renk değişiklikleri ile birlikte tırnak altında şişlik oluşması ve kanama görülebilir. Tırnak plağı, tırnak yatağı ve tırnağın etrafında siyah ya da kahverengi renk değişikliklerinin olması ve etrafa yayılması ve iyileşmeyen yaralar da kötü huyu tırnak tümörlerinin belirtileri arasında bulunmaktadır.
Tırnak tümörleri sıklıkla tırnak mantarı ile karıştırılmaktadır. Doğru tanı konulamayan tırnak tümörlerine tırnak mantarı tedavisi uygulanabilmektedir. Tırnak mantarı olarak değerlendirilen ve bu yönde tedavi uygulanan bir tırnak tümörünün erken aşamada tedavi edilmesi de gecikebilmektedir.
Erken dönemde ve ilerlememiş iyi ya da kötü huylu tümörler kolaylıkla tedavi edilebilirken geç fark edilen tırnak kanseri yayılarak iç organlara dahi sıçrayabilmektedir. Tırnak tümörlerinin geç fark edilmesi o parmağın ya da eklemin kesilmesine (ampütasyon) kadar gidebilmektedir.
TIRNAK TÜMÖRÜ TANISI NASIL KONUR?
Tırnak tümörünün tanısını muayene, dermoskopik inceleme ve gerekli görülen durumlarda tırnak biyopsisi ile konmaktadır. Dermatoloji uzmanı bir hekim muayene ve dermoskop ile yapacağı dermoskopik inceleme sonrası çoğunlukla tırnak tümörü olup olmadığını belirleyebilmektedir. Kanserden şüphelenilen durumlarda tırnak ve tırnak altı biyopisisi yapılarak tanı kesinleştirilerek tümör en kısa sürede cerrahi yöntemlerle alınmaktadır.
TIRNAK TÜMÖRLERİ TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?
Tırnak tümörleri sıklıkla cerrahi olarak tedavi edilmektedir. Tümörün olduğu bölge lokal anestezi ile uyuşturulup tümör için uygun olan cerrahi işlemler yapılmaktadır. Tırnak tümörleri küretaj yöntemi, elektrokoter ile yakarak ya da radyoterapi ile tedavi edilebilmektedir. Tümörlerin türü değişse bile çoğunlukla en başarılı tedavi yaklaşımı tümörlerin cerrahi tedavisidir.
Miksoid kistler sıvı içeren yarı saydam kistlerdir. İçindeki sıvının boşaltılmasıyla tedavi edilebilirler ama tekrarlama olasılıkları bulunmaktadır. Miksoid kistler cerrahi olarak tamamen çıkarılarak da tedavi edilebilirler.
Piyojenik granülomlar kılcal damarların aşırı büyümesiyle oluşan hafif kabarık kızarık kanamalı kitlelerdir. Çevre dokuların şişmesine neden olurlar. Kolay kanama eğilimde olan bu tümörler küretaj ve elektrokoter ile ya da cerrahi olarak çıkarılabilirler. Piyojenik granülomlar bazen malign melanomunun amelanotik formuyla karışabilmektedir. Bu sebeple alınan tümörün patolojik incelemesinin yapılmasında fayda vardır.
Glomüs tümörleri glomüs denilen damar yapılarında bulunan hücrelerden meydana gelmektedir. Damarların geçtiği her bölgede ortaya çıkabilirler. Ayak ve el tırnaklarındaki damarların glomüs yapılarında da oluşabilmektedir. Yerleşim yerine bağlı olarak ağrılı olabilirler. Tırnakta şişlik ve şekil bozukluğu da belirtileri arasına bulunabilir. Çoğunlukla iyi huyludur fakat boyutları küçük olduğu için teşhis edilmesi zor olabilmektedir. Tedavisi cerrahi olarak çıkarılmasıdır.
Onimatrikoma tümörleri aşırı keratin üretiminden kaynaklanır. Tırnak altında koyu bir çizgi olarak ortaya çıkar ve tırnak plağı kalınlaşır. Tırnakta sararma, şişkinlik, uzunlamasına çizgiler ve kıymık kanaması da onikomatrikoma tümörlerinde görülmektedir. Cerrahi olarak tümörün çıkarılmasıyla tedavi edilir.
Kötü huylu tırnak kanserlerinde de tedavi tümörlere biyopsi yapılıp tümörün mümkün olan en kısa sürede cerrahi olarak alınmasıdır. Kanserin evresine göre daha sonraki tedavi seçenekleri değerlendirilmektedir.
Skuamöz hücreli karsinom kötü huylu bir tırnak kanseridir. En önemli nedenlerinden biri ultraviyole ışınlara fazla maruz kalmaktır. Erkeklerde kadınlara oranla 2 kat daha fazla görülmektedir. Tırnaklar dışında yüz, eller, kollar ve bacaklarda da ortaya çıkabilmektedir.
Bowen hastalığı intraepidermal skuamöz hücreli karsinom da denir. Cilt kanserinin erken bir formudur. Genellikle cildin üst katmalarını etkileyen bir hastalıktır. Erken tespit edilip tümör çıkartıldığında tedavisi olumlu gelişmektedir.
Malign melonom cilde, saça ve göze rengini veren melanin pigmentini üreten melanosit hücrelerinden kaynak alan bir kanserdir. Koyu tenli insanların bu hastalıktan etkilenme oranları daha yüksektir. En çok görüldüğü yaş grubu ise 40-70 yaş arasıdır.
Tırnak yatağında meydana gelirse subungual melanom, tırnak plağının altında oluşursa ungual melanom, tırnak plağı ve deride görülürse periungual melanom olarak adlandırılır. Malign melanomun cerrahi olarak çıkarılması gerekmektedir.
Tırnakta meydana gelen değişikliklerin bir uzman tarafında kontrol edilmesi, düzenli doktor muayeneleri tırnak kanserine karşı alınacak en iyi önlemler arasında bulunmaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
TİMUS BEZİ NEDİR?
Vücutta iman tahtası olarak adlandırılan bölgenin arkasında, soluk borusunun önünde, tiroid bezinin altında ve kalbin önünde bulunan timüs bezi, halk arasında uykuluk olarak bilinmektedir. H harfini andıran kapsüllü küçük bir organ olan timüs bezi, pembe- gri renktedir. Doğum sırasında büyük olan timüs bezi, ergenlik döneminde küçülerek görünmez olabilmektedir. Yaşlı erişkinlerde yaklaşık 5 gram ağırlığında olduğu tahmin edilmektedir. Erkek çocuklarda boyutu kız çocuklarına göre biraz daha büyük olan timus bezi, çocuklarda 3 yaşına kadar direkt grafilerde görülebilmektedir. Timus bezi her ne kadar ergenlik sonrası boyutu küçülerek görünmez hale gelse de, işlevlerini ömür boyu sürdürmektedir.
TİMUS BEZİNİN GÖREVLERİ NEDİR?
Çok az bilinen organlardan birisi olan timus bezinin vücutta önemli görevleri bulunmaktadır. Bağışıklık sisteminin vazgeçilmez bir organı olan timüs bezi, doğum sırasında tam olarak gelişmiştir. Bağışıklık sisteminin en önemli elemanları olan T hücrelerin üretimini yapmaktadır. Timus bezi, vücut için yabancı olan mikroorganizmalara karşı antikor üretmektedir. Timus bezi hem bademcikler, adenoidler ve dalak ile birlikte lenfatik sistemin hem de endokrin sistemin bir parçasıdır. Vücutta enfekte veya kanserli hücrelerin yok edilmesine yardımcı olan T hücreleri, timus bezi tarafından üretilmektedir. Timus tarafından oluşturulan T hücreleri, bağışıklık sistemindeki diğer organların da düzgün bir şekilde büyümesine yardımcı olmaktadır.
TİMUS BEZİ KANSERİ NEDİR?
Timus bezi kanseri nadir görülen bir kanser türüdür. Timus bezindeki kanserlerin iki çeşidi bulunmaktadır. Timus bezinde en sık görülen kansere tipine timoma kanseri denilmektedir. Timus bezinde çok nadir görülen diğer kanser tipine de timik karsinom adı verilmektedir.
TİMİK KARSİNOM NEDİR?
Timik karsinom tümörleri, en nadir görülen timus bezi kanseridir. Timik karsinom tümörleri daha hızlı büyümektedir. Ayrıca vücudun diğer bölgelerine daha hızlı yayılabilmektedir. Bu nedenle timik karsinom tümörlerinin tedavi edilmeleri daha zordur. Timik karsinom ile otoimmün koşullara sahip olmak, timoma ile olduğundan çok daha nadirdir.
TİMOMA TÜMÖRÜ NEDİR?
Timoma, timus bezinden kaynaklanan ve erişkinlerde mediasten bölgesinin kendisine ait en sık görülen tümörüdür. Kötü huylu olan bu hastalık çocukluk çağında çok nadir olarak görülmektedir. Erkek ve kadınlarda eşit olarak görülen timoma tümörleri genellikle 50 ile 60’lı yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Timoma tümörleri yavaş büyüdükleri için hastanın sağ kalım oranı diğer kanser türlerine göre daha yüksektir.
TİMOMA TÜMÖLERİNİN TANISI NASIL KONULUR?
Timoma tümörleri çoğunlukla hiçbir belirti vermeden ilerlediklerinden, genellikle başka bir hastalık için yapılan tetkikler sırasında tesadüfen ortaya çıkmaktadır. Timus bezindeki büyüme çok fazla olmadıkça akciğer grafisinde de görülmemektedir. BT, MR ya da başka sebeple çekilen PET/CT’de timus bezindeki boyut ve şekil değişikliğinin fark edilmesi üzerine biyopsi yapılarak tanı konulmaktadır. İnce iğne aspirasyon biyopsisi, mediastinotomi ve VATS (video aracılı torakoskopik cerrahi) ile biyopsi alınmaktadır. İnce iğne aspirasyon biyopsisinin doğruluk oranı daha düşük olduğu için en sık VATS yöntemi kullanılmaktadır.
TİMOMA TÜMÖRLERİNİN EVRELERİ NELERDİR?
Timoma tümörü 4 evresi bulunmaktadır.
- Timoma tümörü evre 1: Timoma tümörü birinci evrede henüz daha kapsül içinde bulunmaktadır.
- Timoma tümörü Evre 2: Timoma tümörü ikinci evrede kapsüle yayılmış ve etrafındaki yağlı dokulara ilerlemiş olabilir.
- Timoma tümörü Evre 3: Timoma tümörü üçüncü evrede kapsül dışındaki çevre dokular, nefes borusu, akciğer ve kalp zarına kadar ulaşmış olabilir.
- Timoma tümörü Evre 4: Timoma tümörü dördüncü evrede akciğer zarı ve diğer uzak organlara kadar yayılabilir.
TİMOMA TÜMÖRLERİNİN TEDAVİSİ NEDİR?
Timoma tümörünün tedavisi evresine göre yapılmaktadır. Erken evrelerde teşhis edilen timoma tümörleri yalnızca cerrahi yöntemlerle tedavi edilmektedir. Torakoskopik ya da açık cerrahi yöntemi ile lezyon çıkarılmaktadır. Timoma tümörlerinin daha ileri evrelerinde ise kemoterapi veya kemoradyoterapi ile cerrahi tedavi kombine edilerek uygulanabilmektedir. Uzak organlara yayılım gösteren timomalar ise ameliyat edilmez.
TİMUS BEZİ KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Timoma tümörleri neden olur?
Timoma tümörlerinin bilinen nedenleri henüz tam olarak bilinmemektedir. Yapılan bazı çalışmalarda nedeni ve potansiyel risk faktörleri tam olarak bilinemeyen timoma tümörine radyoterapi ve EBV virüsü ile erken yaşta enfekte olmanın risk oluşturabileceği belirlenmiştir. Timoma tümörlerinin genetik bir hastalık olup olmadığı yani timoma ile kromozomlar arasındaki ilişkinin netleştirilmesi için çalışmalar yürütülmektedir.
Timoma tümörleri hangi şikayetlere yol açar?
Timoma tümörleri genellikle hastaların büyük bir kısmında hiçbir şikayet ya da belirtiye yol açmamaktadır. Ancak hastaların %30 ile 35’i gibi bir oranında şu belirtilerle kendisini belli etmektedir:
- Öksürük
- Göğüs ağrısı
- Ses kısıklığı
Timoma ile birlikte en sık görülen paraneoplastik sendrom ise “miyastenia gravis”tir. Paraneoplastik sendrom, tümörün kendisinin direkt yapmadığı ancak tümörden salınan hormon ya da maddelerin sebep olduğu etkilerdir. Timoma tümörlerinin %30 ila 50’sine miyastenia gravis eşlik etmektedir.
Miyastenia gravis nedir?
Miyastenia gravis, istemli kaslarda çabuk yorulma şeklinde ortaya çıkan, sinir-kas sistemi ile ilgili bir hastalıktır. En önemli bulgu yorulunca artan ve dinlenince geçen kas güçsüzlüğüdür. Hastalar genellikle sabahları uyandıklarında kendilerini iyi hissetmektedir. Ancak hastaların genel durumu gün içerisinde giderek kötüleşmektedir. Hastalık bir göz kapağı düşmesi şeklinde de ortaya çıkabilir. Belirtiler daha çok, yüz, göz, ağız çevresinde; dilde, çiğneme ve yutma kaslarında güçlük şeklinde kendini göstermektedir.
Timus bezi kanseri ölümcül bir hastalık mıdır?
Timus bezinin kanseri olan timoma tümörleri tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabilmektedir. Ancak timoma tümörü yavaş büyüyen bir tümör olduğu için diğer kanser türlerine göre hastanın sağ kalım süresi uzundur. Özellikle erken evrelerde ameliyat edildiğinde hastanın sağ kalım süresi çok uzun olmaktadır.
Timus bezi kanseri teşhis ve tedavisini hangi bölüm ve doktor gerçekleştirir?
Timus bezi kanserinin teşhis ve tedavisi hastanelerin göğüs cerrahisi bölümünde göğüs cerrahi uzmanları tarafından yapılmaktadır.
Timus bezi kanseri genetik bir hastalık mıdır?
Timus bezi kanserlerinin kesin nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak radyoterapi ve EBV virüsü ile erken yaşta enfekte olan kişilerin risk faktörlerinin daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Timus bezi tümörlerinin genetik bir hastalık olup olmadığı ise araştırılmaktadır.
Timus bezi kanseri daha çok kadınlarda mı yoksa erkeklerde mi görülür?
Timus bezi kanseri erkekler ve kadınlarda eşit oranda görülmektedir?
Timus bezi kanseri hangi yaşlarda daha sık görülür?
Timus bezi kanseri özellikle de timoma tümörleri çocukluk çağında görülmeyecek kadar nadirdir. Timoma tümörleri daha çok 50 ile 60’lı yaşlarda görülmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
TİROİD NEDİR?
Tiroid halk arasında hastalık olarak bilinmektedir. Ancak aslında tiroid boğazda adem elması olarak bilinen bölgenin hemen altında soluk borusunun önünde kelebek şeklinde bir organdır. Tiroid, vücutta hayati fonksiyonları yöneten bir çok hormonun üretilmesinden sorumludur.
TİROİD NODÜLLERİ NEDİR?
Tiroid bezi yani tiroid dokusu farklı büyüklüklerde oluşabilen katı veya sıvı normal yapılardır. Tiroid nodüllerinin büyük bir çoğunluğu kanser değildir ve hiçbir belirti vermeden büyüyebilir. Rutin sağlık kontrollerinde ya da muayene sırasında tesadüfen belirlenebilir. Ancak bazı tiroid nodülleri görünecek kadar büyüyerek farklı şikayetlere yol açabilmektedir.
TİROİD KANSERİ NEDİR?
Tiroid kanseri, tiroid bezindeki normal tiroid hücrelerinin, anormal hücrelere dönüşüp kontrol dışı büyümeleri ile ortaya çıkan tiroid bezi tümörleridir.
TİROİD KANSERİ NEDEN OLUR?
Tiroid kanserleri tiroid nodüllerinden köken alan tümörlerdir. Ailede tiroid kanseri öyküsü olması, başka bir sebeple boyuna alınan radyasyon öyküsü ve hücresel düzeyde meydana gelen çeşitli mutasyonlar tiroid nodüllerinden kanser gelişimine neden olabilir.
TİROİD KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Tiroid kanseri risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir.
- Tiroid kanserleri kadınlarda erkeklere oranda daha fazla görülmektedir. Kadınlarda daha fazla tiroid kanserinin görülmesinin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte östrojen hormonuyla ilgili olabileceğini düşünülmektedir.
- Özellikle baş ve boyun bölgesinde yapılan radyoterapiler tiroid kanseri riskini artırabilmektedir.
- Genetik faktörler tiroid kanseri riskini artırabilir.
TİROİD KANSERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Tirod kanserinin en yaygın belirtisi, boyun ön kısmında tiroid bezinin olduğu bölgede büyüme, şişlik hissidir. Bazı durumlarda yutkunma sırasında takılma hissi, yutma güçlüğü, nefes almada zorluk, öksürük ve ses kısıklığı gibi bası bulguları da gelişebilir. Bazen de hiçbir belirti oluşturmadan doktorun elle muayenesi sırasında veya başka bir sebeple yapılan görüntüleme tetkikleri ile tesadüfen saptanabilir. Tiroid kanseri belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
- Tiroid bezinin olduğu bölgede büyüme
- Şişlik
- Nefes almada zorluk
- Öksürük
- Ses kısıklığı
TİROİD KANSERİ (GUATR) TANISI NASIL KONUR?
Tiroid kanseri teşhisinde en önemli inceleme yöntemi tiroid bezine yönelik yapılan ultrasonografidir. Ultrasonografide tiroid nodülü saptanırsa ve nodül, kanser yönünden şüpheli özellikler taşıyorsa ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılır. Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi, tüm dünyada tiroid kanseri tanısı koymada altın standart yöntemdir. Biyopsi sonucu elde edilen örneğin sitoloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi sonucu tiroid kanseri yönünden şüpheli gelmesi durumunda kesin tanı, ameliyatla alınan tiroid dokusunun patoloji uzmanı tarafından incelemesi ile konur.
GUATR KANSERİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Tiroid kanserinin birincil tedavisi, ameliyatla tiroid bezinin tamamının veya etkilenen yarısının çıkarılmasıdır. Boyundaki lenf bezlerine hastalık yayılımı varsa bunların da cerrahi yolla çıkarılması gerekir. Ameliyat sonrasında, bazı tiroid kanseri türlerinde radyoaktif iyot tedavisi (atom tedavisi) adı verilen ek bir tedaviye gerek duyulur. Bu tedaviye gereksinim kararı, patoloji sonucu ve hastalığın tekrarlama riskine göre takip eden hekim tarafından verilir. Genellikle, tedaviden belli bir süre önce tiroid ilacını kesip özel bir diyet yapmak gerekmektedir. Tedavi, etrafa radyasyon yayma olasılığı nedeni ile radyasyonu geçirmeyen bir ortamda verilir ve tedaviden sonra çevresindekilerin etkilenmesini önlemek amacıyla bir süre radyasyon tedbirleri alması gerekir. Tiroid ameliyatından sonra ömür boyu, hem vücudun tiroid hormonu ihtiyacını karşılamak hem de hastalığın tekrar etmesini önlemek amacıyla ağızdan tiroid hormonu tedavisi verilmektedir. Bunların dışında, tiroid kanseri izleminde radyoterapi ve kemoterapi gibi başka tedavilere çok nadir ihtiyaç duyulmaktadır.
GUATR KANSERİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR
Tiroid kanserinin kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nedir?
Tüm tiroid nodüllerinin yaklaşık yüzde 5’inde tiroid kanseri gelişmektedir. Kadınlarda erkeklerde 4 kat daha sık görülürler.
Tiroid kanserlerinde takip nasıl olmalıdır?
Tiroid kanseri hastaları düzenli takip edilmelidir. Takiplerde hastanın fizik muayenesi, kan testleri, boyun ultrasonografisi gibi tetkiklerin yanı sıra, bazı durumlarda nükleer tarama testleri ve başka görüntüleme yöntemleri de gerekebilmektedir. Takiplerin sıklığı ve hangi testlerin yapılacağı, takibi yapan hekim tarafından belirlenmelidir.
Tiroid kanserine neden olabilen etkenlerden korunmak mümkün müdür?
Tüm kanserlerde olduğu gibi sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam tarzı kişiler tarafından benimsenmelidir. Bununla birlikte boyun bölgesinin radyasyon maruziyetinden korunması adına gerekli önlemler alınmalıdır.
Tiroid kanseri sürecinde beslenme nasıl olmalıdır?
Tiroid kanseri hastasında eğer ameliyat sonrası radyoaktif iyot tedavisi verilmesi planlanıyorsa iyottan fakir diyet ile beslenme tavsiye edilir. Ancak sonraki takiplerde hekim tarafından aksi söylenmediği sürece herkes için geçerli olan sağlıklı beslenme dışında özel bir diyet önerisi yoktur.
Ailesinde tiroid kanseri olanlar ilk kontrollerini ne zaman yaptırmalıdır?
Mümkün olan en kısa zamanda bir endokrinoloji uzmanı tarafından değerlendirilmeli ve gerekli testleri planlanmalıdır.
Tiroid kanseri ölümcül müdür?
Tiroid kanserinin farklı türleri olmakla beraber büyük bir çoğunluğu papiller tipi tiroid kanseridir. Papiller tipi tiroid kanseri çok yavaş ilerler. Sıklıkla boyundaki lenf bezlerine yayılsa da hastalık tedaviye çok iyi yanıt verir. Tiroid kanseri uygun şekilde tedavi edildiği durumlarda sağ kalım oranı çok yüksek bir kanser türüdür.
Tiroid kanseri sıçrama yapar mı?
Tiroid kanseri, tiroid dokusunun içinde gelişebileceği gibi yakındaki dokulara ve boyundaki lenf bezlerine de sıçrama yapabilir. Foliküler tiroid kanseri gibi tiroid kanserinin farklı tipleri akciğerlere ve kemiklere yayılım gösterebilir.
Tiroid kanseri tamamen iyileşir mi?
Tiroid kanseri erken teşhis ve uygun tedavi ile tamamen tedavi edilebilmektedir. Ancak tiroid kanserlerinin tekrarlama ihtilali de bulunmaktadır.
Her tiroid kanser midir?
Tiroid nodüllerinin büyük bir çoğunluğu iyi huyludur. Tiroid nodüllerinin büyük bir çoğunluğu sıvı ya da kolloid denilen depolanmış tiroid hormonu formuyla dolu kistlerdir. Katı nodüllerin kanser olma ihtimali daha fazladır.
Tiroid kanseri ameliyatı kaç saat sürer?
Tiroid kanseri ameliyatının süresi; tiroid kanserinin tipine, yaygınlığına ve uygulanacak cerrahi yönteme göre farklılık gösterebilmektedir. Genel olarak tiroid kanseri ameliyatı 2-3 saat arasında sürebilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
ÜRETRA NEDİR?
Üretra, mesanede depolanan idrarı vücudun dışına atan içi boş bir tüptür. Üretra, erkeklerde 8 inç uzunluğundadır ve mesaneden prostat yoluyla penisin ucuna kadar uzanır. Kadınlarda ise 1,5 inç uzunluğunda olan üretra, vajinanın hemen üstünde bulunur.
ÜRETRA KANSERİ NEDİR?
Üratra kanseri, üratrada gelişen bir kanser türüdür. Üretra kanseri, idrarı mesaneden vücudun dışına taşıyan dar bir tüp olan üretrayı kaplayan dokulardaki kanserli (malign) hücrelerden kaynaklanmaktadır. Üretra kanseri, tüm ürolojik kanserler içinde en nadir görülen bir kanserdir. Erkeklerde kadınlara göre daha sık görülen üretra kanserine yakalanma riski 60 yaş üstü olanlarda ve mesane kanseri öyküsü olan kişilerde daha yüksektir. Ayrıca sık idrar yolu enfeksiyonu ve HPV (insan papilloma virüsü) gibi cinsel yolla bulaşan bazı hastalıklar da üretrada kronik iltihaplanmaya neden olarak üretra kanser riskini artırmaktadır. İlk başta hiçbir belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerleyebilen üretra kanseri, ilerleyen dönemlerde idrarda kan, sık, zayıf ya da kesintili idrar, üretradan akıntı veya üretranın etrafında gelişen lenf düğümleri ile kendisini belli etmektedir.
ÜRETNA KANSERİNİN NEDENLERİ NELERDİR?
Üretra kanserinin nedenleri de birçok kanser türünde olduğu gibi henüz kesin olarak bilinmemektedir. Üretra kanserinin sağlıklı hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyümeye başlaması ve bu hücrelerin bir araya toplanarak tümör oluşturmasıyla meydana geldiği bilinmektedir. Ancak bu hücrelerin neden hızla büyüyerek üretra kanserine neden olduğu henüz kesin olarak bilinmemektedir. Üretra kanseri hastaları üzerinde uzun zamandır yapılan araştırmalar bu nedenlerin kanser riskini artırdığı düşündürmektedir:
- 60 yaş üstünde olanlar genç yaştakilere göre daha çok üretra kanseri riski taşır.
- Mesane kanseri hikayesi olan hastalarda üretra kanseri riski yüksektir. Ayrıca mesane kanseri tedavisi görenlerde mesane alınsa bile sonradan üretra kanseri gelişebilir.
- HPV (insan papilloma virüsü) gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar üratra kanseri riskini artırabilir.
- Sık idrar yolu enfeksiyonu geçirenlerde üretra kanseri riski daha yüksektir.
- Üretada kronik iltihaplanmalar üratra kanserine neden olabilir.
- Üratdaki darlık erkeklerde kronik şişme ve iltihaplanmaya neden olabileceği için üretra kanser riskini artırabilir.
- Üretradaki kitle kadınlarda üretra kanser riskleri artırabilir.
- Siyahi insanlarda üretra kanseri riski beyaz ırka göre iki kat daha fazladır.
ÜRETRA KANSERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Üretra kanseri ilk başlarda belirti vermeden ilerleyen bir hastalıktır. Bunun nedeni kanser tümörlerinin küçük olmasıdır. Üratra kanseri, tümörler büyüdükçe hastada bu belirtilere neden olabilir:
- İdrarda kan
- Üratradan akıntı veya kanama
- Sık idrara çıkma ve idrarın tamamını yapmadan idrara çıkma isteği
- İdrar yaparken sorun yaşamak
- İdrar yaparken ağrı veya düşük akış
- İdrar kaçırma
- Kasıkta büyüyen lenf bezleri
- Cinsel organ ile anüs arasındaki bölgede yumru veya büyüme
Yukarıdaki belirtilerin çoğu başka bir hastalıktan da kaynaklanabilir. Ancak bu belirtiler ihmal edilmeden bu alanda deneyimli bir üroloji uzmanına başvurularak kanser olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü üretra kanseri erken teşhisle tedavi edilmediği takdirde hayati risklere neden olabilmektedir.
ÜRETRA KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Üretra kanseri belirtileri çoğu zaman başka hastalıkların belirtileri ile benzerlik gösterdiği için hastalar çoğu zaman farklı hastalıklarla ilgili tedavi görmektedir. Bu tedaviler idrar yolu enfeksiyonları veya erkeklerde iyi huylu prostat hiperplazisi olabilmektedir. Bu tedavilerden sonuç alınamayan hastalar detaylı bir şekilde muayene edilmelidir. Hastanın doktora başvurma nedenleri, risk faktörleri ve ailede hastalık geçmişi hakkında bilgiler edinildikten sonra hasta fiziki olarak muayene edilmektedir. Erkeklere dijital rektal muayene, kadınlara pelvik muayene yapılarak üretra çevresindeki tümörler hakkında bilgi sahibi olunmaktadır. Ayrıca kesin tanı için doktorunuz şu test ve işlemlerin yapılmasını isteyebilir:
- İdrar testi
- Kan testi
- Ultrason
- Endoskopik muayene (sistoskopi veya üreteroskopi)
- CT tarama
- Biyopsi
Çoğu kanser türünde olduğu gibi üretra kanserinin de kesin tanısı için en önemli tetkik biyopsidir. Kesin olarak üretra kanseri teşhisi konduktan sonra kanser hakkında daha fazla bilgi edinmek için başka testlerde yapılabilmektedir. Bu testlerle kanserin evresi, kanserin ne kadar yayıldığı (metastaz yaptığı) belirlenmektedir. Üretra kanseri tamamen evrelendirildikten sonra, doktoru hasta ile tedavi planlaması yaparak en kısa zamanda tedavi sürecini başlatmaktadır.
ÜRETRA KANSERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Üretra kanseri tedavisi seçenekleri sahip olduğunuz üretra kanserin tipine, üretrada nerede olduğuna, cinsiyetinize, test sonuçlarınıza ve kanserin evresine göre planlanmaktadır. Üretra kanserinin en önemli tedavi yöntemleri şunlardır:
Cerrahi tedavi
Üretra kanserinin en yaygın tedavisi ameliyattır. Kanserli tümör, ameliyat ile üratranın içinden veya dışından temizlenmektedir. Ayrıca cerrahi yöntemle üretra etrafındaki kanserden etkilenen lenf düğümleri temizlenmektedir.
Radyasyon tedavisi
Radyasyon tedavisi ile yoğun enerji ışınlarıyla kanser hücreleri yok edilir. Üretra kanserinde radyasyon genellikle cerrahi veya kemoterapi ile birlikte kullanılmaktadır.
Kemoterapi
Üratra kanser tümörlerini önleyici ilaçlar, ameliyat öncesi tümörü küçültmek hastalığın nüksetmesini önlemek için de ameliyattan sonra kullanılmaktadır.
Gözetim
Üretral kanser tedavisinde bazı durumlarda hasta sadece gözetim altında tutulmaktadır. Bu durum kanserin hemen tedavi edilmediği anlamına gelmektedir. Yani tümör hastada herhangi bir soruna yol açmıyorsa, büyüme veya yayılma eğilimi göstermiyorsa hasta doktoru tarafından düzenli olarak muayene ve testler ile gözetim altında tutulmaktadır. Tümörün büyümeye başlaması ya da yayılma eğilimine girmesinin tespit edilmesi durumunda hastaya diğer tedavi seçenekleri uygulanmaktadır.
Tedavi sonra takip
Üretra kanseri tedavisi ile tümörü tamamen çıkarılabilir. Ancak bu durum kanserin nüksetme olasılığını ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle kanserin tekrarlama riskini erken yakalamak ve olası yayılmayı önlemek hasta doktoru tarafından mutlaka kontrol altında tutulmalıdır.
ÜRETNA KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Üretra kanseri tedavisinin yan etkileri nelerdir?
Üretra kanseri tedavi sürecinde hastanın gördüğü kemoterapi ve diğer ilaç tedavileri dolayısıyla saç dökülmeleri, ağız başta olmak üzere vücudun çeşitli yerlerinde yaralar, kusma, iştahsızlık ve gerginlik gibi yan etkiler olabilir.
Üretra kanseri ölümcül bir hastalık mıdır?
Üretra kanseri, ilk başta hiçbir belirti vermeden ilerleyebilen sinsi bir hastalıktır. Üretra kanseri erken teşhis edildiğinde cerrahi işlem başta olmak üzere kemoterapi ve radyoterapi ile tedavi edilebiliyor.
Üretra kanseri nükseder mi?
Üretra kanseri tedavi edildikten sonra hastalığın tekrarlama olasılığı, kanserli tümörün ilk veresi ve konumuna bağlıdır. Küçük evreli ve ön üretradaki kanserin tekrarlama riski daha düşüktür.
Üretra kanseri erkeklerde mi kadınlarda mı daha sık görülür?
Üretra, erkeklerde 8 inç, kadınlarda ise 1,5 inç büyüklüğündedir. Erkeklerde üretra kanseri kadınlardan daha sık görülür.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
YUMURTALIK KANSERİ NEDİR?
Dokusunda pek çok farklı hücre bulunan yumurtalıkların ana yapısını epitelyum hücreler oluşturur. Epitel hücrelerde ya da embriyonik döneme ait hücrelerde meydana gelen kontrolsüz bölünme ve çoğalma sonucunda yumurtalık kanseri oluşabilir. Daha çok menopoz sonrası görülen yumurtalık kanserlerinin yüzde 80’i epitelyum dokuda oluşur. 20 yaşın altında görülen yumurtalık kanserlerinin yüzde 60’ında ise embriyonik tümörler görülmektedir.
YUMURTALIK KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Yumurtalık kanseri belirtileri çoğunlukla kendini çok göstermez. Yumurtalık kanseri ile ilgili belirtilerin çoğu hastaya özel olmakla beraber tipik bir bulgusu yoktur. Yumurtalık kanseri belirtileri olarak, pek çok hastalık belirtisi olarak da söylenebilecek; karın ağrısı, şişkinlik ve mide rahatsızlıkları sıralanabilir.
Yumurtalık kanserinin en büyük belirtisi ileri safhalarında ise karında ele gelen kitle, aşağı doğru basınç hissi, karında sıvı birikmesi, karın şişliği, çevredeki organlara bası yapmasına bağlı olarak idrar ve bağırsak şikayetleri görülür.
Yumurtalık kanserinin bazı türlerinde hormon düzensizlikleri görülebilir. Buna bağlı olarak adet düzensizlikleri, erkeklik hormonu salgısının artmasıyla tüylenme, erkek tipi saç dökülmesi görülebilir. Çoğu yumurtalık kanseri şikayeti ise karın şişliği üzerinedir.
Genel olarak görülen yumurtalık kanseri belirtilerini şöyle sıralayabiliriz;
- Bağırsak alışkanlıklarında değişiklik, özellikle kabızlığın ortaya çıkması,
- Mesane alışkanlıklarında değişiklik, sık sık idrara çıkma ihtiyacı,
- İştah kaybı veya hızlı bir şekilde tokluk hissi,
- Vajinal kanama,
- Kilo kaybı,
- Karında basınç hissi ve şişkinlik,
- Kasıkta dolgunluk veya ağrı,
- Uzun süreli hazımsızlık, gaz veya bulantı.
YUMURTALIK KANSERİ NEDEN OLUR?
Yumurtalık kanseri nedenleri çok net bilinmese de bazı risk faktörlerinin bu hastalığa neden olduğundan bahsedilebilir. Genetik, çevresel ve hormonal faktörler yumurtalık kanserleri nedenleri arasında gösterilebilir. Yumurtalık kanseri nedenlerini şöyle sıralayabiliriz;
- Ailesinde meme ya da yumurtalık kanseri olanlarda risk artar.
- Son yıllarda bazı genlerdeki değişiklikler yumurtalık kanseri riskinin armasına neden olmuştur.
- Yumurtlamayı artırıcı ilaç kullananlarda over kanseri riski artar.
- Doğum kontrol hapı kullanımı yumurtalık kanseri riskini azaltır.
- Yumurtalık kanseri riski hiç gebe kalmamışlarda daha yüksektir. Doğum yapanlarda risk azalır.
YUMURTALIK KANSERİ TEŞHİSİ NASIL YAPILIR?
Yumurtalık kanserinin erken tanısı diğer tüm kanserlerde olduğu gibi çok önemlidir. Erken tanı için kadınların yıllık rutin jinekolojik kontrollerini aksatmamaları önerilir. Jinekoloji muayenede ele gelen kitle ya da ultrason esnasında yumurtalıklarda görülen kitleler kansere erken müdahale etme şansı verir.
Yumurtalıklardaki her kist kanser anlamına gelmez. Özellikle üreme çağındaki kadınlarda görülen kistlerin çoğu basit ve zararsız kistlerdir. Zamanla kendi kendine kaybolan bu kistler kanser riski taşımaz. Bu nedenle uzman doktor tarafından ultrasonda izlenen kistlerin zararlı mı yoksa vücut için herhangi bir olumsuzluk içermeyen özellikte mi olduğu tespit edilmektedir. Bunun yanında menopozdaki kadınlarda ve adet görme öncesi genç kızlardaki her türlü kist, tümör riskine açıktır. Bu açıdan mutlaka değerlendirilmelidir.
Tümör özelliği bulunan yumurtalık kisti ve kitlelerinin ileri safhalarında, kanda tümör belirteçlerine bakılır. Bazı tümör belirteçleri (özellikle CA 125) bazı over tümörü tiplerinde yüksek bulunur. Ancak, CA125 ve diğer tümör belirteçlerinin yüksekliği her zaman kitlenin kanser olduğunu göstermeyeceği gibi tümör belirteçlerinin düşük olması da kanseri ekarte etmez. Tümör belirteçleri dışında doppler ultrasonografi de kan akım değişikliklerini göstererek iyi huylu ve kötü huylu tümör ayırımında yardımcı olabilir. Tüm bu yöntemler yardımcı yöntemlerdir. Hiç biri kesin tanı koymak için yeterli değildir. Tümöral olduğu düşünülen (ister iyi huylu ister kötü huylu olsun) kist ve kitleler ile ayırım yapılamayan olgularda cerrahi yapmak ve ameliyat sırasında patolojik örnek biyopsi almak kesin tanı konulmasını sağlar.
Kist varlığında tümör belirteçleri ve doppler incelemeleri normal ise ultrason ve muayene ile tümoral olduğunu düşündüren hiç bir bulgu yoksa ve kist 8 cm’den küçük ise bir süre takip edilebilir. Takip sırasında küçülme veya kaybolma olmuyorsa ameliyat yapılması tercih edilir.
YUMURTALIK KANSERİ TEDAVİSİ NASIL OLUR?
Yumurtalık kanseri tedavisi cerrahi olup, sadece rahim ve yumurtalıklar değil, vücutta tutulması muhtemel olan tüm dokular alınır. Cerrahi tedaviden sonra ise kemoterapi uygulanır. Yumurtalık kanserinde tüm evrelerde cerrahi yönteme başvurulur. Yumurtalık kanseri tedavisinde kitlenin çıkarılması hayati organlara zarar verme riski taşıyorsa önce kemoterapi ile kitlenin küçültülmesi hedeflenir. Ardından cerrahi yöntem ilke kanserli kitle ve dokulara müdahale edilir. Yumurtalık kanseri ameliyatı sonrasında eğer kanser vücuda yayılım göstermiyorsa kemoterapiye gerek kalmayabilir. Eğer yumurtalık kanseri yayılma gösteriyorsa kemoterapi ya da radyoterapi uygulanmalıdır. Kemoterapi hastalığın evresine göre değişmek ile beraber operasyon sonrası 6-9 kür uygulanmaktadır.
Yumurtalık kanserinde yeni tedavi alternatifleri artık ülkemizde de sıklıkla uygulanmaya başlamıştır. Hedefe yönelik ajanlar ile uygulanan tedaviler kür olasılığını arttırmakta, hayatta kalma süresini uzatmakta ve önemli bir semptomatik rahatlama sağlamaktadır. Yumurtalık kanserlerinin tedavisinde üremenin korunmasına, oldukça özen gösterilmektedir. Özellikle erken yaşta görülen germ hücreli yumurtalık kanserleri ve borderline tip yumurtalık kanserlerinde sadece kanserli doku veya kanserli yumurtalık çıkarılıp, rahim ve karşı yumurtalık korunarak gebe kalmak mümkün hale getirilir.
YUMURTALIK KANSERİNE DAİR SIK SORULAN SORULAR
Yumurtalık kanseri evreleri nelerdir?
Yumurtalık kanseri tedavisinde hangi evrede teşhis edildiği çok önemlidir. Kanserin yumurtalığınızdan etrafına ve çevre organlara sıçrayıp sıçramadığını bilmek gerekir. Yumurtalık kanserlerinde evreleme kanserin yayılım derecesine bağlı olarak belirlenir.
Evre 1: Kanser bir ya da her iki yumurtalıktadır ama sadece yumurtalık içinde kalmıştır.
Evre 1a: Kanser bir yumurtalıkta ve yumurtalık içinde sınırlıdır.
Evre 1b: Kanser her iki yumurtalıktadır, ancak hala yumurtalıklar içinde sınırlıdır.
Evre 1c: Kanser bir ya da iki yumurtalıktadır, ama yumurtalık sınırı dışına da çıkmıştır. Yumurtalık üstündeki bir tümöral kist patlamıştır, ya da karın içindeki sıvıda kanser hücreleri bulunmuştur.
Evre 2: Kanser pelvis denilen ve leğen kemiklerince çevrilen bölgedeki diğer organlara sıçramıştır.
Evre 2a: Kanser rahme, tüplere ya da her ikisine birden yayılmıştır.
Evre 2b: Kanser mesane ya da kalın bağırsağa yayılmıştır.
Evre 2c: Kanser 2a ve 2b deki yayılımların herhangi birisini yapmıştır. Ayrıca kanser yumurtalık sınırı dışına da çıkmıştır, yumurtalık üstündeki bir tümöral kist patlamıştır, ya da karın içindeki sıvıda kanser hücreleri bulunmuştur.
Evre 3: Kanser karın içine yayılmıştır ya da lenf bezlerini tutmuştur.
Evre 3a: Kanser hücreleri karın içine yayılmıştır ancak sadece mikroskopta görülebilecek kadar küçük odaklar halindedir.
Evre 3b: Kanser hücreleri karın içine yayılmıştır ama büyüklükleri 2 santimetreden küçüktür.
Evre 3c: Kanser hücreleri karın içine yayılmıştır ve 2 santimetreden büyüktür ya da lenf bezlerine de sıçramıştır, ya da bu iki şart birden mevcuttur.
Evre 4: Kanser karaciğer, akciğer ya da diğer uzak organlara da sıçramıştır.
Yumurtalık kanserinde erken teşhisin önemi nedir?
Yumurtalık kanserinin tedaviye vereceği yanıt, tümörün ne kadar yayıldığı ile doğrudan ilişkilidir. Yumurtalık kanseri erken dönemde teşhis edildiğinde ve uygun tedaviler ile yüzde 80-90 oranında ortadan kaldırılabilir. İleri evrede teşhis edilen yumurtalık kanserlerinde iyileşme oranı yüzde 40-50’dir. Yumurtalık kanseri ameliyatı ve kemoterapi sonrasında hastalığın tekrar etme olasılığına karşı düzenli olarak kontrol edilmelidir.
Yumurtalık kanseri ölümcül müdür?
Yumurtalık kanseri (över) ise kadın sağlığını ve yaşamını ciddi olarak tehdit eden, her yaşta görülebilen çok önemli bir hastalıktır. Yumurtalık kanseri, kadın genital organı kanserleri arasında en öldürücü olanıdır. Diğer jinekolojik kanserler ile karşılaştırıldığında, erken dönemdeki yumurtalık kanserleri hemen hemen hiçbir ön belirti vermediği için genellikle çok geç tanı konulabilmektedir. Bu nedenle rutin jinekolojik USG erken tanıda önemlidir.
Menopoz sonrası yumurtalık kanseri riski yüksek mi?
Yumurtalık kanseri, köken aldığı dokunun türüne bağlı olarak ikiye ayrılır. Hastalığın türü, ortaya çıkma ihtimali ve başlama yaşını değiştirmektedir. Hiç doğum yapmamış olma ve ailede, meme ve yumurtalık kanseri öyküsü olan kişilerin hastalığa yakalanma riski yükselmektedir. Ancak en önemli risk faktörü ileri yaş olarak kabul edilmektedir. Özellikle menopoz sonrası tek başına östrojen hormonu desteği, yumurtalık kanserini tetikleyen faktörler arasındadır.
CA 125 nedir?
CA125, yumurtalık kanseri hücrelerinin birçoğunun yüzeyinde bulunan bir proteindir. Yumurtalık kanseri olan kadınların kanında anlamlı düzeyde yüksek olabilmektedir. Bazı başka kanserlerde de az miktarda bu protein üretilebilmektedir.
Yumurtalık kanserinde CA 125 kaç çıkar?
CA 125 testinde 0 ile 35 arasındaki değerler normaldir. Eğer 35-50 arasında bir rakam varsa bu hastanın kontrol altında olması gerekir. 50 düzeyi üzerindeki değerlerde yumurtalık kanserinden şüphelenilir. Ancak her yumurtalık kanserinde de CA 125 yüksek çıkmayabilir.
Yumurtalık kanseri nerelere metastaz yapar?
Yumurtalık kanseri ileri evrelerde çeşitli organlara sıçrayabilir. Tedavide yumurtalığın etrafına ve çevre organlara sıçrayıp sıçramadığını bilmek gerekir. Bu kanserin en önemli özelliği karın içi organlara yayılım yapmasıdır. Kısa sürede karın içi organlara sıçrama söz konusu olduğundan dolayı hastalara genellikle ileri evrede tanı konmaktadır. Yumurtalık kanseri ince ve kalın bağırsaklara sıçrayabilmektedir. Periton, leğen kemiği, akciğer ve karaciğere de metastaz yapabilir.
Yumurtalık kanseri başka hastalıklarla karıştırılabilir mi?
Yumurtalık kanserinde sindirim şikayetleri, kasık bölgesinde ağrı, kabızlık gibi belirtiler görülebildiğinden hastalar gastroenteroloji ya da dahiliye servislerine acaba sindirim sisteminde mi bir sorun var diye zaman kaybedebilir. Bazen tanı bu doktorlar tarafından konulabilir. İleri yaş grubunda sindirim sistemi sorunu yaşanırsa mutlaka jinekoloji bölümüne başvurulmalıdır.
Yumurtalık kanseri ameliyatı açık mı olur?
İleri evrede karında sıvı toplanması, tümör yayılımı varsa açık cerrahi uygulanır. Bazı durumlarda laparoskopi ile bakıp yaygınlığı gözlemlenirken eğer büyük bir yaygınlık yoksa aynı seansta görülen tümörler temizlenebilir. Veya bu hastalarda laparoskopik ya da robotik cerrahi ile rahim, yumurtalık alma, lenf bezlerini alma aynı zamanda ihtiyaç olan grupta apandisit de alınabilir. Patolojiye göre de kemoterapi planlaması yapılmaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
RADYOTERAPİ NEDİR?
Radyasyon, dalgalar ya da parçacıklar tarafından taşınan özel bir enerji türüdür. Özel cihazlarca üretilebilir ya da radyoaktif olarak adlandırılan maddeler tarafından salınabilir. Bu enerji, tıpta görüntüleme amacıyla aynı zamanda kanser ve diğer bazı hastalıkları tedavi etmek için kullanılmaktadır. Radyasyonu, hastalıklı organa yönlendirebilmek için özel cihazlara gereksinim vardır. Bu şekilde, yüksek dozdaki radyasyon enerjisinin tedavi amacı ile kullanılmasına “radyoterapi” ya da “ışın tedavisi” adı verilmektedir.
RADYOTERAPİ VÜCUDA NASIL ETKİ EDER?
Yüksek dozdaki radyasyonun, hücreleri öldürme ya da bölünüp çoğalmalarını engelleyebilme özelliği bulunmaktadır. Kanser hücreleri normal hücrelere göre çok daha hızlı bölünüp çoğaldığından radyoterapi kanser hücreleri üzerinde normal hücrelerden daha etkilidir. Bunun yanında normal sağlıklı hücrelerin toparlanıp eski haline gelmesi, kanser hücrelerine göre çok daha kolay olmaktadır. “Planlama” denilen aşamada, hastalıklı dokuların en fazla, normal dokuların ise en az radyasyona maruz kalması için gerekli çizimler yapılarak, tedavi hedefe yönelik olarak uygulanmaktadır.
RADYOTERAPİNİN FAYDALARI VE HEDEFLERİ NELERDİR?
Vücudun hemen hemen her bölgesinde ortaya çıkabilen kanser tipinde ve kanser hastalarının yaklaşık %50’sinde radyoterapi uygulanmaktadır. Bazı kanser türlerinde radyoterapi tek tedavi yöntemidir. Radyoterapi tek başına ya da cerrahi ve/veya ilaç tedavisi (“kemoterapi“) ile birlikte uygulanarak da çok sayıda hastada tam olarak iyileşme sağlanabilen bir tedavi yöntemidir.
Radyoterapi;
- Tek başına hedeflenmiş, yüksek dozlu ve kısa süreli tedavi amacıyla (stereotaktik)
- Cerrahi öncesinde tümörü küçültme amacıyla (neoadjuvan),
- Cerrahi sonrasında vücutta mikroskop düzeyinde kalmış olabilecek kanser hücrelerini temizleme amacıyla (adjuvan),
- Bazı kanser türlerinde cerrahi esnada (intraoperatif),
- Cerrahi olmadan, kemoterapi ile birlikte direkt olarak tedavi amacıyla (küratif),
- Hastalığı tam olarak iyileştirmenin mümkün olmadığı bazı durumlarda; hastanın ağrı, kanama gibi şikayetlerini azaltma amacıyla radyoterapi uygulanabilir. Bu tür tedaviye “palyatif tedavi” adı verilir.
RADYOTERAPİ KİM TARAFINDAN UYGULANIR?
Radyasyon ile hastalıkların tedavisi konusunda uzmanlaşmış bir hekim olan “radyasyon onkolojisi uzmanı” hastanın ihtiyacı olan tedavi tipi ve planını belirler.
Tedavi süresince radyasyon onkolojisi uzmanları özel bir ekip ile çalışır. Bu ekipte; 0
Radyasyon fizikçisi: Cihazların doğru çalıştığını ve uygun dozda radyasyon verdiğini denetler.
Radyoterapi hemşiresi: Tedavi süresince hemşirelik hizmetleri verir, hasta için oluşabilecek yan etkileri en aza indirmeye ve tedavi sırasında beslenme desteğine yardımcı olur.
Radyoterapi teknisyeni: Tedavi öncesi hastanın hazırlığını yapar ve tedavi cihazlarını kullanarak günlük planlanan tedavileri uygular.
RADYOTERAPİ ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Radyoterapi iki şekilde uygulanmaktadır. Dıştan (eksternal) ve içeriden (internal). Bazı hastalara bu iki şekil art arda uygulanabilir.
Dıştan (eksternal):
Çoğu hastada radyoterapi uygulaması dıştan yapılır. Genellikle tedavi merkezlerinde, poliklinikte yapılan bir uygulama olup radyoterapi cihazları kullanılarak ışınların hastalıklı dokuya yönlendirilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Eksternal tedaviler son yıllara kadar Kobalt-60 ya da lineer akseleratör denilen cihazlarla 2 boyutlu olarak gerçekleştirilmekteydi. İki boyutlu tedavilerde hedef hacme yeterli dozu verebilmek için geniş emniyet marjları gerekli olduğu için normal doku hasarı ve yan etkiler daha fazla olmaktaydı. Ancak son yıllarda radyoterapi cihazlarındaki teknolojik değişiklikler sayesinde üç boyutlu konformal radyoterapi, IMRT (yoğunluk ayarlı radyoterapi), sterotaktik radyoterapi (linak bazlı, gamaknife, cyberknife) uygulanarak hedef hacme maksimum doz uygulanırken, normal dokunun minimum doz alması sağlanabilmektedir. Işın tedavisi uygulanmasına karar verildiğinde, doktor aynı zamanda da hangi cihazın hasta için daha uygun olduğuna karar verecektir.
İçeriden (internal):
İçeriden (internal) uygulanan radyasyonda ise, radyoaktif madde ya da kaynak ince tel ya da tüpler ile ya direkt tümör içine ya da bir vücut boşluğuna yerleştirilmektedir. Sıklıkla jinekolojik tümörlerde uygulanan yöntem cerrahi sonrasında kalan boşluğa da uygulanabilir.
EKSTERNAL RADYOTERAPİ’DE DOKTOR TEDAVİ PLANINI NASIL YAPAR?
Radyoterapide kullanılan radyasyon kaynakları çeşitlidir. Doktor X-ışını ya da elektron demeti kullanabilir. Kullanılacak radyasyon kaynağının seçimi tümörün tipine, vücuttaki yerleşimine ve özellikle de derinliğine göre belirlenir. Yüksek enerjili X-ışınları birçok kanser tipinde tedavi amacı ile kullanılır. Elektron demetleri ise bazı cilt hastalıklarını tedavi edebilir.
Tedaviye başlamadan önce, bilgisayarlı planlama tomografisi ile birlikte hazırlık seansı yapılır. Amaç, tedaviyi kişileştirmek ve kanserin türüne ve yaygınlığına göre seçilmesi gereken ışınlama tekniğini belirlemektir. Bu hazırlık seansı ve tedavinin kendisi hakkındaki ayrıntılar (özellikle seansların sıklığı ve süresi) ilk muayene esnasında hastaya radyasyon onkolojisi uzmanı tarafından bildirilir. Öncelikle radyoterapi seansları sırasında, hastanın cihazın içinde almak zorunda olduğu pozisyon belirlenir ve daha sonra da bu pozisyonda bilgisayarlı tomografi çekilir. Tedavi planını bilgisayarlı tomografi ile yapmak tümörlü ve/veya tümörün yayılımı için en riskli bölgelerin belirlenmesinin yanı sıra korunması gereken normal dokuların da tespitine izin verir. Tomografi sırasında, sabitleme cihazları, plastik maskeler kullanılabilir veya damara bir enjeksiyon ile kontras madde verilerek film çekmek gerekebilir.
Hastanın cildine işaretlemeler yapılarak bir radyoterapi seansından diğerine “hedef hacmin” aynı şartlarda ışınlanması sağlanmaktadır. Bu amaçla kolay çıkmayan mürekkepli kalemler kullanılır veya tatuaj yapılabilir. Suya dayanıklı bantlar kullanıldığı için günlük banyo yapmanızda sorun olmayacaktır. İşaretlerinizin silinme durumunda teknisyeni uyarmanız ve kendiniz tamamlamamanız uygun olacaktır.
Doktor tarafından tomografi kesitleri tarafından hedef hacim ve normal doku belirlemeleri yapıldıktan sonra doktorunuz radyasyon fizikçisi ile görüşerek, hastanın ne kadar radyasyon dozuna ihtiyacı olduğunu ve bu dozun nasıl verileceğini, kaç seans süreceğini belirler. Planlama sürece aynı gün içinde olabileceği gibi bir kaç gün de sürebilir.
Tedavi başladıktan sonra doktor hastanın tedaviye cevabını, genel durumunu ve tedavinin olası yan etkilerini takip eder. Genellikle haftada bir yapılan kontroller ile radyasyon onkoloğunuzla görüşebilirsiniz ancak hastanın ihtiyacına göre kontrol daha sık da olabilir. Planlanmış tedavilerin zamanında alınması çok önemlidir. Tedavideki aksamalar, gerekmedikçe verilen aralar tedavinin beklenen etkinliğini azaltabilir.
HİPERFRAKSİYONEL RADYOTERAPİ NEDİR?
Radyoterapi, tümör tipi ve yerleşimine göre günlük dozlara bölünerek verilmektedir. Hiperfraksiyonel radyoterapide ise günlük doz da birkaç küçük parçaya ayrılarak uygulanır. Bir alana birkaç tedavi bir gün içine bölünerek verilecekse genelde 4-6 saatlik aralarla uygulama yapılır.
İNTRAOPERATİF RADYOTERAPİ NEDİR?
İntraoperatif radyoterapide cerrahi ve radyoterapi aynı anda uygulanır. Cerrah tümör dokusunu olabildiğince çıkartır ve çıkan bölgede kalmış olabilecek tümör hücrelerini temizlemek için cerrahinin hemen ardından, ameliyathane içinde tümör yatağına radyoterapi verilir.
RADYOTERAPİ SEANSINDA NELER OLUR?
Hasta tedaviye başlamadan önce giysilerini çıkarır ve önlük giyer. Bu nedenle kolay değiştirebileceği giysiler ile tedaviye gelmesi önerilir.
Radyoterapi teknisyeni, tedavi alanını belirlemek için hastanın cildinde daha önce işaretlemiş olduğu çizgileri kullanır. Hastanın özel bir sandalyede oturması ya da tedavi masasına yatması gerekir. Her seansta tedavi odasında ortalama 15 dakika kalınmakla birlikte, radyasyon dozunun verilmesi 1 ila 5 dakikalık bir sürede gerçekleşmektedir. Eksternal radyoterapi alma işlemi, bir röntgen filmi çekilme işlemindeki gibi ağrısızdır.
Hastanın işlem sırasında nefes tutmasına özel koşullar olmadıkça gerek yoktur ve yalnızca normal soluk alıp vermek yeterlidir. Radyoterapi seanslarında; tanımlanan dozun en hassas şekilde verilip ışınların vücutta doğru yere ulaşması, tedavi boyunca hasta pozisyonunun bozulmayıp her tedavide aynı pozisyonun oluşturulması ve hastanın konforunun en iyi şekilde sağlanması için ortamın hareketsiz hale getirilmesi önemlidir. İmmobolizasyon denilen bu işlemde tedavi edilen bölgeye göre baş-boyun maskeleri, vakumlu yataklar, diz altı sabitleyicileri veya omuz çekicisi gibi aksesuarlar kullanılabilir.
Radyoterapi teknisyeni, ışın verilmeden önce odadan ayrılır. Cihazlar, yakındaki küçük bir alandan kontrol edilir. Hasta da bir monitör ya da pencere yoluyla izleyebilir. Bu sırada hasta konuştuğunda sesi hoparlörden duyulabilir ve teknisyenle ve doktor ile iletişim kurulabilir. Radyoterapi cihazları büyük yapıları nedeniyle tedavi alanı etrafında değişik açılarda dönerken hafif gürültülü bir ortam oluşabilir. Ancak hastaların, cihazların ilgili teknisyenlerce çalıştırıldığı ve çalışmalarının düzenli olarak kontrol edildiği unutulmamalıdır. Tedavi odası ya da cihazlarla ilgili olarak her türlü soru, teknisyen ya da doktora sorulabilir.
Radyasyonun herhangi bir şekilde görülmesi, sesinin duyulması ya da hissedilmesi mümkün değildir. Tedavi seansında hastanın kendini çok kötü veya rahatsız hissedeceği bir durum oluşursa, derhal teknisyen bilgilendirilmelidir. Gerekli durumlarda cihazların çalışması derhal durdurulabilmektedir.
RADYOTERAPİNİN YAN ETKİLERİ VAR MIDIR?
Eksternal radyoterapi uygulanması vücudu radyoaktif hale getirmez. Bu nedenle, tedavi alan kişiler ile temastan kaçınmaya gerek yoktur. Sarılma, öpme gibi temas durumlarında bile diğer kişileri olumsuz etkileyecek bir risk söz konusu değildir.
Radyoterapinin yan etkilerini genellikle tedavi edilen alana ait şikayetler oluşturur. Doktor ve hemşire bu yan etkilerin nasıl yönetileceği konusunda hastaya bilgi vermektedir. Tedavi sırasında öksürük, ateş, terleme ya da olağan dışı ağrı gibi şikayetler olduğunda doktor ya da hemşirenin bilgilendirilmesi gerekir. Yan etkiler çoğunlukla tedavi bitiminden sonra birkaç haftada ortadan kalkar ve ilaçlar ya da diyetle kontrol altına alınabilir. Daha uzun süre devam edebilen yan etkiler de uygun tedaviler ile yönetilebilir.
Tedavinin etkinliği doktor tarafından takip edilmektedir. Tedavi sonrası ağrı, kanama ve buna benzer diğer şikayetlerin azaldığı, zamanla diğer düzelme bulgularının ortaya çıktığı hissedilmektedir. Doktor tedavi etkilerini izlerken bazı testler kan isteyebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Işın tedavisi (radyoterapi) nedir?
Işın tedavisi kanser ile mücadelede en sık başvurulan yöntemlerden biridir. Alman fizikçi Wilhelm Röntgen katot ışınları ile çalışırken daha önce hiç keşfetmediği ve tanımadığı bu ışınlara X- ışınları yani adı bilinmeyen ışınlar adını vermiştir. Enerjileri yükseltilmiş X ışınları kanserli dokulara yönlendirilmektedir. Yalnızca kanserli dokuların bulunduğu alanı hedefleyen ışın tedavisi pek çok kanser türünde kullanılmaktadır. Buradaki temel amaç kanserli hücrelerin yapısının bozularak bölünme yeteneklerini kaybetmelerinin sağlanmasıdır. Bu sayede hastalığın kontrol altına alınması mümkün olabilmektedir. Işın tedavisi yani radyoterapi farklı amaçlarla (radikal, adjuvan, neoadjuvan, profilaktik, palyatif) kullanılmaktadır.
Işın tedavisi (radyoterapi) hangi hastalıklarda kullanılmaktadır?
Uygun görülen kanser hastalarında ışın tedavisi uygulanabilmektedir. Özellikle lenfoma (lenf kanseri) ve baş- boyun kanserlerinde radyoterapi birincil kanser tedavisi olarak kullanılabilir.
Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) ışın tedavisi kullanıldığı kanser türlerini şöyle sıralamaktadır:
- Meme kanseri
- Akciğer kanseri
- Prostat kanseri
- Kolon kanseri
- Baş veya boyun kanserleri
Brakiterapinin vücudun belirli bölgelerindeki kanserler için özellikle etkili bir tedavi olabileceğini bildirilmektedir.
- Serviks kanseri (rahim ağzı kanseri)
- Rahim kanseri
- Rektum kanseri
- Baş ve boyun bölgesi kanserleri
- Göz tümörleri
- Beyin tümörü
- Akciğer kanseri
- Cilt kanseri
- Meme kanseri
- Yemek borusu kanseri
- Anüs bölgesi kanserleri
- Mesane kanseri
Işın tedavisinin (radyoterapi) avantajları nelerdir?
Tüm kanser çeşitlerinin %50 – %60’ı ışın tedavisine ihtiyaç duymaktadır. Sağlığına kavuşan bireylerin yaklaşık %25’inde bu tablo ışın tedavisinin etkisiyle gerçekleşmektedir. Kanser tedavisinde uygulanan cerrahi sonrası varlığını devam ettirebilecek kanserli hücrelerden arınmak için ışın tedavisi kullanılmaktadır. Aynı zamanda kanser bulgularını azaltmak amacıyla da radyoterapi uygulanmaktadır.
Işın tedavisinin avantajları şöyle sıralanmaktadır:
- Erken evrede yakalanan kanserlerde kısa sürede iyileşme sağlanabilir.
- Kanserin vücudun başka bölümlerine yayılması durdurulabilir.
- Nüks eden kanserlerde etkin tedavi sağlanabilir
- İleri evde kanserlerde semptomlar hafifletilebilir
- Uygulama sırasında ağzı ve sızı olmaz
- Uygulama sırasında radyasyon hissedilmez
Işın tedavisi (radyoterapi) nasıl uygulanır?
Işın tedavisi (radyoterapi) eksternal ( external- dış tedavi) ve brakiterapi (iç tedavi) şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Genellikle uygulamalar dışarıdan (eksternal) yöntemle gerçekleşmektedir. Tedavi esnasında tedavinin gerçekleştirileceği masada hastanın hareketsiz bir şekilde yatması istenmektedir. Kendine özgü cihazları ve aparatları bulunan radyoterapi çoğu zaman kanser teşhisi konulmuş bireylerde uygulandığı gibi, bazı iyi huylu tümör saptanmış bireylerde de uygulanmaktadır. Özel cihazların konumlandırıldığı bu oda içerisinde tedaviler seanslar şeklinde gerçekleştirilmektedir. Işın tedavisi (radyoterapi) için kanser oluşumunun varlık gösterdiği nokta hedef alınmaktadır. Farklı bir oda içerisinden kameralarla durum kontrol edilerek radyasyon verilmesi gereken süre ve radyasyon verilen bölgenin doğruluğu teyit edilir. Işın tedavisi (radyoterapi) uygulaması esnasında acı, yanma veya çarpma hissedilmez. Kişiler radyasyon aldıklarını fark etmezler. Bazı anatomik bölgelerde radyoterapi uygulanırken hareketi azaltabilmek adına maske ve aksesuarlar kullanılmaktadır.
Sıkça sorulan sorular
Işın tedavisi (radyoterapi) aşamaları nelerdir?
Her hastalıkta olduğu gibi kanserin tedavisinde de belli bir şema ya da yol izlenmektedir. Işın tedavisi (radyoterapi) uygulaması için şu şekilde bir yol haritası planlanmaktadır:
- Temel adım hastanın değerlendirilmesidir. (evrelenmesi, tedavi endikasyonu konulması)
- Simülasyon (planlanma, CT çekimi)
- Hedef dokunun ve korunması gereken organların bilgisayar programları aracılığı ile çizimleri ve 3 boyutlu yapılarının oluşturulması ( tümör boyutu, yerleşimi, sağlam, çevre, doku)
- Tedavi planlanması ( ışın tipleri, doz hesapları, tekniklerin karşılaştırılması)
Işın tedavisi ve kemoterapi arasındaki fark nedir?
Kanser hücrelerinin oluşum gösterdiği alanı hedef alarak ışınlar aracılığıyla tedavi sağlanması ışın tedavisi veya radyoterapi olarak adlandırılmaktadır. Bölge odaklı olan bu tedavi, o bölgedeki kanser hücresini ortadan kaldırarak tekrar aynı bölgede kanserli hücre oluşmasını engellemeyi amaçlar. Tüm vücudu hedef alarak kanserli hücreleri yok etmeyi hedefleyen ve ilaçlar yolu ile uygulanan tedavi yöntemi ise kemoterapi olarak adlandırılmıştır. Kanser türü ve evresine göre tedavi seçeneği ise uzman hekimler tarafından belirlenmektedir.
Işın tedavisi (radyoterapi) kanserin hangi evresinde uygulanır?
Işın tedavisi (radyoterapi) tümör barındıran tüm organ hastalıklarında teşhis döneminden başlayarak son evresine kadar uygulanabilir.
Işın tedavisi (radyoterapi) kaç seans olur?
Bu süreç kanserin evresi ve mevcut koşullara olarak bağlı değişmektedir. Uzman hekimlerin idaresinde kararlar verilerek yürütülen bu süreç genellikle 10 ila 40 gün arasında belirli radyoterapi dozlarının küçük parçalara bölünerek her gün (hafta sonları hariç) verilmesi ile tamamlanmaktadır.
Işın tedavisi (radyoterapi) ne kadar sürer?
Radyoterapi bölge tedavisi ve hastalığın evresine bağlı olarak değişmekle birlikte, her gün yaklaşık 10-20 dakika süren bir tedavidir.
Işın tedavisi (radyoterapi) sırasında ağrı hissedilir mi?
Işın tedavisi (radyoterapi) esnasında herhangi bir ağrı, sızı hissedilmemektedir. Işın tedavisi gözle görülmemektedir. Görülmeyeceği gibi tat, koku veya işitme gerçekleşmemektedir.
Işın tedavisi (radyoterapi) ne zaman sonuç verir?
Işın tedavisinin genellikle çok hızlı ve ani sonuç vermesi beklenemez. Işın tedavisi kanserli hücre odaklarını hemen öldürmez. Kanserli hücrelerin ölmesi; gün, hafta ya da aylarla ifade edilebilmektedir. Hatta ışın tedavisi (radyoterapi) bittikten sonra da bu hücreler ölmeye devam eder.
Işın tedavisi (radyoterapi) alan hasta nasıl beslenmeli?
Işın tedavisi alan hastaların protein içeriği zengin besinler tüketmesi önemlidir. Tedavi evresinde iştah kaybı görülebilmektedir. İştah problemi her bireyde olmayabilir, ancak boğaz ağrıları, kusma, yorgunluk, bitkinlik, diş ve diş eti sorunları, tat almada yaşanan değişimler beslenme sorunlarına yol açabilir. Dokuların yenilenmesi için protein tüketiminin önemi kadar bu evrede halsizlik ve yorgunluk hissi ile savaşmanın önemi için ise vücuda enerji sağlayan karbonhidrat tüketimi oldukça önemlidir. Işın tedavisi sürecinde ağız ve diş bakımına, bağırsak sağlığına çok dikkat edilmelidir.
Işın tedavisi (radyoterapi) alan hasta radyasyon yayar mı?
Bu durum toplumda sıkça yanlış bilinen bilgiler arasındadır. Işın tedavi alımı sonrası kişilerin radyasyon yayması olanaksızdır.
Işın tedavisi (radyoterapi) alan bir kişi ne yapmalı?
Öncelikle ilk aşamada hastalığın takibini sağlayan hekimin tavsiyelerine mutlaka uyulmalıdır. Genel olarak ideal kilonun altına ya da üstüne çıkılmamalıdır. Tüm sağlıklı bireylerde olduğu gibi sıvı tüketimi başta olmak üzere vitamin, protein, karbonhidrat vb. gıda alımları ile vücuda enerji sağlaması önemlidir. Bu süreçte hücre yenilenmesini sağlayan besinlerin tüketimine önem gösterilmelidir. Ancak dışarıdan temin edilecek ek gıdalar, bitki çayları, vitaminler, şifa sağlayacağı düşünülen özel tarifler asla uzman hekime danışılmadan kullanılmamalıdır. Cildi tahriş etmeyecek dokuya sahip kumaşlı giysiler tercih edilerek güneş ışınlarından korunmaya özen gösterilmelidir. Bu süreçte profesyonel psikolojik destek alımı sağlanabilir.
Işın tedavisi (radyoterapi) yan etkileri nelerdir?
Her tedavide olduğu gibi radyoterapinin de bazı yan etkileri olabilmektedir. Bu yan etkiler hastalığın yeri ve evresine göre değişmektedir. Burada hatırlanması gereken nokta radyoterapi lokal bir tedavi olduğu için uygulandığı alan dışında yan etki beklenmediğidir. Genellikle bunlar arasında ışın tedavisi uygulanan bölgede tahriş, kıl, saç, tüy dökülmeleri görülür. Yutmada zorluk, tat almada değişimler, idrarda yanma, bitkin hissetme, ishal ve ağız kuruluğu görülebilir. Örneğin meme radyoterapisi uygulanan bireylerde bölgede ciltte tahriş, evresine göre yutma güçlüğü beklenirken bu tedaviye bağlı saç dökülmesi beklenmez. Batın / karın bölgesi kanserlerinin tedavisinde ishal, mide ağrısı, idrarda yanma, sık idrara çıkma şikayet gözlenebilir. Bunun gibi her bölgenin uygulanan tedavi sonrası oluşabilecek yan etkileri birbirinden farklılık gösterebilir. Bunlarla beraber bilinmesi gereken noktalardan bir diğeri ise radyoterapi seansı esnasında günlük yaşantıya rahatlıkla devam edilebileceğidir.
Işın tedavisi (radyoterapi) yarım kalırsa ne olur?
Radyoterapi kanser türü, evresine göre farklı doz ve süreler içeren bir tedavi olup, genellikle hafta içi uygulanır. Tedavinin teknik nedenler dışında bu şartlarda aralıksız uygulanması başarısı açısından önemlidir. Ancak bazen oluşabilecek yan etkileri azaltabilmek için hekim kontrolünde ara verileceği gibi, teknik aksaklıklar nedeni ile tedavi uygulamasına ara verilmesi halinde yine aynı şekilde hekim kontrolünde gerekli hesaplamalar yapılarak tedavi süresinde revizyon yapılabilir.
Işın tedavisi ( radyoterapi) nerede uygulanır?
Işın tedavisi gelişmiş kanser merkezlerinde uygulanmaktadır. Kanser hastaları tıbbi onkoloji, radyasyon onkolojisi, nükleer tıp ve ilgili branş doktorlarının da yer aldığı ekipler tarafından multidisipliner yaklaşımlarla tedavi edilebilir.
Işın tedavisinde hangi cihazlar kullanılmaktadır?
Işın tedavisi yani radyoterapi için ülkemizde Electa Versa Hd, Elecra Versa Signature ve TrueBeam STx gibi gelişmiş teknolojilerden yararlanılmaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Radyoterapi nedir?
Radyasyon, dalgalar ya da parçacıklar tarafından taşınan özel bir enerji türüdür. Özel cihazlarca üretilebilir ya da radyoaktif olarak adlandırılan maddeler tarafından salınabilir. Bu enerji, tıpta görüntüleme amacıyla aynı zamanda kanser ve diğer bazı hastalıkları tedavi etmek için kullanılmaktadır. Radyasyonu, hastalıklı organa yönlendirebilmek için özel cihazlara gereksinim vardır. Bu şekilde, yüksek dozdaki radyasyon enerjisinin tedavi amacı ile kullanılmasına “radyoterapi” ya da “ışın tedavisi” adı verilmektedir.
Hangi hastalıklarda kullanılır?
Vücudun hemen hemen her bölgesinde ortaya çıkabilen kanser tipinde ve kanser hastalarının yaklaşık %50’sinde radyoterapi uygulanmaktadır. Bazı kanser türlerinde radyoterapi tek tedavi yöntemidir. Radyoterapi tek başına ya da cerrahi ve/veya ilaç tedavisi (“kemoterapi“) ile birlikte uygulanarak da çok sayıda hastada tam olarak iyileşme sağlanabilen bir tedavi yöntemidir.
Radyoterapi;
- Cerrahi öncesinde tümörü küçültme amacıyla,
- Cerrahi sonrasında vücutta mikroskop düzeyinde kalmış olabilecek kanser hücrelerini temizleme amacıyla,
- Hastalığın birincil tedavisi olarak tek başına
- Cerrahi olmadan, kemoterapi ile birlikte direkt olarak tedavi amacıyla,
- Hastalığı tam olarak iyileştirmenin mümkün olmadığı bazı durumlarda; hastanın ağrı, kanama gibi şikayetlerini azaltma amacıyla radyoterapi uygulanabilir. Bu tür tedaviye “palyatif tedavi” adı verilir.
Nasıl yapılır/Uygulanır?
Radyoterapi iki şekilde uygulanmaktadır. Dıştan (eksternal) ve içeriden (internal). Bazı hastalara bu iki şekil art arda uygulanabilir.
Dıştan (eksternal):
Çoğu hastada radyoterapi uygulaması dıştan yapılır. Genellikle tedavi merkezlerinde, poliklinikte yapılan bir uygulama olup radyoterapi cihazları kullanılarak ışınların hastalıklı dokuya yönlendirilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Eksternal tedaviler son yıllara kadar Kobalt-60 ya da lineer akseleratör denilen cihazlarla 2 boyutlu olarak gerçekleştirilmekteydi. İki boyutlu tedavilerde hedef hacme yeterli dozu verebilmek için geniş emniyet marjları gerekli olduğu için normal doku hasarı ve yan etkiler daha fazla olmaktaydı. Ancak son yıllarda radyoterapi cihazlarındaki teknolojik değişiklikler sayesinde üç boyutlu konformal radyoterapi, IMRT (yoğunluk ayarlı radyoterapi), sterotaktik beden radyoterapisi (linak bazlı, gamaknife, cyberknife) uygulanarak hedef hacme maksimum doz uygulanırken, normal dokunun minimum doz alması sağlanabilmektedir. Işın tedavisi uygulanmasına karar verildiğinde, doktor aynı zamanda da hangi cihazın hasta için daha uygun olduğuna karar verecektir.
İçeriden (internal):
İçeriden (internal) uygulanan radyasyonda ise, radyoaktif madde ya da kaynak ince tel ya da tüpler ile ya direkt tümör içine ya da bir vücut boşluğuna yerleştirilmektedir. Bazen de cerrahi sonrasında kalan boşluğa yerleştirme yapılabilmektedir.
Stereotaktik radyoterapi
Radyasyon tedavisinde belli noktalara ablatif (tahrip edici) radyasyon dozunun verilmesi ve normal dokuların maksimum korunmasını sağlayan tedavilerdir. Bu tedaviler sıklıkla 3 cm ve altındaki tümörlerde en etkin şekilde kullanılmaktadır.
Akciğer kanserlerinin erken evresinde ameliyat olamayan hastalarda kullanımı en sık uygulama alanıdır. Metastatik hastalık bölgelerine de tek tek uygulanabilir.
Tedavi sıklıkla özel planlama yapıldıktan sonra 1- 3 kez uygulama ile yapılmaktadır. Belli lineer akseleratörlerde yapıldığı gibi özel cihazlar da kullanılabilir.
Ağrısız ve yan etkilerin minimal olduğu bir tedavi yöntemidir.
Radyoterapi tedavi planı ve hazırlık süreci nasıldır?
- Bilgisayarlı planlama tomografisi: Radyoterapi tedavisine başlamadan önce bilgisayarlı planlama tomografisi ile birlikte hazırlık seansı yapılır. Bunda amaç, tedaviyi kişileştirmek ve kanserin, türüne ve yaygınlığına göre seçilmesi gereken ışınlama tekniğini belirlemektir. Bu hazırlık seansı ve tedavinin kendisi hakkındaki ayrıntılar (özellikle seansların sıklığı ve süresi) ilk muayene esnasında hastaya radyasyon onkolojisi uzmanı tarafından bildirilir.
- Tümörlü ya da tümör yayılımı olan bölgelerin belirlenmesi: Radyoterapi seansı sırasında, hastanın cihazın içinde almak zorunda olduğu pozisyon belirlenir ve daha sonra da bu pozisyonda bilgisayarlı tomografi çekilir. Tedavi planını bilgisayarlı tomografi ile yapmak, tümörlü ya da tümörün yayılımı için en riskli bölgelerin belirlenmesinin yanı sıra korunması gereken normal dokuların da tespitini sağlamış olur. Tomografi sırasında, damar için enjeksiyon ve görüntülenecek bölgeye göre de bazen idrar sondası gerekli olabilir.
- Radyasyon dozu ayarlaması: Doktor tarafından tomografi kesitleri tarafından hedef hacim ve normal doku belirlemeleri yapıldıktan sonra yine doktorun ve radyasyon fizikçisinin birlikte çalışması ile, hastanın ne kadar radyasyon dozuna ihtiyacı olduğu ve bu dozun nasıl verileceği, kaç seans süreceğini belirlenir. Bu durum, genellikle bir kaç gün sürebilir.
- Radyasyon kaynağının belirlenmesi: Radyoterapide kullanılan radyasyon kaynakları çeşitlidir. Doktor X-ışını ya da elektron demeti kullanabilir. Kullanılacak radyasyon kaynağının seçimi tümörün tipine, vücuttaki yerleşimine ve özellikle de derinliğine göre belirlenir. Yüksek enerjili X-ışınları birçok kanser tipinde tedavi amacı ile kullanılır. Elektron demetleri ise bazı cilt hastalıklarını tedavi edebilir.
- Işın verilecek bölgenin işaretlenmesi: Radyasyon terapisti tarafından hastanın cildine işaretlemeler yapılarak bir radyoterapi seansından diğerine “hedef hacmin” aynı şartlarda ışınlanması sağlanmaktadır. Bu amaçla kolay çıkmayan mürekkepli kalemler kullanılır veya tatuaj yapılabilir. Yine de yıkanırken bu işaretlerin çıkmamasına özen göstermek gerekir. Çünkü hastanın tedavisi bitene kadar bu işaretlere ihtiyaç duyulacaktır. Silinme olursa terapiste haber vermek gerekir. Hasta, silinmiş işaretleri kendisi tamamlamamalıdır.
- Tedavi etkisinin takibi: Tedavi başladıktan sonra doktor hastanın tedaviye cevabını, genel durumunu ve tedavinin olası yan etkilerini takip eder. Bu kontrol de genellikle haftada bir yapılır ancak sıklığı hastanın ihtiyacına göre değişebilir. Planlanmış tedavilerin zamanında alınması çok önemlidir. Plandaki aksamalar, tedavinin beklenen etkinliğini azaltabilir.
Tedavi süreci nasıldır?
Hasta tedaviye başlamadan önce giysilerini çıkarır ve önlük giyer. Bu nedenle kolay değiştirebileceği giysiler ile tedaviye gelmesi önerilir.
Radyoterapi teknisyeni, tedavi alanını belirlemek için hastanın cildinde daha önce işaretlemiş olduğu çizgileri kullanır. Hastanın özel bir sandalyede oturması ya da tedavi masasına yatması gerekir. Her seansta tedavi odasında 15 ila 30 dakika kalınmakla birlikte, radyasyon dozunun verilmesi 1 ila 5 dakikalık bir sürede gerçekleşmektedir. Eksternal radyoterapi alma işlemi, bir röntgen filmi çekilme işlemindeki gibi ağrısızdır.
Hastanın işlem sırasında nefes tutmasına gerek yoktur ve yalnızca normal soluk alıp vermek yeterlidir. Radyoterapi seanslarında; tanımlanan dozun en hassas şekilde verilip ışınların vücutta doğru yere ulaşması, tedavi boyunca hasta pozisyonunun bozulmayıp her tedavide aynı pozisyonun oluşturulması ve hastanın konforunun en iyi şekilde sağlanması için ortamın hareketsiz hale getirilmesi önemlidir. İmmobolizasyon (sabitleme) denilen bu işlemde tedavi edilen bölgeye göre baş-boyun maskeleri, vakumlu yataklar, diz altı sabitleyicileri veya omuz çekicisi gibi aksesuarlar kullanılabilir.
Radyoterapi teknisyeni, ışın verilmeden önce odadan ayrılır. Cihazlar, yakındaki küçük bir alandan kontrol edilir. Hasta da bir monitör ya da pencere yoluyla izleyebilir. Bu sırada hasta konuştuğunda sesi hoparlörden duyulabilir ve teknisyenle iletişim kurulabilir. Radyoterapi cihazları büyük yapıları nedeniyle tedavi alanı etrafında değişik açılarda dönerken gürültülü bir ortam oluşabilir. Ancak hastaların, cihazların ilgili teknisyenlerce çalıştırıldığı ve çalışmalarının düzenli olarak kontrol edildiği unutulmamalıdır. Tedavi odası ya da cihazlarla ilgili olarak her türlü soru, teknisyen ya da doktora sorulabilir.
Radyasyonun herhangi bir şekilde görülmesi, sesinin duyulması ya da hissedilmesi mümkün değildir. Tedavi seansında hastanın kendini çok kötü veya rahatsız hissedeceği bir durum oluşursa, derhal teknisyen bilgilendirilmelidir. Gerekli durumlarda cihazların çalışması derhal durdurulabilmektedir.
Radyoterapiye ilişkin sık sorulan sorular
RADYOTERAPİ VÜCUDA NASIL ETKİ EDER?
Yüksek dozdaki radyasyonun, hücreleri öldürme ya da bölünüp çoğalmalarını engelleyebilme özelliği bulunmaktadır. Kanser hücreleri normal hücrelere göre çok daha hızlı bölünüp çoğaldığından radyoterapi kanser hücreleri üzerinde normal hücrelerden daha etkilidir. Bunun yanında normal sağlıklı hücrelerin toparlanıp eski haline gelmesi, kanser hücrelerine göre çok daha kolay olmaktadır. “Planlama” denilen aşamada, hastalıklı dokuların en fazla, normal dokuların ise en az radyasyona maruz kalması için gerekli çizimler yapılarak, tedavi hedefe yönelik olarak uygulanmaktadır.
RADYOTERAPİ KİM TARAFINDAN UYGULANIR?
Radyasyon ile hastalıkların tedavisi konusunda uzmanlaşmış bir hekim olan “radyasyon onkolojisi uzmanı” hastanın ihtiyacı olan tedavi tipi ve planını belirler.
Tedavi süresince radyasyon onkolojisi uzmanları özel bir ekip ile çalışır. Bu ekipte;
- Radyasyon fizikçisi: Cihazların doğru çalıştığını ve uygun dozda radyasyon verdiğini denetler.
- Dozimetrist: Tedavilerdeki seans sayıları ve sürelerini belirler.
- Radyoterapi hemşiresi: Tedavi süresince hemşirelik hizmetleri verir, hasta için oluşabilecek yan etkileri en aza indirmeye ve hastanın bunları tolere edebilmesine yardımcı olur.
- Radyoterapi teknisyeni: Tedavi öncesi hastanın hazırlığını yapar ve tedavi cihazlarının çalışmasını sağlar.
TEDAVİNİN YAN ETKİLERİ VAR MIDIR?
Eksternal radyoterapi uygulanması vücudu radyoaktif hale getirmez. Bu nedenle, tedavi alan kişiler ile temastan kaçınmaya gerek yoktur. Sarılma, öpme gibi temas durumlarında bile diğer kişileri olumsuz etkileyecek bir risk söz konusu değildir.
Radyoterapinin yan etkilerini genellikle tedavi edilen alana ait şikayetler oluşturur. Doktor ve hemşire bu yan etkilerin nasıl yönetileceği konusunda hastaya bilgi vermektedir. Tedavi sırasında öksürük, ateş, terleme ya da olağan dışı ağrı gibi şikayetler olduğunda doktor ya da hemşirenin bilgilendirilmesi gerekir. Yan etkiler çoğunlukla tedavi bitiminden sonra birkaç haftada ortadan kalkar ve ilaçlar ya da diyetle kontrol altına alınabilir. Daha uzun süre devam edebilen yan etkiler de uygun tedaviler ile yönetilebilir.
Tedavinin etkinliği doktor tarafından takip edilmektedir. Tedavi sonrası ağrı, kanama ve buna benzer diğer şikayetlerin azaldığı, zamanla diğer düzelme bulgularının ortaya çıktığı hissedilmektedir. Doktor tedavi etkilerini izlerken bazı kan testler de isteyebilir. Tedavi süresince bu sayılarda düşüklük olması olağandır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Hipertermi nedir?
Hipertermi, ‘ısı ile tedavi’ anlamına gelmektedir. Aynı zamanda termoterapi olarak da bilinen yöntem, özel geliştirilen cihazlar aracılığıyla hastanın tüm vücut ısısı artırılarak uygulanan ve pek çok hastalık için tercih edilen önemli bir tedavi seçeneğidir.
Hipertermi hangi hastalıkların tedavisinde kullanılır?
Hipertermi yöntemleri, birçok farklı alt türü olan kanserin tedavisinde kullanılmaktadır. Yöntemin, kemoterapi ve radyoterapi gibi temel kanser tedavilerinin etkisini artırdığını gösteren pek çok çalışma bulunmaktadır. Bu haliyle hipertermi, kanser alanında kanıta dayalı “tamamlayıcı” bir yöntemdir.
Hipertermi kanser tedavisinde nasıl uygulanır?
Hipertermi, ‘Tüm Vücut’ ve ‘Bölgesel’ olmak üzere 2 ana başlık altında incelenir.
Tüm vücut hipertermi ile kanser tedavisi
Sağlıklı bir kişi hastalık tehdidine artan bir vücut ısısı ile yani ateşle karşılık verir. Tüm vücudu ısıtarak ateş çıkarma, bağışıklık yanıtını artırmayı tetikler. Ateş, bağışıklık sisteminin aktifleşmesi ve düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. Bu durum, “doğal, geçici bir immünolojik özel program” olarak nitelendirilebilir. Tüm vücut hiperterminin kanser tedavisindeki temel rolü, beraberinde uygulanan kemoterapinin etkinliğini artırmak ve bağışıklık sistemini güçlendirmektir. Özellikle yaygın tümörü olan hastalarda kemoterapi ile birlikte uygulandığında tedaviyi daha etkin kılmakta ayrıca bağışıklık sistemi fonksiyonlarında ölçülebilir bir artışı da tetikleyebilmektedir.
Tüm vücut hipertermide, en eski tedavi prensiplerinden biri olan ateşi yükseltmek için deriye zarar vermeyen ve derinlik etkili su filtreli infrared-A ışını yayan lambalar doğrudan karın ve gövdeye yöneltilir. İşlem sırasında hastanın vital fonksiyonları (tansiyon, nabız, oksijen satürasyonu, solunum sıklığı ve vücut ısısı) takip edilerek, vücut ısısında kontrollü ve hedeflenmiş bir artış sağlanır. Yapılan çalışmalar, bağışıklık sisteminin aktifleşmesi için en uygun vücut ısısı değerlerinin 39 °C – 40 °C olduğunu gösterdiği için kanser tedavisinde hedef vücut ısısı, “orta” tüm vücut hipertermi olarak da nitelendirilen 39 °C – 40 °C arasıdır. Tedavi, vücudun verdiği tepkiye ve hedef ısıya ulaşılma süresine göre değişebilmekle birlikte, ortalama 4 saat kadar sürmektedir.
Bölgesel (lokal) hipertermi ile kanser tedavisi
Bölgesel hipertermi, kanser tedavisi alanında uzun yıllar süren çalışmaların sonunda geliştirilmiştir. Radyo frekans dalgaları ile tümörlü bölgeyi ısıtma prensibine dayalı bu yöntem, güvenli ve etkili bir şekilde kemoterapi ve radyoterapi gibi mevcut kanser tedavilerinin etkinliğini artırabilir. “Bölgesel derin elektro hipertermi” olarak da adlandırılan bu yöntemde, tümörlü bölgeye yoğun bir enerji uygulanır ve dokuda hedeflenen ısı, 42 °C – 44 °C derece arasıdır. Tümör hücreleri çeşitli hücresel mekanizmaları kullanarak bağışıklık sisteminden gizlenmektedir. Ancak bölgesel hipertermi uygulanarak verilen ısıyla, bu hücreler görülebilir. Bu yolla hipertermi, radyoterapi ve/veya kemoterapiyi daha etkili hale getirebilir. Bazı vakalarda daha önce uygulandığında etkili olmayan kemoterapi ve/veya radyoterapi, hipertermi ile birlikte kullanıldığında daha başarılı sonuçlar verebilir.
Hipertermi etkisi altında kanser hücreleri “ısı şok proteinleri” oluşturur; bu proteinler bozulmuş hücre yüzeylerinde görünür. Vücudun kendi bağışıklık sistemi bu proteinleri yabancı hücreler olarak algılar. Bu da bağışıklık hücrelerinin, kanser hücreleri ile savaşması için net bir göstergedir. Hipertermi altında sağlıklı hücrelerde belirgin bir ısı şok proteini artışı oluşmaz ve normal hücreler hipertermi işleminden zarar görmez.
Ortalama 60 dakika süren tedaviler sırasında hasta tedavi yatağında rahatça uzanır. Gücü ayarlanabilir radyo frekans dalgaları, karşılıklı iki elektrot başlığı ile tümör alanına yöneltilir ve 42 °C – 44 °C arası yüksek ısıya ulaşılır. Bu sıcaklık kanser hücrelerine ve tümör damarlarına zarar verir.
- Primer tümörler veya yayılım göstermiş (metastaz) tümörler
- Organlardaki tümörler (karaciğer, pankreas, böbrekler, akciğerler v.s.)
- Sindirim sistemi tümörleri
- Kalça bölgesi (pelvis) tümörleri
- Baş ve boyun tümörleri
- Beyin tümörleri veya beyine yayılım (metastaz)
- Meme kanseri ( meme kanserinin lokal nüksü)
- Prostat kanseri
- Melanom
- Yüzeysel tümörler için uygulanmaktadır.
Hipertermi uygulamaları hakkında sıkça sorulan sorular
Hipertermide uygulanan ısı, kanser hücreleri üzerinde nasıl bir etkiye sahiptir?
Isının neden olduğu hücresel stres ve oluşturduğu hasar, kanser hücrelerinin apoptoza (programlı hücre ölümü) gitmesini sağlar.
Hipertermi, kemoterapi ve radyoterapinin etkisini nasıl artırır?
Kanserli dokuda hipoksi (oksijen azlığı) ve asidik bir ortam mevcuttur. Bu durum kanserli dokuya kemoterapi ilaçlarının ve radyoterapinin etkisini azaltır. Isı artışı ile tümörün kanlanması artar, dolayısıyla asidik ortam azalır ve diğer tedavi yöntemlerinin daha etkili rol oynamasına yardımcı olur.
Hipertermi, bağışıklık sisteminin çalışmasına nasıl etki eder?
Isı ile hücresel düzeyde “ısı şok proteinleri”nin üretimi artar. Bu da ‘natural-killer’ olarak bilinen bağışıklık hücrelerinin aktivitesini artırır. Isının etkisiyle, tümöre özgü antijen üretimi ve antijenlerin hücre dışına çıkışı da artış gösterir. Yani bir anlamda kanserli hücrelerin bağışıklık sisteminden gizlenmesini sağlayan maskeleri düşer. Böylelikle kanserin bağışıklık sistemi tarafından tanınması kolaylaşır. Hem tüm vücut hipertermi hem de bölgesel hipertermi bağışıklık sisteminin özelleşmiş hücrelerinden olan antijen sunan hücrelerinin lenf bezlerine geçişini ve T hücrelerinin “tümör bölgesinde” immunolojik yanıtını kolaylaştırır
Hipertermi, tümörün kılcal damar yapısı üzerinde hangi değişikliklere neden olur?
Kanserli dokudaki tümörü besleyen kılcal damarların yapısı, normal damarlardan farklıdır ve özellikle bölgesel hipertermi ile bu damarlarda mikro trombozlar (pıhtı) oluşarak tümörün beslenmesi bozulabilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
AKCİĞER ZARI KANSERİ (MEZOTELYOMA) NEDİR?
Göğüs boşluğu içinde akciğer dokusu bulunmaktadır. Akciğeri soğan zarına benzer çok ince bir zar dokusu kaplamaktadır. Akciğeri kaplayan bu zar dokusu aynı zamanda kaburgaların iç tarafına kadar ulaşmaktadır. Bu zar dokusunda oluşan kansere akciğer zarı kanseri yani mezotelyoma denilmektedir.
AKCİĞER ZARI KANSERİ (MEZOTELYOMA) BELİRTİLERİ NELERDİR?
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) genellikle halk arasında akciğerlerin su toplaması olarak bilinen akciğer çevresinde sıvı gelişmesiyle belirti vermektedir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) hangi tarafta gelişmişle o tarafta batma tarzı ağrı hissedilebilmektedir. Öksürük, akciğer zarı kanserinde daha nadir olarak görülmektedir. Akciğerde sıvı gelişmesine bağlı olarak hastalar nefes darlığı hissederler. Akciğerde batma hissi de akciğer zarı kanseri belirtisi olabilmektedir. Akciğer zarı kanserinin erken evre belirti vermesi nadir görülmektedir. Birçok bakımdan akciğer kanserinden farklı olan akciğer zarı kanseri belirti bakımından da farklılıklar göstermektedir. Akciğer zarı kanserini sıvı toplanmasıyla belirti verdiğinde genellikle 2. evrededir.
Akciğer zarı kanserinin (Mezotelyoma) belirtileri şunlardır;
- Akciğerlerin su toplaması
- Nefes darlığı
- Ağrı
- Açıklanamayan kilo kaybı
- Nadirde olsa akciğer kanserine benzer öksürük
AKCİĞER ZARI KANSERİ (MEZOTELYOMA) NEDENLERİ NELERDİR?
“Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) neden olur?”, “Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri nelerdir?” soruları hastalar tarafından merak edilen konular arasındadır.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri arasında Asbest bilinen en önemli etkendir. Akciğer zarı kanseri nedenleri arasında çok düşük ihtimalle olsa da virüse bağlı gelişimler görülebilmektedir. Asbest maruziyetinin en önemli etken olmasına rağmen akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nadir görülen bir hastalık değildir. Gemi sanayi, izolasyon sektörü, inşaat sektörü, nalbur, balata sektörü, tank palet fabrikasında çalışınlar, yatılım sektöründe çalışmış veya bu işyerlerinin yanında yaşamış kişilerde asbeste maruz kalma riski fazla olduğundan akciğer zarı kanseri gelişme ihtimali daha yüksektir.
Akciğer zarı kanserinin ortaya çıkması için Asbest maruziyetinden sonra 10 yıl gibi bir süre geçmesi gerekmektedir. Asbest ile genç erişkinlik yaşlarında çalışan insanlarda çok uzun yıllar sonra akciğer zarı kanseri ortaya çıkmaktadır.
Asbestle sadece sanayi sektöründe karşılaşılmamaktadır. Türkiye’de Diyarbakır Çermik, Eskişehir, Afyonkarahisar, Nevşehir gibi illerde doğal olarak toprakta asbest bulunmaktadır. Yumuşak ve güzel kokulu bir madde olan asbest bu bölgelerde evlerin kaplanmasında veya pekmez yapımında sık olarak kullanılmaktadır. Doğal yollarla asbest solumakla da akciğer zarı kanseri gelişebilmektedir.
Asbest maruziyeti olan bir kişiyle yaşamak da akciğer zarı kanserine neden olabilmektedir. Asbeste maruz kalan kişiler, lifleri ciltlerinde veya kıyafetlerinde eve taşıyabilir. Bu şekilde asbeste maruz kalmak akciğer zarı kanseri riskini artırabilir. İş yerinde yoğun asbestle çalışan kişiler, işten ayrılmadan önce duş alarak ve kıyafetlerini değiştirerek eve asbest lifleri getirme riskini azaltabilir.
Asbest ile tensel temas akciğer zarı kanserine neden olmamaktadır. Asbestin akciğer zarı kanserine neden olabilmesi için solunum yoluyla alınması gerekmektedir.
AKCİĞER ZARI KANSERİ (MEZOTELYOMA) TEŞHİSİ NASIL YAPILIR?
“Akciğer zarı kanseri nasıl teşhis edilir?” sorusu hastalar tarafından en çok sorulan sorular arasında yer almaktadır.
Kişide akciğer zarı kanseri belirtileri varsa, ilaveten asbest ile uzun süreli temas söz konusu ise önce Bilgisayarlı Tomografi ile görüntüleme yapılmaktadır. Akciğer zarı kanseri teşhisini netleştirmek için hastadan Torakoskopi denilen yöntemle biyopsi alınır ve laboratuvara gönderilir.
AKCİĞER ZARI KANSERİ (MEZOTELYOMA) TEDAVİSİ NEDİR?
“Akciğer zarı kanseri tedavisi var mıdır?”, “ Akciğer zarı kanseri kemoterapi ile tedavi edilebilir mi?”, “ Akciğer zarı kanseri tedavisi nasıldır?”, “Akciğer zar kanseri tedavisi nasıl uygulanır?”, “Akciğer zarı kanseri tedavi edilebilir mi?” soruları hastalar tarafından sıklıkla gündeme getirilmektedir.
Akciğer zarı kanseri tedavisinde iyi bir planlama yapılması önemlidir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisinde uzmanlık, iyi takip ve multidisipliner bir yaklaşım önemlidir. Akciğer zarı kanserinin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmakla birlikte; kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapi gibi yöntemler uygulanmaktadır.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ameliyatında eskiden akciğer ile akciğer zarı tamamen çıkartılıyordu. Ancak son yıllarda yapılan çalışmaların neticesinde sadece akciğer zarının tamamen çıkartılmasının yeterli olduğu anlaşılmıştır. Sonrasında kemoterapi ve gerekirse radyoterapi verilmektedir. Bazı hastalarda uygulanacak tedavinin sıralaması değişebilmektedir. Son yıllarda immünoterapi yani bağışıklık sistemine yönelik tedaviler etkin olarak kullanılmaktadır.
AKCİĞER KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) çeşitleri nelerdir?
Akciğer zarı kanserinin genel olarak 3 çeşittir;
- Epiteloid
- Sarkomatoid
- Miks tip
Akciğer zarı kanserinde akciğer kanserinde olduğu gibi küçük hücreli veya büyük hücreli tipleri yoktur.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ile akciğer kanserinin farkı nedir?
Akciğer zarı kanserinin akciğer kanserinden farklı sadece ortaya çıktığı yer değildir. Akciğer zarı kanserinin hücreleri akciğer kanserinden farklıdır. İnsan vücudu gelişirken iç organları oluşturan kök hücreler farklıdır. Zar bölgeleri ve sinir dokularını oluşturan kök hücreler birbirinden farklılık göstermektedir.
Akciğerde dokusunda herhangi bir ağrı algılayıcı yoktur ama akciğer zarında ağrı algılayıcısı vardır.
Akciğer zarı kanseri ile akciğer kanserinden bir farkı da ortaya çıkma şeklidir. Akciğer zarı bütün göğüs boşluğunu kapladığı için akciğer kanseri gibi tek bir noktada çıkmamaktadır. Bütün göğüs boşluğu içindeki akciğer zarı etkilenmektedir ve çok geniş bir alanı kaplamaktadır.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) evreleri nelerdir?
Akciğer zarı kanseri evreleri hastanın iyileşme şansını belirtmesi açısından akciğer kanseri gibi hassas değildir. Klasik kanser evrelemesinden farklılık gösterebilmektedir. Özellikle 1. Ve 4. Evre dışında kalan evreler yaşam süresi bakımından farklılıklar gösterebilmektedir. “Akciğer zarı kanseri 3.evre tedavisi nasıldır?”, “Akciğer zarı kanseri 4.evre belirtileri ve tedavisi nasıldır?”, “Akciğer zarı kanseri evreleri nelerdir?”, “Akciğer zarı kanseri son evre”, “Akciğer zarı 4. Evre tedavisi var mıdır?”, “Akciğer zarı kanseri 1. evre tedavisi nasıldır?” gibi sorular hastalar tarafından sıklıkla gündeme getirilmektedir.
Genel alarak akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) 4 evrededir,
- Akciğer zarı kanseri evre 1: Tümör sadece akciğer zarı ile sınırlıdır. Akciğer zarında çok az bir kalınlaşma söz konusudur.
- Akciğer zarı kanseri evre 2: Tümör göğüs duvarı, kalp ve yemek borusunun üzerindeki zara yayılım göstermiştir.
- Akciğer zarı kanseri evre 3: Tümör, diyaframı geçmiş ve karın zarına yayılmıştır. Lenf bezlerinde tutulum görülebilir.
- Akciğer zarı kanseri evre 4: Tümör diğer organlara metastaz yapmıştır.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) yaşam süresi ne kadardır?
Akciğer zarı kanseri hastalarının yaşam süresi hastalığın evresine, alınan tedaviye, hastanın tedaviye verdiği yanıta göre değişebilmektedir. Akciğer zarı kanserinde yaşam süresi hastadan hastaya değişebilmektedir. “Akciğer zarı kanseri ne kadar yaşar?”, “Akciğer zarı kanseri 4.evre yaşam süresi nedir?”, “Akciğer zarı kanseri hastası ne kadar yaşar?”, “Akciğer zarı kanseri olan ne kadar yaşar?”, “Akciğer zarı kanseri öldürür mü?”, “Akciğer zarı kanseri ömrü ne kadardır?”, “Akciğer zarı kanseri yaşam süresi ne kadardır?”, “Akciğer zarı kanseri kurtulma oranı nedir?”, “Akciğer zarı kanseri kaç yıl yaşar?”, “Akciğer zarı kanseri kurtulma şansı var mıdır?” gibi sorular merak edilen konuların başında gelmektedir.
Akciğer zarı kanseri olan bir hasta;
- Hiç tedaviyi almazsa 8 ay,
- Kemoterapi tedavisi ile 12-18 ay,
- Cerrahi tedavinin de içinde olduğu 3’lü tedavi ile 24 ay ortalama yaşam süresine sahiptir.
Bununla beraber her hastadaki sonuçlar farklılık göstermekte ve özellikle son yıllarda bağışıklık sistemine yönelik uygulanan immütoterapi tedavisiyle akciğer zarı kanseri yaşam süresinde ciddi uzamalar görülmüştür.
Ortaya koyulan yaşam süreleri hastaların tedaviye verdiği yanıta göre farklılık gösterebilmektedir.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisinde birçok opsiyon bulunmaktadır. Akciğer zarı kanserinin tekrarlama riski fazla olduğu için tedavi seçeneklerini aşamalandırmak önemlidir. Bütün tedavi seçeneklerini aynı anda kullanmak yerine hastalığın seyrine göre aşama aşama tedavi uygulamak en iyi sonucu elde etmenin önünü açar.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ameliyatı nasıl yapılır?
Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) açık ameliyat denilen cerrahi yöntem uygulanmaktadır.
- Hasta ameliyat masasında yan yatırılarak kaburgalardan biri çıkarılarak akciğer zarı kanseri ameliyatı gerçekleştirilir.
- Ameliyat esnasında akciğer üzerindeki ve göğüs boşluğu içerisindeki tüm zar çıkarılmaya çalışılır.
- Akciğer zarı kanseri ameliyatı sırasında gerekirse diyafram kası da çıkartılabilir. Gerekli görüldüğü durumlarda kalp zarı da çıkartılabilmektedir.
- Akciğer zarı kanseri ameliyatında akciğerin tamamen çıkartılmasına gerek yoktur.
- Mezotelyoma ameliyatı yaklaşık olarak 3-4 saat sürmektedir.
- Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ameliyatından sonra hasta yaklaşık 1 hafta hastanede kalmaktadır.
- Akciğer zarı kanseri ameliyatında geniş bir alan etkilendiği için kanama riskine karşı hastanın durumuna göre 1-2 gün yoğun bakım süreci bulunmaktadır.
Akciğer zarı kanserinden (Mezotelyoma) korunmak için neler yapılabilir?
Akciğer zarı bütün akciğeri ve kaburgaları sardığı için çok geniş bir bölgede ortaya çıkmaktadır. Diğer kanserlerden farklı olarak tek bir noktada değil üzüm taneleri şeklinde bütün akciğer zarı üzerinde tümörler şeklinde görülmektedir.
Akciğer zarı kanseri gelişmeden önce riskli hastalarda akciğer zarının tamamen alınması gündeme gelmektedir. Ancak çok geniş bir bölgeye yayılan akciğer zarının milimetrik olarak tamamen çıkartılması söz konusu olmadığı için bu yöntemin uygulandığı hastalarda da akciğer zarı kanseri yine de gelişebilmektedir.
Akciğer zarı kanserinden korunmak için asbest maruziyetini önlemek önemlidir. İşyerinde veya yaşanılan bölgede asbest olup olmadığı kontrol edilmelidir.
Asbest maruziyeti olan işlerde çalışanların koruyucu ekipman giymek gibi tüm güvenlik önlemlerine uyması önemlidir. Ayrıca öğle yemeği molası vermeden veya eve gitmeden önce duş alınması veya iş kıyafetlerinin değiştirilmesi temas halinde olan kişilerin korunabilmesi bakımından ihmal edilmemelidir.
Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) akıllı ilaç kullanılır mı?
Akciğer zarı kanserinin tedavisinde son yıllarda kullanılmaya başlanan İmmünoterapi uygulaması hastaların yaşam süresinde olumlu sonuçlar vermektedir. İmmünoterapi tedavisi özellikle sarkomatoid, mix tip akciğer zarı kanserinde daha fazla etki göstermektedir.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) bitkisel tedavisi var mıdır?
“Akciğer zarı kanseri fitoterapi yararlı mıdır?” sorusu hastalar tarafından sıklıkla gündeme getirilmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalara göre akciğer zarı kanserinin (Mezotelyoma) doğal veya bitkisel bir tedavisi bulunmamaktadır. Alınabilecek önlemlerin en önemlisi asbest maruziyetinden kaçınmaktır. Bununla birlikte asbestli toprakta yetişen ürünleri tüketmenin bir zararı bulunmamaktadır.
Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) beslenme nasıl olmalıdır?
Akciğer zarı kanserinde bütün kanserlerde olduğu gibi proteinden fazla karbonhidrattan az beslenilmesi önemlidir.
Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) metastaz yapar mı?
“Metastatik akciğer zarı kanseri”, “Akciğer zarı kanseri metastaz yapar mı?”, “Akciğer zarı kanseri nerelere metastaz yapar?” gibi sorular hastalar tarafından merak edilmektedir.
- Akciğer zarı kanserinde özellikle Sarkomatoid tip metastaz yapmaktadır. Sarkomatoid tip akciğer zarı kanseri genellikle; kemik, karaciğer, beyin, kalp ve karın zarına metastaz yapabilmektedir.
- Epiteloid tip akciğer zarı kanseri genellikle ortaya çıktığı bölgede büyür ve aynı bölgede tekrarlar. Karın veya karşı akciğerde metastaz yapabilir.
- Akciğer zarı kanserinin metastaz yaptığı alanlar sıklıkla karın zarı, kalp zarına olmaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
CİLT KANSERİ (MELANOMA) NEDİR?
Vücuttaki en büyük organ olan derinin pek çok görevi vardır. İç organları kaplayan deri, olası yaralanmalara karşı vücudu korur, fazla su ve sıvı kaybını önler ve vücudun D vitamini sağlamasına yardımcı olur. Bunun yanında hem bakteri gibi mikroplara karşı hem de zararlı ultraviyole (UV) ışınlarına karşı koruyucudur ve vücut sıcaklığını kontrol etmeye yardımcı olur. Cilt kanseri veya deri kanseri, birçok nedenden dolayı ciltte oluşan kötücül (malignant) büyümedir. Deri epidermis, dermiş ve subkutis olmak üzere 3 katmandan oluşmaktadır.
Epidermis: Derinin en üst katmanı epidermistir. Epidermis çok incedir ve yaklaşık 0,05-0,1 mm kalınlığındadır. Derinin alt katmanlarını ve organları dış etkenlere karşı korur. Keratinositler, epidermisin asıl hücre türleridir. Bu hücreler, vücudu koruyan deriye yardım eden keratin adlı önemli bir proteini üretirler. Epidermisin en dışta kalan kısmına korun (stratum korneum) adı verilir. Bu kısımda ölü keratinositler yenileri ile değiştirilir. Bu katmandaki hücreler, düz şekilleri nedeniyle skuamöz hücreler olarak adlandırılır. Yaşayan skuamöz hücreler, korunun (stratum korneum) altında bulunur. Bu hücreler bulundukları dış kısımdan epidermisin en alt kısmına yani taban katmanına hareket ederler. Taban katmanındaki hücreler, taban hücreleri olarak adlandırılmaktadır. Görevleri yeni keratinler oluşturmak için bölünmektir. Böylece, deri yüzeyinde zamanla azalan daha eski keratinositlerin yerini alır.
Melanositler, epidermiste bulunan melanoma (cilt kanseri) dönüşebilen hücrelerdir. Bu deri hücreleri, cilde bronz veya esmer rengi veren melanin adı verilen kahverengi pigmentleri üretir. Melanin, derinin daha alt katmanlarını güneşin bazı zararlı etkilerinden korur. Birçok kişide cilt güneşe maruz kaldığında melanositler bu pigmentlerden daha fazla üreterek cildin bronzlaşmasına neden olur. Epidermis, cildin daha alt katmanlarından bazal bir zar ile ayrılır. Bu önemli bir yapıdır. Çünkü cilt kanseri ilerlediğinde bu bariyere ve daha alt katmanlara doğru gelişir.
Dermiş: Derinin orta katmanına verilen addır ve epidermise göre çok daha kalın bir katmandır. Deriye dayanıklılık ve elastikiyet veren kollajen adlı protein tarafından tutulan kıl folikülleri, ter bezleri, damarlar ve sinirler bulundurur.
Subkutis: Derinin en alt katmanına subkutis adı verilir. Subkutis ve dermişin en alt kısmı, kollajen ve yağ hücre ağını oluşturur. Subkutis, vücut ısısının korunmasına yardımcı olur. Ayrıca bu katman, vücut organlarını yaralanmalara karşı korumaya yardımcı olan şok emici etkiye sahiptir.
CİLT (DERİ) KANSERİ TÜRLERİ NELERDİR?
Melonom Cilt Kanseri
Melanom, deriye rengini veren melanosit adı verilen hücrelerde başlayan bir cilt kanseridir. Malign melanom veya kutanöz (cilt kaynaklı) melanom olarak adlandırılır. Melanom cilt kanseri hücrelerinin çoğu melanin üretmeye devam ettiği için tümör genellikle kahverengi veya siyah renktedir. Ancak, bazı melanomlar melanin üretmez.
Bu durumda kanser pembe, sarımsı kahverengi hatta beyaz olarak görülebilir. Melanom cilt kanseri, deride doğuştan var olan veya sonradan ortaya çıkan benler üzerinde kanser oluşabilir ve saçlı deri, ayak tabanı dahil vücudu kaplayan derinin herhangi bir yerinde görülebilir.
Melanom cilt kanseri, erkeklerde boyun ve sırt bölgelerinde; kadınlarda bacaklar, boyun ve yüzde sık görülmektedir. Ancak kanser avuç içi, ayak tabanı, tırnak içinde de gelişebilir. Tüm bunların yanında nadir de olsa göz, ağız, genital veya anal bölgede de oluşabilir. Erken evrede teşhis edildiğinde tedavi edilebilir bir kanser türü olan melanom hızlı yayılım gösterdiğinde tedavi şansını azaltan bir kanser türüne dönüşebilir.
Diğer Cilt Kanseri Türleri
Bazal hücreli ve skuamöz hücreli kanserler çoğunlukla baş, boyun ve kollar gibi güneşe fazla maruz kalan bölgelerde görülür. Ancak, bunun yanında vücudun başka bölgelerinde de rastlanmaktadır.
Bazal Hücreli Karsinom: En sık görülen cilt kanseridir. Çoğunlukla düz, sert, bulunduğu bölge soluk renkli veya ufak bir kazada bile kolay kanayabilen küçük, tümsekli, pembe veya kırmızı, şeffaf, parlak, inci büyüklüğünde şişlikler bulunan bir kanserdir. Ortası çökük ve alanı mavi, kahverengi veya siyah renktedir. Büyük bazal hücreli karsinomlar, kabuklu veya yayılan bir alana sahiptir.
Skuamöz Hücreli Karsinom: Sıklık olarak ikinci sırada görülen cilt kanseridir. Büyüyen bir yumru gibi gözükebilir. Çoğunlukla sert, pul pul veya kabuklu bir yüzeyi vardır. Bunun yanında yavaş gelişen düz, kırmızı lekeli bir görünüme de sahip olabilir. Bu cilt kanserlerinin her ikisi de, normal deriden çok az bir değişiklik göstererek düz bir alanda gelişebilir.
Aknitik keratoz aynı zamanda solar keratoz olarak da bilinir. Bazen deride kanser öncesi oluşan bir durum olabilir ve güneşe fazla maruz kalınması sonucu ortaya çıkar. Aknitik keratoz, genellikle pembe-kırmızı veya deri renginde küçük, sert veya pul pul noktalardır. Genellikle yüzde, kulaklarda ellerin üstünde ve kollarda başlar. Ancak, vücudun güneşe maruz kalan diğer bölgelerinde de görülebilir. Aknitik keratoz genellikle çok sayıdadır. Bazıları skuamöz hücreli kanserlerin içinde gelişebilir. Bazıları ise aynı kalır veya tek başına ilerler.
CİLT KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
En önemli belirtisi deride yeni bir leke veya lekenin büyüklüğü, şekli veya rengindeki değişiklik olan cilt kanserinin belirtileri şunlardır:
- İyileşmeyen ve tekrar eden yaralar
- Pigmentlerin lekenin dışına taşarak etrafındaki deriye yayılım göstermesi
- 5 mm’den büyük kırmızı ve mavi renge doğru benler oluşması
- Ben sayısında ve boyutunda artış
- Benin yüzeyinde, tümsekleşme, kanama ya da nodül veya yumru şeklinde görünüm değişikliği
- Kırmızılık veya sınırının ötesinde yeni bir şişlik
- Hassasiyetin artması, kaşıntı veya ağrı
Normal bir benle melanom arasındaki farkı ayırt etmek bazen zor olabilir. Bu durumda doğru olan en kısa zamanda uzman bir dermatoloğa başvurmaktır.
MALİGN MELANOM (DERİ KANSERİ) RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR? CİLT KANSERİ NEDEN OLUR?
- Ultraviyole (UV) Işınına Maruz Kalmak: UV ışınları melanom cilt kanserinde ana risk faktörlerinden biridir. Deri hücrelerinin DNA’sına zarar verir ve cilt kanseri başlar. Güneş ışığı ultraviyole ışınlarının başlıca kaynağıdır. Solaryumunda UV ışınının diğer bir kaynağı olduğu söylenebilir. Bu kaynaklardan fazla derecede UV ışınına maruz kalan kişilerde melanom dahil birçok cilt kanseri görülme riski artar. Başlıca cilt kanseri risk faktörlerini şöyle sıralayabiliriz;
- UVA Işınları: Hücre yaşlanmasına neden olur ve hücre DNA’sına zarar verebilir. Kırışıklık gibi deride uzun süreli zararlara neden olduğu ve bazı cilt kanserlerinin gelişiminde rol düşünülmektedir.
- UVB Işınları: Güneş yanıklarına neden olan ve hücre DNA’sına direk zarar verebilen ana ışındır. Cilt kanserlerinin çoğuna neden olduğu düşünülmektedir.
- UVC Işınları: Atmosferden geçemez. Dolayısıyla güneş ışığında bulunmaz. Bu sebeple de cilt kanserine sebep olmaz.
- Solaryum: Araştırmalar, bronzlaşmak için sık sık solaryuma giden kişilerde melanom cilt kanseri riskinin daha fazla olduğunu göstermektedir. Solaryumlarda bronzlaştırma için kullanılan UV lambalarının “ultraviyole lambalar” olması gereklidir ve üzerlerinde “UV ışınlarına sürekli maruz kalmak, cildin erken yaşlanmasına ve cilt kanserine neden olabilir” ibaresi olan etiketler olmalıdır. Ayrıca, bu ışınlara devamlı maruz kalan kullanıcılar için “cilt kanseri için düzenli doktor kontrolü gereklidir” yazan bir etiket daha koyulmasının uyarıcı nitelikte olabileceği düşünülmektedir. Böylece, özellikle cilt kanseri riski olan, 18 yaş altı gençler/çocuklar ve ailesinde cilt kanseri olan kişiler için ultraviyole ürünlerinin (kara ışık lambası, cıva buharlı lamba, yüksek basınçlı ksenon ve ksenon civalı ark lambası, plazma fenerler ve ark kaynakları v.b.) kullanımına karşı eğilimi azaltma hedeflenmektedir.
- Benler: Vücudumuzdaki benler, iyi huylu tümörlerdir ve sadece doğumda değil çocukluk ve gençlik dönemlerinde de oluşur. Benlerin çoğu asla probleme yol açmaz. Ancak, fazla sayıda beni olan kişilerde melanom gelişme riski daha fazladır.
- Displastik Nevüs: Displastik nevi (nevi, nevusun çoğul halidir) ya da bir başka adıyla alışılmışın dışında nevi, çoğunlukla azda olsa normal benler gibi görünür ancak melanomun bazı özelliklerini taşır. Genellikle diğer benlerden daha büyüktür ve şekli veya rengi alışılmışın dışındadır ve çoğu kansere dönüşmez.
- Konjenital (Doğumsal) Melanositik Nevüs: Doğumda varolan benlere konjenital melanositik nevi adı verilir. Doğumla birlikte var olan bu tür benlerde nevüsün büyüklüğüne bağlı olarak melanom gelişme riskinin %0-l 0 arası olduğu tahmin edilmektedir. Konjenital melanositik nevüsü büyük olan kişilerde melanom gelişme riski daha fazladır. Örneğin; konjenital nevi avuç içinden daha küçükse, melanom riski daha düşüktür. Bunun aksine, sırtta veya kalçalarda büyük boyutlarda olan konjenital nevilerde melanom riski önemli ölçüde artmaktadır.
- Açık Ten, Çillenme ve Açık Renk Saç: Beyaz tenli, açık renk saçlı kişilerde melanom riski siyah tenli kişilere göre 10 kat daha fazladır. Kızıl ve sarı saçlı, beyaz tenli, mavi veya yeşil renk gözlü ya da çilli kişilerde cilt kanseri riski artmaktadır.
- Yaş: Melanom sıklıkla 15-29 yaş arası gençlerde gözükmekle birlikte en sık 25-29 yaş grubu arasında görülür (özellikle genç bayanlarda). Ancak ileri yaşlarda da görülebilir.
- Cinsiyet: Görülme sıklığı ve biyolojik farklılıkları göz önüne alınarak cilt kanserleri malign meianom ve melanom dışı cilt kanserleri olarak ikiye ayrılmaktadır. Genç erişkin yani 25-34 yaş arası erkeklerde en sık görülen 4. kanser türü iken, kadınlarda meme ve jinekolojik kanserlerden sonra en sık görülen kanser türüdür.
- Kaynak ve Metal İşleri ile Uğraşma: Gözlerde melanom riskini arttığı gösterilmiştir
- Fototerapi (Işık Tedavisi): Sedef gibi bazı cilt hastalıkları olan kişilere uygulanan tedaviye bağlı maruz kalınan UV ışınları, skuamöz hücreli cilt kanseri riskini arttırmaktadır.
CİLT KANSERİNDE GENETİK FAKTÖRLER NELER?
Bir veya birden fazla birinci derece akrabasında (anne- baba, kardeş veya çocuğu) melanom cilt kanseri görülen kişilerde risk daha yüksektir. Melanom olan kişilerin yaklaşık %10’unda ailesinde aynı hastalık görülmektedir.
Riskin artmasındaki bir sebep, aile içinde yaşam şeklindeki benzerlik sonucu sık sık güneşe maruz kalmak, duyarlı açık tenli aile üyelerinin çoğunlukta olması veya bu faktörlerin her ikisi olabilir. Bunun yanında, ailede genlerdeki değişiklik sonucu gen mutasyonu, melanom riskinde etken bir faktör olabilir. Ailesinde yüksek oranda melanom görülen kişilerin yaklaşık %10-40’ında gen mutasyonuna rastlanmaktadır.
Kseroderma Pigmentosum (XP): Normalde DNA’yı onarmakla görevli enzimlerde oluşan hasar sonucu kalıtsal bir durumdur ve nadir görülür. XP olan kişilerde, güneşin neden olduğu DNA zararını onarma yeteneği daha az olduğu için ciltlerinin güneşe maruz kalmış bölgelerinde melanom dâhil birçok cilt kanseri gelişim gösterebilir.
Olağandışı yaralar, şişlikler, lekeler, çizikler veya derinin söz konusu bölgesinin görünüşünde değişiklik, melanom veya diğer bir cilt kanseri türünün işareti veya kanserin oluşabileceğine dair bir uyarı olabilir.
Normal Benler: Ciltte genellikle kahverengi, ten rengi veya siyah nokta şeklindedir. Düz veya yüksek ve kabarık, yuvarlak veya oval olabilir ve genellikle 6 m m’den küçüktür. Benler, doğuştan veya çocukluk ve gençlik dönemlerinde oluşabilir. Erişkinlik döneminde vücutta çıkan yeni benler, olası bir cilt kanserine karşı doktor tarafından kontrol edilmelidir.
Vücutta bir ben geliştiğinde yıllarca aynı boyut, şekil ve renkte kalacaktır. Bazı benler ise, zaman içinde kendiliğinden yok olacaktır. Birçok insanda ben vardır ve bu benlerin çoğu zararsızdır. Ancak, benin şekli, büyüklüğü veya renginde bir değişiklik olduğunda olası bir cilt kanseri gelişimine karşı bunu fark etmek önemlidir.
MELANOMADA ERKEN TANININ ÖNEMİ
Cilt kanserleri gözle görülebilen kanserlerdir. Cilt kanserinde de diğer kanser türlerinde olduğu gibi erken dönemde derideki değişiklikleri fark edildiğinde kanser yayılmadan tedavi edilebilir.
Ayrıca, erken evrede tedavi edilen cilt kanserinde tedaviye bağlı yan etkiler minimum düzeyde görülmektedir.
CİLTTE ERKEN YAŞLANMA UYARILARI CİLT KANSERİNE İŞARET MİDİR?
Güneşte uzun süre kalmak, cilt kanseri ve ciltte erken yaşlanma riskini arttırır. Bu ürün, cilt kanseri veya ciltte erken yaşlanmadan korunmanıza değil sadece güneş yanıklarından korunmanıza yardımcı olur.” ibaresi yazılmalıdır. Aynı uyarı yazısı “geniş spektrumlu” olmayan güneş kremlerinde de olmalıdır.
Güneş Koruma Faktörü düşük olan ürünlerin etiketlerine uyarı yazısı eklenmelidir. Güneş Koruma Faktörü 15’ten düşük olan güneş kremlerinin etiketine mutlaka uyarı yazısı eklenmelidir. “Suya dayanıklı” demek “su geçirmez” demek değildir. Hiçbir güneş kremi su geçirmez veya “terlemeye dayanıklı” değildir. Üreticiler, artık bunu iddia edemeyeceklerdir. Eğer ürünün ön tarafındaki etikette su geçirmez ibaresi varsa, yüzerken veya terlerken etkisi 40 dakika veya 80 dakika sürer diye belirtilmesi gereklidir. Ürünler olduğundan fazlasına söz veremez. Güneş kremleri, anında koruma veya tekrar sürmeden 2 saatten fazla koruma vadedemezler. “Güneş Koruması” ibaresini kullanamazlar. Güneşin cildinize vereceği zarardan korunarak, erken yaşlanma ve cilt kanserini önlemek mümkündür.
Erken Teşhis Tarama Önerilen Yaş Aralığı;
Önerilen belirli bir yaş aralığı yoktur. Cilt kanserlerinin erken t( Erkek, kadın, genç, yetişkin herkesin tüm yaşlarda cildi incelenebilir.
CİLT KANSERİ TANISI NASIL KONULUR?
Cilt kanserinin en önemli belirtileri, deride yeni bir leke veya lekenin büyüklüğü, şekli veya rengindeki değişikliktir. Olağandışı ve iyileşmeyen yaralar, şişlikler, lekeler, çizikler veya derinin görünüşünde değişiklik, benin yüzeyinin değişmesi (tümsekleşme, kanama ya da nodül veya yumru şeklinde görünüm), kaşıntı, hassasiyet ve ağrı melanom ya da diğer bir cilt kanseri türünün işareti veya kanserin oluşabileceğine dair bir uyarı olabilir. Bu tür belirtilerle karşılaşıldığında vakit kaybetmeden uzman bir doktora başvurmak, erken tespit edilen sağlık sorununa hızlıca çözüm bulunmasını sağlayacaktır.
Cilt Kanserinde Kendi Kendine Cilt Muayenesi: Ayda iki kez cildin kontrol edilmesi çok önemlidir. Cilt lekesi fotoğraflarına bakarak benlerin, lekelerin ve çillerin özelliklerini bilmek, yeni bir ben veya lekeyi fark edecek kadar vücudun tanınması önemlidir. Kendi kendine cilt muayenesi, iyi aydınlatılmış bir odada tüm vücudun gözlemlenebileceği bir boy aynasının karşısında yapılmalıdır. El aynası kullanarak sırt, kalça gibi vücudun kör noktalarını boy aynasında görüntülemek kolaylaşır. Erkeklerde 3 melanomdan 1 ‘i sırtta görülmektedir. Sırt, avuç içi, ayak tabanı, kafa derisi, gözler, tırnaklar gibi vücudun tüm bölgeleri kontrol edilmelidir.
Tıbbi Geçmiş ve Fiziksel Muayene: Cilt kanseri için fiziksel muayene ilk olarak uzman bir dermatolog tarafından yapılmalıdır. Dermatoskopi olarak adlandırılan (epiluminesens mikroskopi veya yüzey mikroskopi olarak da bilinir) bir teknik kullanılarak deri üzerindeki lekeler ya da benler yakından incelenir ve istenirse görüntüsü alınabilir ve şüpheli bölgeye yakın deri altındaki lenf bezlerindeki olası yayılım gözlenebilir. Bazı cilt kanserleri, lenf bezlerine yayılım gösterir. Bu olduğunda, etkilenmiş olan lenf bezleri büyüyebilir ve normalden daha sert olabilir. Cilt kanserinin erken teşhis edilmesinde oldukça etkili olabilir. Displastik nevüs sendromu olan, ailesinde daha önce melanom görülmüş veya daha önce ailesinde melanom görülmüş kişilerin düzenli olarak cilt muayenesi yaptırması önemlidir.
Cilt Kanseri Tanısında Dermatoskopi
Dermatoskopi deri yüzeyi mikroskopisidir; benlerin ve pigmentli diğer lezyonların tanısında kullanılır. Bu yöntemde, yağlanmış deri yüzeyi, ışıklı bir büyütme sağlayan dermatoskop ile incelenir. Dermatoskop, kulak muayenesinde kullanılan otoskoba benzer ve 10 yılı aşkın süredir yaygın olarak kullanılmaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar ben takibi, dermatoskopik görüntülerin fotoğrafları çekilerek sağlanıyordu. Ardından bu yönteme bilgisayar teknolojisi eklenerek dijital dermatoskopi geliştirildi. Bu yöntemle vücuttaki benlerin haritası oluşturularak noktasal lokalizasyonları belirlenir. Ardından her bir ben için dermatoskopik görüntü alınır ve kaydedilir. Böylece bir sonraki kontrolde elde edilecek görüntüyle karşılaştırma şansı sağlanır.
Dijital Dermatoskop bende izlenen şüpheli değişiklikleri matematiksel olarak hesaplayarak malign melanom riskini gösteren bir indeks de oluşturur. Bu indeks tanıda ve tedavinin planlanmasında yardımcıdır. Çıplak gözle erken evre melanom tanı şansı %60 iken, dijital dermatoskopik inceleme ile %90’lara çıkar.
Cilt Biyopsisi: Eğer şüpheli bölgenin cilt kanseri olabileceği düşünülüyorsa, bu bölgeden parça örneği alınarak laboratuvar ortamında incelenir. Buna, cilt biyopsisi denir. Cilt biyopsisi birçok farklı yolla yapılabilir. Şüpheli bölgenin vücuttaki yerine, büyüklüğüne ve şüphelenilen cilt kanseri türüne göre biyopsi şekline karar verilecektir. Şüpheli ben veya leke kanser veya kanser öncesi olarak tespit edilirse, doktorunuz daha fazla test veya tedavi uygulamak isteyebilir. Şüpheli ben veya leke küçük ve bölgesel ise, daha geniş çaplı bir biyopsi(daha fazla doku almak için) veya bir çeşit cerrahi müdahale uygulanabilir. Yaylım göstermiş cilt kanserlerinde ise, görüntüleme testleri ve tedavi için immunoterapi, hedefe yönelik tedavi, kemoterapi ve radyoterapi uygulanması gerekecektir.
CİLT KANSERİ (MALİGN MELANOM) TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Cilt kanseri tedavisinde kanserli dokunun tümü herhangi bir kalıntı bırakılmadan çıkarılması hedeflenir. Cerrahi tedaviyle oldukça yüksek oranda başarı sağlanabiliyor. Yeterli derinlikte ve genişlikte çıkarılan kanserli doku ile kanserin tekrar ortaya çıkarılması önlenir. Cilt kanseri tedavisinde kanserli hücrenin yok edilmesinin yanı sıra estetik açıdan iz kalmamasına ve işlev kaybına neden olmamasına önem verilir. Cilt kanserinin en çok görüldüğü yük bölgesi için hastanın yaşı genel durumu, tümör boyutu, deri özellikleri ve lenf bezlerine yayılma olasılığı önemli hale gelir.
Cilt kanserinde tek tip bir tedaviden ziyade kişiye özel tedavi şekilleri sunulur. Cerrahi ve radyoterapi açısından küçük tümörlerin tedavisinde genellikle bir sorunla karşılaşılmaz. Cilt kanseri tedavisinde deneyimli bir ekibin tümör çıkarma işlemini uygulaması da bir diğer önemli noktadır.
Cerrahi tedavi sonrası fazla iz kalıyor ve ciddi bir yan etki olmadan tümörün ışın ile kontrolü sağlanabiliyor ise primer tedavi modeli olarak radyoterapi tercih edilebilir. Yanakta, alında veya burun sırtında görülen melanom dışı cilt kanseri, özellikle bazal hücreli ise radyoterapi ile çok başarılı bir şekilde tedavi ediliyor. Küçük tümörlerin tedavisinde ise kriyocerrahi yöntemi tercih edilebiliyor. Sıvı nitrojenin tümör üzerine uygulandığı tedavide, anormal hücreler ölüyor. Buzların çözülmesinden sonra ise ölü dokular vücuttan ayrılıyor. Küretaj olarak adlandırılan tedavi yönteminde ise, kanserli bölge kaşık şeklindeki bir küretle kazınıyor, özel bir cihazdan sağlanan elektrik akımı ile kanama durduruluyor ve kanser hücreleri öldürülüyor. İşlemin sonunda ciltte düz, beyaz bir iz kalıyor. Yüzeysel cilt kanserlerinde krem ya da losyon şeklindeki uygulanan lokal kemoterapi de bir seçenek olarak değerlendiriliyor.
CİLT KANSERİNDEN KORUNMA YOLLARI NELERDİR?
Cilt kanserine neden olan risk faktörleri ve UV maruziyeti azaltılarak korunma mümkün olabilir. Peki, ne tür önlemler alarak güneşten korunmak mümkündür?
- Örtünün. Güneşlenmiyorsanız üstünüze bir şeyler giyin, geniş kenarlı şapka takın ve cildinizi mümkün olduğu kadar koruyun. Gözlerinizi, UV ışınlarını en az %99 engelleyen güneş gözlüğü takarak koruyabilirsiniz.
- Gölgede oturun. Güneş ışınlarının en sert olduğu saat 10:00 ile 16:00 arası güneşlenmeyin. Direk güneş ışınlarına maruz kalma sürenizi, uzmanların belirttiği sürelerle sınırlayın.
- Solaryumda bronzlaşmaktan kaçının. Cilt kanserinin oluşmasına katkı sağlayabilir ve cildinizde uzun süreli zarara yol açabilir.
- Kozmetik ürünlerin son kullanma tarihine dikkat edin.
- Güneş koruma faktörü en az 30 olan geniş spektrumlu güneş kremleri kullanın. Güneş kreminizi 2 saatte bir, yüzdükten ve terledikten sonra sürdüğünüzden emin olun.
Amerika Yiyecek ve ilaç Dairesi (FDA), sadece güneş yanığından değil, cilt kanseri ve erken yaşlanmayı tetikleyen UVA ışınlarından da koruyan güneş kremlerinin üretimini yürürlüğe soktu. Bunun yanı sıra; kullanılan nemlendirici, dudak kremi ve makyaj malzemelerinin etiketlerinde de güneş kremlerinde olduğu gibi koruma faktörü derecesinin belirtilmesi şartı söz konusu.
CİLT KANSERİNDEN KORUNMAK İÇİN DOĞRU GÜNEŞ KREMİ KULLANIMI NASIL OLMALIDIR?
Testlerle desteklenmiş “Geniş Spektrumlu”: Yeni kurallar, tüketicinin güneş kremini satın alırken, UVB ve UVA ışınlarının her ikisinden koruyan “geniş spektrumlu” olduğundan emin olmasını sağlayacak. Tüm güneş kremi ürünleri, güneş yanığına yol açan UVB ışınlarına karşı koruyucu özelliktedir. Artık, cilt kanseri ve ciltte erken yaşlanma oluşumunda payı olan UVA ışınlanma karşıda koruyucu özellik taşıyacaklar. Sadece, testleri geçen ürünlerde “geniş spektrumlu” etiketi kullanılabilir.
CİLT KANSERİ TEHLİKELİ MİDİR? CİLT KANSERİ ÖLÜMCÜL MÜDÜR?
Herkesin kendi kendine tüm vücudunu (başta saçlı deriden ayakta vücudun kolay görülemeyen (sırt gibi) bölgeleri için ayna karşısında ) muayene etmesi gerekir. Vücudumuzda bulunan benler düzenli kontrol ile yakın takip edilip görülen değişikliklerde veya iyileşmeyen, kanayan cilt yaralarında uzmana başvurmalıyız. Şüpheli lezyon veya daha öncesinde tanı koyulan cilt kanseri / Dermatoskopi (yüzey mikroskopi) cihazı ile muayene önerilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
GIRTLAK KANSERİ NEDİR?
Baş boyun kanserleri arasında bulunan gırtlak kanseri boğazın dil kökü ile nefes borusu arasında kalan ses tellerinin bulunduğu bölgede oluşur. Larinks veya laringeal kanser olarak da bilinen gırtlak kanseri baş boyun kanserleri arasında en sık görülen kanser türlerinden biridir.
GIRTLAK KANSERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
- 3 haftadan fazla süren ses kısıklığı: Ses kısıklığı gırtlak kanserinin en sık rastlanan belirtileri arasındadır. Ancak ses kısıklığının tek nedeni gırtlak kanseri değildir. Larinks iltihabı da denilen akut larenjit, çok fazla bağırmak, sigara kullanımı, reflü, burun akıntısı, alerji, tiroit problemleri, yaşlılık gibi birçok neden ses kısıklığına yol açabilir. Ses kısıklığının yanında se tonundaki ani değişimlere de dikkat edilmelidir.
- Yutma güçlüğü: Yutma güçlüğü farklı şekillerde tarif edilebilir. Boğaza yapışmış bir kırıntı hissi, yemekleri tamamen yutamamak, yutma sırasında ağrı veya yanma hissi, yemeğin boğaza yapışıyor gibi hissedilmesi yutma sorunları olarak tarif edilebilir.
Yaşanan her yutma güçlüğü gırtlak kanserinin belirtisi değildir. Striktür olarak bilinen yemek borusunun zararsız daralması da yutma güçlüğüne neden olabilmektedir. Ancak ilerlemiş gırtlak tümörlerin de yutma güçlüğüne neden olabileceği unutulmamalıdır.
- Kilo kaybı: Kontrolsüz kilo kaybı sadece gırtlak kanserinin değil birçok kanserin belirtisi olarak ortaya çıkabilmektedir. Gırtlak kanserinin ilerlemiş evrelerinde daha fazla görülmektedir. Kontrolsüz şekilde kısa sürede 4-5 kg. verildiği durumlarda rutin kontrollerin yaptırılması hayat kurtarıcı olabilmektedir.
- Nefes Darlığı: Nefes darlığı veya hırıltılı nefes alma da gırtlak kanserının belirtileri arasındandır. Özellikle giderek ilerleyen tarzda hırıltılı solunum ve nefes darlığı olması durumunda gırtlak kanseri düşünülmelidir.
- Boğazda yumru veya şişlik hissi
- Yorgunluk
- Ağız kokusu
- Kulak ağrısı
- Kilo kaybı
Bu belirtilerin birçoğu kanser dışı sağlık sorunlarından kaynaklanabilmektedir. Özellikle uzun yıllar sigara ve alkol kullanan kişilerde benzer belirtiler ortaya çıkabilir.
Gırtlak kanserinin belirtileri olan bu semptomlar kanser dışı nedenlerden kaynaklanabilir.
Kronik larenjit, sigara tüketimi, reflü, sesi zorlamak, kötü huylu olmayan benign tümörler, ses tellerinde laringeal nodül denilen doku büyümeleri, HPV’nin neden olduğu gırtlakta siğile benzer büyümeler gırtlak kanseri belirtileriyle karıştırılabilir. Ancak belirtileri dikkate alarak gerekli kontrolleri yaptırmak hayat kurtarıcı olabilmektedir.
Gırtlak kanserinin nedenleri nelerdir?
Gırtlak kanseri gelişmesine neden olabilecek risk faktörleri bulunmaktadır.
- Tütün ve alkol kullanımı: Alkol ve tütün kullanımı gırtlak kanseri riskini artıran en önemli risk faktörlerinin başında gelmektedir. Tütün ürünü ve alkolün kullanım miktarı ve kullanılan yıl ne kadar fazlaysa risk faktörü de aynı oranda yükselmektedir. Günde 25 taneden fazla sigara kullanan veya 30 yıldan fazla süredir sigara içenlerin, sigara içmeyenlere göre gırtlak kanseri gelişme olasılığı yaklaşık 40 kat daha fazladır. Aynı şekilde uzun süredir ve düzenli alkol kullananlar alkol kullanmayanlara göre 3 kat daha fazla risk altındadır. Gırtlak kanserinin de içinde bulunduğu baş boyun kanserlerinin büyük bir çoğunluğunu nedeni sigara kullanımıdır. Sigara veya tütün ürünü kullanmayın sürekli olarak dumanına maruz kalan kişilerin de gırtlak kanseri olma riski artmaktadır.
- Cinsiyet: Erkeklerin gırtlak kanseri olma riski kadınlara oranla 4-5 kat daha fazladır. Ancak son yıllarda kadınlar arasında sigara kullanımının yaygınlaşması gırtlak kanserinin kadınlarda da sık görülmesine neden olmaktadır.
- Genetik faktörler: Ailesinde baş boyun kanseri veya gırtlak kanseri geçmişi olan kişilerde gırtlak kanseri gelişme riski olmayanlara oranla daha fazladır.
- Yaş: Birçok kanser türünde olduğu gibi gırtlak kanserinde de ilerleyen yaş en önemli risk faktörleri arasındadır. Gırtlak kanseri 40 yaş altında nadir görülmektedir.
- Beslenme tarzı: Kırmızı et, işlenmiş gıda veya kızarmış yiyecekleri fazla tüketenlerde gırtlak kanseri gelişme riski daha fazladır. Aynı zamanda A ve E vitamininden eksik beslenmenin de gırtlak kanseri nedeni olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Akdeniz diyeti olarak bilinen taze meyve ve sebze ağırlıklı beslenmek yeteri miktarda A ve E vitamini almak gırtlak kanseri riskini azaltabilmektedir.
- HPV virüsü: Daha çok cinsel yolla bulaşan ve kadınlarda genital siğil, rahim ağzı ve vajina kanserine neden olan HPV (Human papilomavirus enfeksiyonu) virüsünün gırtlak kanserine neden olabileceğini gösteren bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. HPV yaygın bir enfeksiyondur ve çoğu insanda herhangi bir soruna neden olmadan kendi kendine geçebilmektedir.
- Zararlı maddelere maruziyet: Meslekten kaynaklanan bazı zararlı veya kimyasal maddelere uzun süre maruz kalmak gırtlak kanseri nedeni olabilmektedir.
- Talaş
- Kurum veya kömür tozu
- Boya dumanı
- Boya üretimi ve kozmetik ürünler gibi birçok endüstride kullanılan formaldehit
- Nikel
- Temizlik çözücü olarak kullanılan iziopropil alkol
- Sülfürik asit sisi
- Asbest
- Kötü ağız hijyeni ve reflü hastalığı da gırtlak kanseri nedeni olabilmektedir.
GIRTLAK KANSERİ TEŞHİSİ NASIL YAPILIR?
Gırtlak kanserinin erken teşhisi tedavide önemli avantajlar sağlamaktadır. Belirtilerden bir veya daha fazlası olan kişilerin zaman geçirmeden uzman bir kulak burun boğaz doktoruna gitmeleri hayati önem taşımaktadır.
- Doktor muayenesi: Gırtlak kanserini teşhisinde doktor muayenesi hastalık hakkında fikir verebilmektedir. Doktor muayenede; sigara, alkol kullanımı gibi yaşam tarzı ve mesleki risk faktörlerini değerlendirir. Gırtlak kanserinde boğazda yumru şeklinde bir şişlik olabileceği için doktor fiziki muayene yapacaktır. Fiziki muayenede doktor; yanaklar ve dudaklar dahil olmak üzere ağzın iç kısmında topaklar veya şişlik hissi, ağız tabanı, boğazın arkası ile burun ve kulakları inceler. Gırtlak kanseri teşhisini netleştirmek için bir takım testler ve görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir.
- Nazendoskopi: Doktorun gırtlak ve boğazı daha iyi görebilmesi için kullandığı bir tür endoskopidir. Ucunda ışık ve küçük bir kamera bulunan esnek bir tüp ile hastanın burun deliklerinden girilerek gırtlakta anormal bir yapı varlığı incelenir. Nazendoskopi işlemi öncesi ön hazırlık yapmaya gerek yoktur.
- Laringoskopi: Nazendoskopi işlemiyle gırtlağın yeterince incelenemediği durumlarda veya şüpheli bir oluşum belirlendiğinde uygulanmaktadır. Laringoskop işleminde kullanılan endoskop daha uzundur ve işlem ağız yoluyla gerçekleştirilmektedir. Laringoskop öncesi kan sulandırıcı ilaçların kullanılması kesilebilir. İşlem genellikle genel anestezi altında gerçekleştirilmektedir.
- Video Laringostroboskopi: Genel anesteziye uygun olmayan hastalarda veya ses tellerinde ortaya çıkan tümörlerin teşhisinde uygulanabilmektedir. Kullanılan endoskopun ucunda kamera ve fiber optik flaş ışığı bulunur. Tedaviden önce, tedavi sırasında ve sonrasında ses tellerini değerlendirmek için de yapılabilir. Yaklaşık 30 dakika süren işlem lokal anestezi altında gerçekleştirilebilir.
- Biyopsi: Nazendoskopi veya Laringoskopi sırasında incelenen bölgelerde şüpheli bir yapı görüldüğünde doku örneği alınarak laboratuvara gönderilebilir. Biyopsi için kanserden şüphelenilen dokunun bir kısmı veya tamamını cerrahi olarak çıkarılabilir. Boyunda hissedilen bir yumrunun olduğu durumlarda İnce iğne aspirasyon biyopsisi de yapılabilmektedir.
- Gırtlak kanseri teşhisinde görüntüleme yöntemlerinde de faydalanılabilir. Röntgen, ultrason, Bilgisayarlı Tomografi (CT), Manyetik Rezonans (MR) ve PET gibi görüntüleme yöntemleri kanserin tam bölgesi ve büyüklüğü hakkında fikir vermektedir.
GIRTLAK KANSERİ TEDAVİSİ NASILDIR?
Gırtlak kanseri tedavisi; tümörün bulunduğu tam bölge, evresi, derecesi ve hastanın genel sağlık durumuna göre farklılık gösterebilir. Genel olarak gırtlak kanseri tedavisinde cerrahi, radyasyon tedavisi(radyoterapi) ve kemoterapi uygulanmaktadır. Tedavide bazen bu seçeneklerden sadece biri kullanırken bazen kombin tedaviler uygulanabilmektedir.
Gırtlak Kanserinin Cerrahi Tedavisi
Endoskopik (yöntem ile kısmi gırtlak alınması ) Rezeksiyon (Endoskopik Lazer Cerrahisi)
- Daha çok erken evre gırtlak kanserleri ve lokal ileri evre gırtlak kanseri hastaları için uygun bir cerrahi yöntemdir.
- Halk arasında ağız içi lazer ameliyatı olarak bilinen endoskopik rezeksiyon ameliyatı ağız yoluyla gerçekleştirildiği için her hangi bir kesi uygulanmamaktadır.
- İşlem sırasında lazer kullanıldığı için kanama daha azdır.
- İşlem genel anestezi altında ameliyathanede gerçekleştirilir.
- Ağızdan ses tellerine kadar yerleştirilen tüpten gerekli cerrahi aletler ve lazer geçirilir. Mikroskop altında gerçekleştirilen operasyonda cerrah kanserli tümörü net bir şekilde görmektedir.
- Tümörün durumuna göre cerrah bir kısmını lazerle kesebilir veya yüksek enerji kullanılan lazerle tamamen yok edebilir.
- Endoskopik lazer cerrahi işleminden önce hastanın bu ameliyata uygun olup olmadığı belirlenmelidir. Lazer ameliyatı ağız yoluyla yapıldığı için hastanın dişlerinin ve boğaz yapısının bu işleme uygun olması gerekmektedir.
- Ağız için lazer ameliyatından sonra hastanede yatış süresi tümörün bulunduğu bölge ve büyüklüğüne göre değişebilmektedir.
- Genellikle büyük tümörlerde yapılan endoskopik lazer ameliyatlarından sonra oluşan şişlik nefes alma veya beslenmede sorunlara yol açabilir.
- Ağız içi lazer ameliyatı genellikle konuşma ve yutma konusunda kalıcı sorunlara yol açmamaktadır. Ameliyattan sonraki birkaç gün konuşma kısıtlaması getirilebilir. Uzun süren konuşma sorunlarında konuşma terapisti ile çalışmak olumlu sonuçlar verebilir.
Gırtlak Kanseri Larenjektomi Ameliyatı
- Tümörün büyüklüğüne ve yerine bağlı olarak gırtlağın kanserden etkilenen kısmı veya tamamı cerrahi olarak çıkartılır.
- Kısmı larenjektomi denilen gırtlağın sadece bir kısmının alındığı ameliyatlar boyunda küçük bir kesi açılarak yapılabildiği gibi ağız yoluyla kesi yapılmadan da gerçekleştirilebilir.
- Kısmi larenjektomi ameliyatlarında hastanın nefes alabilmesi için boyunda küçük bir delik açılır. Bu delik genellikle ameliyattan sonra kapanır.
- Kısmi larenjektomi ameliyatlarından sonra geçici bir süre konuşma sorunu yaşanabilir. Ancak genellikle iyileşme sürecinden sonra konuşma ve nefes alma sorunu görülmemektedir.
- Gırtlağın tamamımın çıkartıldığı yani total larenjektomi ameliyatlarında soluk alıp verebilmek için nefes borusu boğaza açılan deliğe bağlanır.
- Total larenjektomi yani gırtlağın tamamının alındığı ameliyatlarda boğaza açılan delik kalıcıdır.
- Total larenjektomi ameliyatlarından sonra hasta sesini kaybetmektedir. Konuşma cihazı veya ses cihazı olarak üretilen ses protezleri ile hasta iletişimini sağlayabilmektedir.
- Total larenjektomi ameliyatlarından sonra ses sorununun yanında yutkunma, tat ve koku alma gibi sıkıntılar da görülebilmektedir.
Boyun Diseksiyon Ameliyatı
- Gırtlak kanseri bazen boyundaki lenf bezlerine yayılabilir. Genellikle kanserli hücreler ilk olarak lenf bezlerine. Gırtlak kanserinin cerrahi tedavisinde bazen lenf bezlerinin bir kısmı veya tamamını çıkarmak gerekebilir.
- Lenf bezlerinin çıkarıldığı boyun diseksiyonu ameliyatlarında kas, sinir ve yakın dokularda çıkartılabilir.
- Yan etkileri olduğundan her hastaya boyun diseksiyon ameliyatı uygulanmayabilir.
- Lenf bezlerinin çıkartılması kanserin yayılmaması için en önemli tedbirlerden biri olmasına rağmen çıkartılan lenf bezlerine göre; kulakta uyuşma, alt dudakta hareket kaybı, dilde hareket ve his kaybı, omuzda hareket kaybı, boyun ve kolda hareket kaybı gibi yan etkilere yol açabilir.
- Boyun diseksiyonu ameliyatından sonra radyoterapi uygulanabilir.
- Herhangi bir şişlik, dolgunluk veya baskı hissinde, yutmada zorluk yaşandığında veya seste yaşanan değişikliklerde doktora başvurmak gereklidir.
Gırtlak Kanseri Radyoterapi Tedavisi
- Erken evre gırtlak kanserinde ilk tercih radyoterapi tedavisidir. Kanser hücrelerini yok etmek için yüksek enerjinin kullanıldığı radyoterapi tek başına kullanılabileceği gibi tümörün yeri ve büyüklüğüne göre cerrahi ve kemoterapi ile birleştirilerek de uygulanabilir.
- Raryoterapi tedavisi bazen gırtlak kanseri ameliyatlarından sonra da uygulanabilir. Gırtlak kanserinin nüks etmesini yani tekrarlamasını engellemek için, tümörün tamamının çıkartılamadığı durumlarda veya gırtlak duvarı boyunca büyüyen tümörlerde ameliyat sonrası radyoterapi uygulanabilir.
- İleri evre gırtlak kanseri olan hastalarda daha iyi sonuç alabilmek için kemoterapi ile birlikte radyoterapi uygulanabilir.
- Gırtlak kanserinin ileri evrelerinde uygulanan radyoterapi yutkunma veya nefes almak gibi yaşanan sıkıntıları azaltabilir.
- Radyoterapi tedavisi sırasında; yorgunluk, ciltte kızarma veya koyulaşma, boğaz ağrısı, yutma zorluğu veya şişme gibi yan etkiler görülebilmektedir.
Gırtlak Kanserinde Kemoterapi Tedavisi
- Gırtlak kanserinde kemoterapi tedavisi ameliyat öncesi ve sonrası yapılabilir. Genellikle radyoterapi ile birlikte uygulanır.
- Ameliyat öncesi kemoterapi uygulanarak tümörün boyutu küçültülerek ameliyat edilebilecek seviyelere getirilebilir.
- Gırtlak kanserinin tekrarlamaması için kemoterapi uygulanabilir.
- Kemoterapi tedavisinde son yıllarda hedefe yönelik akıllı ilaçlar ön plana çıkmaktadır. Hedefe yönelik akıllı ilaçlar kemoterapinin yaşanabilecek yan etkilerini azaltırken tedavinin etkinliğini artırmaktadır.
GIRTLAK KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Gırtlak Kanserinde Hangi Doktora Gidilmelidir?
Gırtlak üst solunum yolunun bir parçası olduğu gibi aynı zamanda bir ses organıdır. Boğaz kanseri veya Larinks kanseri olarak da bilinen gırtlak kanserinin ilk teşhis ve tedavisini Kulak Burun Boğaz doktorları yapmaktadır. Gırtlak kanserinin tedavisinde kulak burun boğaz doktoru seçilirken baş boyun cerrahisi konusunda uzmanlaşmış bir doktorun ve bu konuda alt yapısı yeterli bir hastanenin tercih edilmesi önemlidir.
Gırtlak Kanseri Çeşitleri Nelerdir?
Gırtlak kanseri başladığı hücre tipine göre çeşitlerine ayrılmaktadır.
- Skuamöz hücre tipi gırtlak kanseri: Gırtlak kanserinin neredeyse %95 kanseri bu tiptir. Epiglot denilen gırtlağın üst kısmında ince, yaprak şeklindeki kapakta bulunan düz yassı hücrelerde veya gırtlağın diğer kısımlarında aynı yapıdaki hücrelerde başlar.
Skuamöz hücre tipi gırtlak kanseri yayıldığı bölgeye göre de çeşitlerine ayrılır.
- Glottik kanser -ses tellerinde başlar
- Supraglottik kanser – ses tellerinin üst kısmında başlar
- Subglottik kanser – ses tellerinin altında başlar
- Orofarengeal kanser – ağzın hemen arka kısmında başlar
- Nazofarengeal kanser – boğazın arka kısmında başlar
- Adenokarsinom gırtlak kanseri: Son yıllarda görülme sayısı artmasına rağmen skuamöz hücre tipi gırtlak kanserine göre çok daha nadir görülür. Gırtlak yüzeyine dağılmış mukus üreten adenomatöz hücrelerde başlar.
Gırtlak kanserinin çok nadir görülen çeşitleri de bulunmaktadır. Küçük tükürük bezi tümörleri, sarkomlar, melanom, Hodgkin olmayan lenfoma veya Ekstramedüller plazmasitom gibi nadir görülen gırtlak kanseri çeşitleri bulunur.
Gırtlak Kanseri Dereceleri Nelerdir?
Gırtlak kanserinin derecesi kanserli hücrelerin görünümüyle ilgidir. Genel olarak düşük dereceli ve yüksek dereceli gırtlak kanseri olarak ikiye ayrılmaktadır.
- Düşük dereceli gırtlak kanseri; kanser hücreleri kaynaklandığı hücrelere benzer görünüm sergilemektedir. Düşük dereceli gırtlak kanseri hücreleri genellikle yavaş büyür ve yayılma olasılığı daha düşüktür.
- Yüksek dereceli gırtlak kanseri; kanser hücrelerindeki farklılaşım fazladır. Yüksek dereceli gırtlak kanseri hücreleri daha hızlı çoğalma eğilimindedir ve düşük dereceli kanser hücrelerine göre yayılma olasılıkları daha yüksektir.
Gırtlak Kanseri Evreleri Nelerdir?
Gırtlak kanseri teşhisinden sonra evresinin belirlenmesi tedaviyi şekillendirmek için önemlidir. Gırtlak kanseri evresi kanserin ne kadar yayılım yaptığının belirlenmesiyle ortaya konulur. Tümörünün tam yeri, yakın lenflere yayılımı ve uzak organlara metastaza göre gırtlak kanseri evrelere ayrılır.
Gırtlak kanserinde 5 evre bulunur.
- 0. Evre; Anormal kanser hücrelerin çevreleyen dokulara yayılmadığı çok erken bir evredir. Kanser hücreleri sadece gırtlağın iç astar kısmındadır.
- 1. Evre ve 2. Evre; Erken evre gırtlak kanseridir. Tümör küçüktür ve gırtlağın dışına taşmamıştır.
- 3. Evre; Tümör daha büyüktür ve ses tellerinden birini etkiyebilmektedir. 3. Evre gırtlak kanserinde tümör ayrıcı gırtlağın üst kısmında ince, yaprak şeklindeki epiglot denilen kapağın veya tiroit bezinin iç kısmına doğru da büyümüş olabilir.
- 4. Evre; Gırtlak kanserinin son evresidir. Tümör gırtlak dışında tiroit bezine, trakea denilen soluk borusuna veya yemek borusuna yayılmış olabilir.
Gırtlak Kanseri Ölümcül Müdür?
Gırtlak kanseri ölümcül bir hastalıktır. Yaşam süresi; gırtlak kanseri tümörünün cinsine, yerine, büyüklüğüne, yayılımı ve hastanın tedaviye verdiği cevaba göre farklılık göstermektedir.
Genel anlamda yapılan çalışmalarda uygun tedaviden sonra 5 yıl hayatta kalma süreleri şu şekildedir.
- evre gırtlak kanseri %90
- evre gırtlak kanseri %70
- evre gırtlak kanseri %60
- evre gırtlak kanseri %40
Yapılan istatistiklerde çıkan sonuçlara göre hastanın yaşam süresini söylemek mümkün değildir.
Hastaların tedaviden sonraki ilk iki yıl boyunca üç ila altı ayda bir doktorlarını görmeleri gerekmektedir. Kanserlerin % 80 -90’ı ilk 3 yıl içinde nüks etmektedir.
Gırtlak Kanseri Nereye Metastaz Yapar?
Kanserli hücreler bulunduğu bölgeden vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Gırtlak kanseri metastazı önce komsu dokulara yapar. İleri evrelerde metastaz uzak organlara da olabilir.
- Gırtlak boyunca
- Boyundaki yumuşak dokular
- Tiroit bezi
- Ses telleri
- Dil tabanı
- Yutak
- Soluk borusu (trakea)
- Dil kasları ve boyun kasları
- Yemek borusu
- Lenf bezleri
- Akciğer, karaciğer ve kemiklere metastaz yapabilir.
Gırtlak Kanseri Ameliyatından Sonra Konuşabilecek miyim?
- Kısmı gerçekleştirilen gırtlak kanseri ameliyatlarında ses telleri korunabilir. Ses tellerinin korunduğu bu ameliyatların hemen ardından konuşma zorluğu yaşansa da bir süre sonra ses eski haline gelebilmektedir.
- Ancak gırtlağın tamamın çıkartıldığı ameliyatların ardından hasta sesini kaybetmektedir.
- Bu ameliyatlardan sonra hastanın durumuna göre farklı konuşma teknikleri veya cihazlar kullanılabilir. Özofagus konuşması denilen havayı yemek borusundan aşağı doğru hareket ettirerek ve ardından ağza geri getirerek konuşma gerçekleştirilebilir. Bunun için ses terapistleriyle çalışma yapılabilir.
- Elektronik gırtlak denilen küçük bir cihazı boyna doğru tutarak hastanın ses çıkarması mümkündür.
- Halk arasında ses mikrofonu olarak da bilinen ses protezleri ile hastanı konuşması sağlanabilir.
Gırtlak Kanseri Sonrası Beslenme Nasıl Olmalıdır?
Gırtlak kanseri tedavisi boyunca radyoterapi veya ameliyattan sonra yutma zorluğu, ağrı, tat alma, kilo kaybı gibi sorunlar yaşanabilmektedir.
Gırtlak kanseri ameliyatından sonra katı gıda beslenmeye hemen geçilemeyeceği için beslenme için burundan, boğaza açılan delikten veya karın duvarından mideye bir tüp bağlanabilir. Bu süreçte hasta bu tüp vasıtasıyla sıvı besinler almaktadır.
Normal beslenmeye geçildiği dönemde asitli, baharatlı yiyeceklerden uzak durulması gerekir.
Bazı ameliyatlardan sonra hastalarda tat alma kaybı yaşanabilmektedir. Tat kaybını gidermek için besinlere güçlü soslar veya tadını tat katacak ot, sarımsak, limon suyu takviyesi yapılabilir.
Çiğnemesi ve yutması daha kolay besinler tercih edilmelidir. Buna rağmen kilo kaybı yaşanıyorsa doktorunuza başvurarak ek vitamin takviyesi istenebilir.
Sigara içmek gırtlak kanserine neden olabilir mi?
Sİgara içmek gırtlak kanseri için başlıca risk faktörlerindendir. Şöyle ki toplumda yaklaşık her 100.000 kişiden birinde gelişen gırtlak (larinks) kanseri çoğunlukla sigara içen erkeklerde görülebilirken, sigara kullanımının artmasıyla kadınlarda da son zamanlarda gırtlak kanserinin görünme sıklığında artış olmuştur. Gırtlak kanserinin en önemli belirtisi ses kısıklığı olup, özellikle 2 haftayı geçen ses kısıklığında mutlaka bir kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına muayene olunmalıdır.
Gırtlak Kanseri Olmamak İçin Neler Yapılmalıdır?
- Gırtlak kanseri oluşmaması için kanıtlanmış kesin bir yol bulunmamaktadır. Ancak risk faktörlerinden uzak durularak gırtlak kanserine karşı önlem alınabilir.
- Sigara ve alkolden uzak durmak .Gırtlak kanseri için en önemli risk faktörü sigaradır. Sigarayı bırakmak gırtlak kanseri riskini önemli oranda düşürmektedir.
- Meyve ve sebze ağırlıklı bir beslenme düzeni önemlidir. Gerekli vitamin ve antioksidanları aldığınızdan emin olun.
- HPV gırtlak kanserine yol açabildiği için gerekirse HPV aşısı olunmalıdır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRÜ NEDİR?
Göğüs duvarı; arkada omurlar, yan taraflarda kaburgalar ve kaburgaların arasını kapatan kas tabakası, önde halk arasında iman tahtası kemiği olarak bilinen sternum kemiği, aşağıda diyafram kası ve yukarıda klavikula (köprücük kemiği) ile komşuluğu olan yapıdır. Göğüs duvarı, göğüs kafesinin şekil ve dayanıklılığını sağlayan yapıdır. Göğüs kafesinde kas ve kemik yapısı, karın kaslarının da desteğiyle solunuma katkı sağlamaktadır. Göğüs duvarı; kas, iskelet sistemi ve bağ dokuyu ilgilendiren çok çeşitli tümörler içerir ve bu tümörlerin çoğu malign (kötü huylu) karakterdedir.
Göğüs duvarı tümörü sınıflaması şu şekilde yapılır
- Göğüs duvarı tümörleri primer ve sekonder tümörler olarak ikiye ayrılır.
- Sıklıkla sekonder olarak uzak organ metastazları (başka organlardan sıçrama) ve akciğer, plevra, mediasten, meme gibi komşu organ tümörlerinin bölgesel yayılımları ile oluşur.
- Primer dediğimiz göğüs duvarının kendisinden kaynaklanan kötü huylu (malign) tümörlerde en sık sarkomlar görülmektedir. Bu tümörler kemik, kıkırdak ve yumuşak dokuya yerleşebilir. Kemik ve kıkırdaklarda yerleşen göğüs duvarı tümörlerinin %50 si kostalarda (kaburga), %30 u skapulada (kürek kemiği), %20’si sternum (göğüs kafesi kemiği) ve klavikulada (köprücük kemiği) yerleşir.
GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRLERİNİN BELİRTİ VE SEMPTOMLARI NELERDİR?
Göğüs duvarı tümörleri asemptomatik yani belirtisiz olabildikleri gibi, farklı şekillerde belirti vererek kendini gösterebilir.
- Ağrı
- Cilt altı şişlikleri
- Enfeksiyon gibi belirtiler göğüs duvarı tümörlerinde görülebilmektedir.
Yumuşak doku kökenli göğüs duvarı tümörleri genelde ağrısız olarak büyürken, kemik kaynaklı göğüs duvarı tümörlerinde ağrı ön planda olabilmektedir. Bu sebeple ağrılı şişlikler göğüs duvarı tümörünün ilk belirtisi olabilir. Vücutta normalin dışında bir şişlik, daha önceden olmayan ağrı belirtileri olması durumunda çok vakit kaybetmeden göğüs cerrahisi bölümüne başvurmakta fayda vardır.
GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRLERİNİN TEŞHİSİ NASIL YAPILIR?
- Göğüs duvarı tümörü olduğundan şüphelenilen hasta grubunun teşhisinde hastadan detaylı öykü alınması ve fizik muayene ilk önemli yöntemdir.
- Görüntüleme olarak öncelikle akciğer grafisi değerlendirilmesi önemlidir.
- İhtiyaç halinde Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans (MR) gibi ileri görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir.
- Bilgisayarlı Tomografi (BT) kaburga yapılarını ve kemik içi hasarı daha iyi gösterirken, Manyetik Rezonans (MR) yumuşak doku tümörlerini, mediasten organlarla ve büyük damarlarla ilişkisini daha iyi ortaya koyar.
- Bilgisayarlı Tomografi veya Manyetik Rezonans ile tümör olduğu şüphelendikten sonra tüm vücudu tarama amaçlı PET-CT de kullanılan ileri görüntüleme yöntemlerinden birisidir.
Hangi görüntüleme yönteminin tercih edileceğine hastanın klinik durumuna göre karar verilir.
GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRÜ TEDAVİSİ NASILDIR?
- Göğüs duvarı tümörlerinin çoğunda ameliyat ile tümörün negatif cerrahi sınırlarda (çıkartılan doku sınırlarında tümör olmaması durumu) geniş olarak çıkartılması en etkin tedavi şeklidir.
- Çıkartılan tümörün hücre tipine, tümörün tip olarak kötü huylu tümöre benzeme durumuna göre ameliyat ile çıkartılacak alanlar belirlenir.
- Hızlı farklılaşan (yüksek grade) tümörlerde kemoterapi ve radyoterapi uygulanır. Bazı durumlarda çıkartılan göğüs duvarında tümör kaldığından şüphe duyuluyorsa kemoterapi de bu bölgenin kontrolünü sağlamak için kullanılır.
- Geniş olarak çıkartılan göğüs duvarı tümörü ameliyatlarından sonra oluşan boşluğu kapatmak ve hastanın rahat nefes alabilmesi için bazı özel yöntemler uygulanır. Bunun için özel materyaller veya vücudun kas, omentum veya deri gibi diğer bölgelerinden yama (greft) kullanılabilir. Kullanılan özel materyaller genellikle vücudun esnekliğine uygun olarak ameliyatta şekil verilebilen malzemelerden oluşur. Hangi materyalin kullanılacağına hastanın, hastalığın durumuna göre ameliyat öncesinde karar verilir.
- Bazı ameliyatlardan sonra vücudun kas, deri vs. gibi organları kullanılabilir. Bu planlama da göğüs cerrahisinin yanı sıra plastik cerrahi, ortopedi gibi diğer branşlar ile birlikte yapılır.
GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRÜ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Göğüs duvarı tümörü ameliyat süresi ne kadardır?
Göğüs duvarı ameliyatlarının süresi; tümörün tipine, çıkartılan parçanın büyüklüğüne ve oluşan boşluğun kapatılmasında oluşabilecek ek işlem durumlarına göre değişkenlik göstermektedir. Basit bir yumuşak doku eksizyonu ameliyatı 30 dakikada tamamlanabilirken, geniş göğüs duvarı tümörü çıkartılmasının gerektiren ameliyatlar 5-6 saat sürebilmektedir.
Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonraki süreç nasıldır?
Göğüs duvarı tümörü ameliyatlarından sonra sıklıkla akciğer boşluğuna, kas altı ve cilt altı ameliyat bölgelerine vücudun ürettiği ameliyat sonrası sıvıları boşaltacak drenaj tüpleri yerleştirilir ve bunların takipleri yapılır.
Hastalar direkt olarak yataklı servise alınabildiği gibi hastanın yaşına, genel durumuna, uzun dönem rahatsızlıklarına, aldığı anestezi süresine bağlı olarak ameliyattan sonra belli bir süre yoğun bakımda da takip edilebilir.
Yoğun bakım süreci sonrasında serviste akciğer filmleri ve laboratuar tetkikleri ile takip edilen hastalar ortalama 5-6 gün kadar yatarak tedavi edilir.
Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonra nelere dikkat edilmelidir?
Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonra, yapılan ameliyatın büyüklüğüne göre hastanın 1-2 hafta kadar istirahat etmesi gerekmektedir. Hastanın genel iyilik hali değerlendirilerek, 1-2 hafta sonrasında sosyal yaşantısına ve çalışma hayatına geri dönebilmesi beklenir.
Göğüs duvarı kanseri sık görülen bir kanser türü müdür?
Göğüs duvarı kanserleri bütün primer kanserler arasında %1-2, torasik (göğüs boşluğunu ilgilendiren) kanserler arasında %5’ lik bir grubu oluşturmaktadır.
Göğüs duvarı kanseri genetik bir hastalık mıdır?
Göğüs duvarı kanserinde genetik yatkınlık söz konusudur. Özellikle sarkom tipinde genetik faktörler çalışmalarda net şekilde ortaya koyulmuştur.
Kimler daha çok göğüs duvarı kanseri riski taşıyor?
Göğüs duvarı tümörlerinin çoğunu başka organlardan sıçramalar (metastaz) ve komşu organların bölgesel yayılımı oluşturduğu için, kanser öyküsü olan kişiler bu konuda daha dikkatli olmalıdır. Bununla birlikte göğüs duvarı kanserleri erkeklerde kadınlardan 2 kat daha fazla görülür.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
GÖZ KANSERİ NEDİR?
Göz kanseri, gözün dış kısımlarını (göz kapağı gibi) veya göz küresinin içini (göz içi kanseri) etkileyebilen nadir görülen bir tümördür. Erişkinlerde en sık görülen göz içi kanserleri melanom ve lenfoma iken çocuklarda en sık görüleni retina hücrelerinde başlayan retinoblastomdur. Göz kanseri, gözdeki anormal hücreler kontrolsüz bir şekilde büyüdüğünde ve bölündüğünde gelişir. Düzenli göz muayeneleri, göz kanserini en erken, en iyileştirilebilir aşamasında saptama şansını sunar.
GÖZ KANSERİNE NE SEBEP OLUR? GÖZ KANSERİ İÇİN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Göz kanserinin tam olarak neden geliştiği bilinmemekte birlikte göz kanseri riskini artırabilen aşağıdaki gibi bazı faktörler mevcuttur.
- Daha açık renkli gözlere sahip olmak
- Yaşın ilerlemesi (50 yaş üstü kişiler)
- Ciltte çok fazla ben bulunması
- 1. Derece akrabaları arasında göz kanseri olan kişiler
- Zayıflamış bağışıklık sistemi
- Displastik nevus sendromu ve okülodermal melanositoz (ayrıca Ota nevusu olarak da adlandırılır) gibi pigment üreten hücrelerin kalıtsal koşulları
- Kafkas ırkı: Diğer ırklardan insanlara göre daha fazla göz melanomu riskine sahiptir.
Çocuklarda retinoblastom, retinoblastoma genindeki (RB1) bir mutasyona bağlı olarak vakaların yaklaşık yüzde 25 ila yüzde 30’unda kalıtsal veya genetik olarak bağlantılı bir durumdur. Kalıtsal retinoblastoma formu daha genç yaşta ortaya çıkma eğilimindedir ve kalıtsal olmayan forma kıyasla her iki gözü de etkileme olasılığı daha yüksektir.
Öte yandan güneş ışığından gelen ultraviyole (UV) ışını da göz melanomu için olası bir risk faktörü olarak öne sürülmüştür; ancak bu durum kanıtlanamamıştır. Güneşe maruz kalma ile melanom gelişimi arasında bilinen bir bağlantı vardır. Henüz kanıtlanmamış olsa da, buna göz içi melanomları da dahil olabilir. Bu nedenle Amerikan Kanser Derneği, dışarıdayken koruyucu güneş kremi ve giysilere ek olarak UV koruyucu güneş gözlüğü kullanmayı önerir.
GÖZ KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Göz kanseri olan kişilerde genellikle hiçbir semptom görülmez. Göz kanseri çoğunlukla rutin bir göz muayenesi sırasında bulunur. Semptomlar ortaya çıktığında, en yaygın olarak ağrısız görme kaybı meydana gelir.
Aşağıda listelenen semptomlardan herhangi biri diğer tıbbi durumlarla da ilişkilendirilebilir, bu nedenle görmedeki herhangi bir değişiklik veya diğer göz problemleri için sağlık uzmanına başvurmak gerekmektedir.
Göz kanserinin bazı belirtileri şunlardır:
- Glokom (Yüksek göz içi basıncı)
- Görüş alanının kaybı
- Görme kaybı
- Gözde şişkinlik: Bir gözün veya her ikisinin şişmesi (proptoz)
- Işık çakmalarını görmek
- İris renginde değişiklik
- Noktalar, dalgalı çizgiler veya yüzen nesneler görmek
- Gözün ön kısmında görünen kitle
Retinoblastomlu çocuklarda aşağıdaki belirtiler olabilir:
- Gözler farklı yönlere bakıyor gibi görünüyor
- Gözde ağrı veya kızarıklık
- Flaşlı fotoğraflarda göz bebeği kırmızı yerine beyaz görünür
Göz kanseri nadir görülmekle birlikte, özellikle teşhis ve tedavi edilmezse hayatı tehdit eden komplikasyonlara ve ölüme neden olabilir. Görme güçlüğü, görüş alanının bir kısmını kaybetme veya ışık parlamaları, irisin üzerinde koyu lekeler, noktalar, dalgalı çizgiler veya yüzen nesneler gibi görsel semptomları olanlar vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.
GÖZ KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Göz kanseri için yaygın olarak önerilen bir tarama yoktur, ancak yıllık göz muayeneleri (özellikle tanımlanmış risk faktörleri olanlar için) erken teşhiste önemli bir rol oynayabilir. Göz kanserleri çoğu zaman, rutin muayeneler sırasında tespit edilir. Kanserin gözde başladığı ve yayılmadığı birincil göz kanseri teşhisi konanların hayatta kalma oranı yüksektir.
Doktor göz kanserinden şüpheleniyorsa tanıya yardımcı olması için görüntüleme testleri veya göz ultrasonu isteyebilir.
Göz tomografisi olarak da adlandırılan optik koherens tomografi, tümör aktivitesinin bir işareti olan sıvının ince varlığını değerlendirmek için retina katmanlarını aydınlatan bir görüntüleme aracıdır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) de teşhis için yardımcı olabilir. Bazı durumlarda, doktor tümör hücrelerinin küçük bir örneğini almak için ince bir iğne biyopsisi yapabilir. Sitopatolog, birkaç gün içinde tanıyı doğrulamak için numuneyi analiz edecektir.
Doktor ayrıca kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığını görmek için başka testler de isteyebilir. İlgili testler şunları içerebilir:
- Karaciğer fonksiyonunu ölçmek için kan testleri
- Göğüs röntgeni
- Bilgisayarlı tomografi (CT) taraması
- Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) taraması
- Karın ultrasonu
- Pozitron emisyon tomografisi (PET) taraması
GÖZ KANSERİ İÇİN TEDAVİ SEÇENEKLERİ NELERDİR?
Göz kanseri teşhisi konulduktan sonra doktor tedavi için en iyi seçenekleri tartışacaktır. Göz kanserinde en uygun tedavi seçenekleri şu faktörlere bağlıdır:
- Kanser türü
- Kanserin yeri ve boyutu
- Kanserin başka bölgelere yayılıp yayılmadığı (Metastaz)
- Hastanın yaşı ve genel sağlık durumu
Küçük bir göz melanomu acil tedavi gerektirmeyebilir. Radyoterapide kanser hücrelerini öldürmek için protonlar veya gama ışınları gibi yüksek güçlü enerji kullanır. Radyoterapi tipik olarak bazı küçük göz melonomlarında ve orta büyüklükteki göz melanomları için kullanılır. Melanom hücrelerini öldürmek için lazer kullanılan tedavi yöntemi bazı durumlarda bir seçenek olabilir. Termoterapi adı verilen bir tür lazer tedavisinde, kızılötesi lazer kullanır. (Bazı durumlarda radyasyon tedavisi ile birlikte kullanılır)
Bazı küçük göz melanomlarında melanom hücrelerini yok etmek için kriyoterapi kullanılabilir. Kemoterapi , göz melanomu için nadiren kullanılır; ancak retinoblastom ve belirli orbital lenfoma türleri için kemoterapi verilebilir.
Göz kanseri tedavisinde cerrahi prosedürler ise şöyledir:
Göz koruyucu cerrahi: Genellikle göz kapağı kanserleri, konjonktival kanserler ve orbital kanserler için uygulanabilir.
İridektomi: İris (gözün renkli kısmı) çıkarılır.
İridotrabekülektomi: İris ve göz küresinin dış bölümünün küçük bir kısmı çıkarılır.
Göz rekonstrüktif cerrahisi: Göz kapağı, konjonktiva veya yörünge kanserinin cerrahi olarak çıkarılmasından sonra genellikle işlevi eski haline getirebilir,
Enükleasyon: Bazı göz kanseri türlerini tedavi etmek için gözün tamamının alınması gerekir. Bu durum yalnızca ileri vakalarda, uveal melanom veya retinoblastom gibi intraoküler tümörler için yapılır.
Orbital ekzenterasyon: Bu cerrahi prosedür; gözün, göz kapaklarının, çevredeki cildin, yörünge kaslarının, yağların ve sinirlerin çıkarılmasını içerir. Yörünge veya sinüslerin agresif kanserleri, ileri veya tekrarlayan göz kapağı veya konjonktiva kanserleri için bazen gereklidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
LENF KANSERİ (LENFOMA) NEDİR?
Kan kanserleri, kanın üretildiği yer olan kemik iliğinden kaynaklanan veya kan kaynaklı bütün kanserlerle eş anlamlı olarak kullanılan bir ifadedir. Lenfoma kan kanserlerinin yüzde 50’sini oluşturmaktadır. Lenfoma; Hodgkin Lenfoma ve Non Hodgkin Lenfoma adında ikiye ayrılır. Non Hodgkin Lenfomalar diğerine göre yaklaşık 8 kat daha fazla görülmektedir.
Lenfoma kanserinin iki önemli çeşidinin de alt tipleri bulunmaktadır. Non Hodgkin lenfomanın en az 40-50 alt tipi vardır. Hodgkin lenfomanın ise 6-8 alt tipinden söz edilebilir. Bunların hepsinin klinik seyirleri, tedaviye cevapları, tedavilerinde kullanılan ilaçlar birbirinden farklıdır. Bu nedenle lenfoma teşhisi konulduktan sonra hastalığın hangi alt tip olduğunun da doğru bir şekilde saptanması gerekir. Bu doğrultuda lenfoma tedavisinde en iyi hastane arayışı oldukça önemli hale gelir. Deneyimli ve uzman kadrolara sahip onkoloji merkezlerine sahip olan hastaneler tercih edilmelidir.
LENFOMA NEDEN OLUR?
“Lenfoma neden olur?’” sorusuna net bir cevap verilemese de, belirli risk faktörlerinden söz edilebilir. Her kanser türünde olduğu gibi sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanımı, en önemli nedenlerden biri olarak gösterilir. Bunun yanı sıra lenf kanseri nedeni olarak benzen, tarım ilacı gibi kimyasal maddelere maruz kalmak da söylenebilir. Ayrıca romatizmal rahatsızlıklar ve immün yetmezlik durumlarında hastalığa daha sık rastlanabilmektedir. İmmün sistemini önemli ölçüde etkileyen bazı virüs enfeksiyonları da önemli bir lenfoma nedendir. Örneğin hepatit C, HTLV 1, HIV, AIDS gibi bazı enfeksiyon hastalıklara bağlı olarak da lenfoma görülebilmektedir.
Günlük çevresel faktörler lenfoma nedenleri sıralamasında çok ön planda değildir. Ancak tarım işçileri özellikle de seracılık yapan kişilerde lenfoma biraz daha fazla görülmektedir. Kontrolsüz ilaçlama yapılması, ilaçlanmış seralar içinde maske ve kıyafet giymeden dolaşılması, sera içindeki ilaçlı havanın solunum yolu ile alınması gibi faktörlerin etkili olduğunu bilmek gerekir. Yoksa eve gelen sebzenin üzerindeki tarım ilacının bir etken olduğu düşünülmemelidir. Boya üreten sanayilerde çalışanlar da gerekli önlemlerin alınmaması durumunda aynı riski taşır. Bunun yanında; evdeki kimyasallardan çamaşır suyu, deterjan, deodorantların ya da cep telefonlarının bir neden olarak gösterilmesi şu anki bilgiler ile mümkün değildir. Kilo almadan hareketli bir yaşam süren herkes, birçok hastalığa karşı avantajlı durumdadır. Ancak obezitenin de direkt olarak lenfoma üzerinde etkili olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Fazla kilonun tüm kanser türleri için bir risk faktörü olduğu ise unutulmamalıdır.
LENF KANSERİ (LENFOMA) BELİRTİLERİ
Lenfoma belirtisi deyince ilk akla gelen, genellikle hastanın vücudunda büyüyen bir kitleyi fark etmiş olmasıdır. Bu kitle bazı bölgelere basınç yapabilir. Lenf kanseri, kendini klinik belirti olarak daha çok “lenf bezi” denilen bezelerin patolojik olarak büyümesiyle gösterir. Çünkü tümör kitlesinin büyüdüğü yer, ağırlıklı olarak lenf bezleridir. Bu yüzden de hastaların çok büyük bir kısmı boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerinde lenf bezlerinin büyüdüğünü fark ederek hastaneye gelir. Lenfoma belirtilerinden biri de hastanın bağışıklık sistemi yeterli çalışmadığı için grip benzeri bulgular gösterebilmesidir. Grip, başlangıcından itibaren en fazla bir hafta içinde iyileşmesi beklenen bir hastalıktır. Bunun yanı sıra sinüzit, akciğer enfeksiyonları oluştuğunda ise süre uzayabilir. Ancak haftalarca süren ve enfeksiyon tablosunun ağırlaşması gibi durumlar görülüyorsa mutlaka bir uzman görüşü alınmalıdır.
LENF KANSERİ (LENFOMA) ÇEŞİTLERİ
Hematolojik kanserlerde son yıllarda çok önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Bu gelişmeler, kan kanserlerinin biyolojik özelliklerinin daha iyi anlaşılmasını, tanıdaki gelişmeleri ve tedavideki başarıyı kapsamaktadır. Hematolojide birçok hastalığın tedavisinde kullanılan çok sayıda ilaç yeni klinik çalışmalarda etkinliğini göstermiş, aralarında etki tarzı çok ilginç olan ve kanser hücresini hedef alan ilaçlar öne çıkmıştır.
Hematolojide en sık görülen kanserler, lenf düğümü kanseri olan lenfomalardır. Bu hastalıkları Hodgkin lenfoma ve Hodgkin dışı lenfomalar (ingilizce: Non-Hodgkin lymphoma) olarak iki büyük gruba ayırıyoruz. Hodgkin dışı lenfomalar, çok sayıda, değişik biyolojisi ve süreçleri olan, tedavileri günümüzde tamamen farklılaşmış, özellikler kazanmış hastalıkların toplandıkları bir sepet oluşturmaktadır.
Hodgkin Lenfoma
Hodgkin Lenfoma, lenf düğümlerindeki büyümeyle kendini gösterir. Bazı hastalarda Hodgkin Lenfoma belirtileri; kilo kaybı, geceleri terlemesi, tekrarlayan ateş yükselmesi şeklinde görülür. Hastalığın hangi evrede olduğunu saptamak için genellikle bilgisayarlı tomografi ve kemik iliği biyopsisi gerekir.
Hodgkin lenfoma, günümüzde tedavi başarısı yüksek olan kanser türlerinden biridir. Her evresinde, hastalığın tamamen yok edilmesi hedeflenerek tedavi gerçekleştirilir. Dünyada Hodgkin lenfoma hastalığının tedavisindeki gelişmeleri kaydetmek amacıyla çalışan ve büyük kapsamlı çalışmalar yapan bazı gruplar vardır, bunlardan biri de Alman Hodgkin Lenfoma Çalışma Grubu (GHSG)’dur. Hastalığın hastaya özel tedavisinde risk faktörleri denilen faktörleri önem taşır. Erken evre ve kötü risk faktörü olmayan hastalarda, kısa süreli ABVD adlı bir kemoterapi ve ışın tedavisi yeterli olur. Fakat hastalık ilerlemişse, hastalığı tamamen yok edebilmek ve nüks etmesini önlemek için çok daha etkili bir tedavi (escalated BEACOPP protokolü) gerekebilir. Şayet nüks olmuşsa, yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre transplantasyonu, hastalığın tamamen yok edilmesi için genellikle en iyi tedavi seçeneğini oluşturur.
Non Hodgkin Lenfoma
Hodgkin dışı lenfomalar 3 büyük gruba ayrılmaktadır: İndolen (yavaş ilerleyen) lenfomalar, agresif (hızlı ilerleyen) ve çok agresif (çok hızlı ilerleyen) lenfomalar. Bu hastalıkların seyri de, tedavileri de büyük farklılıklar gösterirler. Hodgkin dışı lenfomalar, immunolojik hücre tipi açısından da 2 gruba ayrılır: B-hücreli ve T-hücreli lenfomalar. Genellikle T-hücreli lenfomalar, B-hücreli lenfomalara nazaran daha kötü prognozla seyreder. Bundan dolayı, T-hücreli lenfomaların modern tedavisinde daha intensif ve etkili tedavi yöntemleri seçilir. Eskiden Non Hodgkin lenfomalarının çoğuna CHOP adlı kemoterapi protokolü verilirken, günümüzde hastalığın alt grubuna göre değişen, hastalığa özel daha etkili tedaviler uygulanmaktadır. Hatta bazı lenfoma tiplerinin, kemoterapi kullanmaksızın antibiotik ajanlarla bile tedavisi mümkündür. Örneğin midede veya gözde oluşan lenfomaların bazı türleri ve evreleri, antibiyotik tedavi ile tamamen yok edilebilirler. Hastaya önerilecek en uygun tedaviyi seçebilmek için, lenfomanın alt grubunun, evresinin ve prognostik faktörlerinin tam olarak bilinmesi gerekir. Tam donanımlı bir onkoloji merkezi seçimi bu anlamda çok önemlidir.
Hodgkin Dışı Lenfomaların En Sık Görülen Çeşitleri
Yavaş ilerleyen lenfomalar | Hızlı ilerleyen lenfomalar | Çok hızlı ilerleyen lenfomalar |
Folliküler lenfoma | Diffuz büyük B hücreli lenfoma | Burkitt lenfoma |
Kronik lenfositik lösemi | T lenfomaların çoğunluğu | Lenfoblastik B lenfoma |
İmmunositoma | Mantle hücreli lenfoma | Lenfoblastik T lenfoma |
Yavaş İlerleyen (indolen) Lenfomalar: Hastalık genellikle evre III veya IV’de teşhis edilir. Hastalık şayet evre I veya II’de teşhis edilmişse, tedavi ışın tedavisi ile hastalığı yok etme hedefiyle yapılır. İleri evreler ise belli durumlarda kemoterapi uygulanır, buna gerek yoksa, hasta tedavi verilmeksizin izlenir (ingilizce “wait and see”), çünkü bu durumlarda gerektiğinden evvel tedaviye başlamak hastaya avantaj sağlamaz. B-hücreli indolen lenfomalarda Rituximab adlı, B-lenfoma hücrelerinin üzerindeki CD20 molekülünü hedef alan bir ilaç, kemoterapinin etkisini arttırarak yanıt oranlarını ve yanıt sürelerini de anlamlı bir şekilde etkiler.
Hızlı İlerleyen (agresif) Lenfomalar: Diffuz büyük B-hücreli lenfomalar, agresif lenfomaların önemli bir kısmını oluşturur. Tedavi hastalığı tamamen yok etme amacıyla uygulanır, Rituximab ve CHOP kemoterapisinden oluşur. T-hücreli agresif lenfomalarda ise, CHOP protokolüne Etoposid eklenmesi (CHOEP protokolü), Alman ve İskandinav çalışmalarının gösterdiği gibi, başarı oranını arttırır. T-hücreli agresif lenfomaların çoğunda prognoz kötü olduğundan, 6 kür kemoterapinin akabinde, yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre transplantasyonu, hastalığın daimi kontrolünde önemli bir rol oynar.
Mantle hücreli lenfomalar ise, son yıllarda önemli aşamaların kaydedildiği agresif bir lenfoma eşitidir. Genç hastalarda öncelikle ilaç tedavisi öngörülür. Genç hastalarda bu tedavi sonrası hastadan kök hücre toplanıp, yüksek doz tedavi ve kök hücre nakli en iyi sonuçları verir. Yaşlı hastalarda ise kemoterapi sonrası yapılan idame tedavisi, yaşam süresini uzatır.
Çok Hızlı İlerleyen Lenfomalar: Diğer bir grup da çok agresif lenfomalardır. En önemlileri Burkitt lenfoma ve lenfoblastik lenfomalardır. Bu lenfoma tipleri çoğunlukla genç hastalarda görülür. Burkitt lenfoma insanda en hızlı ilerleyen kanser tipidir. Bu hastalıklarda tedavinin hedefi hastalığı yok etmektir. Ancak bu hedefe basit tedavilerle erişilemez. Çok sayıda ilaçtan oluşan ve lösemi tedavisini anımsatan kemoterapiler ile hastalık devamlı olarak yok edilebilir.
LENFOMA TANI VE TEDAVİSİ
Lenfoma tedavisine öncelikle lenfoma tanısı koyarak başlanır. Bunun için öncelikle biyopsi alınması gerekir. Mikroskop altında bu hücrelere bakarak lenfoma tanı konulabilir. Ancak bu morfolojik değerlendirme, hastalığın alt tiplemesini yapmak için yeterli değildir. Doğru tanı konulabilmesi için mutlaka farklı testler gerekir. Bunun yanında özel boyama teknikleri ile hangi tür lenfoma olduğunu belirleyen özel testler de bulunmaktadır.
Lenfoma Tedavisi İçin Genetik Testler
Lenfoma olduğu belirlenen hücrelerin genetik yapılarıyla ilgili de analizler yapılarak, alt tipinin doğru bir şekilde tanıması sağlanmaktadır. Bu sonuç, lenfoma tedavisinin başarısı açısından son derece önemlidir. Tanının kesin olarak konulmasının ardından hastalığın, vücuda yayılıp yayılmadığı araştırılmalıdır. Bunun için de en sık PET-CT kullanılır. Bu tetkik ile lenfomanın vücudun hangi bölgesinde tutulum olduğu gösterilmiş olur.
Lenfoma tedavisi için hastalar çok farklı evrelerde doktora başvurabilmektedir. Genelde yaygınlığa göre lenfoma 4 evreye ayrılmaktadır. Lenfoma evreleri evre 1 ve 2 erken, 3 ve 4 ise daha ileri olarak adlandırılır. Lenf kanserinin kesin tanısı konulduktan sonra özel bir değerlendirme yapılarak hangi aşamada olduğu belirlenmektedir. Yani hastanın hangi tedaviye ne ölçüde yanıt verebileceğini bu skorlama tekniği ile görmek mümkündür. Hastanın yaşı, kandaki LDH denilen değerin düzeyi, hastalığın ileri evre olup olmaması, lenf nodu dışında başka bir yerde tutulum olup olmaması gibi bir takım faktörler bir araya getirilir ve puanlama yapılır. Buna göre hastalar düşük veya yüksek risk grubuna girer. Eğer hastanın risk profili yüksekse standart lenfoma tedavilerinden fayda görme olasılığı daha düşüktür. Bu nedenle bu hasta grupları daha ağır tedaviler almak durumunda kalabilir. Risk profili düşükse daha standart tedaviler tercih edilmektedir.
Lenfoma Tedavisinde Kemoterapi
Lenfoma tedavisinde kemoterapi önemli bir yere sahiptir. Kemoterapinin nasıl ve ne şekilde uygulanacağı, hastalığın durumuna göre farklılık göstermektedir. Standart yani ayaktan uygulanabilecek ilaç yöntemlerinin yanı sıra; hızlı seyirli ve yüksek riskli hastalarda da yatarak takip gerçekleştirecek şekilde yüksek doz kemoterapi uygulanmaktadır. Lenfoma tedavisinde kemoterapi aralıkları genellikle 3- 4 haftadır ve 6 kür gerçekleştirildikten sonra tedaviden kesin sonuç alınması beklenir. Bu dönemde, ara değerlendirmeler ile alınan yanıt da gözlemlenmektedir. İkinci ya da üçüncü kürden sonra bu takipler yapılmaktadır.
Kemoterapi, kan kanserlerinde özellikle de lenfoma tedavisinde en çok başvurulan tedavi yöntemlerinden biridir. Her hastalığa göre farklı ilaç kombinasyonları kullanılmaktadır. İlaçların şiddetleri de standartların üzerine çıkıldığında ve yüksek doz uygulandığında artmaktadır. Bu ilaçların sağlıklı hücrelere de zararı olduğu için, klasik birçok kemoterapide görünen; tedaviden sonra saçların dökülmesi, mide bağırsak sistemindeki bozukluklar, ağız içinde yaralar, hastanın iştahının kaybolması, kilo kaybı, halsizlik, araya giren ciddi enfeksiyonlar nedeniyle problemler yaşanabilir. Bu tip tedavilerde olabilecek komplikasyonlar önceden öngörülebildiği için gereken tedbirler alınıp, hastanın tedavi dönemini en risksiz şekilde atlatması sağlanmaya çalışılmaktadır. Lenfoma tedavisinde kemoterapinin yanında bazen ışın tedavisi yani radyoterapi de destek olarak kullanılmaktadır. Hastalığın yaygın olduğu durumlarda herhangi bir alanda çok büyümüş olan lenflerin yapabileceği basıyı ortadan kaldırmak için hastalığı tedavi amaçlı olmasa da o bölgeyi rahatlatmak için radyoterapiden yararlanılabilir.
Immünoterapi Lenfoma Tedavisi Başarısını Artırıyor!
Lenf kanseri tedavisinde kemoterapi dışında sıklıkla başvurulan ya da birlikte uygulanan tedavilerden biri de immünoterapidir. Kanser hücresine yönelik geliştirilmiş bir takım “monoklonal antikor” denilen ilaçlar tedavide sıklıkla kullanılmaktadır. Bu ilaçların özelliği, lenfoma hücrelerine yapışması ve daha sonra da immün sistemini harekete geçirip onun aracılığıyla onu yok etmesidir. Lenfoma tedavisinde kemoterapiyle birlikte uygulanan ve her lenfomanın tipine göre farklılık gösteren “monoklonal antikor” tedaviler vardır. Bu tür tedaviler başarı şansını artırmaktadır.
Lenfoma İlaçları
Lenfomada son 10- 20 yıldır uygulanan tedaviler bulunmaktadır ancak bunların ivme kazanması ve bilinirliği son 10 yıldır artmaktadır. Hedefe yönelik tedaviler günümüzde yalnızca “monoklonal antikorlar” ile sınırlı değildir. Monoklonal antikor olmayan bir takım başka ilaçlar ve moleküller de geliştirilmiştir. Bunlar, “hedefe yönelik” ya da “akıllı ilaç” olarak adlandırılmaktadır. Akıllı ilaçlar sayesinde hedefe yönelik moleküller; kanserli hücrelerde olan, sağlıklı hücrelerde ise bulunmayan bir takım mekanizmaları bozmaktadır. Bu nedenle ilaçlar hastaya verildiğinde kanser hücresi çok yoğun bir şekilde, sağlıklı hücreler ise minimal düzeyde etkilenmektedir. Hedefe yönelik tedavilerde kullanılan ilaçların yan etkileri hiçbir zaman klasik kemoterapi ilaçlarının yan etkileri ile aynı değildir. Hastaların hemen hepsi, saç dökülmesi, bulantı, kusma, iştahsızlık gibi sorunlar yaşamamaktadır. Hafif ve çok rahatlıkla kontrol altına alınabilecek yan etkiler de hastalar tarafından tolere edilmektedir.
Lenfomada En Etkin Tedavi Seçeneği: Kemik İliği Nakli
Lenfoma tedavisinde kemik iliği veya kök hücre nakli sıklıkla kullanılmaktadır. İki tip kemik iliği bulunmakta ve bunların; otolog denilen kişinin kendi kök hücresinden yapılan ve allojenik yani bir başka kişinin kök hücresi kullanılarak yapılan nakillerin yapılmasını sağlamaktadır. İkisinin yapılış amaçları birbirinden farklıdır. Genel olarak kemik iliği veya kök hücre nakli yapılmasının temel amacı şudur; kemik iliği veya kök hücre nakli başlangıç tedavisi değildir. Hastaya tanı konur konmaz lenfoma tedavisi için kemik iliği nakli gerçekleştirilememektedir. Lenfoma tedavisinde önce kemoterapi, immünoterapi ve radyoterapi ile hastalığı yok etmek ya da baskılamak amaçlanır, ardından alınan yanıta göre gerekli görüldüğünde nakil yöntemine başvurulur. Bazı hastalıklarda daha başlangıç seviyesinde standart tedavi verilse ve bunda başarı sağlansa bile hastalık bir süre sonra büyük olasılıkla tekrarlayacaktır. Bu tip hastalarda tekrarlama riskini en aza indirebilmek için kök hücre nakli yapılmaktadır.
Lenf Kanseri Lenfoma Tedavisi: Otolog Kök Hücre Nakli
Standart bir tedavi ile hastalık yok edilse bile gözle görülmeyen mikroskobik düzeyde kanser hücreleri geride kalmakta ve bunların çok yüksek dozlarda kemoterapi ile yok edilmesi gerekmektedir. Bu tedavi nedeniyle kan hücrelerini yapıcı kemik iliği de etkilenmektedir. İşte bu sebeple lenfoma tedavisi öncesi hastanın kendi kök hücreleri çeşitli yöntemlerle alınır ve özel işlemlerden geçirdikten sonra dondurularak saklanır. Sonra hastaya çok yüksek dozda kemoterapi uygulanır. Tedavi bittikten sonra önceden saklanan hastanın kendi kemik iliği hücreleri yine hastaya nakledilir. Bu hücreler kemik iliğine yerleşir ve orada çoğalarak kan üretmeye başlar. Yani bypass yapılmış ve o hücreler kurtarılmış olur. Ancak otolog nakil her zaman yapılamayabilir. Kemik iliğinde tutulum olan hastaların kendi kemik ilikleri alınamadığından öncelikle %25 uyum şansı olan kardeş ya da anne baba ile gerekirse de kemik iliği bankasına başvurulmaktadır.
LENF KANSERİNDE MORAL ÇOK ÖNEMLİ
Hastanın olumlu bir bakış açısına sahip olması ve iyileşeceğine inanması, lenfoma tedavisine yardımcı olacağı için moral doktor açısından da önemlidir. Moral tek başına lenfomayı yenmede etkili olmasa da hastanın tedavi sürecine uyumunu sağlamaktadır. Hasta lenfoma tedavisine ne kadar uyarsa ve iyileşeceğine, hayatta kalacağına ne kadar inanırsa başarı şansı doğal olarak artmaktadır.
LENFOMA KANSERİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR
Kilo Kaybı ve Gece Terlemesi Lenf Kanseri Belirtisi mi?
Lenfoma belirtilerinden olan lenf bezleri şişliği, göğüs kafesi veya karın boşluğunda da görülebilir.
Buradaki kitlenin ne kadar büyüdüğü direkt olarak fark edilemeyebilir. Ancak bunun yarattığı basınç hastada şikayetler oluşturabilir. Göğüs kafesinde büyüyen lenf, göğüs ağrısı, kuru öksürük ve nefes darlığı gibi sıkıntılara yol açabilir. Karın bölgesinde büyüyen bir kitle ise mide ve bağırsak sisteminin çalışmasını olumsuz etkiler. Karın ağrısı, ishal, kabızlık ve sindirim bozuklukları da yine lenfoma belirtilerindendir. Bazı hastalarda ateş, kilo kaybı, gece terlemesi gibi kanserin sistemik etkilerine bağlı şikâyetler de olabilir. Hasta bu belirtiler ile geldiğinde klinik olarak lenfomadan şüpheleniliyorsa, büyüyen ve saptanabilecek bir kitlenin varlığını anlamak için muayene edilir. Beraberinde görüntüleme yöntemleriyle hastanın vücudunda herhangi kitle ya da lezyon olup olmadığına bakılmalıdır. Ancak lenfoma sadece lenf bezlerinin büyümesiyle ortaya çıkmaz. Karaciğer, dalak, mide bağırsak sistemi ve akciğeri de tutabilir. Organ tutulumları oluşabilir. Kemik iliği de bu hastalıklar tarafından tutulum gösterebilir. Çünkü vücuttaki her doku, lenfoma tarafından tutulabilecek potansiyele sahiptir.
Lenfomanın belirtileri; alerjik öksürük, astım atakları ve sinüzit şeklinde de ortaya çıkabilir. Çünkü lenfomadaki belirti ve bulguların hiçbiri, yalnızca hastalığa özgü değildir. Birçok başka hastalıkta da aynı belirtiler olabilir. Bazen lenf kanserinin belirtisi kendisini romatizmal hastalıklara benzer şekilde de gösterebilir. Hasta romatizmal hastalık şikayetleri hastaneye başvurabilir ve yapılan araştırmalar ile durum ortaya çıkabilir. Kısaca lenfoma, her hastalığı taklit edebilmektedir. Bu nedenle lenfoma belirtileri önemsenmelidir.
Lenf kanseri belirtilerinden biri de bademciklerin her ikisinin de şişmesinden çok ikisinden birinin büyümesidir. Asimetrik bir büyümenin lenfoma olma riski daha yüksektir. Bademcik aslında lenfoid bir dokudur. Lenf bezi gibi o da ağzın iç kısmında, boğaz bölümünde yer alan lenfoid doku ve bu sistemin bir organıdır. Orada o bölgeyi tutup büyümeye yol açabilir. Bademciklerin büyümesi öncelikle bir enfeksiyonu düşündürdüğü için hastaya enfeksiyon tedavisi verilmektedir. Beklenen, örneğin 10 günlük bir süreçte ilaç kullanıldığı halde herhangi bir iyileşme görülmüyorsa, o zaman altta yatan başka nedenler araştırılmalıdır.
Hastanın Vücudu Başkasının Kök hücrelerini Reddedebilir Mi?
Allojenik yani başkasından alınan kök hücrelerinin nakledilme işleminin ise bazı avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Otolog nakle göre temel felsefe aynı gibi görünse de, yabancı bir kişinin hücreleri nakledildiğinde doku uyumları tam olsa da saptanamayan doku uyuşmazlıkları yüzünden, hastanın kendi dokularına ve organlarına zarar verebilir. Nakledilen bağışçı kaynaklı savunma hücreleri, hastanın dokularını yabancı gibi algılayıp organlarına zarar verebilir. Bu da hastanın yaşamını tehdit edebilir. Bunu engelleyebilmek için uzun süre bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar kullanmak gerekir. Hastalar bu ilaçların yan etkileriyle de mücadele etmek zorundadır. Başkasından alınan kemik iliği hücrelerinin iyi bir yanı da o lenfoid hücrelerin, hastadaki kanser hücrelerini de algılayıp onları yok edebilmesidir. O nedenle allojenik nakillerde o hücreler ve ilaçlarla bir takım ince ayarlar yapılarak, nakledilen hücrelerin hastanın kanser hücrelerini yok etmesini sağlamayı ama hastaya zarar verici etkisini de mümkün olduğunca engellemeye çalışılmaktadır. Bu dengenin iyi tutturulabilmesi, çok başarılı bir allojenik nakil ile hastalığın tekrarlama şansını son derece azaltmaktadır.
Lenfoma Yaşam Süresi Ne kadardır?
Lenfomaların klinik seyri hızlı ve yavaş olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hızlı seyirli lenfomalar çok kısa sürede ortaya çıkmaktadır. Kitle çok kısa sürede büyüyerek, aylar hatta haftalar içinde kendini gösterebilir. Yavaş seyirli olanlarında ise kitlenin büyüme hızı oldukça yavaştır. Aylar hatta yıllar sürebilen bir süreci kapsayabilir. Lenfoma yaşam süresi de değişkendir. Hızlı seyirli lenfomalar tedavi edilmediğinde hasta aylar ya da haftalar içinde kaybedilebilir. Yavaş seyirli olanlarında ise hiç tedavi olmasa bile hasta uzun süre hatta 15-20 yıl yaşayabilir. Bu nedenle iki farklı lenfoma grubunda hastaya uygulanan tedavi yaklaşımı da farklı olmaktadır. Hızlı seyirli lenfomalarla birlikte bir yaşam mümkün olamayacağı için, hedef mutlaka hastalığı yok etmek ve tam iyileşme üzerine kurulmalıdır. Yavaş seyirli olanlarında ise çoğu zaman düzenli takip yeterli olmaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
MEME KANSERİ NEDİR?
Meme kanseri, meme dokusundaki süt kanalını oluşturan ve süt yapıcı hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalmasıyla ortaya çıkmaktadır. Meme kanseri kadınlarda görülen kanserlerin %33’ünü oluşturmaktadır. Tüm kanser hastalarının ise %20’sini tehdit etmektedir. Günümüzde her 8 kadından 1’i hayatı boyunca meme kanseriyle karşı karşıya kalma riskiyle yaşamaktadır.
Meme kanseri, meme dokusu içinde süt kanalları içerisinde oluşan kanser hücreleridir. Meme kanserlerinin yüzde 80’i invaziv duktal karsinomdur. Invaziv duktal karsinom, meme kanserinin süt kanallarında ortaya çıktığını gösterir. Meme kanserinin yüzde 20’si de invaziv lobüler karsinomdur. Bu türde ise meme kanseri süt kanallarında değil, süt bezlerinde gelişir. Meme kanserine neden olan hücrelerin çoğalması ve büyümesi oldukça zaman alır. Ancak çoğaldıktan sonra hücreler lenf ve kan yoluyla vücudun diğer organlarına yayılabilir. Meme kanserinde en önemlisi kanserin kan ve lenf yolu ile diğer organlara yayılmadan tanının konmasıdır. Bu aşamada konulan bir tanı ile tedavi oranı çok yüksektir. Bu nedenle meme kanserinde erken teşhis çok önemlidir.
Erken teşhisin sağlıklı bir yaşamın devamlılığını sağladığı meme kanserinde meme kanseri hücrelerinin lenf nodlarına yayılım gösterip göstermediğini tespit etmek oldukça önemlidir. Bu hastalığın seyrini etkileyen önemli bir kriter olan lenf nodları, memenin yapısında oluşan bir kanserli hücrenin sıçraması durumunu meydana getirir. Bu sıçrama kanserli hücrelerin farklı iç organlara yayılım göstermesi ve hastalığın şiddetinin olumsuz seğirmesine sonuç olabilir.
MEME KANSERİ NEDEN OLUR?
Meme kanseri kadınlara oranla erkeklerde çok nadir görülmektedir. Ancak hastalık geliştiğinde seyri kadınlarda görülen meme kanserine göre daha hızlı ve kötü olabilmektedir. Her 100 meme kanserinin 1’i erkeklerde görülmektedir. Meme kanserinin nedeni tam olarak bilinmese de; kalıtım, beslenme şekli, sosyoekonomik durum, regl durumu, doğumlar, doğum kontrol hapları gibi birçok faktörden bahsedilebilir.
Meme kanserinin görülme sıklığı yaş ilerledikçe artar. En çok 50-70 yaş aralığında görülen meme kanserinde risk, ailede meme kanseri öyküsü bulunduğunda artmaktadır. Anne ya da kardeşte meme kanseri görüldüğünde hastalık riski 3 kat artar. Bu nedenle aile hikayesinde meme kanseri olan kişilerin kontrollerini özellikle 40 yaş ile birlikte sık sık yaptırmaları gerekmektedir. BRCA1 ve BRCA2 genlerinde bozulma yani mutasyon var olan kişilerin hem meme hem de yumurtalık kanserine yakalanma ihtimali riski yüksektir. Menopoz sürecinde 5 yıldan fazla hormon ilacı kullanmak da meme kanseri riskini artıran faktörlerden biridir.
MEME KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR? KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Meme kanseri risk faktörlerinin en önemlileri değiştiremeyeceğimiz risk faktörleridir. Özellikle aile hikayesinde meme kanserinin olması, meme kanseri risk faktörlerinin başında gelmektedir. Birinci derece bir akrabada 50 yaşından önce görülen meme kanseri, kişinin meme kanserine yakalanma ihtimalini 3 kat artırmaktadır. 2. derece akrabalarda görülen meme kanseri de önemli meme kanseri risk faktörlerindendir. Ayrıca ailede ne kadar fazla kişi meme kanserine yakalanmış ve ne kadar erken yaşta yakalanmışlar ise o kadar risk artar. Meme kanserinde bir diğer önemli risk faktörü ise meme dokusunun yoğun olmasıdır. Meme dokusu içerisinde yağ oranı daha az olan kişilerde meme kanseri riski daha çok artmaktadır. Meme dokusunun yoğunluğunu ise mamografk ve sonografik yöntemlerle ölçülebilir. Özellikle lenfoma hastalarında göğüs çevresine yakın uygulandığı için maruz kalınan radyoterapi de meme kanseri için sayılabilecek risk faktörleri arasındadır. Bu nedenle özellikle lenfoma hastaları olmak üzere radyoterapi tedavisi alan hastaların tedaviden sonra hayat boyu kontrollerini sıkça yaptırmaları önerilmektedir.
Kadınlarda meme kanseri oluşumunda risk faktörü sayılan erken adet görme de önemsenmelidir. Özellikle 11 yaşından önce adet görenler, geç menopoza girenler meme kanserine yakalanma konusunda daha riskli durumda kabul edilirler. Emzirmemek ya da ilk hamileliğini 30 yaşından sonra yaşamak, aşırı alkol tüketmek ve fazla kilolu olmak da meme kanseri risk faktörleri arasındadır. Ayrıca özellikle menopoza girdikten sonra, menopozun etkilerini azaltmak için kullanılan östrojen hormonu da meme kanseri riskini 1.5. kat artırmaktadır.
Diğer meme kanseri risk faktörleri şöyle sıralanabilir:
- Meme kanserinde kadın olmak birinci derece risk faktörüdür.
- Ailede meme kanseri öyküsü bulunan kişinin meme kanserine yakalanma riski diğer insanlara göre daha fazladır.
- Yaş ilerledikçe meme kanseri görülme riski artar.
- Beyaz tenli kadınlar, esmer tenli kadınlara göre %20 daha fazla risk altındadır.
- Meme kanseri vakalarının %5-10’u genetiktir. Aileden geçen bozuk genler (mutasyon) sonucu oluşmaktadır. Genetik meme kanserinin en sık rastlanan nedeni, BRCA1 ve BRCA2 genlerinde genetik mutasyondur. BRCA mutasyonuna sahip aile üyeleri için risk, %80 oranındadır.
- 15 yaşından önce radyoterapi tedavisi görmek, 40 yaşından sonra meme kanseri olma riskini %35’e çıkarmaktadır.
- 55 yaş ve üstü kadınların 3’te 2’sinde, yayılma gösteren meme kanseri bulunmaktadır.
- Yaşlanma veya yaşam şekli gibi faktörler, meme kanseri riskini zaman içinde değiştirebilir.
- Uzun süreli fazla sigara tüketiminin meme kanseri riskini artırdığı tespit edilmiştir.
- Fiziksel aktivite ve düzenli spordan uzak, hareketsiz bir yaşam meme kanseri oluşum riskini artırmaktadır.
- Şişmanlık, doğurganlık çağındaki kadınlarda meme kanseri riskini 2 katına çıkarır.
- Ailesinde meme kanseri olanlarda doğum kontrol hapı kullanımı, kanser riskini 3 kat artırabilmektedir.
MEME KANSERİNDEN KORUNMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Meme kanserinden tamamen korunmak söz konusu değil. Sigara ve alkolden uzak durmak, sağlıklı beslenmek, egzersiz yapmak gibi değiştirilebilir faktörler ile görünme sıklığı azaltılabilir.
MEME KANSERİ TÜRLERİ NELERDİR?
Meme kanseri türleri biyopsi ile alınan doku üzerinde yapılan patoloji incelemesi sonucunda belirlenir. Meme kanserinin birçok türü bulunmasına rağmen genel olarak iki ayrı başlık altında değerlendirilmektedir:
- Meme kanallarını oluşturan hücrelerde oluşan duktal karsinom
- Memenin süt bezlerinde oluşan lobüler karsinom
Duktal ve lobüler karsinomlar kendi içlerinde yayılma göstermeyen non-invaziv/in situ tümörler ve yayılma özelliği olan invaziv tümörler olarak ikiye ayrılmaktadır.
Noninvaziv ve invaziv kanser türlerinin farklılıklar nelerdir?
Kanser iki şekilde sınıflandırılmaktadır. İnvaziv ve noninvaziv olarak ayrılan kanserler kendi içlerinde farlılık göstermektedir. Başlangıç evresinde oluştuğu dokuda kalarak, vücutta yayılım göstermeyen kanser türleri noninvaziv kanser olarak tanımlanmaktadır. İnvaziv kanser ise noninvaziv kanserin tersine, başlangıç evresinde oluştuğu dokuda sabit kalmayarak yayılım göstermektedir. Meme kanseri sıklıkla süt üreten bezlerde ya da süt kanallarında gelişmektedir. Lobüllerde, süt bezlerinde veya süt kanallarında yayılım gözlenmediği takdirde kanserin invaziv olmadığı düşünülmektedir. Noinvaziv kanser başlangıç evresinde yayılım göstermese dahi, zaman içerisinde yayılım gösteren invaziv kansere dönüşebilmektedir. Aynı zamanda tekrarlama ihtimali yüksek olan noinvaziv kanser uzun dönemde kontrol ve gözlem gerektirmektedir. İnvaziv kanserlerin geliştiği dokuda kalmayarak geniş alanlara yayılması, kanserin metastaz yapmasına ve hayati tehlike riskinin artmasına neden olmaktadır. Kanser hücreleri yayıldıktan sonra orijinal tümör oluştuğu yerden başka bir yere yapışmakta ve ikincil bir tümör oluşumuyla sonuçlanabilmektedir. Her kanser türünde olduğu gibi, meme kanserlerinde de erken teşhis çok önemlidir. 20 yaşından itibaren tüm kadınların aylık olarak düzenli meme kontrollerini yapması, ilerleyen dönemlerde meme kanserinin olumsuz sonuçları ile ilgili riskleri azaltmaktadır. Erken teşhis sayesinde kanserin seyri belirlenerek tedavi şekilleri uzman hekimlerce kişiye özel olarak uygulanmaktadır. İmmünoterapi, kemoterapi, hormon tedavisi, radyasyon, ameliyat ve hedefe yönelik ilaç tedavisi gibi yöntemler ile noinvaziv ve invaziv kanser türlerine karşı seçenekler sunulmaktadır.
Duktal Karsinoma In Situ
Elle muayenede belirlenemeyen, mamografide düzensiz yapısı ve kireçlenmelerle kendini gösteren bir kanser türüdür. Bu hastalığa sahip olan kişide meme başı akıntısı da olabilir.
Lobüler Karsinoma In Situ
Her iki memede de kanser oluşma riskini 8-10 kat artıran önemli bir tablodur. Bu durumda olan hastalar düzenli olarak kontrol ve yakın takip altında tutulmaktadır. Aynı zamanda hastaya koruyucu ilaçlar da verilmektedir.
Bazı hastalarda koruyucu amaçlı olarak her iki memenin alınması ve meme dokusu içinin boşaltılması gibi işlemler yapılabilmektedir. Hastanın kozmetik açıdan herhangi bir sorun yaşamaması için uygulanan cerrahi yollarla protez ve meme rekonstrüksiyonu gibi işlemler de hastaların sosyal yaşamlarına olumlu katkı sağlamaktadır. 10 yıl öncesine kadar sadece 2 grupta sınıflandırılabilen meme kanseri günümüzde, 4 değişik alt grupta toplanmaktadır. Ayrıca farklı tedavi stratejileri ile bireyin tümörüne özgü tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. 10 yıl öncesine kadar meme kanseri sadece 2 grupta sınıflandırılabilen meme kanseri günümüzde, 4 değişik alt grupta toplanmaktadır. Ayrıca farklı tedavi stratejileri ile birey ve bireyin tümörüne özgü tedavi yöntemleri geliştirilmiştir.
Invaziv (Yayılım Gösteren) Karsinoma
Kanser başlangıç yeri olan hücrenin üst katmanından daha ileri yayılma göstermesi ile invaziv kanser türü oluşur. Meme kanserlerinin çoğu, invaziv karsinomdur. Yayılma özelliği gösteren kanserler arasında, meme kanallarını oluşturan hücrelerden ortaya çıkan duktal karsinom en sık rastlanan meme kanseri tipidir.
Inflamatuvar Meme Kanseri
Meme kanserinin en hızlı ve kötü seyirli tipi olarak bilinmektedir. Memeyi tamamen saran iltihabi hastalıklarıyla belirtileri benzerlik göstermektedir. Kitle belirtisi vermez ve bazen de yalnızca kızarıklık ve sertlik gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Antibiyotik tedavisine rağmen iyileşmeyen meme hastalıklarında mutlaka altta yatan bir kanser olup olmadığı araştırılmalı, aksi ispatlanana kadar hastanın kanser olduğu düşünülerek gerekli tetkik ve incelemeler yapılmalıdır.
MEME KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Meme kanseri belirtilerini bilmek, meme kanserini erken evrede yakalamak ve tedavinin başarıya ulaşması için çok önemlidir. Meme kanseri belirtileri arasında en belirgini memede ele gelen kitledir. Ele gelen kitle meme dışında koltuk altında da olabilir. Eğer kitle büyümüş ise meme ucuunda çekilme de göğüs kanseri belirtilerindendir. Çok nadir görülse de, meme ucundan kanlı ya da kansız akıntı da meme kanserini işaret edebilir. Meme kanserine neden olan tümör çok büyürse, meme derisinde ödem oluşur ve şişme görülebilir. Aynı zamanda kızarıklık ve portakal görünümü de karşılaşılan göğüs kanseri belirtilerindendir. Eğer meme kanseri yayılmış ise yayıldığı bölge ile ilgili şikayetler de görülebilir. Meme kanseri belirtileri farkındalığı meme kanserinin ilerlemesine engel olabilmek adına çok önemlidir. Bu nedenle kişinin kendi meme yapısını tanıması ve risk faktörlerini bilmesi gerekir. Meme kanseri belirtilerini fark edebilmek için her kadın 20 yaşından sonra kendi meme muayenesini yapmaya başlamalıdır. Kendi kendine meme muayenesi adet bitiminden 5-7 gün sonra; adet görmeyen kadınlar ise ayda bir belirdikleri yapılmalıdır.
Meme kanseri belirtileri şöyle sıralanmaktadır:
- Memede; genellikle ağrısız, sert yapılı, hareket ettirilebilen veya yerinden oynamayan, zamanla büyüyebilen yapıda ve karakterde ele gelen şişlikler.
- Gözle görülebilir meme boyutunda veya şeklinde değişiklik, memede şekil bozukluğu,
- Meme cildinde kızarıklık, morluk, yara, damar genişlemesi, içeri doğru çöküntü, yaygın küçük şişlikler, portakal kabuğu görünüşü gibi noktasal çekintiler.
- Meme başı ve çevresinde, renk ve şeklinde değişiklik, meme başında genişleme, düzleşme, içe çökme, yön değiştirme, kabuklanma, çatlaklar ve yaralar.
- Meme başından kanlı veya kansız akıntı gelmesi, meme başı akıntısı,
- Koltuk altında görülebilen, elle fark edilen ağrılı ya da ağrısız şişlikler.
Ancak unutmayın ki; risk faktörüne sahip olmanız, o hastalığa yakalanacağınız anlamına gelmez.
MEME KANSERİ TEŞHİSİ
Meme kanserinin erken teşhisi çok önemlidir. Her kadın 20 yaşından itibaren memesini tanımalı, aylık düzenli kontrollerini ve 40 yaşından itibaren de mamografi takibini yapmalıdır. Memedeki her 10 kitleden 8’i iyi huyludur; yani kanser değildir
Erken teşhis edilen meme kanserinde hem tedavi çok kolay hem de başarı şansı çok yüksektir. Örneğin Evre 0’da yakalanan meme kanserinde başarı şansı ve hastalığın bir daha tekrar etmeme olasılığı %96’dır. Evre I’de başarı oranı % 93, Evre II’de % 85 şeklindedir. Ne kadar erken evrede teşhis edilirse başarı şansı da o kadar yükselmektedir. Erken teşhis için her kadının 20 yaşından itibaren ayna karşısında ayda bir kez, kendi kendine meme muayenesi yapması gerekmektedir. 35 ile 40 yaş arasında kadınlar ilk meme ultrasonunu çektirmeli, 40 yaşından sonra da yılda 1 kez mamografi yaptırmalıdır.
Meme kanseri teşhisinde görülen her 10 kitlenin 8’i iyi huyludur. Bunların çoğu genç yaşlarda görülen fibroadenom veya kist denilen kanser olmayan kitleler ve orta yaşlarda görülen fibrokistik kitlelerdir. Memedeki kitlenin ağrılı ya da ağrısız olması bunun kanser anlamına gelmez. Ancak memede ele gelen farklı bir yapı veya kitlenin ne olduğunun mutlaka aydınlatılması kitle fark edildiğinde mutlaka doktora başvurmak gerekir. Son yıllarda toplumda meme kanserine karşı farkındalık yaratmak amacıyla yapılan sosyal sorumluluk kampanyaları ve bilinçlendirme programları, meme kanserinde erken tanı için kişinin kendi kendine meme muayenesi yapmasının önemine işaret etmektedir.
MAMOGRAFİ VE TOMOSENTEZ MAMOGRAFİ: Meme kanseri teşhisinde ve tarama programlarında dijital mamografi ve tomosentez cihazları kullanılmaktadır. Tomosentez, düşük doz X ışınlarının kullanıldığı ve yüksek çözünürlüklü görüntülerin elde edildiği bir teknolojidir. Mamografi teknolojileri sayesinde meme kanseri erken dönemde teşhis edilebilmekte ve tedavi planlaması buna göre yapılabilmektedir.
USG: Meme de bulunan kanserli hücrelerin tespitinin sağlanması için ses dalgaları aracılığıyla meme dokusu incelemesini gerçekleştiren, gelişmiş teknolojik alt yapıya uygun görüntüleme sistemi olarak tanımlanmaktadır. Ultrason çekimi öncesi ön hazırlık gerektirmeyen bu sistem aynı zamanda radyasyon içermemektedir. Meme kanser tespiti için kullanılan bu sistem aynı zamanda oluşan kitlenin katı ya da sıvı şekilde olup olmadığını göstermektedir. Meme dokularında oluşan anomalilerin incelenmesinde her yaş aralığında sıklıkla kullanılan başvurulan görüntüleme sistemi olarak da bilinmektedir. Sonuçlar ise çekimden kısa süre sonra çıkmaktadır.
MR: Manyetik Rezonans ya da MR meme kanseri incelemelerinde tercih edilen görüntülüme tekniklerinden biridir. Yumuşak doku incelemelerinde ilaç eşliğinde görüntüleme yapılmaktadır. İlaç eşliği nedeni ile böbrek hastaları için bu görüntüleme tekniği kullanılmamaktadır. Cihaz ortasına yerleştirildikten sonra koil diye adlandırılan platinden yapılmış bir çeşit tel olarak tanımlanan alan içerisine memeler yerleştirilmektedir. Güçlü manyetik bir alt yapıya sahip olan bu cihaz MR çekim öncesi rahat kıyafet giyimi gereksinimi oluşturabilmektedir. Kolye, küpe, bilezik, saat vb. parçalar görüntüleme öncesi çıkarılmalıdır. Meme dokusu incelemelerinde kadınlar için ideal zaman dilimi regl döngüsüne 7 ila 10 gün kala olarak belirtilmektedir. Bu çekimler yaklaşık 40 dk veya 1 saat sürebilmektedir. Görüntüleme sonrasında, ilaç eşliğinde MR çekimi gerçekleştiği için bol su tüketimi önerilmektedir. Su tüketimi ile ilaç etkisinin kırılması ve bu maddelerin vücuttan atılması sağlanmalıdır. Sonuçlar ise sağlık kuruluşlarının yoğunluğuna göre kısa sürede verilebilmektedir. Memorial Sağlık Grubu hastanelerinde 1,5 Tesla MR ve 3 Tesla MR kullanılmaktadır.
PET – CT: Gelişmiş teknolojik görüntümle yöntemlerinden biri olan PET- CT kanser hücrelerinin saptanması, tedavi yöntemlerinin belirlenmesi gibi kanser evresinde kullanılan en kıymetli radyolojik yöntem olarak nitelendirilebilir. Kansere neden olan kitlenin iyi veya kötü huylu olduğunu tespit etmek içinde gereklidir. Tümör büyüklüğü kanserin vücuda yayılımını kolaylaştırmaktadır. Bu risk oranının saptanması ve hastalığın yaygınlığının saptanması açısından oldukça önemlidir.
PET-CT çekimi öncesi bir takım hazırlıklar gerekmektedir. Bu hazırlıkların başında ise çekim öncesi 6 ila 8 saatlik bir zaman dilimi kadar besin tüketiminin sonlandırılmış olması gerekmektedir.
Meme Sintigrafisi: Sintigrafi ağrısız, güvenilir, yan etki ve alerji oluşturması minimum seviyede bulunan inceleme yöntemleridir. Az miktarda radyoaktif maddeler oral yollardan, damardan vb. verilmektedir. Kanserli odakların farklı organlara yayılımını sintigrafik yöntemlerle değerlendirmek mümkündür. Meme kanserlerinde bekçi lenf düğümlerin tespit edilerek bu düğümlerin çıkarılmasına yol gösterici olmaktadır. Sintigrafi öncesi farklı hastalıklar için kullanılan ilaçlar doktor onayı ile kesilebilir. En az 6 saatlik açlık durumu ile çekim gerçekleştirilmelidir. Yaklaşık 30 dk sürecek bu çekimlerde hareketsiz kalmak önemlidir. Önlük, giysi vb. kıyafet değişikliği gerekmemektedir.
MEME KANSERİNDE ERKEN TEŞHİS YÖNTEMLERİ
- Kendi kendine meme kontrolleri
- Yıllık mamografi
- Doktor muayenesi
- Genetik testler
Meme kanserinden korunmak ve erken evrede meme kanserini yakalamak için meme muayenesi çok önemlidir. Göğüs kanseri, meme içinde küçük bir kitleyken müdahale edildiğinde %100’e yakın oranda başarı ile tedavi edilebilmektedir. Meme kanserini diğer kanserlerden ayıran bir başka özellik de “kanser tarama programları” içinde değerlendirilebilir oluşudur. Bu nedenle meme ile ilgili hiçbir şikayeti veya kitlesi olmayan kadınlar, tarama yöntemlerini önemsemelidir.
KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ NASIL YAPILIR?
Kadınların düzenli olarak ayna karşısında her ay kendi memelerini muayene etmesi pratik bir yöntemdir. Meme muayenesi her ay adetin bitiminden 4-5 gün sonra yapılmalıdır. Menopoza girenler, rahim veya yumurtalık ameliyatı olan kadınların periyodik olarak ayda bir kez aynı günlere denk getirecek şekilde meme muayenesini yapmaları gerekmektedir. Meme muayenesinde, memesinin simetrisine, meme başında bir akıntı olup olmadığına, herhangi bir deformitenin varlığına, cilt değişikliklerine, ele bir kitlenin gelip gelmediğine dikkat edilmelidir.
3 ADIMDA MEME MUAYENESİ
Ayna Karşısında Muayene
Kollarınızı yukarı doğru kaldırın. Her iki memenizde herhangi bir düzensizlik, deri çekintisi veya çöküntüsü, meme ucunda yara, kabuklanma, meme ucunda çekilme, memede değişiklik olup olmadığını kontrol edin. Ellerinizi belinize koyarak kuvvetlice aşağı doğru bastırın. Aynı anda göğüs kaslarınızı iyice kasın. Aynadan meme derinizde çekilme olup olmadığını kontrol edin. Kontrolünüz sonucu memelerinizin birbirine eşit olmadığını görebilirsiniz. Bu, olağan bir durumdur ve hastalık belirtisi olarak görülmemelidir. Ancak şüphelendiğiniz bir oluşum varsa mutlaka doktora görünmelisiniz.
Duş Yaparken Muayene
Ayakta sol memenizi muayene ederken, sol elinizi başınızın üzerinde tutun. Sağ elinizle yukarıdan aşağıya doğru ve aşağıdan yukarıya doğru sol memenizi bastırarak muayene edin. Sağ elinizle sol memenizin dış tarafından meme başına doğru ışınsal veya daireler çizecek şekilde bastırarak muayene edin.
*Aynı işlemleri sağ memeniz için sol elinizi kullanarak yapın. Meme içinde fındık ya da ceviz büyüklüğünde farklı bir sertlik olması durumunda doktorunuza bildirin.
Sırtüstü Yatarken Muayene
Sağ memenizi muayene ederken, sağ omzunuzun altına yastık yerleştirin ve sağ elinizi başınızın arkasına koyun. Sol elinizle yukarıdan aşağıya doğru ve aşağıdan yukarıya doğru sağ memenizi bastırarak muayene edin. Sol elinizle sağ memenizin dış tarafından meme başına doğru ışınsal veya daireler çizecek şekilde bastırarak muayene edin.
*Aynı işlemleri, sol memeniz için sağ elinizi kullanarak yapın. Meme içinde fındık ya da ceviz büyüklüğünde farklı bir sertlik olması durumunda doktorunuza bildirin.
Her iki memenin, meme uçlarını nazikçe sıkın. Meme ucunda akıntı olup olmadığını; oluyorsa açık renkli mi kanlı mı olduğunu kontrol edin. Fark ettiğiniz herhangi bir şişliği, kalınlaşmayı veya akıntıyı doktorunuza bildirin.
Mamografi
Meme kanserinde erken teşhis için memesinde herhangi bir değişiklik fark etmeyen 40 yaş üzerindeki her kadın yıllık mamografi çektirmelidir. Böylece meme kanserinin ele gelen büyüklüğe ulaşmadan yakalanması mümkün olur. Bununla birlikte daha sonraki mamografi çekimlerine referans olması için 30’lu yaşlarda en az bir mamografi çektirilerek filmin saklanması önerilmektedir. Ailesinde hiç göğüs kanseri olmayanlar 35 yaşından sonra, ailesinde kanser öyküsü bulunanlar ve genetik meme kanseri riski altında olanlar ise 25 yaşından sonra ilk ultrasonografilerini yaptırmalıdır. Bu kişiler ilk ultrason yaptırdıkları yaştan itibaren her yıl düzenli olarak ultrason takibi altında olmalıdır.
Doktor Muayenesi
Meme kanserinin erken evrede fark edilmesi ve teşhisi için düzenli doktor takibi çok önemlidir. Hiçbir şikayeti olmasa bile 40 yaşından sonra tüm kadınların doktora başvurarak muayene olması gerekmektedir. “Meme kanseri teşhisi için hangi doktora gitmeliyim?” sorusu en sık araştırılan konulardandır. Meme kanseri tanı ve tedavi süreci meme kanseri konusunda uzman genel cerrahlar tarafından yürütülmektedir. Kadın sağlığı ve ya genel sağlığınız konusunda rutin takiplerinizi yürüten doktorunuz da meme kanserinin erken tanısı için gerekli tetkikleri isteyebilir.
MEME TARAMASI NE SIKLIKLA YAPILMALIDIR?
35-40 yaş arasında bir kez mamografi ve ultrasonografi yaptırmalısınız. Bu, “Temel mamografi” olarak adlandırılır. 40 yaşından sonra ise rutin mamografi taraması yaptırmanız gerekir.
MEME KANSERİ EVRELERİ
Meme kanseri yavaş ilerleyen bir kanser türüdür. 5-7 yıl içerisinde 1 cm büyüklüğe erişen tümör, önce lenf kanalları ile koltuk altı lenf bezlerine sonrasında ise kan yoluyla karaciğer ve kemik gibi uzak organlara yayılabilir. Tümörün hangi aşamada olduğu ve nerelere yayıldığını öğrenmek için evreleme yapılır ve tedaviye buna göre karar verilir. Meme kanserinde evreleme için TNM isimli bir sistem kullanılır. Buna göre T tümör çapını, N hastalıklı koltuk altı lenf bezi sayısını, M ise uzak yayılım (metastaz) durumunu belirtir. Meme kanserinde 4 evreden bahsedilebilir. Evre I, II ve bazı evre III tümörler erken evre göğüs kanseri kabul edilir. Evre III tümörlerinin bir kısmı ile evre IV tümörleri ise meme kanserinde ileri evre olarak adlandırılır. Göğüs kanserinde evreleme yaparken tümörün büyüklüğü, çevredeki lenf nodlarına yayılıp yayılmadığı göz önüne alınır. Buna göre meme kanseri evrelerini şu şekilde tanımlayabiliriz;
Evre 0 – DCIS
Evre I : Tümör 2 cm’den küçük ve henüz lenf nodlarına sıçramamış.
Evre II : Tümör 2- 5 cm arasında bir büyüklükte olup çevredeki lenf nodlarına sıçramış ya da sıçramamamış olabilir.
Evre III: Çevredeki lenf bezlerine daha fazla yayılmış demektir
Evre IV: Diğer organlara (kemik, karaciğer, beyin, akciğer) veya kemiğe, uzaktaki lenf nodlarına metastaz yapmış demektir.
MEME KANSERİ TANI VE TEDAVİSİ
Son yıllarda, meme kanserinin tedavisinde kaydedilen önemli gelişmeler ve yeni tedavi olanakları; hastalığın erken teşhisi ve tedavi ile tamamen yok edilebilmesini sağlamaktadır.
Günümüzde meme kanseri tedavisinde kaydedilen önemli gelişmeler ve yeni tedavi seçenekleri ile hastalığın teşhisi ve tedavisi daha kolay ve başarılı hale gelmiştir. Meme kanseri tedavisinde öncelik memenin korunmasına yönelik tedavisi ve uygulamalardır. Erken evrede yakalanan göğüs kanserinde meme kaybı olmadan, gelişmiş tekniklerle hastalık yayılımı önceden tespit edilerek önlem alınabiliyor ve tümöre direk olarak müdahale edilmektedir. İleri evre meme kanserinde memenin cerrahi ile alınması söz konusu olduğu durumlarda plastik cerrahi teknikleri ile meme rekonstrüksiyonu (yeni bir meme) yapılabilmektedir. Meme kanseri erken tanı sayesinde %100’e yakın bir oranda tedavi edilebiliyor.
Meme kanseri tedavisi hastanın hangi evrede olduğuna bağlı olarak değişir. Evre 0’da ameliyat sonrası kemoterapi tedavisine gerek duyulmamaktadır. Çoğu zaman radyoterapi de tedaviye eklenir. Evre I ve II ‘de kitle küçük olduğu için önce ameliyat ardından kemoterapi uygulanıp uygulanmayacağına karar verilir. Evre III’te önce kemoterapi tedavisi uygulanır ardından hasta ameliyata alınır. Evre IV’te ise eğer kanser vücudun çok fazla bölgesine yayılmadıysa cerrahi düşünülebilir. Ancak kanser yayılımı fazla ise sadece ameliyat kesinlikle önerilmez. Sadece kemoterapi ve bazen radyoterapi tedavisi uygulanır. Yakın dönemde meme kanserine özel aşıların da yakın dönemde tedavide kullanılması beklenmektedir.
Cerrahi Yöntemler
Meme kanseri cerrahisinde öncelikle amaç, tümörün geride kalmayacak şekilde çıkarılması ve koltuk altına yayılım gösteren vakalarda lenf bezlerinin tümüyle alınmasıdır.
Mastektomi
Basit mastektomi: Bu işlem, total mastektomi olarak da adlandırılır. Meme uçları dahil tüm meme alınır, ancak koltuk altı lenf bezleri veya memenin altındaki kas dokuları alınmaz. Günümüzde çok fazla tercih edilmeyen bir yöntemdir.
Cilt koruyucu mastektomi: Bazı kadın hastalarda meme, cerrahi sırasında yeniden yapılandırılabilir. Bu işleme, cilt koruyucu mastektomi olarak adlandırılmaktadır. Memenin üstündeki derinin çoğu (meme ucu çevresi (areola) ve meme ucu dahil) dokunulmadan bırakılır.
Radikal Mastektomi: Bu geniş çaplı operasyonda tüm meme, koltuk altı bezleri ve meme altındaki pektoral (göğüs duvarı) kaslar alınır. Radikal mastektomi, geçmişte oldukça sık kullanılmış olan bir yöntemdir.
Meme koruyucu cerrahi
Meme kanseri erken teşhis edildiğinde daha çok memenin etkilenmiş kısmı alınır. Ancak, alınacak kısım tümörün büyüklüğüne, yerine ve başka diğer faktörlere bağlıdır. Lumpektomide sadece memedeki kitle ve etrafındaki dokular alınır. Radyoterapi, lumpektomiden sonra uygulanan bir tedavi yöntemidir. Hastaya adjuvan kemoterapi de verilecekse, genellikle kemoterapi tedavisi tamamlanana kadar radyoterapi geciktirilir. Kadranektomide, memenin dörtte biri alınır. Cerrahi sonrası genellikle radyoterapi verilir. Yine bu yöntemde de, kemoterapi verilecekse radyoterapi geciktirilir.
Lenf bezi cerrahisi
Meme kanserinin koltuk altı lenf bezlerine yayılımını belirlemek için bir veya birden fazla lenf bezi alınarak mikroskop altında incelenir. Bu inceleme, kanserin evrelenmesi, tedavi şeklinin ve sonuçlarının belirlenmesi için önemlidir. Lenf bezlerinde kanser hücreleri bulunursa, kanserin kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölgelerine yayılmış olma şansı yüksektir. Koltuk altındaki lenf bezlerinde kanser hücrelerinin varlığı, cerrahi sonrası eğer gerekli görülürse ne tür bir tedavi uygulanacağına karar verilmesinde önemli bir rol oynar.
Radyoterapi tedavisi
Meme kanserinde radyoterapi ile ameliyat sonrası koltukaltı ve meme bölgesine verilen ışınla, kalma olasılığı olan kanser hücrelerini yok etmeye hedeflenmektedir. Meme kanseri tedavisinde radyoterapi, memenin kalan dokusunu korumak amacı ile özellikle yenileme riski yüksek olan hastalarda ve meme koruyucu cerrahi yapılan hastalarda uygulanır. Meme kanseri ile mücadelede ışın teknolojisi olarak TrueBeam STx ve Elekta Versa cihazları önemli rol almaktadır.
Bu teknolojiler sayesinde göğüs kanseri alanındaki radyasyon onkolojisi uygulamalarında sadece kanserli hücrelere odaklanılmakta ve sağlıklı hücrelerin zarar görmesi önlenmektedir.
İlaç Tedavileri
Kemoterapi
Meme kanserinde kemoterapi çoğunlukla cerrahi sonrası uygulanır. Ameliyat sonrası herhangi bir kanserli hücre kalmamasına rağmen koruyucu bir önlem olarak bir süre daha kemoterapi tedavisi devam edebilir.
Hormonoterapi
Hormon tedavisinin amacı, kadın hormonlarına duyarlı meme kanseri vakalarında kanser hastasının hormon miktarını azaltmaktır. Östrojen hormonuna duyarlı olan bazı kanser hücreleri, daha hızlı büyür ve çoğalır. Bu tedavi yöntemi, östrojen etkisini ortadan kaldırarak kanserin gelişmesini önler.
Akıllı İlaçlar
Meme kanseri, farklı tedavi stratejileri ile bireye ve tümöre özgü tedavi gerektiren bir hastalıktır. Geçtiğimiz yıllarda klasik kemoterapi ilaçları ve hormon tedavileri dışında seçenekler bulunmazken, günümüzde daha yeni ve daha etkin kemoterapi ilaçları, damardan ve ağızdan hap şeklinde alınabilen hedefe yönelik akıllı ilaçlar ile yeni hormonal tedavi ilaçlarının birlikte kullanımı başarılı sonuçlar getirmektedir.
MEME KANSERİNE YAKALANMA RİSKİNİ AZALTMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Egzersiz şeklinde yapılan fiziksel aktivitenin, meme kanseri riskini azalttığına ilişkin kanıtlar artmaktadır. Haftada en az 1,25 – 2,5 saatlik hızlı yürüyüşler, kadındaki meme kanseri riskini %18 oranında azaltmaktadır. Eğer bu yürüyüş, haftada 10 saat olursa, risk oranı biraz daha azalmaktadır.
Bazı araştırmalarda, uzun süreli emzirmenin meme kanserini az da olsa azalttığını öne sürülmektedir. Araştırmalar, doğum kontrol hapı kullanan kadınların, kullanmayan kadınlara nazaran az da olsa meme kanseri riski taşıdığını göstermektedir. Hapların kullanımına son verildiğinde, risk oranı normale dönmektedir. Çok fazla hamilelik geçiren ve genç yaşta hamile kalan kadınlarda, meme kanseri riski azalır. Bunun nedeni ise, hamilelik döneminde duran adet döngüsüdür. Tedavi kararında meme kanserinin hangi alt grubu ile karşı karşıya olduğunuzu bilmek uygulanacak tedavinin başarısı açısından çok önemlidir.
MEME KANSERİ SONRASI YAŞAM
Hastaya, fiziksel yaşam kalitesi odaklı tedavi modelinin planlanması çok önemlidir. Hastaların çoğunda ameliyat (koltuk altı lenf bezleri alınması) sonrası omuz kısıtlılığı, bazen de lenf ödem ortaya çıkmaktadır. Doğru ve erken dönemde planlanan egzersiz ve rehabilitasyon programları sayesinde hastaların bu sorunları ortadan kaldırılmaktadır. Hastaların yaşam boyu süren takip programları sayesinde kalıcı omuz kısıtlılıkları ve lenf ödem ile karşılaşma ihtimalleri son derece azaltılabilmektedir.
Meme kanserini atlatan hastaların neredeyse %70’inde gözlenen cinsel ve psikolojik problemler, uzmanlar tarafından yönetilebilir ve hastalarda bu yönde gelişebilecek sorunlar ortadan kaldırılabilir. Hastalık boyunca devam edilen egzersizlere, ameliyattan kısa süre sonra tekrar başlanmalı ve düzenli olarak devam edilmelidir. Göğüs kanseri tekrarlarının çoğu ilk 3 yıl içinde görülmektedir. Bu nedenle tedavi sona erdikten sonraki 3 yıl boyunca hastaların, sağlık kontrollerini ayrıntılı bir şekilde takip etmeleri önemlidir. Meme kanserinin tekrarlama oranı %30 ameliyat alanında, %70 uzak organlarda olduğundan ihmal edilmemelidir. Hastalık boyunca devam edilen egzersizlere, ameliyattan kısa süre sonra tekrar başlanmalı ve düzenli olarak devam edilmelidir.
Kontrol muayenelerinde hastaların şikayetleri sorgulanır ve hasta ayrıntılı olarak muayene edilir. Yakınması veya şüpheli bir bulgusu olmayan hastalarda hiçbir incelemeye gerek görülmez. Ancak şüpheli bulgusu olanlarda bunları aydınlatmaya yönelik ayrıntılı tetkikler yapılır. Meme kanseri tedavisi ile birlikte hastalar öncelikle kendilerine yeni bir sayfa açmalı ve endişeden uzak yaşamalılardır. Meme kanseri tedavisi sürecinde koltuk altı lenf bezlerinin alınması ile omuz omuz kısıtlılığı, bazen de lenf ödem ortaya çıkmaktadır. Doğru ve erken dönemde planlanan egzersiz ve rehabilitasyon programları sayesinde hastaların bu sorunları ortadan kaldırılmaktadır.
Meme kanserinden kurtulan hastaların %70’nde görülen cinsel problemler için mutlaka uzman yardımı alınmalıdır. Meme kanseri ameliyatı sonrasında egzersiz, yoga, yürüyüş gibi sporlara devam edilmelidir. Meme kanserinin tekrar riski ilk 3 yıl içerisinde vardır. Bu nedenle hastalığı atlattıktan sonra sağlık kontrolleri aksatılmamalıdır. Meme kanserinin tekrarlama oranı %30 ameliyat alanında, %70 uzak organlarda olduğundan ihmal edilmemelidir.
MEME KANSERİ İLE İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR
Meme Kanseri İstatistikleri
- 2012 yılında dünyada 1.7 milyon yeni meme kanseri vakasına rastlanmıştır.
- Meme kanserinin en çok görüldüğü ilk 3 ülke Belçika, Danimarka ve Fransa şeklinde sıralanmaktadır.
- Türkiye meme kanserinin en çok görüldüğü ülkeler sıralamasında ilk 20’nin dışında yer alır.
- Meme kanseri tüm kanserlerin %12’sini oluşturmaktadır.
- Kadınlarda görülen kanserlerin %25’i meme kanseridir.
Memede Kitle ve Kist Nedir?
Memede ele gelen kitle, kist ya da solid bir kitle olabilir. Özellikle fibroadenom ve fibrokistler memede çok sık görülen kitlelerdir. Bozuk para şeklinde görülen memede kitleler kansere dönüşmeyen, iyi huylu tümörlerdir. Kadınlar kendi kendine meme kontrolü esnasında fark ettikleri bu kitlelerin meme kanseri ya da zararsız bir fibroadenom kitlesi olup olmadığını anlayamazlar. Özellikle 30 yaş altı kadınlarda hormonal değişikliklere bağlı olarak fibroadenomlar çok sık görülmektedir. Memede kitlenin karakteri meme ultrasonu ile anlaşılmaktadır. Bu nedenle kadınlar memelerinde bir değişiklik ya da kitle fark ettiklerinde en kısa zamanda uzman bir doktora görünmelidir. Meme ultrasonu ve gerek görülürse mamografi ile memedeki kitleye dair bir fikir elde edilebilir.
Memede ağrı neye işaret eder?
Memede ağrı özellikle her iki memede de hissediliyorsa öncelikle hormonal değişiklikleri ve adet döngüsünü işaret eder. Bunun yanı sıra fibroadenom ve fibro kister de memede ağrı yapabilir. Hamile kadınlarda hormonların değişimine bağlı olarak memede ağrı görülürken, emziren kadınlarda da emziremeye bağlı olarak memede ağrı gelişebilir. Meme kanserinin ileri evrelerinde tümörün büyümesine bağlı olarak ödem ve sonrasında memede ağrı oluşabilir. Ancak memede ağrı göğüs kanseri belirtisi olarak kabul edilmez.
Memede Kitle Saptandığında Neler Yapılır?
Kendi kendine meme muayesi sırasında memede farklılık ve değişiklik hissedildiğinde vakit kaybetmeden uzman doktora başvurmak gerekmektedir. Bu kitlenin ne olduğu araştırılarak teşhis konulması gerekmektedir.
Memede Saptanan Her Kitle Kanser midir?
Meme kanseri teşhisinde görülen her 10 kitlenin 8’i iyi huylu olabilir. Genç yaşlarda görülen kist denilen kanser olmayan kitleler, fibroadenom ve orta yaşlarda görülebilecek olan fibrokistik kitleler olabilir. Memedeki her kitlenin ağrılı ya da ağrısız olması kanser olduğu anlamına gelmemektedir.
Meme kanseri sürecinde besleme nasıl olmalıdır?
Meme kanseri sürecinde beslenme biçimi meme kanseri tedavisini olumlu yönde etkilemektedir. Meme kanseri hastaları meme kanseri tanısından sonra hekimden bir daha kansere yakalanmaması veya acilen iyileşmesi ve savunma sisteminin güçlenmesi için bir beslenme listesi bekler ve böyle bir liste verilmeyince de hayal kırıklığına uğrar. Hatalı haberler, alternatif tıp ürünü pazarlayan bazı özel kuruluşlar ve bireylerin hasta ve ailesinde oluşturduğu yanlış bilgi yönlendirmeleri altında; hastalar hekimlerden bazı bitkiler önermesini, yiyecekleri gıdaları tek tek oranlarına kadar yazmasını beklerler.
Yapılan araştırmalara göre kanser tanısından sonra beslenme için yapılacak özel takviyeler ancak hastanın iştahının azalması, yeterli beslenememesi ve kilo kaybetmesine neden olmaktadır. Bunun dışında beslenme uzmanları tarafından tüm bireylere önerilen “sebze ve meyve ağırlıklı, kırmızı etten fakir beyaz et oranını artıran beslenme modeli” genel durumu iyi olan ve beslenebilen birçok kanser hastası için yeterlidir. Çalışmalar göstermiştir ki, kanser tanısından sonra beslenme için yapılacak özel takviyeler ancak hastanın iştahının azalması, yeterli beslenememesi ve kilo kaybetmesine neden olmaktadır.
Meme kanseri tedavisi sürecinde tedaviye ve hastalığa bağlı devam eden kilo kaybı, ağızdan gıda alamama, ağız yaraları, uzun süren ishal, uzun süren bulantı kusma, vitamin eksikliği gibi durumlarında özel beslenme ekiplerince damardan veya ağız yolu ile özel gıdalar ve vitamin ile destekleri yapılmalıdır. Kanser hastaları, aşırı yemek ve tuzlu gıdadan kaçınmalı! Erken evre göğüs kanseri hastaları özellikle tedavileri sırasında aşırı yemek yemekten ve tuzlu gıdalardan kaçınmalı ve tedavi öncesi alerjik yan etkiyi azaltmak amacı ile kullanılan kortizonun iştahı artırıcı, kilo ve ödem yapıcı etkilerine karşı dikkatli olmalılar.
Ayrıca, bu dönemde halsiz ve güçsüz kalmama adına tüketilen bal ve pekmez gibi yüksek kalorili gıdalar hastalarda istenmeyen ve sonradan verilmesi son derece güç aşırı kilo alımlarına neden olabilmektedir. Gerek meme kanseri olsun gerekse diğer tüm kanserlerin tedavisinde bulantı kusma için Zencefil 0.5-1mg ağızdan hap şeklinde kullanımının kanıtlanmış yararı dışında onkoloji literatürüne bilimsel bir kanıt olarak girmeyi başaran bitkisel bir ürün yoktur. Bitkisel ürünler, hastalara zarar verebilir. Geçen 20 yılda popüler olan vitaminlerin kullanımı, antioksidan özellikleri ile “bizleri genç tutacak cildimizi pürüzsüz kılacak, kanser tedavileri sırasında yan etkilerden koruyacak” varsayımı ile yoğun bir kullanım alanı bulmuştur. Fakat son 5 yılda yapılan kapsamlı çalışmaların sonucunda gereksiz ve hekim önerisi dışında kullanılan vitaminlerin vücuda yarardan çok zarar verdiği hatta bazı kanser türlerinin artışına bile neden olduğu saptanmıştır. Bunun üzerine dünyada ve ülkemizde alternatif tıp pazarı ve pazarlayıcıları hedeflerini bitkisel ürünlere çevirmiştir. Ancak doğal gibi görünen bu ürünlerin de özellikle kemoterapi ve diğer tıbbi tedaviler ile istenmeyen etkileşimleri birçok hastayı ve tedavi sorumluluğunu alan hekimi zor durumda bırakmaktadır.
Fiziksel aktivite meme kanseri riskini azaltabilir mi?
Egzersiz bağışıklık sistemini güçlendirir ve kilonuzu kontrol altında tutmanıza yardımcı olur. Haftada üç saat veya günde yaklaşık 30 dakika kadar az bir egzersiz yapan bir kadında meme kanseri riskini azalabilir.
Çok şeker ve şekerli gıdalar tüketmek meme kanserine neden olur mu?
Şekerin direkt olarak meme kanseri ile bağlantısı yoktur. Meme kanserinden korunmak için ideal kilomuzda olmaya dikkat etmemiz yeterlidir.
Meme kanseri tedavisinde kalabalık ortamlardan uzak durmalı mıyım?
Meme kanseri tedavisi sürecinde kalabalık ortamlardan kaçınmak yerine daha çok sosyalleşme ve moral bulma olasılığı olan ortamlarda bulunulmalı. Tedavi sürecinde kalabalık ortamlardan mikrop kapmak gibi bir durum söz konusu değildir.
Parfüm, deodorant, lazer epilasyon, kalıcı makyaj meme kanserine neden olur mu?
Lazer epilasyon, kalıcı makyaj yaptırmak, parfüm, deodorant kullanmak meme kanserine neden olmaz.
Meme muayenesi için en doğru zaman nedir?
Meme muayenesini adet döneminin bitiminden 4-5 gün sonra yapmak gerekir.
Ailemde meme kanseri olanlar var. İlk kontrolünü ne zaman yaptırmalıyım?
25-26 yaşından sonra yıllık rutin ultrason takiplerinizi yaptırmalısınız. Genetik meme kanserlerinde ise ilk mamografi yaşı 26’dır. Ailesel göğüs kanseri riski altındaysanız 32-34 yaşlarından sonra mamografi ile takip edilmelisiniz.
Mamografinin kanser oluşumuna etkisi var mı?
Mamografinin yararı, zararının çok üzerindedir. Bu nedenle mamografinin verdiği radyasyon asla vücut için bir zarar olarak değerlendirilmemelidir. 1960’lı yıllarda çok yüksek radyasyon oranına sahip olan teknolojilerde 30 sene mamografi ile takip edilen hastalarda mamografinin zararının, yararının çok altında olduğu tespit edilmiştir. Mamografiler ise o dönem teknolojilerden 10 kat daha az radyasyon vermektedir. MR’da da radyasyon olmadığı için hastaya herhangi bir yan etkisi bulunmamaktadır.
Meme kanseri bulaşıcı mıdır?
Hiçbir kanser bulaşıcı değildir. Bir ailenin birçok bireyinde kanser görülmesi bu yanlış düşünceye sebep oluyor olabilir. Kişi kanser hastalığını başka bir kimseye bulaştıramaz. Ancak rahim ağzı (serviks), karaciğer kanseri gibi bazı kanserlerin nedenleri arasında virüsler vardır.
Sağlıklı ve dengeli beslenmek meme kanseri riskini azaltır mı?
Özellikle A ve C vitamininden zengin taze meyve ve sebze tüketmeye özen gösterilmeli, hayvansal yağlardan uzak durarak daha çok posalı gıdalar tercih edilmeli, tütsülenmiş tuzlu ve konserve yiyecekler tüketilmemeli, sigara ve alkolden uzak durulmalı, fazla kilo alınmamalıdır. Spor yapmak, meme kanseri riski yüksek kadınlarda koruyucu ilaç kullanımı, yine risk faktörü yüksek olanlarda her iki memenin içinin boşaltılması silikonla ya da kişinin kendi dokusundan meme yapılması, piyasada satılan ‘göğüs büyütücü’ adı altında satılan tablet, krem ve jellerin kullanılmaması gibi önlemlerle meme kanseri risklerini azaltmak mümkündür.
Meme kanserine yakalanma riskini azaltmak için spor yapmamın faydası olur mu?
Günlük yaşam içinde kendinize uygun sporu tercih etmelisiniz. Birçok insan için yapılabilecek spor; düzenli ve tempolu bir yürüyüştür. Bununla birlikte yüzme, bisiklete binme, pilates, yoga gibi grupla veya tek başınıza yapılabileceğiniz egzersizleri tercih edebilirsiniz.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
NAZOFARENKS (GENİZ) NEDİR?
Burun boşluğu ve ağız boşluğunu birleştiren geçiş bölgesine nazofarenks ( geniz) denir. Östaki borusu ile her iki yandan da orta kulağa açılan boşluktur. Burnun içinden çıplak gözle görülen bir bölge olmadığı için burundan endoskop cihazıyla görüntülenmektedir. Ya da ağız içinden ayna denilen aletle görülebilmektedir. Çocuklarda sık görülen geniz eti de nazofarenks bölgesinde oluşmaktadır. Geniz eti vücudun savunma mekanizması olarak oluşan, iyi huylu, her çocukta sıklıkla olan lenfoid dokularıdır. Çocuklarda belli bir yaşa kadar görülen adenoid doku erişkin yaşta beklenmeyip, erişkin kişide nazofarinkste lenfoid doku izlenmişse mutlaka biyopsi alınıp patolojik incelemeye gönderilmelidir.
NAZOFARENKS KANSERİ NEDİR?
Nazofarensk bölgesinde oluşan kanserlere nazofarenks kanseri denmektedir. Sık görülen kanser türleri arasında yer almaktadır. Nazofarenks bölgesinde iyi huylu( benign) tömürler ve kötü huylu (malign) tömürler oluşabilmektedir. Eğer hasta bir erişkinse bu bölgede geniz eti oluşumu beklenmemektedir. Erişkin hastanın nazofarenks bölgesinde bir lezyon ya da kitle bulunuyorsa mutlaka bir inceleme yapılmalıdır. Erişkin grubunda sık olarak nazofarenks karsinomları görülmektedir. Ayrıca erişkinlerde lenfoma ve lösemi de bu bölgede sık olarak tutulum gösterebilmektedir. Çocuklarda erişkinlerden farklı olarak nazofarenks bölgesinde yumuşak doku (raptomiyosarkom) kanseri ya da iyi huylu olan anjiofibrom ya da plazmasitom de görülebilmektedir.
Nazofarenks kanserinin 3 tipi bulunmaktadır.
Tip 1 Skuamöz cell nazofarenks karsinom ( SCC)
Tip 2 Keratinize olmayan iyi diferansiye nazofarenks karsinom
Tip 3 İndiferansiye nazofarenks karsinom
Tedaviye en çabuk cevap veren nazofarenks kanseri tip 3’tür. Tedavi edildikten sonra tekrar görülme olasılığı düşüktür. Tip 1 skuamöz cell nazofarenks karsinom ise tedavi olduktan sonra tekrarlayabilmektedir.
Ayrıca lösemi ve lenfoma kanserleri de nazofarenks bölgesinde sık olarak tutulum gösterebilmektedir. Bu sebeple nazofarenks bölgesinde görülen şüpheli dokulardan mutlaka örnek alınıp patolojik incelenmesi yapılmalı ve dokunun iyi huylu mu yoksa kanser riski olan bir doku mu olduğu belirlenmelidir.
NAZOFARENKS KANSERİNİN NEDENLERİ NELERDİR?
Nazofarenks kanserlerinde birden fazla etken rol oynayabilmektedir. Çevresel faktörler( hava kirliliği, kimyasal buhara maruz kalmak) genetik yatkınlık ve virüsler bu etkenler arasında yer almaktadır.
En sık ergenlik döneminde ortalama 40-50’ li yaşlarda görülen nazofarenks kanseri erkekleri daha fazla etkilemektedir.
Kişinin ailesinde nazofarenks kanserinin görülmesi yine riskini artırmaktadır.
Epstein Barr virüs ( EBV) yakından nazofarenks kanseriyle ilişkilidir. EBV pozitif kişilere mutlaka bir nazofarenks muayenesi yapılmalıdır.
Sigara içen kişilerde yine nazofarensk kanseri görülme sıklığı daha fazladır.
Beslenme alışkanlıkları da nazofarenks kanseri nedenleri arasında yer almaktadır. Kötü beslenme alışkanlıkları, tütsülenmiş gıdaların fazla tüketimi, odun ateşinde yemek pişirilmesi bu hastalığın görülme olasılığını artırmaktadır.
NAZOFARENKS KANSERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
En yaygın belirtiler arasında boyunda kitleler gelir. Erişkinlerde yine en sık görülen belirtiler arasında tek taraflı orta kulak iltihapları bulunur. Östaki borusu her iki taraftan nazofarenkse açılmaktadır. Kitle bu bölgelerden herhangi birini kapattığında kulak havalanması bozulduğu için tek taraflı orta kulak iltihaplanmaları meydana gelebilmektedir. Erişkinlerde meydana gelen tek taraflı kulak enfeksiyonlarında mutlaka nazofarenks muayenesi yapılmalı ve bu bölgede bir kitle olup olmadığına bakılmalıdır. Genel olarak hastalar nazofarenks kanserinde;
Boyunda lenf bezi, kitle
Burun tıkanıklığı
Burun kanaması
Geçmeyen orta kulak enfeksiyonu
Kulak uğultusu ve kulak tıkanıklığı
Kranial sinir tutulumlarına bağlı görme sıkıntıları ve ağrı şikayetleri ile doktora başvurabilir.
NAZOFARENKS KANSERİNİN TANISI NASIL KONUR?
Nazofarensk bölgesinde var olan şüpheli bir durumda ilk olarak fizik muayene yapılmaktadır. Daha sonra gerekirse tomografi, MR ve Pet CT gibi görüntüleme tekniklerinden de yararlanılmaktadır.
Nazofarensk bölgesi burun içinden endoskop cihazıyla ya da ağız boşluğundan ayna ile görülebilmektedir. Normalde nazofarenks
bölgesi düz bir yapıdadır. Eğer bu bölgede bir kitle, kabarıklık ya da farklılık varsa kulak burun boğaz uzmanı bu bölgeden biyopsi almalıdır. Nazofarenks kanseri bazen de boyunda tutulumlar yapabilmektedir. Bu tutulumlar ilaçlı tomografi ya da PET CT sonucu net olarak belirlenebilmektedir. Nazofarenks kanserinde kesin tanı biyopsi ile konmaktadır. Yapılan biyopside kitlenin tipi belirlenmektedir. Nazofarenks kitlelerinde tedavi kitlenin tipine göre belirlenmektedir; iyi huylu tümörler cerrahi olarak çıkartılabilir yada takip edilebilir, eğer sonuç nazofarenks kanseri olarak geldi ise tedavi seçeneği öncelikli radyoterapi + kemoterapidir.
NAZOFARENKS KANSERİNİN TEDAVİSİ NASILDIR?
Yapılan biyopsi sonucunda tipi belirlenen kitlenin tedavisi de bu doğrultuda yapılmaktadır. Nazofarensk kanserinde tedavi genellikle radyoterapi + kemoterapi ile yapılmaktadır. Özellikle Tip 3 İndiferansiye karsinom radyoterapiye çabuk cevap veren bir türdür. Erken tanı ve düzenli takip ile tedavi başarılı sonuçlar vermektedir.
Lenfoma ve lösemi hastalıkları da nazofarensk bölgesinde tutulum yapabilmektedir. Bu hastalıkların tedavisinde de radyoterapi ve kemoterapi kullanılmaktadır.
Nazofarenks kanseri erken evrede yakalanamaz ve tedavi edilmezse, geç aşamalarda metastaz yapabilmektedir. Nazofarenks bölgesi beyne yakın bir bölge olduğu için kafa tabanı ve sinir tutulumları sık görülebilmektedir. Özellikle 6. 3. 4 ve 5. sinirleri tutabilmektedir. Kafanın arka tabanına ve sinirlere metastaz yaptığında hasta çift görmeler yaşayabilir ya da düşebilmektedir.
Hastanın yaşı ve cinsiyeti tedavinin gidişatını etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. Erkekleri daha fazla etkileyen nazofarenks kanserinde ileri yaş, boyun bölgesinde lenf nodu tutulumları, kafa bölgesindeki sinir tutulumları ve Epstein Bar virüsün neden olmadığı kanser tipleri tedavinin seyrini olumsuz etkileyebilmektedir.
NAZOFARENKS KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Nazofarenks tedavisi ne kadar sürmektedir?
Nazofarenks tedavisi kitlenin tipine göre, iyi huylu yada kötü huylu tümör olup olmadığına göre, cerrahi, ya da radyoterapi ya da kemoterapi ile tedavi edilmektedir. Tedaviye kulak burun boğaz uzmanları ve onkoloji uzmanları karar vermektedir. Bu tedavilerden sonra hasta kulak burun boğaz hastalıkları ve onkoloji uzmanı tarafından düzenli olarak takip edilmelidir. Tedaviden sonra ilk 5 yıl çok önemlidir.
Geniz ( nazofarenks) bölgesi neresidir?
Burun boşluğu ve ağız boşluğunu birleştiren geçiş bölgesine nazofarenks ( geniz) denir. Östaki borusu ile her iki yandan da orta kulağa açılan boşluktur.
Geniz eti nedir?
Geniz eti, nazofarenks bölgesinde oluşmaktadır ve çocuklarda sık görülmektedir. Vücudun savunma mekanizması olarak oluşan, iyi huylu, lenfoid dokulara geniz eti denmektedir. Çocuklarda belli bir yaşa kadar görülen bu dokular normal doku olarak kabul edilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
OMURGA VE OMURİLİK TÜMÖRÜ NEDİR?
Omurilik kafatasından çıktıktan sonra belde kuyruk sokumuna kadar omurga kemiklerinin içerisinde ilerlemektedir. Omuriliğin kendisinde veya çevresini kaplayan zar yapıda iyi veya kötü huylu tümörler oluşabilmektedir. “Omurilikte tümör ne demek?”, “Omurilik soğanı tümörü nedir?”, “Omurilik sinirinde tümör ne demek?” gibi sorular hastalar tarafından merak edilen konular arasındadır. Omurilik soğanı tümörü omurga ve omurilik tümörlerinden farklı olarak beynin içinde gelişen tümörlerdir. Omurga ve omurilikte görülen tümörler iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu tümörler de olabilmektedir. Omuriliği saran omurgada gözüken tümörlerin büyük bir çoğunluğu metastaz sonucu oluşan tümörlerdir. Meme kanseri, akciğer kanseri, prostat kanseri omurgaya en çok metastaz yapan kanserler olarak ön plana çıkmaktadır.
OMURGA VE OMURİLİK TÜMÖRÜ BELİRTİLERİ NELERDİR?
“Omurga ve omurilik kanseri belirtileri nelerdir?” , “Omurga ve omurilik tümörü etkileri nasıl ortaya çıkar?”, “Omurga ve omurilik tümörü ilk belirtileri nelerdir?”, “Omurga ve omurilik tümörü belirtileri nasıl anlaşılır?” , “Sırta tümör nasıl anlaşılır?”, “Belde tümör nasıl anlaşılır?” gibi sorular hastalar tarafından merak edilen konular arasındadır.
Omurga ve omurilik kaynaklı tümörlerde belirtiler ani başlangıçlı olabileceği gibi yavaş yavaş da ilerleyebilmektedir.
- Omurga ve omurilik tümörünün ilk belirtisi, bacaklarda güçsüzlük olarak ortaya çıkabilir. Omuriliğin kendi tümörü ya da metastaz şeklinde omurgada gelişen tümörlerde omuriliğin sıkışmasına bağlı olarak çok büyük oranda bacaklarda kuvvetsizlik ortaya çıkmaktadır. Tedavi edilmeyen hastalarda bu güçsüzlük ilerleyebilmektedir.
- Ani başlangıçlı omurga ve omurilik tümörü belirtisi birden bire yaşanan kuvvetsizlik hissidir. Felç, bacakların tutmaması gibi belirtiler çok hızlı bir şekilde ortaya çıkabilir.
- Hastanın idrar ve büyük abdestini kaçırması gibi tuvalet sorunları omurga ve omurilik tümörü belirtisi olabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörünün ilk belirtileri genellikle bel fıtığı ile benzerlik gösterebildiği için gözden kaçırılabilmektedir.
- Omurga ve omurilik tümörlerini yavaş ilerleyen belirtilerinde ise ağrı ön plana çıkmaktadır. Hastanın belinde yaşanan ağrı gün geçtikçe ilerleyebilmektedir. İyi muayene edilmeyen bel ağrılarında omurga veya omurilik tümörü gözden kaçırabilir.
- Omurga ve omurilik tümörlerinde belirtileri yavaş ilerlediği durumlarda tümörün geçmişi 5 yıl öncesine bile dayanabilmektedir.
- Genellikle omurga üzerinde görülen metastaz kaynaklı tümörle bu belirtilerin yanı sıra kanserin ana odağına bağlı belirtiler de yaşanabilmektedir. Kilo kaybı, bulantı – kusma, iştahsızlık gibi belirtiler metastaza neden olan kansere göre farklılık gösterebilmektedir.
- Omurga tümörlerinde kemik tutulumu varlığında omurganın sağlamlığının bozulmasına bağlı olarak ağrı ve kuvvetsizlik gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir.
- Tümörün omurilik üzerinde oluşturduğu basıya bağlı olarak yaşanan uyuşukluk hissi, omurga ve omurilik tümörü belirtisi olabilir.
Çocuklarda omurga ve omurilik tümörü belirtileri genel olarak şu şekildedir:
Çocuklar yetişkinlere göre şikayetlerini daha belirgin dile getiremedikleri için ağrı, güçsüzlük gibi şikayetler dikkate alınmalıdır. Çocukların söyledikleri her ağrı veya güçsüzlüğü omurga veya omurilik tümörü olarak değerlendirmemekle birlikte;
- Tuvalet eğitimini almış bir çocuk tekrar altını ıslatmaya başlıyorsa omurga ve omurilik tümörü belirtisi olarak gerekli tetkiklerin yapılması önemlidir. .
- Normal bir şekilde yürüyen, koşan, oynayan bir çocuğun düşmeye başlaması yalpalayarak yürümesi de omurga ve omurilik tümörü belirtisi olabilmektedir.
Çocuklarda yaşanan ağrılar büyüme ağrıları ile karıştırılabilir.
OMURGA VE OMURİLİK TÜMÖRÜ NEDENLERİ NELERDİR?
“Omurga ve omurilik tümörü neden olur?”, “Omurga ve omurilik tümörü neden oluşur?”, “Omurga ve omurilik tümörü sebepleri nelerdir?”, “Omurga ve omurilik tümörü nasıl olur?” gibi sorular merak edilen konular arasındadır. Omurilik tümörlerini nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Fizyopatolojileri tam olarak bilinmemekle birlikte genetik nedenlerden oluşabildiği düşünülmektedir. Omurga tümörlerinin büyük bir çoğunluğu ise metastazik tümörlerdir. Metastazların en çoğu akciğer ve meme kanseridir.
OMURGA VE OMURİLİK TÜMÖRÜ TEŞHİSİ NASIL YAPILIR?
“Omurga ve omurilik tümörü nasıl anlaşılır?” sorusu hastalar tarafından sorulan sorular arasındadır. Genel olarak omurga ve omurilik tümörü teşhisi radyolojik görüntülemeler ve biyokimyasal kan testleriyle konulmaktadır.
Omurga ve omurilik tümörü teşhisi için doktor muayenenin ardından bir takım radyolojik görüntülemeler isteyebilir,
- Radyografi yani röntgen
- Kemik taraması sintigrafi
- Bilgisayarlı Tomografi (BT)
- Manyetik Rezonans (MR)
- Tümörün yüzeye yakın olduğu durumlarda hangi dokulardan kaynaklandığı veya metastaz olup olmadığını belirleyebilmek için iğne aspirasyonuyapılabilir. Bu yöntemle alınan parça patolojiye gönderilerek tedavi şekillendirilebilir.
- Omurga ve omurilik tümörü belirtileri olan hastalarda başka bir tümör varlığını belirleyebilmek için kan testleri yapılmaktadır.
Radyolojik tetkiklerin kontrast madde denilen özel bir ilaçla yapılması tümörün hangi bölgede yerleştiğinin yanı sıra büyüklüğü ve bası yaptığı sinirleri de net olarak ortaya koyabilmektedir.
Çocuklarda omurga ve omurilik tümörünün teşhisinde sedasyon veya genel anestezi kullanılmalıdır. Çocukların Manyetik Rezonans (MR) veya Bilgisayarla Tomografi (BT ) içerisinde hareketsiz durması zor olduğu için bu yöntem tercih edilmektedir.
OMURGA VE OMURİLİK TÜMÖRÜ TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?
“Omurga ve omurilik kanseri iyileşir mi?” , “Omurga ve omurilik tümörü tedavisi nasıldır?”, “Omurga ve omurilik tümörü tedavileri nelerdir?”, “Omurga ve omurilik kanseri tedavisi var mıdır?” gibi sorular merak edilen konular arasındadır.
- Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde genel olarak; cerrahi yöntem, radyoterapi ve kemoterapi tedavileri kullanılmaktadır. Uygulanacak tedavi seçenekleri ve sırası hastaya, tümörün cinsine, bulunduğu lokasyona göre farklılık gösterebilmektedir. Tedaviye başlamadan önce planlama çok önemlidir. Hastanın durumu, tümörün büyüklüğü ve bulunduğu bölgeye göre tedavi şekillenebilir. Bazı hastalarda önce radyoterapi ve kemoterapi uygulanırken bazı hastalarda cerrahi tedavi ön plana çıkmaktadır.
- Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisi; tıbbı onkoloji, radyasyon onkolojisi, beyin cerrahi, girişimsel radyoloji, nörocerrahi konusunda deneyimli anestezi uzmanlarının da bulunduğu farklı branşlardan oluşan multidisipliner bir yaklaşım içerisinde gerçekleştirilmektedir.
- Omurga ve omurilik tümörü tedavisine başlarken hastanın omurgasını sağlamlığıyla ilgili sorun olup olmadığı değerlendirilmelidir. Tümör nedeniyle omurgada kırıklar oluşabilir, hem tümör dokusu hem de oluşan kırık omuriliğe baskı uygulayabilir. Öncelikle hastanın omurga yapısının sağlamlığı sağlanmalıdır. Omurganın sağlamlaştırılması ve hastanın sosyal yaşamını mümkün olduğu kadar sorunsuz sürdürebilmesi için halk arasında platin olarak bilinen aslında titanyum olan vidalama ameliyatı uygulanabilir.
- Metastaz yoluyla oluşan omurga tümörlerinde hastanın primer kanserinin kontrol altında olup olmadığı değerlendirilmelidir. Hastanın beklenen yaşam süresi uzunsa omurga ve omurilikte ortaya çıkan tümör için daha etkili tedaviler gündeme gelebilmektedir.
- Genel olarak metastaz şeklinde ortaya çıkan omurga tümörlerinin küçük bir grubunda tümörün tamamı çıkartılabilmektedir. Tamamı çıkartılamayan metastatik omurga tümörlerinde hastanın sosyal yaşamını daha rahat sürdürebilmesini sağlayacak radyoterapi ve kemoterapi gibi yöntemler kullanılabilmektedir.
- Omuriliğin kendisinden kaynaklanan tümörlerde; tümörün ne kadar agresif olduğundan ziyade yerleşim yeri çok önemlidir. Boyunda yerleşmiş omurilik tümörünün ameliyatıyla kuyruk sokumundaki omurilik tümörünün cerrahisi arasında çok fark bulunmaktadır. Boyun bölgesine yakın ameliyatlar solunum felci gibi ciddi riskler bulunmaktadır.
- Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde, cerrahi öncesi veya sonrası ileri teknoloji radyoterapicihazları kullanılabilmektedir. Genellikle iyi huylu tümörlerin gelişmesini yavaşlatmak, büyümesini durdurmak ve geriletmek konusunda olumlu sonuçlar alınabilmektedir.
- Omurga ve omurilik tümörlerinin cerrahisi çok hassastır. Bütün vücudu çalıştıran sinirlerin bulunduğu bir bölge olduğu için omurilik tümörlerinin ameliyatında ileri teknoloji kullanılmalıdır. Bu tür riskli ameliyatlarda kullanılan Nöromonitörizasyon olası komplikasyonları minimuma indirebilmektedir.
- Omurga ve omurilik tümörleri ameliyatında tümörün tamamının çıkartılması her zaman mümkün olmayabilmektedir. Tümörün tamamının çıkartılması hastaya zarar verecekse tümörün tamamının çıkartılmasından kaçınılmalıdır. Maksimum düzeyle tümör çıkarılarak radyoterapi ve kemoterapi gibi seçenekler düşünülmelidir.
OMURGA VE OMURİLİK TÜMÖRLERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Omurga ve omurilik tümörü çeşitleri nelerdir?
Omurga ve omurilik tümörleri köken aldığı dokular göz önüne alınarak sınıflandırılabilir.
- Nöronlardan yani sinirlerden kaynaklanan tümörler omuriliğin kendisinden kaynaklanan tümörlerdir.
- Omuriliği çevreleyen doku ve zarlardan kaynaklanan tümörler.
- Omurgadan yani kemik yapıdan kaynaklanan tümörler olabilir.
Omuriliğin kendi içinden kaynaklanan tümörler ise genellikle ikiye ayrılmaktadır
- Astrositom
- Ependimom
Omurga ve omurilik tümörü nerede çıkar?
Omurilik beyinden çıktıktan sonra omurganın içerisinde kuyruk sokumuna kadar ilerlemektedir. Omurga ve omurilik tümörleri bu eksen üzerinde her yerde ortaya çıkabilmektedir. Boyun omurgası veya boyun omuriliğinde, göğüs kafesini çevreleyen omurlarda ve bu bölgedeki omurilik sinirleri üzerinde aynı zamanda bel bölgesinde kuyruk sokumuna olan kısımda omurga ve omurilik tümörleri görülebilir. Omurga üzerinde görülen tümörlerin büyük bir kısmı metastaz sonucu oluşan tümörlerdir. Omurilik tümörlerinin bir kısmı belirli bölgelerde daha çok görülebilmektedir. Erişkinlerde görülen omurilik içi tümörlerin bazı tipleri boyun bölgesinde daha sık görülürken çocuklarda göğüs ve bel bölgesindeki omurilikte görülebilmektedir.
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı nasıl yapılır?
- Omurga ve omurilik tümörü ameliyatları mikrocerrahiyöntemiyle açık cerrahi olarak yapılmaktadır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatında endoskopik yöntem tercih edilmemektedir. Endoskopik ameliyatlarda iki boyutlu görüntü elde edildiği ve çok küçük bir alana müdahale edildiği için omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarında acık cerrahi daha başarılı sonuçlar vermektedir.
- Öncelikle omurga veya omurilik tümörü ulaşılabilirlik bakımından yakın bir bölgedeyse iğne aspirasyonyöntemiyle parça alınarak biyopsi yapılmaktadır. Bu sayede tümörün türü hakkında bilgi sahibi olunur.
- Omurga sağlamlığı kontrol edilir. Omurilik üzerinde baskı olup olmadığı değerlendirilir. Omurga sağlamlığını sağlamak için gerekirse omurga vidalama denilen yöntem kullanılmaktadır.
- Omurga tümörü metaztazlarında hastaların en büyük sorunu ağrıdır. Bazı hastalarda tümörü ameliyat etmek mümkün olmayabilmektedir. Bu durumlarda hastanın ağrısını kesmeye yönelik cerrahi yöntemler uygulanabilir.
- Omurilik kendisinden kaynaklanan tümörlerde mikrocerrahi yöntemler kullanarak açık cerrahi yöntemle tümör çıkartılır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatında mümkün olan en ileri teknoloji kullanılarak oluşabilecek riskler minimuma indirilmelidir. Bu ameliyatlarda kullanılan Nöromonitörizasyon cihazı ameliyat sırasında riskli bölgelr konusunda beyin cerrahını uyarmaktadır.
- Omurga ve omurilik tümörü ameliyatında çıkartılan dokular patolojiye gönderilerek tedavi şekillendirilir.
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı kaç saat sürer?
Omurilik tümörü ameliyatı yaklaşık 4-5 saat sürmektedir. Bazı tümörlerde omurganın çıkarılıp tekrar sağlamlaştırılması gibi cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir. Tümörün bulunduğu lokasyon, büyüklüğü ve cinsine göre ameliyatın süresi 12-15 saate kadar çıkabilmektedir. Yine aynı şekilde tümörün bulunduğu lokasyon ve büyüklüğüne göre ameliyatta beyin cerrahına kalp cerrahı, genel cerrah ya da ürologlar da eşlik edebilmektedir.
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı riskleri nelerdir?
- Omurga ve omurilik tümörleri kanamaya eğilimli tümörlerdir. Bazı durumlarda cerrahi işlem sırasında kanamayı azaltmak için ameliyattan önce girişimsel radyoloji uzmanları damar için işlemler uygulayabilmektedir. .
- Bütün ameliyatlarda olduğu gibi omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarında da enfeksiyon riskibulunmaktadır.
- Özellikle yaygın tümörlerde iç organ hasarı, büyük damarlarda hasarlanma, böbreklerde ya da idrar yollarında yaralanma riskler ortaya çıkabilir.
- Felç olma omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarında yaşanabilen riskler arasındadır. Ancak ameliyatlarda kullanılan ileri teknoloji ile bu risk minimuma indirilmektedir.
- Sinirlerin etkilenmesi sonucu idrar kaçırma, büyük abdesti tutamamak gibi sorunlar görülebilmektedir.
Omura ve omurilik tümörü ameliyatı sonrası ağrılar yaşanır mı?
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından sonra hastalar şiddetli ağrılar yaşayabilmektedir. Ancak ameliyat öncesinde bu durum göz önüne alınarak kuvvetli ağrı kesicilerin kullanılması planlamaya alınır.
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı olunmazsa ne olur?
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı olmamak veya diğer tedavileri ertelemek tümörün ilerlemesine neden olur. Omurga ve omurilik tümörüne bağlı belirtiler gün geçtikçe ilerler. İlk başlarda bir bacakta ağrı şikayetiyleortaya çıkan tümör daha sonra diğer bacağı da etkileyebilir. Tümöre bağlı şikayetler ardışık olarak ortaya çıkmaya başlar ve süreç felç yaşanmasına kadar ilerleyebilir. Tümörün bulunduğu bölgeye göre felç boyundan veya belden aşağı kısımları etkileyebilir.
Omurga ve omurilik tümörü bitkisel tedavisi var mıdır?
Omurga ve omurilik tümörlerinin bilimsel anlamda kanıtlanan bitkisel yada doğal bir tedavisi bulunmamaktadır.
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?
- Omurga ve omurilik tümörün ameliyatından sonra yapılacak patolojik işlemle tümörün cinsi belirlenmeli ve hastaya buna göre bir tedavi protokolü uygulanmalıdır. Cerrahi işlemden sonra kontrollerin ihmal edilmemesi önemlidir.
- Kullanılması gereken ilaçlar ihmal edilmemelidir.
- Beslenme konusunda protein, karbonhidrat ve yağ bakımından dengeli bir beslenmeye özen gösterilmelidir.
- Yara bakımı ve yaranın temiz tutulması enfeksiyonriski bakımından önemlidir.
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı için hangi bölüme gidilmelidir?
Hastaların merak ettiği bir diğer konu ise omurga ve omurilik tümörü ameliyatları için hangi bölüme gidilmesidir. Omurga ve omurilik tümörü belirtileri genellikle bel fıtığı ile karıştırılabilir. Bu nedenle hastalar zaten ortaya çıkan belirtiler nedeniyle beyin, sinir ve omurilik cerrahi bölümüne gitmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı için de gidilmesi gereken bölüm aynıdır. Omura ve omurilik tümörü ameliyatlarında hem ameliyat sırasında hem de ameliyattan sonra yaşanabilecek sorunları minimuma indirebilmek için bu konuda donanımlı hastanelerin tercih edilmesi gerekir.
Omurilik tümörü ameliyatı sonrası iyileşme ne kadar sürer?
Omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından sonra iyileşme tümörün cinsi, bulunduğu bölge hastanın tedaviye verdiği yanıta göre değişkenlik gösterebilir. Genel anlamda omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından yaklaşık 3 hafta sonra hastalar sosyal yaşamlarına geri dönebilirler.
İyi huylu omurilik tümörü tedavisi nasıldır?
İyi huylu omurilik tümörün tedavisinde kemoterapi ve radyoterapi uygulanmamaktadır. İyi huylu omurilik tümörlerinin büyük bir kısmı cerrahi olarak tamamen çıkartılabilmektedir. Bu hastalarda ameliyattan sonra herhangi başka bir tedaviye gerek kalmadan hastalar normal yaşantılarına devam edebilirler. Ancak bazı genetik hastalıklardan kaynaklanan omurga ve omurilik tümörlerinde birden fazla tümör ortaya çıkabilir. Bu tür durumlarda tümör sayısı yıllar içinde artış gösterebilmektedir. Tümör cerrahi işlemle çıkartılma bile belli bir zaman sonra tekrar oluşabilmektedir.
Omurga ve omurilik tümörü tehlikeli midir?
“Omurga ve omurilik tümörü ölümcül müdür?”, “Omurga ve omurilik tümörü ölüm riski var mıdır?”, “Omurga ve omurilik kanseri kaç yıl yaşar?”, “Omurga ve omurilik tümörü öldürür mü?”, “Omurga ve omurilik kanseri ne kadar yaşar?”, “Omurga ve omurilik kanseri yaşam süresi ne kadardır?” gibi sorular hastalar tarafından merak edilen konular arasındadır.
Omurga tümörleri genellikle farklı bir kanserden kaynaklanan metastaz tümörleridir. Bu hastalarda tedaviye verilen yanıta bağlı olarak hastadan hastaya farklılık gösteren durumlar söz konusudur.
Beyin tümörlerinde hızlı yayılım gösterdiği durumlarda hastanın kaybedilmesi mümkündür ancak omurilik tümörleri bu bakından diğer tümörlerden farklılık gösterir. Omurilik tümörü beyne, kalbe ya da solunum merkezine yakın bir bölgeye yerleşmişse ölüm riski bulunabilmektedir. Ancak bunu dışında omurilik tümörleri hastanın ölümüne değil tedavi edilmezse zaman içerisinde felç geçirmesine neden olabilmektedir. Hasta omurilik tümörü olsa da hayatını devam ettirebilir ancak gerekli tedavileri almazsa zaman içerisinde uzuvlarını kullanamamak ve tümörün bulunduğu bölgeye göre boyundan ya da belden aşağı felç riskiyle karşı karşıyadır.
Omurilik tümörü metastaz yapar mı?
Omurilik içinde gelişen tümörler genellikle metastaz yapmazlar. Çocukluk çağı bazı beyin tümörleri beyin omurilik sıvısının dolanım yolu üzerindeyse omuriliğe doğru tümör akışı olabilir. Ancak omuriliğin kendinden kaynaklana tümörler genellikle metastaz yapmazlar.
Omurga ve omurilik tümörü bacak ağrısı yapar mı?
Omurga ve omurilik tümörünün ilk belirtisi genellikle bacak ağrısı veya bacaklarda kuvvetsizlik olarak ortaya çıkar. Gerekli tedavinin uygulanmadığı durumlarda zaman içerisinde sorun her iki bacağa da yayılabilir.
Omurga ve omurilik tümörü baş ağrısı yapar mı?
Omurga ve omurilik tümörlerinin yarattığı şikayetlergenellikle tutulum gösterdiği bölgeyle ilgilidir. Bu nedenle omurga ve omurilik tümörleri baş ağrısına neden olmazlar.
Omurilik kanseri evreleri nelerdir?
Omurga ve omurilik tümörlerinin evrelemesi diğer kanserlerde olduğu gibi genel olarak 4 evredir.
Omurga ve omurilik tümörü felç yapar mı?
Omurga ve omurilik tümörleri felce neden olabilmektedir. Özellikle tedavi edilmeyen veya tedavisinde geç kalınan omurga ve omurilik tümörleri zaman içerisinde felce neden olabildiği gibi aniden gelişerek de felç yapabilirler. Omurga ve omurilik tümörünü bulunduğu bölgeye göre felç boyundan aşağı ya da belden aşağı şekilde gelişebilir.
Omurga ve omurilik tümörü fizik tedavi uygulanır mı?
Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde destekleyici olması bakımından fizik tedavi uygulanabilir. Ameliyattan sonra hastalarda el veya ayaklarında fonksiyon kaybı yaşanmışsa fiziksel tedavi ile olumlu sonuçlar alınabilmektedir.
Omura ve omurilik tümörü ışın tedavisi uygulanır mı?
Omurga ve omurilik tümörü tedavisinde radyoterapi yani ışın tedavisi kullanılabilir. Bu hastanın ve tümörün durumuna göre farklılık gösterebilir. Bazı hastalarda cerrahi işlem öncesi radyoterapi kullanılırken bazı hastalarda ameliyat sonrası tercih edilebilir. İleri teknoloji radyoterapi cihazları ile olumlu sonuçlar alınabilmektedir.
Omurga ve omurilik tümörü ilaç tedavisi uygulanır mı?
Omurga ve omurilik tümörü tedavisinde iki şekilde ilaç kullanmak mümkündür. Tedavi planlamasında kemoterapi uygulanacaksa bu konuda uzman onkoloğunvereceği ilaçları yanı sıra yaşanan ağrılara yönelik de ilaç kullanılabilir.
Omurga ve omurilik tümörü kan tahlilinden belli olur mu?
Genellikle metastaz kaynaklı olan omurga tümörleri kan tahlilinden belli olabilir ancak omuriliğin kendisinden kaynaklanan tümörler kan tahliliyle belli olmamaktadır. Bu tümörlerde teşhis için Manyetik Rezonans (MR), Bilgisayarlı Tomografi (BT) gibi radyolojik yöntemler kullanılır.
Omurga ve omurilik tümörü tekrarlar mı?
Genetik yatkınlığı olan bazı iyi huylu omurilik tümörleri tekrarlar. Kötü huylu tümörler de bulunduğu bölgede tekrarlayabilir.
Omurga ve omurilik tümörü hastalarında ağrılar için neler yapılabilir?
Omurga ve omurilik tümörleri hem ameliyat öncesi hem de ameliyat sonrası kuvvetli ağrı kesicilerle ağrı kontrol altına alınmaya çalışılır. Ancak bazı hastalarda ağrı kesiciler ile giderilemeyen ağrılar için ağrıya neden olan sinirin kesilmesine dayanan cerrahi işlemler uygulanabilir. Hasta bu durumda normal hayatına devam edebilmekte ancak ağrıyı hissetmemektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
YEMEK BORUSU (ÖZOFAGUS) KANSERİ NEDİR?
Boyundan başlayıp mideye kadar uzanan yaklaşık 25-30 cm uzunluğundaki yemek borusunda meydana gelen kanserler yemek borusu kanseri veya özofagus kanseri alarak isimlendirilir.
YEMEK BORUSU KANSERİ (ÖZOFAGUS) BELİRTİLERİ NELERDİR?
Yemek borusu yani özofagus kanserinin en önemli belirtisi yutma güçlüğüdür. Yemek borusu kanseri belirtileri arasında takılma hissi yaşanması ve ağrılı yutmada görülebilmektedir. Tümör yemek borusunun %60-70’ini kapamadığı durumlarda genellikle belirti vermemektedir. Yemek borusu kanseri belirtileri çok geç ortaya çıktığı için hastaların birçoğunda tümör ileri evrelerde belirlenebilmektedir. Yaşlı kişilerde gece yastığa salya akması, yutarken acıma yemek borusu kanserinin ilk belirtileri olabilir.
Tümörün ortaya çıktığı bölgeye bağlı olarak yemek borusu kanseri belirtileri farklılık gösterebilir.
Yutma güçlüğü her bölgede çıkan yemek borusu kanserlerinin ortak belirtisidir.
- Boyun bölgesine yakın ortaya çıkan yemek borusu kanserinin bir başka belirtisi ses kısıklığı olabilmektedir.
- Göğsün orta bölgesinde ortaya çıkan yemek borusu kanserinin belirtisi ise öksürük olabilir.
- Altta mideye yakın bölgede ortaya çıkan yemek borusu kanseri belirtisi şiddetli reflü şeklinde olabilir.
Yemek borusu kanseri belirtileri arasında çok nadir de olsa bazen kanama görülebilmektedir. Bu kanama ağızdan kan gelmesinden ziyade bağırsak kanaması olarak görülür.
Yemek borusu kanseri evrelerine göre farklı belirtiler verebilmektedir.
- Evre 1 yemek borusu kanseri belirti vermeyebilir. Yemek borusu kanseri 1. Evrede belirlenmesi genellikle tesadüfen veya taramalar sonucundadır.
- Evre 2 yemek borusu kanseri belirtisi yutma güçlüğü olarak görülebilir. Bu evrede yemek borusu kanseri belirtileri arasında nadir olsa da takılma hissi ve bağırsak kanaması yaşanabilir.
- Evre 3 yemek borusu kanserinde belirti ciddi yutma güçlüğüdür. Hasta katı gıda yiyemez hale gelir. Salya akıntısı daha çok yaşlı kişilerde ortaya çıkabilir.
- Evre 4 yemek borusu kanseri belirtisi metastazın yaşandığı bölgeye göre farklılık gösterebilir. 4. Evre yemek borusu kanserlerinde ciddi kilo kaybı ilk belirtiler arasında yer almaktadır. Tümör soluk borusunu tutmuşsa öksürük yaşanabilir. Karaciğere sıçrama yapmışsa yan ağrıları görülebilir. Kemiklere sıçramışsa kemik ağrıları görülebilir.
YEMEK BORUSU KANSERİNİN NEDENLERİ NELERDİR?
Hücre tipine göre yemek borusunun nedenlerinde de değişiklik olmaktadır.
Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserinin nedenleri arasında;
- Alkol ve sigara kullanımı
- Aşırı sıcak içecek tüketmek
- Yanmış-tütsülenmiş gıda tüketimi sayılabilmektedir.
Adenokarsinom yemek borusu kanserleri ise genellikle reflüden kaynaklanmaktadır. Toplumun yaklaşık %20’sinde reflü görülmektedir, ancak her reflü hastası yemek borusu kanseri olacak demek değildir. Uzun süreli reflü (asit ve safra), alkol ve sigara kullanımı ile birleştiğinde Barrett özofagusa (BARRETT) neden olabilmektedir. Barrett özofagus yemek borusu kanseri için önemli bir risk nedenidir.
Yemek borusu kanseri nedenlerinin önemli bir kısmı engellenebilir etkenlerdir. Bunun dışında bir takım hastalıklar ve genetik etkenler çok nadir olarak görülmektedir.
Et ağırlıklı beslenmek, mangalda hazırlanmış yanmış gıdaları çok tüketmek mide ve kolon kanserinde olduğu gibi yemek borusu kanseri için de risk faktörleri arasındadır.
YEMEK BORUSU KANSERİ TEŞHİSİ
Yemek Borusu Kanseri Nasıl Anlaşılır?
Yemek borusu kanserinin teşhisi endoskopik kontrolle yapılır. Endoskopik görüntüleme ile doktorun yemek borusunun içini görmesi teşhis için yeterli olabilmektedir. Ancak yemek borusu kanseri teşhisini kesinleştirmek için alınan parçanın patolojik olarak incelenmesi gerekmektedir.
Yemek borusu kanserinin hangi evrede olduğunu yani yemek borusu duvarında ne kadar ilerlediğini belirleyebilmek için EUS denilen endoskopik ultrason görüntüleme yöntemi kullanılır. EUS yemek borusu kanserinin hangi evrede olduğunu belirlenebilmesinde önemli bilgiler vermektedir.
Ayrıca tedavi veya yemek borusu kanseri ameliyatı olacak her hastanın Bilgisayarlı Tomografi ve Pet CT tetkiki yaptırması gerektirmektedir.
YEMEK BORUSU KANSERİ TEDAVİSİ NEDİR?
Yemek borusu kanserinin tedavisi evresi ve bulunduğu bölgeye göre farklılık göstermektedir.
Adenokarsinom veya yassı hücreli (skuamöz) 3. evre yemek borusu kanserlerinde öncelikle kemoradyoterapi denilen çok yüksek olmayan radyoterapi dozuyla kemoterapi birleştirildiği bir tedavi uygulanmaktadır. Bu tedaviden ciddi yanıtlar alınmaktadır. Kemoradyoterapi tedavisiyle ameliyata uygun hale gelen hastalarda yemek borusu kanseri ameliyatı yapılmaktadır.
Evre 4 özofagus kanserlerinde genellikle ameliyat yapılamamaktadır. Bu hasta grubu kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanmaktadır.
Evre 1-2-3 yemek borusu kanserlerinde tedavi tümörün bulunduğu bölgeye planlanmaktadır.
Boyun bölgesi yemek borusu kanserleri tedavisi
Kanserin yemek borusunun boyun bölgesinde yerleştiği durumlarda hastalar genellikle ameliyatla tedavi edilmemektedir. Yapılan araştırmalar boyun bölgesi yemek borusu kanserlerinde ameliyat veya kemoradyoterapi tedavisinin arasında bir fark olmadığı ortaya koymaktadır. Boyun bölgesinde ortaya çıkan özofagus kanserlerinde kemoradyoterapi yöntemi ile hastaların önemli bir kısmında ciddi başarı elde edilmektedir.
Ancak kemoterapi ve radyoterapinin yeterli olmadığı durumlarda ameliyat tercih edilmektedir.
Yemek borusunun boyun bölgesinde oluşan tümörler ses bölgesinin arkasında olduğu için bu ameliyatlarda gırtlak, tiroit, yutak bölümünün bir kısmı ve soluk borusunun bir kısmı da çıkartıldığı için hastaların hayatının kalan bölümünde boynundan nefes alması gerekmektedir.
Hastanın ağzından beslenebilmesi için yemek borusu kanseri ameliyatında yemek borusunun sadece bir kısmı çıkartılıp ince veya kalın bağırsaktan yemek borusu yapılabilir. Bazen de yemek borusu komple çıkartılıp mideden dil köküne kadar yemek borusu yapılabilmektedir.
Göğüs bölgesi yemek borusu kanserleri tedavisi
Göğüs bölgesinde yani yemek borusunun ortasında ortaya çıkan tümörlerin tedavisinde tümörün soluk borusunun ikiye bölünme bölgesinin üzerinde veya altında olmasına göre tedavi değişmektedir. Tümör soluk borusunun üzerindeyse kemoradyoterapi tedavisi tercih edilmektedir. Tümör soluk borusunun altında oluğu durumlarda ameliyat tercih edilmektedir.
Göğüs bölgesi yemek borusu kanseri ameliyatında lenf bezleri (en az 16 adet) ile birlikte yemek borusu tamamın çıkartılmaktadır. Daha sonra mideden yemek borusu yapılarak hastanın ağzından beslenmesi sağlanabilmektedir.
Mideye yakın yemek borusu kanserleri tedavisi
Mideye yakın bölgelerde yani alt bölge yemek borusu kanserlerinde tedavi tümörün mideye sıçramasına göre planlanmaktadır.
Tümör midenin 2 cm ve daha fazlasına yayıldığı durumlarda yapılan ameliyatlarda yemek borusunun önemli bir bölümü ile birlikte midenin tamamının çıkartılması gerekmektedir. Bu hastalara ince veya kalın bağırsaktan yeni yemek borusu yapılması gerekmektedir. Bu hastaların özel bir beslenme rejimi uygulamaları ve az-sık gıda tüketmeleri gerekmektedir. Bununla beraber hemen hemen her şeyi yemeleri mümkün olmaktadır.
YEMEK BORUSU KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Yemek Borusu Kanseri Kimlerde Daha Çok Görülür?
Yemek borusu kanseri en çok görülen kanserler arasında 7. sıradadır. En sık görülen akciğer kanserinde ülkemizde her yıl 30-40 bin yeni hasta ortaya çıkarken, yemek borusu (Özofagus) kanserinde yılda 4-5 bin yeni hasta görülmektedir.
Türkiye’de özellikle beslenme alışkanlıklarından dolayı yassı hücreli yemek borusu kanseri denilen skuamoz tipi yemek borusu kanserleri Erzurum, Ağrı, Kars, Van, Bitlis, Muş gibi Doğu bölgelerimizde daha sık görülmektedir. Çok sıcak çay içmek, sebzeden fakir et ağırlıklı beslenme bu bölgede yemek borusu kanserinin görülmesinde önemli rol oynamaktadır. Türkiye’nin doğusundan başlayan ve Türki Cumhuriyetler denilen bölgeyi de içine alarak Çin’e kadar uzanan bölgede yassı hücreli yemek borusu kanseri Dünya geneline göre daha sık görülmektedir. Bahsedilen bölgenin dağlık ve soğuk olması nedeniyle aşırı sıcak içeceklerin çok fazla tüketilmesi önemli bir etkendir. Sıcak içeceklerin tüketilmesine sigara ve alkolün de eklendiği durumlarda yemek borusu kanserinin görülme sıklığı artmaktadır.
Genellikle yemek borusu kanseri 60 yaş üstü hastalığıdır, bu yaş altında daha nadir görülür. Erkeklerde daha sık görülmesine rağmen Doğu illerimizde sıcak çay içimine bağlı olarak kadınlarda da neredeyse aynı oranda ortaya çıkabilmektedir. Genç nüfusta nadir görülen yemek borusu kanseri ailesinde özellikle yemek borusu kanseri, kolon kanseri olan kişilerde daha sık görülebilmektedir.
Yemek Borusu Kanserinin Çeşitleri Nelerdir?
Yemek borusu kanseri köken aldığı hücre tipine ve ortaya çıktığı bölgeye göre sınıflandırılır. Yemek borusu kanseri genel olarak yassı hücreli (skuamoz) ve Adenokarsinom yemek borusu kanseri olmak üzere ikiye ayrılır.
- Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanseri: Yemek borusunun içini kaplayan yassı hücrelerden oluşmuş ince zar dokusundan kaynaklanan kanserdir. Türkiye’de yassı hücreli yemek borusu kanseri daha sık görülmektedir.
- Adenokarsinom yemek borusu kanseri: Yemek borusunun alt bölgesindeki mukoza (yani iç zar tabakası) mide asidine ve safraya maruz kaldığında şekil değiştirerek salgı bezlerine ve mide iç zarına benzemeye başlar. Bu şekle dönüşen hücrelerden kaynaklanan kanserdir. Batı ülkelerinde Adenokarsinom tipi yemek borusu kanseri yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserine göre daha sık görülmektedir.
Bu iki tip yemek borusu kanserinin haricinde kas dokusundan kaynaklanan farklı tipleri çok nadir görülmektedir.
Yemek borusu kanserini köken aldığı hücrelere göre ayırmanın yanında yemek borusundaki yerine göre ayırmak da mümkündür.
- Boyunda
- Göğüs içi Yemek Borusunda
- Alt uç – Mide Girişi
Mide asidi ve safra reflüsünün hasarı mideye yakın olduğu için adenokarsinom yemek borusu kanseri genellikle midenin girişinde veya yemek borusunun alt bölümünde görülmektedir. Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanseri ise üst bölge veya orta kısımda ortaya çıkmaktadır.
Yemek Borusu Kanseri Kan Tahliliyle Belli Olur Mu?
Yemek borusu kanseri kan tahliliyle belli olmamaktadır.
Yemek Borusu Kanserinin Erken Teşhisi için Neler Yapılmalıdır?
Türkiye’de yemek borusu kanserinin erken teşhisi için bir tarama programı bulunmamaktadır. Ancak kişisel olarak alınabilecek önlemlerin başında endoskopik kontrollerin yaptırılması gelmektedir.
Reflüye bağlı olarak gelişen Barrett özofagusu (BARRETT) hastalarında, gelişebilecek bir yemek borusu kanserini erken teşhis etmek için yıllık endoskopi ile takip edilmesi önemlidir.
Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserinin yaygın olarak görüldüğü Doğu illerinde rutin endoskopik kontroller erken teşhis için hayati önem taşımaktadır.
Yemek Borusu Kanserinin Evreleri Nelerdir?
Yemek borusu kanseri 4 evreden oluşmaktadır.
- Yemek borusu kanseri evre 1: Yemek borusu kanseri belirtileri çok geç ortaya çıktığı için evre 1 yemek borusu kanseri teşhisi çok zordur. Hastalık sadece yemek borusunun iç zarında bulunmaktadır. Kas yapısına ulaşmamıştır. Evre 1 yemek borusu kanserlerinin tedavisinde yemek borusunu tamamen çıkartmak yerine endoskopla ağızdan girilerek sadece hastalıklı zarı çıkartmak mümkündür.
- Yemek borusu kanseri evde 2: Yemek borusu kanseri 2. Evrede hastalık zarı aşarak kas dokusuna ulaşmıştır.
- Yemek borusu kanseri evre 3: Tümör çok küçük değildir. Hastalık yemek borusundadır ancak çevredeki lenf bezlerine de sıçramıştır. Evre 3 yemek borusu kanserleri tedavisinde önce kemoterapi radyoterapi uygulanmaktadır. Tümör ve lenf bezlerindeki hastalığın gerilemesi hedeflenmektedir. Gerileme sağlanırsa tümörün ameliyata çıkartılması gerekir.
- Yemek borusu kanseri evre 4: Evre 4 yemek borusu kanserlerinde tümör vücudun uzak bölgelerine metastaz yapmıştır. Yemek borusu kanseri en çok karaciğer, kemik, akciğer ve mide girişindeki lenf bezlerine sıçrama yapmaktadır. Bu aşamada ameliyat şansı pek kalmamaktadır. Kemoterapi ile tedavi uygulanmaktadır.
Yemek Borusu Kanseri İçin Hangi Bölüm ve Doktora Gidilmelidir?
Yemek borusunun kanseri hastalarının önemli bir kısmı birçok bölümün işbirliği halinde hareket ettiği bir tedavi sürecinden geçmektedir. Multidisipliner bir tedavi yaklaşımı gereken yemek borusu kanserlerinde göğüs ve yemek borusu cerrahisinin yanında; gastroenteroloji, medikal onkoloji, radyasyon onkolojisi ve genel cerrahi beraber çalışabilmektedir. Diyet ve beslenme bölümünün bu süreçteki desteği çok önemlidir. Özellikli mikrocerrahi gerektiren durumlarda (mesela ince bağırsaktan yemek borusu yapılması), Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Bölümünden de destek alınmaktadır. Yemek borusu kanserinin tedavisinde çok özellikli cerrahi yaklaşımlar bulunduğu için bu konuda deneyimli doktorların ve alt yapının yeterli olduğu hastanelerin tercih edilmesi önemlidir.
Yemek Borusu Kanseri Ameliyatı Nasıl Yapılır?
Bağırsak ameliyatlarında olduğu gibi yemek borusunun bir kısmı kesilip geri kalan kısmı ile birleştirilemez. Ameliyatla çıkartılan yemek borusunun yerine muhakkak yeni bir yemek borusu yapılmalıdır. Temel amaç bağırsak devamlılığını sağlamaktır. Yemek borusu çıkartıldığında mide, ince ve kalın bağırsak veya nadir de olsa ciltten yemek borusu kanseri yapılabilmektedir.
Çok nadiren tümörün çıkartılmadığı durumlarda yandan bağırsak devamlılığı sağlanıp hastanın ağzından yemek yiyebilmesi sağlanabilmektedir. Gelişen teknoloji sayesinde artık bu durum stent takılarak giderilebilmektedir.
Tam tıkalı tümör çıkmayacak ve stent konulamayacak durumlarda beslenmenin sağlanması için mideye tüp yerleştirilerek (gastrostomi) yiyecekler doğrudan mideye verilebilmektedir.
Kapalı Yemek Borusu Kanseri Ameliyatı Nasıl Yapılır?
Yemek Borusu Hastalıkları Merkezi’mizde yemek borusu kanseri ameliyatlarının büyük bir çoğunluğu (%80-90) kapalı olarak yapılmaktadır. Dünya genelinde kapalı yemek borusu kanseri ameliyatları göğüs bölgesine 6, karın bölgesine açılan 4 delikten gerçekleştirilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Yemek Borusu Hastalıkları Merkezi’nde kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı karın bölgesine açılan 3 delikten, göğse ise açılan tek delikten yapılabilmektedir. Ameliyatın karın bölümü 45 dakika-1 saat, göğüs bölümü 1-1,5 saat sürmektedir. Kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı kanama miktarı, ameliyat süresi ve travmayı da azaltarak gelişebilecek komplikasyonları azaltmaktadır.
Yemek Borusu Kanseri Ameliyatının Riskleri Nelerdir?
Yemek borusu kanseri ameliyatı vücudun en önemli ameliyatlarından biridir. En önemli riski yemek borusu ile mide veya yeni yemek borusu olan bağırsak arasındaki birleşme bölgesinde kaçak olmasıdır. Yemek borusu kanseri ameliyatlarında ses kısıklığı riski de bulunmaktadır. Ancak bu risk %10’dan azdır ve ses kısıklığı genellikle geçicidir. Uzun süreli ses kısıklıklarında küçük bir işlemle ses kısıklığı giderilebilmektedir. Büyük bir ameliyatın sonucu olarak zatürre, kalpte ritim bozuklukları ve lenf kaçakları görülebilir.
Yemek Borusu Kanseri Öldürür Mü?
Kanser insanların aklında ölümü çağrıştırmaktadır. Bu yüzden doktorlar “Yemek borusu kanseri öldürür mü?” sorusuyla çok sık karşılaşmaktadır. Yemek borusu kanserinin 1. Evre, 2. Evre ve ameliyat edilebilen bir kısım 3. Evre hastalarının önemli bir bölümü hastalıktan kurtulma şansına sahiptir. Ancak yemek borusu kanseri belirti vermeden ilerleyen bir hastalıktır. Belirtiler belirgin şekilde ancak 4. Evrede ortaya çıkmaktadır.
Yemek borusu kanseri öldürür mü sorusunun genel bir cevabı bulunmamaktadır. Her hastalık kişiye özel şartlar taşımaktadır. Tümörün tipi, tümörün evresi ve bulunduğu bölgenin yanında hastanın yaşı, eşlik eden rahatsızlıkların olup olmaması gibi çok sayıda kritere göre yaşam süresi değişmektedir.
Bunlardan bağımsız olarak yapılan araştırmalarda yemek borusu kanserinde 5 yıllık sağ kalım oranları şu şekildedir;
Evre 1 yemek borusu kanseri %80-90
Evre 2 yemek borusu kanseri %yüzde 50-60
Evre 3 yemek borusu kanseri %30-40
Evre 4 yemek borusu kanseri % 5
Hastalık ilk 2-3 yıl geri gelmezse genellikle bir daha tekrarlamamaktadır. Bu yüzden tedaviden sonraki ilk 2-3 yıl çok önemlidir.
Yemek Borusu Kanseri Bitkisel Tedavi var mıdır?
Yemek borusu kanserinin bitkisel tedavisi bulunmamaktadır. Ancak sebzeden ağırlıklı beslenmek çok önemlidir ve anti inflammatuar bitkiler olan soğan sarımsak, zerdeçal gibi yiyecekleri tüketilmesi kanserle mücadelede destek sağlayabilmektedir.
Şekerden ağırlıklı pekmez, bal, şekerli hoşaf, şerbeti tatlılar gibi yiyeceklerden uzak durulması gerekmektedir. Bunun yerine protein ve sebze ağırlıklı besinlerin tüketilmesi önemlidir.
Yemek Borusu Kanseri Ameliyatı Sonrası Dikkat Edilmesi Gerekenler
Yemek borusu kanseri ameliyatı sonrasında hastaların tükettikleri besinlere dikkat etmesi gerekmektedir. Anti inflammatuar besinler tüketip şekerden uzak dururken kaliteli uyku, egzersiz ve düzenli sağlık kontrolleri ihmal edilmemelidir.
Yemek borusu kanseri sonrasında asitli içeceklerden uzak durulmalıdır. Hastaların hayat boyu mide koruyucu ilaç kullanmaları gerekmektedir.
Ameliyat sonrası yiyecekler doğrudan mideye girdiği için emilimde yaşanan sorunlar nedeniyle hastalarda %10 kilo kaybı, bazen gıda çeşidine göre ani ishaller yaşanmaktadır. Sorun yaşamamak için bal pekmez, şerbetli tatlılar gibi gıdalardan uzak durmalıdır. Az az ve sık sık yemek gerekmektedir. Hastalarda genellikle yiyecek kısıtlamasına değil miktar kısıtlamasına gidilmektedir
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
PENİS KANSERİ NEDİR?
PENİS NEDİR VE NE İŞE YARAR?
Penis, erkek üreme sisteminin ve üriner sistemin bir parçasıdır. Erkek üreme sisteminin ana yapıları; testisler, epididim, seminal veziküller, prostat ve penistir. Erkek üreme sisteminin iç kısımları, kalça kemikleri arasındaki alt pelvik boşlukta bulunur. Penis, testislerin bulunduğu deri kesesinin (skrotum) önünde asılıdır. Penisin; kök, gövde (şaft) ve penisin koni şeklindeki ucu olan penisin başı (glans) olmak üzere üç ana bölümü vardır. Penis başı, sünnet derisi adı verilen bir deri tabakasıyla kaplıdır. Penis uyarıldığında penil arterler genişler ve kaslar kasılır. Bu durum cinsel ilişki için gerekli olan ereksiyona neden olur. Üretra da üriner sistemin bir parçasıdır. İdrarı mesaneden vücudun dışına taşır. Penisin kökünde, gevşediğinde idrarın üretradan ve vücuttan dışarı akmasına izin veren bir valf (sfinkter) vardır.
PENİS KANSERİ NEDİR?
Penisteki hücrelerde başlayan kansere penis kanseri adı verilmektedir. Penis kanseri vakalarının büyük çoğunluğu (yaklaşık yüzde 95’i) skuamöz hücreli karsinomdur. Bu durum kanserin penisin skuamöz hücrelerde başladığı anlamına gelir. Çoğu skuamöz hücreli penis kanseri, sünnet derisinde veya penisin ucunda (glans) başlar. Skuamöz hücreli penis kanseri tipik olarak yavaş büyür. Erken teşhiste tedavide başarı oranı yüksektir. Diğer penis kanseri türleri arasında bazal hücreli karsinomlar, sarkomlar, melanomlar veya üretral karsinom bulunur. Nadir görülen kanser türlerinden biri olan penis kanseri genellikle sünnet olmamış erkeklerde; daha çok Afrika, Güney Doğu Asya ve Güney Amerika’da görülür.
PENİS KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Penis kanserleri ile ilişkili risk faktörleri arasında genel olarak şunlar bulunur:
- Sünnet olmamak: Penis kanseri sünnet olmayan erkeklerde sünnet olan erkeklere nazaran daha fazla görülür. Yenidoğan sünneti ile penis kanseri riski neredeyse tamamen ortadan kaldırılabilir.
- Yaş: Penis kanseri vakalarının çoğunluğu 50-70 yaş arası erkeklerde görülür. Yaklaşık üçte biri ise 50 yaşın altındaki erkeklerde görülür.
- Sigara içmek-Tütün kullanımı
- İnsan papilloma virüsü (HPV): HPV 16 ve HPV 18 penis kanseri ile bağlantılıdır.
- Fimosis: Fimosis sünnet derisini geri çekmeyi zorlaştıran bir faktördür. Yani sünnet derisinin penisin başına (glans) geri çekilememesidir. Bu durum vücut yağlarının, bakterilerin ve smegma olarak bilinen diğer kalıntıların birikmesine yol açabilir.
- Sedef hastalığında UV ışık tedavisi: Sedef hastalığı gibi bazı cilt hastalıklarında uygulanan UV ışık tedavisi penis kanserine yakalanma riskini artırabilir.
- AIDS (edinilmiş bağışıklık eksikliği sendromu)
PENİS KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Penis kanserinde en yaygın şekilde görülen semptomlar arasında cildin renginde veya kalınlığında değişiklikler, olağandışı akıntı, ülser, ağrı ve penisin ucunda şişlik bulunur. Penis kanseri belirtileri kişiden kişiye göre değişebilirken genel belirtiler özetle şunları içerir:
- Penis derisinde değişiklik, penis ucunda ağrı
- Ağrılı veya ağrısız siğil benzeri büyüme veya lezyon
- İyileşmeyen açık yara
- Sünnet derisi altında kanama görülmesi
- Kırmızımsı döküntü
- Küçük yumrular
- Düz, mavimsi-kahverengi büyüme
- Sünnet derisinin altında kalıcı, kokulu akıntı
- Kanser yayıldığı durumlarda kasıkta şişmiş lenf düğümleri
PENİS KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Doktor penis kanserinden şüpheleniyorsa, biyopsi işlemi isteyecektir. Çünkü penis kanserinin kesin tanısı biyopsi işlemiyle konulur. Biyopsi, penisten veya lenf düğümlerinden bir miktar dokunun alınmasını ve bir laboratuvarda incelenmesini içerir.
Yapılabilecek üç tip biyopsi işlemi mevcuttur;
İnsizyonel biyopsi anormal dokunun sadece bir kısmının çıkarılmasını içerir. Genellikle daha büyük lezyonlar, yaralar, ülserasyonlar ve dokuda derinleşiyor gibi görünen lezyonlar için uygulanır.
Eksizyonel biyopsi tüm lezyonu veya anormal büyümeyi ortadan kaldırır. Eksizyonel biyopsi genellikle anormal alan küçük olduğunda yapılır.
Lenf nodu biyopsisi genellikle penis kanseri penis içindeki dokuları istila ettiğinde yapılır. Doktor kanserin penis dokusunun ötesine yayılıp yayılmadığını öğrenmesine yardımcı olacaktır. Genellikle, lenf nodu biyopsisi, doktorun lenf nod(lar)ına ince bir iğne soktuğu, lenf nod (lar)ında kanser olup olmadığını öğrenmek için hücreleri ve sıvıyı çektiği bir prosedür olan ince iğne aspirasyonu (FNA) ile yapılır. Bazı durumlarda kanseri kontrol etmek amacıyla tüm lenf düğümleri cerrahi olarak çıkarılır.
Ayrıca görüntüleme testleri doktorların penis kanserini teşhis etmesine ve evrelendirmesine yardımcı olabilir. Penis kanserini teşhis etmek ve kanserin evresini belirlemek için kullanılan görüntüleme testlerinden bazıları şunlardır:
- BT taraması (Bilgisayarlı tomografi taraması)
- MRI (Manyetik rezonans görüntüleme)
- Ultrason
PENİS KANSERİ EVRELEMESİ NASILDIR?
Penis kanseri evrelemesi şu şekildedir:
Evre 0
Penisin derisinin sadece üst tabakası kanser belirtileri gösterir. Yani yüzeyseldir ve herhangi bir yayılım göstermez.
Evre 1
Kanser, penis üzerindeki derinin üst tabakasının altındaki dokuya doğru büyümüştür. Ancak lenf ve kan damarlarında herhangi bir tutulum görülmez.
Evre 2
Kanser bu evrede penisin derisinin ve dokusunun ötesine yayılmaya devam eder. Sinirlerde, lenf damarlarında veya kan damarlarında mevcuttur.
Evre 3
Kanser 3. aşamada, penisin süngerimsi erektil dokusuna dönüşmüş olabilir. Kanser bununla birlikte kasıktaki lenf bezlerine de yayılmış olabilir.
Evre 4
Kanser bu aşamada kasıktaki skrotuma, prostata, kasık kemiğine ve diğer yapılara yayılmış olabilir. Kanser ayrıca lenf düğümlerinde de mevcut olabilir.
PENİS KANSERİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Penis kanseri için tedavi yöntemleri genellikle cerrahi prosedür, radyoterapi ve kemoterapi içerir. Söz konusu tedavi yöntemleri hastalığın evresine, kanserin türüne, hastanın genel sağlık durumuna göre tek başına ya da kombinasyon halinde uygulanabilir.
Cerrahi prosedür
Penis kanserinin ana tedavisi cerrahi yöntemdir. Cerrahi prosedürde tümör ve çevresindeki bazı sağlıklı dokular (marj) çıkaracaktır. Ameliyatın kapsamı ve türü, tümörün konumuna, türüne ve evresine bağlıdır. Çoğu durumda, cerrahi prosedürün ardından meydana gelen penisteki herhangi bir fiziksel değişiklik rekonstrüktif cerrahi ile düzeltilebilir.
Fotodinamik terapi (PDT)
Fotodinamik terapi, kanser hücrelerini öldürmek için ışıkla birlikte ışığa duyarlılaştırıcı ajanlar adı verilen özel ilaçlar kullanır. İlaçlar ancak ışıkla etkinleştirildikten veya açıldıktan sonra çalışır.
Kriyocerrahi
Kriyocerrahi işleminde, kanser hücrelerini dondurmak ve öldürmek için sıvı nitrojen kullanır.
Radyoterapi
Radyoterapide kanser hücrelerini yok etmek için yüksek enerjili x-ışınları kullanır. Radyoterapi uygulamasının avantajı penisin anatomik yapısını korumasıdır. Dezavantajı ise penis kanserlerinin radyoterapiye nispeten dirençli olması ve fistül, ödem, cilt nekrozu ve ağrı gibi birçok komplikasyona sebep olabilmesidir.
Kemoterapi
Kemoterapi kanser hücrelerini öldürmek veya büyümesini yavaşlatmak için ilaçların kullanılmasıdır. Kemoterapinin penis kanseri tedavisinde sınırlı bir rolü vardır: Kemoterapi daha çok kanser lenf düğümlerine ve diğer dokulara yayıldığı durumlarda uygulanır. Yaklaşık yüzde 50’si rezektabl yapılabilen sabit inguinal metastazlı hastalarda primer neoadjuvan kemoterapinin rolü olabilir.
Öte yandan çok küçük sünnet derisi lezyonları için sünnet ve lazer cerrahisi tedavi edici olabilir. Lazer tedavisi penisin korunması avantajını sunsa da lazer penetrasyonunun derinliği sığdır.
PENİS KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Penis kanseri bir erkeğin cinselliğini nasıl etkiler?
Penis kanseri teşhisi konan bir erkekte kısmi (penisteki kanserli doku ile birlikte bir miktar sağlam penis dokusunun çıkarılması) veya tam penektomi (penisin tamamının çıkarılması işlemi) uygulanabilir. Penis kanserinde tedavi için uygulanan cerrahi prosedürün yan etkileriyle baş etmek zor olabilir. Bir erkeğin penisinin bir kısmının veya tamamının kaybıyla başa çıkmak için psikolojik destek yardımı alması gerekebilir.
Sünnet olmak penis kanserini önler mi?
Yenidoğan sünnetli erkeklerde penis kanseri neredeyse hiç görülmez. Sünnet ergenlik sonrasına ertelendiğinde penis kanseri insidansı daha yüksektir. Yetişkin sünneti ise penis kanserine karşı koruma sağlamaz.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
TÜKÜRÜK VE TÜKÜRÜK BEZİ NEDİR?
Tükürük, ağızda üretilen ve içinde ihtiva ettiği su, sodyum, klorür, kalsiyum, potasyum, bikarbonat, immün globulin A, albumin, ptiyalin ve musin gibi önemli görevleri olan maddeler nedeniyle vücudumuz için önemli olan bir tür sıvıdır. Tükürük ağız içini sürekli olarak nemli tutar, ağız içindeki besinlerin kayganlaşmasını ve besinlerin içindeki bazı molekülleri çözerek, bunların tat alma organcıklarına ulaşmalarını sağlar. Yutma işlemini kolaylaştırdığı gibi dil ve dudakların hareketlerini serbestleştirerek, konuşmayı da kolaylaştırır. Dişleri ve ağız içini sürekli yıkayarak, bunların temiz kalmasını sağlar.
Tükürük salgısı tükürük bezleri tarafından yapılır. Ağız boşluğu, burun, sinüsler, yutak, gırtlak, nefes borusu ve bronş mukozasında bulunan sayıları 400-600 arasında değişen minör tükürük bezlerinin yanı sıra yüzümüzün her bir tarafına yerleşmiş, küçük kanallarla ağız boşluğuna bağlanan büyük tükürük bezlerimiz de bulunmaktadır. Bunlar her iki kulağımızın önünde birer tane (Parotis bezi), her iki çene altında birer tane (Submandibuler bez), her iki dilaltında birer tane (Sublingual bez) olmak üzere toplam 6 adettir.
TÜKÜRÜK BEZİ NE İŞE YARAR?
Tükürük bezleri tükürük salgısını üretir. Sağlıklı bir insanın günlük olarak 1000–1500 cc kadar tükürük ürettiği bilinir. Tükürük bezleri, ağız içerisindeki temizliği, asidi ve besinlerin mideye gitmesini sağlar. Ağız kokusundan sindirime varıncaya kadar pek çok görevi olan tükürük, sağlık açısından çok önemlidir.
TÜKÜRÜK BEZİ KANSERİ NEDİR?
Tükürük bezi kanseri, ağzımızda tükürük salgısı yapan, büyük (üç çift) ve küçük ( bine yakın) dediğimiz tükürük bezlerinden birinin kanserleşmesi sonucu oluşan bir durumdur.
TÜKÜRÜK BEZİ TÜMÖR ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Tümörler, iyi huylu (benign) ve kötü huylu (malign) olarak ikiye ayrılır. İyi huylu tümörler daha yavaş büyür ve çevre ya da uzak bölge organlara metastaz (sıçrama) yapmazlar. Kötü huylu tümörler (malign) ise daha hızlı büyür, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler.
TÜKÜRÜK BEZİ KANSERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Daha yavaş büyüyen iyi huylu tümörler çoğu kez kapsül adı verilen ince, zarımsı bir kılıfla çevrilidir ve çevre dokulara yayılma (invazyon) yapmaz. Genellikle etraf dokuları itip kendilerine yer açarak büyür. Bu büyüme aylar, hatta yıllar içerisinde oluşur. İyi huylu tümörler ağrıya neden olmaz, hastalar çok nadiren ağrıdan yakınır. Ağrı olma durumu da genellikle tümörün kendinden ziyade dolaylı nedenlere bağlı olmaktadır.
Kötü huylu tümörler (malign) daha hızlı büyür, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler. Çevre dokulara yayılma gösterirler ve onların fonksiyonlarını bozarak gelişirler. Örneğin, bulundukları yere komşu sinirlere ulaştıklarında onların fonksiyonlarını bozarlar. Ayrıca kötü huylu tümörler belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra ağrıya da neden olmaya başlarlar. Bu ağrı tümörün kemik, çene eklemi gibi yapıları işgal etmesine bağlı oluşabileceği gibi doğrudan baş, yüz bölgesinde de ya da ağrı duyusunu taşıyan sinirlere ulaşmasıyla da ortaya çıkabilir.
TÜKÜRÜK BEZİ KANSERİNİN NEDENLERİ NELERDİR?
Tükürük bezi kanserlerinin nedenleri bilinmemekle birlikte, bazı durumların bu riski arttırdığı düşünülmektedir. Bunların başında iyi huylu tümörlerin uzun süre tükürük bezi içerisinde kalmış olması gelir. Bu nedenle tümörün iyi huylu olduğu bilinse de, tükürük bezinden çıkarılıp alınması tercih edilmektedir. Radyasyon maruziyeti de tükürük kanseri ihtimalini arttıran sebeplerdendir. Sigara kullanımı çoğu kanserin görülme ihtimalini arttırdığı gibi tükürük bezi kanseri ihtimalini de arttırır.
TÜKÜRÜK BEZİ KANSERİNİN TANISI NASIL KONULUR?
Tükürük bezi kanserlerinin erken teşhisi genellikle hastada oluşturacağı şikayetler doğrultusunda olmaktadır. Kişide baş-boyun bölgesinde meydana gelecek şişlikler veya ağrı gibi şikayetlerle doktora başvurması sonucunda yapılan ayrıntılı incelemeler ile hastalık teşhis edilebilir.
Ayrıntılı alınan anamnezden sonra hasta muayene edilir. Fizik muayenede tükürük bezlerinde şişlik, büyüme olup olmadığına bakılır ve büyüme, şişlik varsa şişliğin boyutları, sınırları incelenir. Muayenelerde bilateral yani iki taraflı muayene ile mukayeseli gidilmesi gerekir.
Tükürük bezi kanserlerinde görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılır. Özellikle Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans görüntüleme (MR) ile tümör dokusu ve çevre dokuları incelenir. Tükürük bezi kanserlerinde kesin tanı için histopatolojik inceleme yapılır. Biyopsi yani dokudan örnek alınıp incelenmesi ile tanıya gidilir. Tükürük bezi kanseri teşhisi konulduktan sonra kanserin evrelemesinin yapılması için de MR faydalı olmaktadır.
TÜKÜRÜK BEZİ KANSERİNİN TEDAVİSİ NASIL UYGULANIR?
Tedavide hastalığın evresine göre tedavi planı çizilir. Hastalığın evrelemesinde de tümörün çapı, çevre dokulara yayılma yapıp yapmadığı, lenf nodu yayılımı, tümörün histolojik tipi gibi durumlar etkili olmaktadır. Bunların sonucunda belirlenen evreleme ile tedavi planı oluşturulur. Tedavide cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi seçenekleri mevcuttur. Hastalarda çoğunlukla bu tedavi metodları bir araya getirilerek uygulanır.
TÜKÜRÜK BEZİ KANSERİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR
Tükürük bezi tümörleri tehlikeli midir?
Tükürük bezi tümörleri genellikle iyi huyludurlar. Tükürük bezlerindeki tümörler içerisinde en sık olarak parotis bezi tümörü görülür. Bu tümörler iyi huyludurlar. Agresif seyretmezler ve başka bölgeye yayılımı nadir görülür. İyi huylu tümörlerde tedavisiz vakalarda çok az bir ihtimal de olsa maligniteye yani kansere dönüşme ihtimali vardır. Bu nedenle tükürük bezindeki tümör oluşumlarının değerlendirilmesinin yapılması ve uygun tedavi seçeneği ile tedavisinin başlanması önemlidir. Kötü huylu seyreden malign tükürük bezi kanserlerinde de erken teşhis ve tedaviye erken sürede başlanması ile tedavinin başarısı fazlasıyla arttırılır. Bu nedenle özellikle kulak ön bölgesinde, çene altında şişlik, yutmada güçlük, yüzde hissizlik, uyuşma gibi şikayetlerde en erken dönemde hastaneye başvuru oldukça önemlidir.
Tükürük bezi kanseri öldürür mü?
Tükürük bezi tümörleri genellikle iyi huyludur. Bu tümörlerin tedavi sonucu hayatta kalma oranı yüzde 95’lerdedir. Kötü seyirli, tedavisine geç başlanmış veya tedavi edilmemiş malign tükürük bezi kanserlerinde başarı oranı yüzde 50’lerdedir.
En sık hangi tükürük bezlerinde kanser görülür?
Majör ve minör tükürük bezlerinin en sık benign tümörü pleomorfik adenom olup, tüm tükürük bezi tümörlerinin yüzde 50’sini ve tüm parotis tümörlerinin yüzde 65’ini oluşturmaktadır. Majör ve minör tükürük bezlerinin en sık malign tümörü mukoepidermoid karsinom olup, tüm tükürük bezi tümörlerinin yüzde 10’unu ve tüm malign tükürük bezi tümörlerinin yüzde 35’ini oluşturmaktadır. Bu tümör de en sık parotiste ortaya çıkar.
Tükürük bezlerindeki her tümör kanser midir?
Tükürük bezindeki her tümör kanser değildir. Her şişlik kötü huylu olmayabilir. Bunların azımsanamayacak bir bölümü, özellikle, kulak önü tükürük bezlerindekilerin (parotis bezi) büyük bir bölümü iyi huylu şişliklerdir. Bu nedenle üzerinde önemle durulan konu, şişliklerin iyi ya da kötü huylu olup olmadığıdır.
Tükürük bezi kanserinin risk faktörleri nelerdir?
İyonize radyasyona maruz kalma tükürük bezi kanserlerinde en çok suçlanan etiyolojik faktördür. Kauçuk sektörü çalışanlarında, asbeste maruz kalan madencilerde, tesisatçılar ve kereste işinde çalışan kişilerde de maruziyet sebebiyle ikincil risk artmaktadır.
Benign tükürük bezi tümörü ne anlama gelmektedir?
Tükürük bezi kaynaklı tümörler genellikle 50-70 yaşlarında yavaş büyüyen kitleler olarak ortaya çıkarlar. Tanıda muayene ve radyolojik tetkiklerin yanı sıra ince iğne biyopsisi önemli yer tutmaktadır. İğne biyopsisi ile tümörün iyi ya da kötü huylu olduğunun ayrımı yapılmakta tedavi planı bu doğrultuda şekillenmektedir.
İyi huylu tükürük bezi tümörlerin büyük kısmı 30-60 yaşları arasında ve kadınlarda daha fazla görülen mikst tümör ya da pleomorfik adenom adı verilen tümördür. Genel olarak bütün iyi huylu tümörlerde cerrahi tedavi uygulanmaktadır. Bu ameliyat sırasında tümörün bulunduğu tükürük bezi bütün olarak çıkartılmaktadır. İyi huylu parotis tümörlerinde derin lobun tümör tarafından tutulumu yoksa cerrahide sadece yüzeyel lob çıkartılmaktadır.
Maling tükürük bezi tümörü ne anlama gelmektedir?
Kötü huylu tümörler tümörün klinik davranışına, yayılma hızına ve yapısal değişiklik derecesine göre düşük, orta ve yüksek dereceli (grade) olarak gruplandırılmaktadır. Yüksek dereceli tümörler daha saldırgan, çevre dokulara ve boyun lenf bezlerine yayılma eğiliminde, uzak metastaz riski yüksek olan tümörlerdir. Malign tükürük bezi tümörlerinin tedavisinde ilk seçenek cerrahidir. Ameliyat sırasında tümörün çevresinde tümör yayılmamış normal doku içerecek şekilde geniş olarak çıkartılması gerekir. Tümör tarafından tutulum olmadığı sürece ameliyat bölgesinden geçen yüz siniri, dil duyusunu alan sinir gibi önemli sinirler korunmalıdır. Boyundaki lenf bezlerinde saptanmış tümör sıçraması saptanan ve belirgin tutulum saptanmamış olsa bile boyun lenf bezlerine metastaz yapma riski yüksek olan tümörlerde ameliyat sırasında komşu lenf bezleri de çıkartılır (boyun diseksiyonu ameliyatı). Radyoterapi küçük tümörlerde nadir olarak asıl tedavi olarak seçilebilir. Büyük ve yayılma riski yüksek tümörlerde ise cerrahi sonrasında ameliyat bölgesine radyoterapi verilerek aynı bölgede tümör tekrarının önlenmesi amaçlanmaktadır.
Diğer sağlık problemleri nedeni ile ameliyata uygun olmayan hastalarda ve tümörün ileri derecede bölgesel yayılım ve/veya uzak metastaz yapmış olduğu hastalarda ilaç tedavisi (kemoterapi) tercih edilebilmektedir.
Tükürük bezi kanserinin görülme sıklığı nedir?
Kötü huylu tükürük bezi tümörleri baş ve boyun bölgesinde görülen kötü huylu tümörlerin yüzde 3-4 ünü oluştururlar. Kötü huylu tükürük bezi tümörleri en sık yüzde 75-80 parotis bezinde, yüzde 20 oranında çene altı tükürük bezinde ve nadiren dilaltı ya da minör bezlerde izlenmektedir. Malign tükürük bezi tömörü olan hastaların çoğunluğu 60-70 yaş aralığındaki hastalardır. Erkeklerde daha sık görülür.
Tükürük bezi kanseri yüz felcine sebep olur mu?
Yüz kaslarımızı çalıştıran sinir olan fasiyal sinir büyük tükürük bezimiz olan parotis bezinin içinde seyretmektedir. Parotis bezinin maling tümörleri eğer serin loba doğru yayılıp, yüz sinirini tutarsa yüz felci görülebilir.
Tükürük bezi kanseri şüphesinde hangi doktora gidilmelidir?
Kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına başvurması gerekir.
Tükürük bezi kanserinde biyopsi nasıl yapılır?
Bu işlem açık biyopsi, ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB), kor biyopsi ve donuk kesit biyopsi ile yapılabilir. Günümüzde sıklıkla parotis ve submandibuler bezlerdeki kitleler için genellikle İİAB uygulanan biyopsi yöntemidir. Minör tükürük bezlerinde daha çok forseps yardımıyla açık biyopsi (insizyonel) tercih edilir.
Tükürük bezi kanserinde ince iğne aspirasyon biyopsisi, tümörün yayılmasına yol açar mı?
İğne biyopsisi, uzun yıllardır bütün dünyada milyonlarca hastaya uygulanmış ve halen de uygulanan bir teşhis yöntemidir. Şimdiye kadar tümörün yayılımına yol açtığına dair bilimsel bir kanıta rastlanmamıştır. Bu nedenle hekimler tarafından güvenle uygulanmaktadır.
Tükürük bezi kanseri önlenebilir mi?
Tükürük bezi kanserinin nedenleri ne yazık ki henüz bilinmemektedir. Dolayısıyla nasıl önlenebileceği konusunda herhangi bir şey söylenemez. Sigarayla gırtlak kanseri ya da akciğer kanseri arasında nasıl bir neden sonuç ilişkisi varsa, dolayısıyla önlem almak mümkünse de tükürük bezi kanseri için böyle bir ilişki söz konusu değildir. Tükürük bezi kanserleri için alınabilecek tek önlem, tükürük bezi içindeki tümörün çok gecikmeden müdahale ederek cerrahi bir işlem ile vücuttan çıkartılmasıdır.
Tükürük bezi kanseri erken teşhis edilebilir mi?
Kulak önünde, çene altında ya da ağız, boğaz gibi bölgelerde şişlik, kitle fark eden hasta bir süre sonra hekime başvurduğunda teşhis süreci başlayacaktır. Muayene ile tükürük bezi tümöründen şüphelenen hekim, genellikle ultrason, MR (manyetik rezonans) ya da BT (bilgisayarlı tomografi) gibi radyolojik görüntüleme araçlarına başvurur. Bu tümör tanısını güçlendirmede muayeneden sonra ikinci adım olacaktır. Ardından kimi zaman, iğne biyopsisi ile kitleden hücre ya da doku örneği almak, teşhisi kesinleştirmek ve tedavi öncesi planlamaları en doğru şekilde yapabilmek için gerekli olacaktır.
Tükürük bezi kanseri metastaz yapar mı?
Kötü huylu tümörler (malign, habis) daha hızlı büyürler, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler. Çevre dokulara yayılım (invazyon) gösterirler ve onların fonksiyonlarını bozarak gelişirler.
Tükürük bezi kanseri cerrahisinden sonra yüzde iz kalır mı?
Parotis bezi ameliyatlarında kulak önünden başlayıp çene arkasından çene altına doğru uzanan bir kesi yapılır. Ameliyat bitiminde bu kesi estetik dikiş diye tabir ettiğimiz cilt altı dikişle kapatılır ve minimal bir izle iyileşme gözlenir. Bu kesi kulağın arkasına denk getirilerek iz kalma olasılığı çok çok düşürülebilir. Yine benzer şekilde submandibular bez ameliyatlarında çene altına yaklaşık 3 cmlik bir kesi yapılır ve cilt altı dikiş ile kapatılır. İyileşme sonrası kalan iz önemsenmeyecek kadar azdır.
Tükürük bezi ameliyatından sonra tükürük bezlerinin alınması ne gibi sonuçlar doğurur?
Parotis ve submandibuler bezinin tek taraflı alınması, tükürük yetersizliği ve ağız kuruluğu gibi sorunlara yol açmaz. Yüzün diğer tarafındaki tükürük bezleri ve mikroskobik tükürük bezleri eksik olan bezin işlevini üstlenir. Tükürük bezi ameliyatlarının geç döneminde beslenme, konuşma gibi fonksiyonlar etkilenmez.
Tükürük bezi kanseri ameliyatı ne kadar sürer?
Tükürük bezi kanser ve tümörlerine yaklaşırken öncelikle kanserli dokunun nerede olduğuna bakılır. İkinci olarak ise bu tümör iyi huylu mu yoksa kötü huylu mudur, ayırt edilmeye çalışılır. Bu safhalardan sonra ise tedavi seçenekleri masaya yatırılarak hasta için en uygun ve en az kayba yol açacak tedavi şekli bulunur. Bu tedavi, hastaya en az organ, en az iş gücü kaybı ve en az sıkıntı yaşatacak, kısacası yaşam kalitesini minimum düzeyde etkileyecek bir tedavi şekli olmalıdır.
Daha sonra ele alınan işlemlerde ise, bu tümörün bulunduğu bölgede ne kadar yayıldığı, çevredeki bölgeye, özellikle boyun lenf düğümleri, vücutta herhangi başka bir bölgeye yayılıp yayılmadığı belirlenmeye çalışılır. Bu bilgiler elde edildikten sonra hastanın genel durumu da göz önüne alınarak tedavi planı ortaya çıkarılmaktadır.
Tükürük bezi kanseri ameliyatında hastanede yatış süresi ne kadardır?
Cerrahinin özelliğine bağlı olarak ortalama yatış süresi genellikle 2-4 gündür.
Ameliyattan sonra nelere dikkat edilmelidir?
Ameliyat sonrasında, ameliyat sahasındaki kan ve sıvı birikimini dışarıya almak için dren adı verilen bir borucuk yerleştirilir. Dren çoğu kez, 24 ile 48 saat arası bir sürenin sonunda çıkartılır. Ancak sahada birikim olmasını önlemek için sargılı bir pansuman 3-4 gün daha kalacaktır. Ciltte dikişiler var ise hekimin tercihine göre 5. ile 7. günlerde alınır.
Bu süre zarfında toplam 3 veya 4 kez pansuman yeterli olmaktadır. Eğer cilt kesisi kendinden eriyen özel ipliklerle gizli şekilde kapatıldıysa dikişlerin alınmasına gerek olmayacaktır. Hasta ameliyatın haftasında çoğu kez rahatlıkla banyo yapabilir hale gelir. Enfeksiyon ihtimaline karşı 3-4 gün kadar antibiyotik verilmesi uygun görülebilir.
Ameliyattan uyandıktan sonra hastaya, anestezi etkisini atlatana kadar 3-4 saatlik bir süre boyunca ağızdan gıda ya da sıvı verilmez. Ameliyat günü ilerleyen saatlerde genellikle yumuşak, sıvı gıdalarla beslenen hasta çoğu kez ertesi günden itibaren normal gıdalar ile beslenmeye geçer. Ancak özellikle kötü huylu tümörler nedeniyle yapılan çok kapsamlı cerrahilerden sonra hastanın kendine gelmesi ve eski beslenme düzenine geçmesi daha uzun sürebilir.
Genel olarak yüz ve boyun bölgesinde yapılan ameliyatlarda, kesinin planlanması ve ameliyat sonrası dikilerek kapatılması, kozmetik kaygılar göz önünde bulundurularak özel itina ile yapılmaktadır. Buna karşın, geç dönemde oluşabilecek yara izinden (nedbe dokusu) kaçınmak için hastalardan kesi bölgesini bir yıl kadar güneşe göstermemeleri istenir. Açık havalarda dışarı çıktıklarında yüksek koruma faktörlü kremler ile veya eşarp, fular gibi aksesuarlarla korumaları önerilmektedir. Ayrıca, bazı krem ve jel şeklindeki ilaçların, yara dokusunu daha az belirgin hale getirebilmesi mümkündür.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Gastrointestinal Onkolojik Cerrahi
- Özefagus ( yemek borusu ) hastalıkları (özefagus kanseri, reflü, hiatal herni, akalazya, ösefagus divertikül hastalıkları…)
- Mide ve duodenum hastalıkları (mide ve duodenum kanseri, morbid obezite, metabolik obezite cerrahisi, tümörleri… ),ince ve kalın bağırsak hastalıkları (ülseratif kolit, Crohn hastalığı, kolon kanserleri…)
- Anüs ve anal kanal hastalıkları ( anal fissür, anal fistül, hemoroid, anal polip, anal inkontinans, anal prolapsus, anal apse ve anal kanserler… )
- Karaciğer hastalıkları (kanser, dev hemanjiyom, kist hidatik, metastazlar… )
- Pankreas hastalıkları (kanser, pankreas psödokisti ve kistleri),
- Safra kesesi ve safra yolları hastalıkları (safra kesesi ve safra yolları taşı, safra kesesi kanserleri)
- Periton kanseri ve metastazları ( periton cerrahisi )
İleri Laparoskopik – Robotik uygulamaları
- Laparoskopik- Robotik obezite ameliyatları
Obezitenin hızlı bir şekilde tedavisini sağlamaya yönelik cerrahi operasyonlar; tüp mide (sleeve gastrektomi), gastrik bypass ( mini gastrik by-pass ve Roux n Y gastrik by-pass) , transit bipartisyon, SADI-S, SAGI-S, duodenal switch, biliopankreatik diversiyon, ileai interpozisyon, jejunoileal by-pass gibi metabolik ve diyabet cerrahisi ameliyatlarıdır. Bu cerrahi girişimler, laparoskopik ve robotik yöntemlerle uygulanmakta, bu sayede hem cerrah hem de hasta için konforlu bir ameliyat süreci sağlanmaktadır. Hasta bu ameliyatların sonrasında kısa sürece iş ve sosyal yaşamına dönebilmektedir.
- Laparoskopik – Robotik gastroözefajeal reflü, akalazya ve hiatal herni ameliyatları
Sindirim sisteminde özefagus ile mide arasındaki yapının bozulması ile mide içeriğinin yemek borusuna kaçması sonucu gelişen reflü, besinlerin yemek borusunda takılıp kalmasına yol açan akalazya ve diyafragma kasında oluşabilen fıtıklar (hiatal herni) gastroenteroloji cerrahisinin ileri laparoskopik- robotik uygulamaları ile tedavi edilmektedir.
- Laparoskopik- Robotik kalın bağırsak kanserlerinde kolektomi – TKME, rektum kanserlerinde anterior ve low anterior – Ta-TME – intersfinkterik – Cecil ameliyatları- NOSE gibi doğal yollar ile yapılan ameliyat teknikleri
İltihabi bağırsak hastalıklarında (Crohn hastalığı ya da ülseratif kolit) komplikasyon geliştiği ya da tedaviye cevap alınamadığı durumlarda bağırsakların cerrahi olarak çıkarılması gerekebilir. Bu durumlarda Laparoskopik- Robotik yapılan ince bağırsak – kalın bağırsak rezeksiyonu, total proktokolektomi ve diğer ameliyatlar açık cerrahi işlemlere oranla çok daha hızlı bir şekilde iyileşme imkanı sağlar.
- Laparoskopik- Robotik splenektomi (dalak hastalıkları ameliyatı)
Hematolojik hastalıklar veya yaralanmalar sonucunda dalağın alınması, splenektomi olarak adlandırılır. İleri Laparoskopik- Robotik uygulamalar ile yapılan splenektomilerde açık operasyonlara oranla çok daha küçük bir kesi uygulanır ve hastanede yatış süresi kısalır.
- Laparoskopik apandektomi
Sık görülen ve akut bir hastalık olan apandisit, acil ameliyat gerektiren bir durumdur. Önceleri açık ameliyat şeklinde yapılan apandektomi işlemi, günümüzde laparoskopi ile kapalı yöntemle gerçekleştirilmekte, hastalar 1-2 gün içerisinde günlük hayatına dönebilmektedir.
- Laparoskopik-Robotik adrenalektomi (Böbrek üstü bezi hastalıkları ameliyatı)
Adrenal bezler, böbrek üstünde yerleşik salgı bezleridir. Adrenal bezlerde oluşan iyi ve kötü huylu tümörler ile hormon salgılayan tümöral lezyonlar, laparoskopik adrenalektomi adı verilen operasyon ile kapalı yöntemle alınabilmektedir.
- Laparoskopik – Robotik kolesistektomi ( Safra kesesi hastalıkları ameliyatı)
Safra kesesinde oluşan kum ve taşlar ile bunlara bağlı olarak ortaya çıkan iltihaplanma, tıkanıklık ve sarılık gibi durumlarda tek ve kesin çözüm, yapılacak kolesistektomi operasyonudur. Safra kesesinin çıkarıldığı kolesistektomi, günümüzde Laparoskopik-Robotik yöntemle küçük kesiler açılarak hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilmektedir.
Multidisipliner uygulamalar
Memorial Bahçelievler Hastanesi İleri Onkolojik Cerrahi Bölümü’nde, tüm sindirim sistemi organları hastalıklarının tanı ve tedavileri multidisipliner yaklaşımlarla yürütülmektedir.
GASTROİNTESTİNAL ONKOLOJİK CERRAHİ
- Gastroenteroloji cerrahisi birimi
- Kadın hastalıkları -Onkolojik Cerrahi bölümü
- Radyoloji, Girişimsel radyoloji bölümü
- Gastroenteroloji bölümü ve İleri Gastroenteroloji girişimleri birimi
- Patoloji -Sitoloji merkezi
- Tıbbi onkoloji bölümü
- Radyasyon onkolojisi bölümü
- Nükleer tıp merkezi
- Endokrinoloji bölümü
- Psikiyatri bölümü
- Diyetisyen birimi
- Psikoloji tedavi birimi
- Nutrisyonel destek birimi
Uzmanları ve ekipleri ile işbirliği içinde hizmet verilmektedir. Deneyimli ve alanında uzmanlaşmış akademik kadromuz, özefagus ve mide cerrahisi, hepato-pankreato-biliyer cerrahi, kolon ve rektum cerrahisi, obezite ve metabolik cerrahi alanlarında açık, laparoskopik ve robotik cerrahiler uygulamaktadır. Bunların yanında; mide, kalın bağırsak (kolon), rektum, pankreas, karaciğer, özefagus, safra kesesi, ince bağırsak, periton ile karın içi kanserleri gibi tüm kanser türlerinin tedavileri de uygulanmaktadır.
Gastrointestinal Onkolojik Cerrahi Merkezi’nde tedavisi gerçekleştirilen hastalıklar:
- Yemek borusunun iyi ve kötü huylu tümörleri
Özefagusta oluşan tümörler iyi veya kötü huylu olabilirken, tehlike arz etmeleri nedeniyle çoğu durumda cerrahi operasyonlar yardımıyla alınması gerekir. Bu işlem İleri Onkolojik Cerrahi Bölümümüzde uzman hekimler tarafından uygulanır.
- Midenin iyi ve kötü huylu tümörleri
Mide mukozasında oluşan tümörler, iyi veya kötü huylu olabilir. Türü, boyutu ve kanserleşme eğilimi bulunup bulunmadığı araştırıldıktan sonra mide tümörleri, İleri Onkolojik Cerrahi Bölümü’nde ekibimiz tarafından alınmaktadır.
- Diyafram hernisi ve reflü hastalığına yönelik cerrahi işlemler
Tüm yaş gruplarında gözlenebilen diyafram hernileri ve gastroözefageal reflü hastalıkları, cerrahi operasyonlar yardımı ile tamamen ortadan kaldırılabilmekte veya etkileri minimuma indirilebilmektedir.
- İnce bağırsağın cerrahi hastalıkları
İnce bağırsaklarda oluşan tıkanıklık, yapışıklık, ülser oluşumu, tümör, fistül, divertikül ve fıtıkların tedavisinde cerrahi ameliyatlar yer almaktadır. Bu hastalıkların cerrahisi, İleri Onkolojik Cerrahi Bölümü doktorlarınca gerçekleştirilir.
- Kolon ve rektum kanserlerinin Robotik – Laparoskopik ve açık ameliyatları
Kalın bağırsak ve rektumda tespit edilen iyi huylu tümörler, boyutları da göz önünde bulundurularak hekim önerisine göre genellikle cerrahi operasyonla alınır. Kötü huylu tümörler ise boyutuna bakılmaksızın cerrahi girişimler yardımıyla çıkarılır. İşlem sonrası herhangi farklı bir dokuya yayılım gösterip göstermediği de incelenerek, gerekirse ek tedaviler uygulanır.
- İltihabi bağırsak hastalıklarına (Crohn hastalığı ve Ülseratif kolit) yönelik cerrahi işlemler
Crohn hastalığı ve ülseratif kolit gibi iltihabi bağırsak hastalıklarında; tedavinin ne şekilde yönlendirileceği, hastalığın yerleşimi, hastanın semptomları ve hastanın yaşı gibi pek çok faktör bir arada değerlendirilerek kararlaştırılır. Kimi olgularda ince bağırsağın bir kısmının ve kalın bağırsağın tamamının çıkarılması gerekebilir. Buna yönelik cerrahi işlemlerde laparoskopik ve robotik yöntemler uygulanmaktadır.
- Hemoroid, anal fissür, anal fistül ve pilonidal sinüsün tedavisi
Kıl dönmesi olarak da bilinen pilonidal sinüs, kalın bağırsağın son kısmı ile cilt arasında gelişen anal fistül, makatta çatlak olarak tanımlanan anal fissür ve halk arasında basur hastalığı olarak da adlandırılan hemoroid hastalıkları, İleri Onkolojik Cerrahi Bölümü’nün alanına giren ve cerrahi operasyonlar yardımıyla tedavi edilebilen hastalıklardır.
- Pankreas kist ve tümörleri cerrahisi
Pankreasta çok çeşitli kist ve tümörler meydana gelebilmektedir. Bu kistler kimi durumlarda hastalar için herhangi bir tehlike arz etmiyorsa takip altında tutulabilir. Ancak bu kist ve tümörlerin büyük çoğunluğu cerrahi olarak çıkarılması gereken lezyonlardır.
- Akut – kronik pankreatit ve komplikasyonlarının tedavisi
Akut ve kronik pankreatitlerde hastalığın ve yol açtığı komplikasyonların tedavisinde endoskopik yöntemlere ek olarak cerrahi operasyonlara da ihtiyaç duyulabilmektedir.
- Karaciğerin her türlü tümöründe cerrahi tedavi
Karaciğer tümörleri sık görülebilen, bazı durumlarda hastada herhangi bir soruna neden olmayan ancak bazı durumlarda kanserleşme eğilimine girerek ciddi sorunlara yol açabilen oluşumlardır. Bu tümörler boyutu ve kötü huylu olup olmadığı göz önünde bulundurularak gerekli görüldüğünde cerrahi operasyon yardımıyla çıkarılır.
- Karaciğerin kistik hastalıklarında cerrahi işlemler
Karaciğerde oluşan paraziter (enfeksiyon kaynaklı) kistler ve paraziter olmayan (yapısal veya kansere bağlı) kistler tehlike arz etmeleri veya hekim tarafından gerekli görülmesi durumunda cerrahi ameliyatlar yardımıyla çıkarılır.
- Safra kesesi ve yollarının taş ve tümörlerinin cerrahi tedavisi
Safra kesesinde oluşan taşlar, safra kesesinde ve safra yollarında iltihaba sebep olabilmekte, safra yollarının tıkanmasına neden olarak enfeksiyonlara yol açabilmektedir. Ayrıca safra kesesi ve safra yollarında tümör gelişebilmektedir. Safra kesesi veya safra yollarında oluşan tümörler ile taşın neden olduğu hastalıklarda, İleri Onkolojik Cerrahi Bölümü uzmanları tarafından cerrahi operasyonlar uygulanmaktadır.
- Dalağın hematolojik, kistik ve tümöral hastalıklarında cerrahi tedavi
Hematolojik hastalıklar, kistik ve tümöral problemler dalakta görülebilen hastalıklar arasında yer alır. Bu hastalıklarda, gerekli görüldüğü takdirde İleri Onkolojik Cerrahi Bölümü’nde cerrahi işlemler uygulanmaktadır. Bu işlemlerden en yaygını splenektomi adı verilen dalağın çıkarılması işlemidir.
- Karın duvarı ve ameliyat yeri fıtıklarında Robotik- Laparoskopik cerrahisi
Karın duvarında oluşan yapışıklık ve benzeri sorunlar ile ameliyat yeri fıtıklarının tedavisinde gastroenteroloji cerrahisi uygulamalarından yararlanılır. Bu işlemler için hastanın sağlık durumunun ve hastalığın imkan vermesi durumunda robotik cerrahi ve laparoskopi tekniğinden faydalanılabilmektedir.
ENDOSKOPİ UYGULAMALARI
- Tanısal gastroskopi ve kolonoskopi
Bazı hastalıkların tanı ve tedavisinde gastroskopi ve kolonoskopi uygulamalarına ihtiyaç duyulur. Mide hastalıklarının incelenmesinde gastroskopi, kolorektal hastalıkların incelenmesinde ise kolonoskopi adı verilen endoskopik uygulamalar tercih edilmektedir.
- Perkütan endoskopik gastrostomi (PEG), jejunostomi ( PEJ)
Yemek yiyemeyen ve ağızdan beslenmemesi gereken hastaların sağlıklı ve yeterli beslenebilmesinin sağlanması amacıyla Gastroenteroloji Cerrahisi Bölümü’nde yapılacak işlem ile perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) veya peruktan endoskopik jejunostomi ( PEJ) uygulanarak mideye direkt ulaşan bir beslenme tüpü yerleştirilir.
- Endoskopik stent yerleştirmesi
Gastrointestinal sisteme ilişkin darlıkların söz konusu olduğu hastalıklarda ilgili bölgeye endoskopik yöntemler yardımıyla stent yerleştirilerek darlık ortadan kaldırılabilir. Bu işlem uygun koşullar altında İleri Onkolojik Cerrahi Bölümü’nde gerçekleştirilebilmektedir.
HIPEC( SICAK KEMOTERAPİ ) VE PIPAC ( AEROSOL BASINÇLI KEMOTERAPİ )
HIPEC ( Hipertermik karın içi kemoterapi —Karin içi sıcak kemoterapi) “Hyperthermic Intraperitoneal Chemotherapy” adı verilen ve kanser tedavisinde son yıllarda adından sıkça söz edilen bir tedavi şeklidir.
Günümüze kanser tedavisinde pek çok farklı yöntem kullanılmakta ve önemli başarılar elde edilmektedir. HIPEC olarak adlandırılan karın içi sıcak kemoterapi uygulaması, hem hastanın yaşam süresinin uzatılması hem de hayat kalitesinin yükseltilmesi yönünden bu alanda atılan en önemli adımlardan biridir.
Karın içi organlardan kaynaklanan bazı kanserlerde, cerrahi tedavi öncesi (neoadjuvan tedavi) veya sonrası (adjuvan tedavi ) ya da hem öncesi hem de sonrası damar yoluyla verilen sistemik kemoterapi beklenen yanıtı vermeyebilir. Bu durumda, uygulanan tedavilere istenen yanıt alınamadığında, hastalık giderek ilerler ve sonunda hastanın yaşamı tehlikeye girebilir.
İleri evre karın içi kanserlerde tedavi seçeneği: HIPEC
Kanser tedavisinden istenilen yanıtın alınamadığı noktada, hem hastanın hayat beklentisini uzatacak hem de konforunu iyileştirecek bir yöntem olan ” karın içi sıcak kemoterapi- HIPEC” tedavi seçeneği gündeme gelir. Karın içine kemoterapi uygulama ile şu amaçlanır: Karın içi organları ve karın, “periton-karın zarı ” adı verilen bir tabaka ile kaplıdır. Bu yapı hem karın içi organların yüzeyini örter hem de karın duvarının iç yüzeyini kaplar. Karın içini kaplayan bu ince tabaka, salgıladığı az miktardaki sıvı ile organların kayganlığını sağlar. Kanser, ortaya çıktığı organda gelişimini sürdürürken hastalığın ilerlemesiyle birlikte başka organ ve alanlara da yayılım gösterir.
HIPEC tedavisi nasıl uygulanır?
Kanser; kan, lenf bezleri ve karın boşluğuna dökülme yoluyla yayılabilmektedir. Bu nedenle karın içi kanserlerde, hastalığın ileri evresinde tümör, peritona da sıçrayabilir. Kanserin son evresinde ortaya çıkan bu durumda, hastaya damar yoluyla uygulanan ilaçlar peritona istenilen düzeyde ulaşamayabilir ve tedavi yetersiz kalır. Oysa yoğun tümörle kaplı olan periton felsefik olarak bir organ gibi değerlendirilmeli, periton ile birlikte tutulmuş organ veya organlar da yıkanarak, karın içi mikroskopik olarak mümkün olduğunca tümörsüz hale getirilmeye çalışılır. Bu işleme, ” SRC (sitoredüktif cerrahi+peritonektomi) ” adı verilmektedir. Yapılan bu işlemleri takiben 42-43 derece sıcaklığa sahip olan tümör yok edici ilaçlar özel bir aparat ile karın içine verilir. Karın içi yıkama işlemi 60 ila 90 dk arasında tamamlanır. Bu süre içinde tümör hücrelerinin mikroskobik düzeyde yok edilmesi amaçlanır.
Kemoterapi ilaçları neden ısıtılarak verilir?
Antikanser ilaçlarının karın içine ısıtılarak verilmesi;
- Isı, ilacın doku içine nüfus etmesini kolaylaştırır ve seçilmiş kemoterapik ajanın kanser hücresini öldürme etkisini artırır.
- Isının kendisi anti-tümör etkisine sahiptir ve ısı karın içindeki tüm yüzeylere ilacın karın içindeki tüm yüzeylere ilacın eşit dağılımına katkı sağlar.
- HIPEC sürecince tümör hücreleri ince bağırsak yüzeylerinden ve pıhtı-fibrin tabakaları içinden mekanik olarak temizlenir.
HIPEC hangi hastalıklarda uygulanır?
Kanserin ileri evresinde periton tutulumu olan hastalarda karın içinde sıvı (assit) toplanmaya başlar. Bu sıvı, hastanın karnının giderek şişmesine, oluşturduğu bası ve gerginlik ile solunum ve dolaşımın sorunlu hale gelmesine neden olabilir. Bazen o kadar yaygın hale gelir ki hastanın yatış pozisyonunu bile engeller. Bunun yanında kanser hücrelerinin karın içi diğer alanlara yayılımına da neden olur. Hastanın rahatlaması için kanül yoluyla sıvının boşaltılması mümkün olsa da patoloji devam ettiğinden yeniden sıvı toplanması söz konusu olacaktır. Kanserin ileri düzeyde olduğu hasta grubu, tüm tedavi seçeneklerini geride bırakmış kişilerdir ve böyle durumda da hastanın yaşam süresini uzatacak ve yaşam konforu sağlayacak HIPEC tedavisi gündeme gelir. Bu işlem ile peritonun kendi kanserleri, apendiks kanseri ile kadınlarda Over (yumurtalık) kanserinde başarılı sonuçlar alınmaktadır. Bunların yanı sıra kalın bağırsak, mide ve son zamanlarda da pankreas kanserlerinde de uygulanmaya başlamıştır.
Bu tür tedaviler yapılırken bazı komponentler de göz ardı edilmemelidir. Tedavinin tüm evreleri bir arada gerçekleştirildiği zaman bir anlam ifade etmektedir.
HIPEC tedavisi hangi durumlarda uygulanmaz?
HIPEC uygulaması karın dışında tutulumların olduğu durumlarda yapılmaz. Beyin, kemikler, akciğer metastazları…). Karaciğerde üç veya daha az metastatik odak varsa bunlar çıkarılarak HIPEC uygulanabilir. Ancak yaygın karaciğer metastazlarının olduğu durumlarda da HIPEC endikasyonu yoktur. Bir diğer önemli organ ince bağırsaklardır. İnce bağırsaklar sindirim sisteminde besin emiliminin yapıldığı organlar olduğundan geniş ince barsak rezeksiyonları hayat ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle yaygın ince barsak tutulumu olan hastalarda HIPEC uygulamak çok anlam ifade etmez. Uygulama sonrası sağ kalım süreleri bu hastaların büyük bir çoğunluğu ileri evre kanser hastası olması nedeniyle yaşam beklentileri aylarla sınırlı olan hastalardır. Bu önemli detay göz ardı edilmemeli, hastalığın tamamen tedavi edilerek yok edilemeyeceği ancak hayat konforu ve yaşam beklentisinin uzatılabileceği dikkate alınmalıdır.
PIPAC –BASINÇLI AEROSOL KEMOTERAPİ
Karın için kanserlerin tedavisinde PIPAC dönemi
PIPAC yöntemi karın zarı kanserlerinde kullanılan ve damar yoluyla verilen kemoterapi ilaçlarının, vücudun doğal kıvrımlarına ulaşamama sorununu ortadan kaldıran “basınçlı aerosol kemoterapi” uygulamasıdır. Bu yöntem ile ideal hasta grubunda tümör kontrol altına alınarak hastanın yaşam süresi ve kalitesi artırılmaktadır.
Karın içi kanser tanımı nedir?
Karın duvarını tamamen saran, aynı zamanda karın içi organların üzerini örten “periton tabakası”, başlı başına bir organ olarak kabul edilmektedir. Bu bölgede görülen kanserler peritonun kendisinden kaynaklanan tümörlerin yanı sıra; kalın bağırsak ve rektum, yumurtalık, rahim ve mide kanserlerinin metastazlarıdır. Mevcut bu kanserlerin ilerlemesi sonucu, kanserli hücreler bulunduğu ortamda kan veya lenf yoluyla metastaz yapabilir ve karın içi organları yaygın olarak tutan bir hastalık ortaya çıkabilir. Karın içi metastazı sonrasında da yine bu bölgede asit olarak tanımlanan sıvı toplanması olur. Hastanın herhangi bir tedaviden fayda göremez hale geldiğini gösteren bir tablo, ileri evre kanser vakaları grubunu oluşturmaktadır. Bu gibi durumlarda, hastaya sistemik kemoterapi olarak tanımlanan, damar yolundan kemoterapi verilmektedir. Radyoterapi de uygulanabilir ancak bazen kemoterapi belli bir noktadan öteye gitmez. İlaç peritona kadar gelir, içine nüfuz edemez. Çünkü kendi damarı olmayan bu zar, diffüzyon yoluyla beslenmektedir. Dolayısıyla peritondaki saçılmalar tedaviyle ortadan kaldırılamaz. Tümör adeta bir avuç bulgurun serpilmesine benzer şekilde yayılım gösterir.
PIPAC yöntemi karın içi kanserlerde nasıl uygulanır?
Tümörü metastaz yapan hastalarda yapılan SRC (peritonektomi ve sitoredüktif cerrahi ) , redüksiyonu azaltmak anlamına gelmektedir. Bu tedavinin uygulanacağı hasta grubu seçilirken belli başlı kriterler de göz önünde tutulur. Kalın bağırsak kanseri olan bir hastanın tümör yayılımı karaciğere ulaşmasa da peritona yaygın olarak dağılım söz konusu olduğunda, periton zarı tamamen soyulup çıkarılır. Cerrah, ulaşılabilen tüm tümörleri cerrahi yolla veya koterizasyonla yok eder. Yapılan temizliğin ardından, PIPAC adı verilen basınçlı sıcak kemoterapi yöntemiyle, ilaç karın içine 1/10 doz düzeyinde verilir. Yani sistemik kemoterapide hastaya damardan 10 gram ilaç veriliyorsa, PIPAC’te 1 gram ilaçla aynı başarı elde edebilir. Bu sayede hem hastanın sağlıklı hücreleri üzerinde kanser öldürücü ilaçların sitotoksik etkisi azaltılır ve üst düzeyde etkinlik sağlanır.
İşlem hangi hasta grubu için uygundur?
PIPAC uygulaması sonrası hastaların taburculuğu bir gün içinde yapılabilir. Hastanın tedavisinden olumlu sonuç alındığında, uygulama dört hafta sonra tekrarlanabilir. Bu özelliğiyle önemli bir avantaj sağlayan işlem, “herhangi bir şey yapılamayacak” denilen hastalara umut olmaktadır.
PIPAC işleminin hastanın yaşam süresi ve kalitesine katkısı nedir?
Laparoskopik yolla yapılan PIPAC tedavisi ile biri 1 cm, diğeri 0,5 cm’lik iki kesiden karın içine girilir. Verilecek ilaç, tümörün kaynaklandığı organın türüne göre seçilir. Karın içine giren trokarlardan, kalem benzeri bir aparatla verilen yüksek basınçlı ısıtılmış kemoterapik ilaç her tarafa yayılır. Bu yöntemle ilaç, tüm alanlara ulaşılabilir. İşlem sırasında belli yerlere nirengi noktası olacak işaretler koyulmaktadır ve böylece gerekli hallerde dört hafta sonra tedavi tekrar edilebilir. Gerekli hallerde dört hafta sonra tekrarlanabilen bu tedavi, yedi-sekiz hatta 10 kereye kadar yapılabilir. Tedavinin üçüncü ya da dördüncü uygulanışında işaret koyulan noktalarda tümörün neredeyse tamamına yakınının kaybolduğu görülebilir. Bir-iki aylık yaşam beklentisi bazen 10 katına çıkarılabilir. Ama bunun için hastanın genel sağlık durumu, hücre yapısı, tümörün tipi ile genetik yapısı büyük önem taşımaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Girişimsel Nöroradyoloji
Girişimsel Nöroradyolojinin kullanıldığı alanlar nelerdir?
Beyin ve spinal anjiografisi;
Beyin ve boyun damarlarının anjiyo ile gösterilmesi altın standart bir işlemdir. Kan damarına radyoopak bir kontrast madde enjekte ederek gerçekleştirilir. Kontrast madde verilmesi sırasında görüntüyü görmek ve kaydetmek için floroskopi (anjiyografi) cihazını kullanılır. İşlem uygun damarın giriş bölgesine lokal anestezi verilmesi ile başlar. Damar içine kılıf yerleştirilir. Girilmesi istenen damarlara katater yerleştirilerek o damarın anatomisi ve patolojileri görüntülenir. Özellikle damarsal baloncuk ve yumakların görüntülenmesi sağlanır, tedavi planlaması yapılır.
Anevrizma (Baloncuk) Embolizasyonu;
Anevrizma, bir kan damarı duvarının iç kas tabakasının (intima) zayıflamasından kaynaklanan bir atardamarda anormal bir fokal genişlemesidir. En çok 35-45 yaş arasında görülür. Bu genişleme uyarı vermeden incelebilir ve yırtılabilir. Yırtılma durumunda, kan akışı azaldığından veya tamamen bloke olduğundan, inme riski vardır. Ayrıca yırtılan baloncuk beyin etrafındaki zarlar arasındaki (subaracnaoid) kanamaya yol açar. Anevrizmaların çoğunluğu 2,5cm altındadır, bunun üstündekiler dev olarak adlandırılır. Dev anevrizmaların yırtılma olasılığı daha yüksektir, tedavisi daha zordur.
Risk faktörleri: Beyin anevrizmalarının oluşumuna; hipertansiyon, sigara, genetik hatalıklar(Ehler-danlos, tuberoskleroz, FMD, Kleinfelter, alfa 1 antitirpsin eksikliği) alkol tüketimi, uyuşturucu kullanımı travma ve enfeksiyonlar neden olabilir. Aile öyküsü varlığı, kadın cinsiyette ve ileri yaşta daha sık görülür.
Tipleri: Sakküler (baloncuk) tip damarın dallanma bölgelerinde ortaya çıkan kubbe şeklinde çıkıntılardır. Dar ya da geniş boyunlu olabilir. Fuziform anevrizmalar; damarın kısa bir segmentinde genişleme şeklinde olur. Blister tip Gül dikeni şeklinde olan anevrizmalardır.
Bir beyin anevrizması yırtılmadığı sürece nadiren belirti verir. Çok büyük olanlar bası semptomları oluşturabilir. Görme kaybı, çift görme, göz üstünde ağrı, yüzde tek taraflı uyuşma basıya bağlı gelişebilir. Bir anevrizma yırtıldığında ciddi baş ağrısı (daha önce hiç yaşanmamış şiddette tariflenen bir baş ağrısı), bulantı kusma, ışığa bakamama, görülür, bilinç kaybı gelişir, nöbetler görülebilir, ayrıca inme bulgusu olan tek taraflı güçsüzlük gelişebilir. Bu bulguların en önemli özelliği ani gelişmesidir.
Tanı: beyin anevrizmaları genellikle yırtıldıktan sonra çekilen tomografi yada MR da saptanır. Anevrizma düşünülen kişilerde tanıda altın standart olan anjiyografi çekilir. Burada anevrizmanın yapısı değerlendirilir, tedavi planı yapılır. Tomografide yeni gelişmelerle birlikte anjiyoya yakın görüntüler alınmaktadır. Ayrıca anjiyoda gelişebilecek sorunlar görülmez. MR’ da, bir anevrizmanın yerini belirlemeye ve teşhis etmeye yardımcı olur.
Tedavi: Endovasküler anevrizma tedavisi serebral anevrizmalar için geçerli bir seçenektir. Artık anevrizmaların tedavisinde ilk olarak endovasküler tedavi düşünülmektedir. Kanayan ya da kanamayan anevrizmalarda tedaviler değişmektedir. Tedavi işlemi ile baloncuğunun içinin sarmallarla doldurulması, stentler web kullanılmaktadır..
AVM Embolizasyonu
Beyinde ya da omurilikte meydana gelmiş anormal kan damarı yumaklarıdır. AVM’lerinin nedeni net değildir. Çoğu insan onlarla doğar, ancak daha sonra yaşamda da oluşabilirler. AVM’ler, Osler-Weber-Rendu sendromu olarak da bilinen kalıtsal hemorajik telenjiektaziye (HHT) sahip bazı kişilerde görülür. HHT, beyin de dahil olmak üzere vücudun çeşitli bölgelerinde kan damarlarının oluşma şeklini etkiler.
AVM varlığında ne olur? Kalp, atardamarlar yoluyla beyin ve omuriliğe, oksijen bakımından zengin kanı gönderirler. Atardamarlar, en küçük kan damarlarına (kılcal damarlar) kadar incelerek akım hızları yavaşlar. Oksijenli kanı beyin hücrelerine bırakırlar. AVM’de yapı ise kılcal damarlardan yoksun AVM, gelen kan hızla kalbe geri döner buda beyinin oradaki beslenmesini bozar.
Beyin AVM’si olan kişilerde baş ağrısı veya nöbetler görülebilir. Bazı kişilerde ise diğer nedenle beyin taramasında ya da kanama sonrası beyin görüntülemesinde saptanmaktadır. Bir beyin AVM’si teşhis edildikten sonra beyin hasarı veya inme gibi komplikasyonları önlemek için tedavi edilmelidir. Beyin AVM kanaması riski her yıl yaklaşık %2 ila %3 arasında değişmektedir. Bazı AVM tipleri için ya da daha önce AVM rüptürü olan kişilerde kanama riski daha yüksek olabilir. Beyin kanaması; etkilenen arterlerin ve ince damarların aşırı basınca bağlı duvarlarının incelmesi yırtılmasına sebep olur. Bu kanamalar bazen beyin hasarına ve belirti veya semptomlara neden olmadıkları için tespit edilememektedir. Bu hastalarda potansiyel olarak yaşamı tehdit eden kanama atakları meydana getirir.
Tedavi; AVM’nin kanama yapıp yapmamasına, kanama riski yüksekliğine, önemli yapılarına yakınlığına ve büyüklüğüne bağlı olarak planlanmaktadır. İşlem sırasında bu damar yumaklarına girilerek tıkayıcı ilaçlar verilir.
AVF Embolizasyonu
Bir arteriyovenöz fistül (AVF), bir arter (atardamar) ve bir ven (toplardar) arasındaki anormal bir bağlantıdır. Yüksek basınçlı bir arter ile düşük basınçlı bir ven arasındaki bağlantı, genellikle hem arteri hem de veni genişleten bölgedeki kan akışını artırabilir. AVF’ler bazen doğumda bulunur (doğuştan) veya doğumdan sonra gelişir ve bazen de bir yaralanmanın (kazanılmış) sonucudur.
Yüz veya boyundaki arteriovenöz fistüller şişmeye ve anormal nabız atımına ya da üfürüme neden olur. Bebekler arasındaki aşırı durumlarda, kalbi aşırı yükleyebilir. Nadiren beyin gelişiminde ciddi sorunlara neden olurlar. Bazen semptomları doğumda görürüz, bazen de durum çocukluğun sonlarına kadar belirginleşmez. Büyük fistüller doğumda kalp yetmezliğine neden olabilir. Daha küçük olanlar başın içindeki damarlardaki basıncın artmasına neden olarak hidrosefali veya serebral ventriküllerin (beyin içinde sıvı tutan boşluklar) genişlemesine neden olur. Omurilikte gelişen fistüller; omuriliği sıkıştırarak uyuşma ve/veya güçsüzlüğe yol açabilir.
Tanı: fistül tanısı için ilk basamak MR ve MRA’dır. Şüphe varlığında BTA ya da klasik anjiyo işlemleri yapılır.
Tedavi: Endovasküler embolizasyon, bir AVF için en yaygın tedavi şeklidir. Bu işlemi genellikle besleyici artere ya da fistulize vene bir kateter yerleştirerek gerçekleştirilir. Bu kan akışını durdurmak için koiller (sarmallar), ayrılabilir balonlar, embolizasyon yapıştırıcısı, embolizasyon partikülleri, embolizasyon materyali (Onyx olarak adlandırılır) gibi damar tıkaçları çeşitli tipte cihazlar kullanılır. Arter ve ven arasındaki bağlantıyı kapattıktan sonra AVF iyileşir ve genellikle tekrar etmez. Diğer bir tedavi seçeneği de fistülü cerrahi olarak kapatmaktır.
Karotis arter stentleme: Şah damarı daralmaları inmeye neden olan ciddi bir durumdur. Şikayeti olmayan %70 üzerindeki darlıklar ve tekrarlayan inme geçiren %50’nin üstündeki darlıklar tedavi gerektirir. Özellikle cerrahi şah damarı tedavi riskleri yüksek olan, cerrahi sonrası darlığı devam eden durumlarda stent işlemleri uygulanmaktadır. İşlemler genelde uyanık ve hafif sakinleştirici ilaçlar kullanılarak yapılır. Kasığa yapılan lokal anestezi sonrası, iğne ile atardamar delinir ve buradan yerleştirilen ince borularla(katater) karotis (şah) atardamarına ulaşılır. İşlemi yönlendirmek için floroskopi (anjiyo) kullanılır, damar içine kontrast madde verilerek görüntüler alınır. Şah damarındaki darlık, ince tellerle geçilir, işlemler sırasında pıhtıyı engellemek için darlığın ilerisine filtre yerleştirilir. Filtre teli üzerinden balon yapılarak, darlık genişletilir. Darlığa stent konarak, balon ile stent duvara yapıştırılır. Kontroller alınarak işlem sonlandırılır. İşlem riskleri; kasıkta gelişen kanama, yalancı anevrizma ya da beyin damarında gelişen pıhtıdır. Bunlar vakaların %5 inden az kısımda görülür.
İnme tedavisi: İnme dünyadaki yaygın ölüm ve sakatlık nedenlerinden biridir. Beynin herhangi bir kısmına kan akışının ani kesilmesi olarak adlandırılır. İnmenin endovasküler tedavisi, inme sonrası ilk 6 saat içinde damar içinde gelişen pıhtının çıkarılmasıdır (trombektomi). Kan pıhtısı çıkarılamazsa eritici ilaçlar verilir (tromboliz). Eğer damarlarda darlık varsa stent de yerleştirilebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Tıbbi Onkoloji
KEMOTERAPİ
Kemoterapi Nedir?
Kemoterapi, tümörün ilaçla tedavi edilmesi demektir. Cerrahi ve ışın tedavisi ile birlikte tümör tedavisinin çok önemli bir parçasıdır. Kemoterapi ile tümör hücreleri öldürülür veya tümörün büyümesi durdurulmaya çalışılır. Bazen tek, bazen birkaç ilaç çeşitli yollarla verilerek uygulanır.
Kemoterapi Kim Tarafından Uygulanır?
Kemoterapi ile ilgilenen bilim dalına “Medikal Onkoloji” veya “Tıbbi Onkoloji”, bu alanda çalışan doktora “Medikal Onkolog (Tıbbi Onkolog)” denir. Medikal onkoloji ayrı bir uzmanlık dalıdır; medikal onkolog tümör tedavisi konusunda uzmanlaşmış bir iç hastalıkları uzmanıdır. Tümör tedavisi bir ekip işidir ve mutlaka bu ekibin tüm üyelerinin bulunduğu merkezlerde uygulanmalıdır. Bu ekipte tümör cerrahisi ile ilgili uzman cerrah, ışın tedavisi (radyoterapi) ile ilgili radyasyon onkoloğu, kemoterapi ve hasta bakımı (destek tedavisi) ile ilgili medikal onkolog bulunmalıdır.
Kemoterapi Uygulamasında Amaç Nedir?
Tümörün cinsine ve hastanın özellikleri gibi değişik nedenlerle kemoterapi uygulanabilir.
- Tümörü tamamen yok etmek ve hastayı iyileştirmek için,
- Tümörün yayılmasını engellemek için,
- Tümörün büyümesini durdurmak veya yavaşlatmak için,
- Tümörün sebep olduğu belirtileri yok etmek için kemoterapi uygulanır.
Etkili bir tedavi yöntemi olmasına rağmen bazı durumlarda tümörü tamamen yok edemeyip sadece belirtilerini düzelterek rahat yaşamayı sağlayabilir. Bazı tümörlerde tek tedavi yöntemi kemoterapidir. Diğerlerinde ise kemoterapi diğer tedavilerle (cerrahi ve radyoterapi) art arda veya eş zamanlı olarak uygulanır. Örneğin; ameliyat öncesinde tümörü küçültmek amacıyla, ameliyattan sonra yayılmasını önlemek için kemoterapi yapılabilir. Aynı uygulamalar radyoterapi öncesinde ve sonrasında yapılabildiği gibi, radyoterapi ile aynı anda çeşitli yöntemlerle de kemoterapi uygulanabilir.
Kemoterapi Uygulama Sıklığı Ve Süresi Ne Kadardır?
Tedavi uygulama süresi ve sıklığı, hastalığın ve hastanın durumunuza göre özel olarak seçilen kemoterapi şemasına bağlıdır. Tedavi ile elde edilen cevaba ve oluşan yan etkilere göre süre ve sıklık doktor tarafından değiştirilebilir. Genellikle en sık kullanılan aralar 3 veya 4 hafta olmakla birlikte bazı tedavi şemalarına ek olarak haftada bir veya iki haftada bir uygulamalar da vardır. Kemoterapinin zamanlaması konusunda en önemli, hatta hayati önem taşıyan nokta, tedavinin mümkün olduğu kadar düzenli ve yan etkilerin izin verdiği ölçüde zamanında yapılmasıdır. Tedavi aralıkları gereksiz uzatıldığında, tümöre kendini toparlama ve ilaçlara direnç kazanarak daha da güçlenme riski kazandırılmış olur. Bu şekilde tümör büyümeye ve yayılmaya devam eder, tedavi başarı şansı azalır. Hastaların, kemoterapi randevuları konusunda kesinlikle doktorunun önerileri dışına çıkmaması gerekir.
Herhangi bir nedenle tedaviyi bırakmadan önce mutlaka doktorunuzla konuşarak sorunlarınızı anlatınız ve yardım isteyiniz.
Tedavi günlerine mutlaka uyunuz. Kendinizi iyi hissetmediğiniz gerekçesi ile asla kendi inisiyatifiniz ile tedavi gününüzü değiştirmeyin.
Evde kullanmak zorunda olduğunuz ilaçları mutlaka alın.
Aksi halde eksik tedaviden kaynaklanan tedavi başarısızlıkları ile karşı karşıya kalmak söz korusu olabilir.
Kemoterapi Nerede Uygulanır?
Kemoterapi mutlaka bu konuda eğitimli kişilerin çalıştığı merkezlerde uygulanmalıdır. Doktorun bilgi ve izni olmadan, kesinlikle herhangi bir hastanede veya evde, kemoterapi tecrübesi olmayan herhangi bir sağlık görevlisi tarafından uygulanmamalıdır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
LÖSEMİ (KAN KANSERİ) NEDİR? LEUKEMİA NEDİR?
Toplumda kan kanserinin türlerinden biri olarak bilinen lösemi, kemik iliğinden kaynağını alan ve kan üreten kök hücrelerinden birinin, çeşitli etkenlerin bir araya gelmesi ile gelişiminin bir basamağında duraklaması ve kontrolsüz aşırı çoğalmaya başlamasıdır. Leukemia olarak da bilinen lösemi (kan kanseri) öncelikle kemik iliğini, sonrasında da tüm organları ele geçirir. Vücudun kan üretim sistemi olan kemik iliği ve lenfatik sistemi etkileyen kan kanseri, tedavi edilmezse ilerleyici seyir gösteren kötü huylu kanserlerdendir. Lösemi; olgunlaşmış akyuvarların kontrolsüz artışına bağlı oluşursa kronik ve yavaş seyirlidir. Olgunlaşmamış akyuvarların kontrolsüz artışına bağlı gelişenler ise akut yani hızlı seyirli olarak tanımlanır. Hızlı seyirli olan kan kanserleri sıklıkla ani başlangıç gösterip özellikle 1-2 ay içerisinde klinik bulgu ve belirti verir. Bu nedenle kısa sürede tanı konulmalı ve en kısa sürede tedaviye başlanmalıdır.
Löseminin tam olarak nedeni bilinmese de özellikle radyasyon, benzen gibi kimyasallara ve tarım ilaçlarına maruz kalmanın lösemi riskini artırdığı bilinmektedir. Kan kanserlerinin en bilinenlerinden biri olan lösemi, hedefe yönelik akıllı ilaçların yanı sıra hastaya özel kök hücre nakil seçenekleri sayesinde başarıyla tedavi edilebilmektedir.
LÖSEMİ (KAN KANSERİ) ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Lösemi akut (aniden ortaya çıkan, hızlı ilerleyen) ve kronik (yavaş seyirli, müzmin) olarak iki grupta değerlendirilir. Akut lösemiler de akut lenfoblastik lösemi (ALL) ve akut miyeloblastik lösemi (AML) olmak üzere ikiye ayrılır. Kronik lösemiler de Kronik Lenfositik Lösemi (KLL) ve Kronik Miyeloid Lösemi (KML) olmak üzere alt gruplara ayrılmaktadır.
Lösemi çeşitleri arasında akut lösemiler son derece agresif ve hızla ilerleyen bir hastalık türüdür. Akut lösemi zamanında tanı konulup tedaviye başlanmazsa, günler veya haftalar içinde hastanın kaybedilmesine neden olabilir. Kronik lösemi ise çok yavaş seyirde uzun süre sessizce kalabilir ve yıllar içinde ilerleme gösterebilir.
AKUT LÖSEMİ NEDİR?
Kan kanserleri içerisinde akut löseminin görülme oranı % 15-20’dir. Akut lösemi, çocuklarda en çok görülen kanser tipi olup, çok hızlı ilerler. Her yaşta görülebilen akut löseminin ilerleyen yaşlarda görülme oranı da artar. Belirti ve bulgularıyla kendini çok kısa sürede belli eden akut lösemi kemik iliğinde bulunan ve kan hücrelerinin üretiminden sorumlu olan kök hücrelerin kanserleşerek kontrolsüz ve hızla çoğalması sonucu oluşur. Akut lösemide kanser hücreleri çok hızlı şekilde önce kemik iliğine ardından da tüm vücuda yayılır. Akut lösemi hastalarında lökosit adı verilen beyaz kan hücreleri yapılamadığından sık sık ağır enfeksiyon durumları görülebilir. Kan pıhtılaşmasından sorumlu olan trombosit hücreleri de üretilemediği için cilt kanamaları, mide bağırsak sisteminden olan kanamalar ya da hayati organlarda ciddi seyirli kanamalarla karşılaşılabilir. Akut lösemide en büyük belirti olan kansızlık, hastaların en kolay fark ettiği belirtilerden biridir. Ayrıca vücuttaki diğer organlara yayılma gösterdiğinden herhangi bir organda oluşan bozukluk olarak da karşımıza çıkabilir.
Akut lösemi kendi içerisinde birçok alt tipe sahip akut miyeloblastik lösemi (AML) ve akut lenfoblastik lösemi (ALL) olarak iki ana gruba ayrılır. Her biri çok hızlı ilerleyen bu tümör tiplerine karşı erken tanı, tiplendirme ve hızlıca tedaviye başlamak çok önemlidir. Belirtiler görüldüğünde uzman onkoloji merkezlerinde uzman doktorlar tarafından tanı koyulup, kişiye uygun tedavi yapılması planlanmalıdır.
KRONİK LÖSEMİ NEDİR?
Kronik lösemi ise akut lösemiye göre daha yavaş ilerleyen lösemi türüdür. Ancak kronik lösemi daha iyi sonuç verir. Olgun hücrelerin yapması gereken görevleri yerine getirmemesi ve anormal çoğalması ile ortaya çıkan kronik löseminin kronik lenfositik lösemi (KLL) ve kronik myelositer lösemi (KML) olmak üzere iki temel alt grubu bulunmaktadır.
LENFOSİTİK LÖSEMİ (KLL) NEDİR?
Lenfositik Lösemi (KLL), olgunlaşmış normal lenfositlere benzeyen ve enfeksiyonlara karşı vücudu koruyan, fakat işlevlerini yerine getiremeyen lösemik hücrelerin kemik iliğinde çoğalması ile ortaya çıkar. KLL hücreleri, kemik iliği, lenf nodları ve kana yerleşir, bunun neticesinde de lenf düğümleri şişer ve dalak büyür. Daha çok 60-70 yaş aralığında görülen KLL, tüm lösemilerin %30’nu oluşturur. Hastalık çok yavaş ilerlediği için hastalar tanı konulmadan uzun süre yaşayabilir. Tanı sonrasında ise bazı hastalarda KLL problem yaratmadığı sürece tedaviye gerek duyulmaz. KLL tanısı hastalığa özel olan genetik bir değişikliğin özel yöntemlerle tespit edilmesi ile konulur. Geçmişte kemoterapi ve kemik iliği nakli ile oldukça zor tedavi edilen bu hastalık günümüzde çok basit şekilde tedavi edilebilmektedir.
LÖSEMİ (KAN KANSERİ) NEDENLERİ NELERDİR?
Löseminin kesin olarak nedeni bilinmese de bilim adamları viral, genetik, çevresel veya immünolojik faktörlerin rol aldığını düşünmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır;
- Yüksek düzeyde radyasyona maruz kalma
- Benzen ve formaldehit gibi sanayide kullanılan kimyasallara maruz kalma
- Kemoterapi ilaçlarının bir kısmı
- Bazı genetik hastalıklar (down sendromu vb.)
- Virüsler
Ancak bu risk faktörleri löseminin çok küçük bir kısmının nedenlerini açıklar. Lösemiye yakalanan hastaların çoğunluğunda hiçbir risk faktörü gösterilememiştir.
Lösemiye yol açan diğer nedenler;
- Tablet ve cep telefonu gibi teknolojik cihazların uzun saatler çocuklar tarafından kullanılması
- Hava kirliliği
- Gıda maddelerindeki katkılar
- Kimyasal maddeler
- Çürümüş gıdalar
LÖSEMİ (KAN KANSERİ) BELİRTİLERİ NELERDİR?
Lösemi belirtileri çeşidine bağlı olarak değişmektedir. Kan kanseri belirtileri diğer kan kanserlerinde gözlenen bazı bulgularla ortak özellikler gösterebilir. Kansızlığa bağlı olarak;
- Solukluk,
- Halsizlik,
- Çabuk yorulma,
- Efor sırasında nefes darlığı gibi belirtiler gözlemlenir.
Lösemi (kan kanseri) belirtileri arasında bağışıklık sisteminin zayıflaması nedeniyle gelişen enfeksiyonlar sonucu diş etleri, burun, diş etleri ve cilt altında beklenmeyen kanamalara, morarmalar ve toplu iğne başı büyüklüğünde, basmakla solmayan kırmızı döküntülere rastlanır. Akut lösemi belirtilerinde ise bu bulgular dikkat çeker;
- Solukluk, halsizlik,
- İştahsızlık, kilo kaybı,
- Gece terlemesi,
- Uygun tedavi ile kontrol altına alınamayan, sık tekrarlayan ateş, enfeksiyonlar,
- Kemik ağrıları,
- Cilt altında kanama (toplu iğne başı kadar küçük kırmızı döküntüler, kolay ortaya çıkan morarmalar)
- Burun ve diş eti kanamaları, boyun ve koltuk altı lenf bezlerinde, karında şişlik, diş etlerinde kabarma.
Kan kanseri belirtileri pek çok hastalığın belirtileri ile aynı seyredebilir. Vücudun tüm organlarına yayılabilen lösemi özellikle romatizmal hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, kanamalı hastalıklar, lenfoma, myeloma ve diğer kan kanserleri belirtileri ile benzer belirtilere sahip olabilir.
ÇOCUKLARDA LÖSEMİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Tüm çocukluk kanserleri göz önüne alındığında yaklaşık yüzde 30’unun lösemi olduğu görülmektedir. Çocukluk çağı kanserleri ve lösemi sıklıkla 2-5 yaş ya da 5-10 yaş aralığında görülmektedir. Çocuklarda löseminin çok kapsamlı klinik bulguları olsa da bazı belirtilerden şüphelenmek gerekir. Bunları şöyle sıralayabiliriz;
- Hızlı kilo kaybı
- İştahsızlık
- Renkte solukluk
- Vücutta morluklar ya da beklenmedik bezelerin uzun süre devam etmesi veya giderek Büyümesi
- Karında şişlik
- Eklem ağrıları
- Uzun süre devam eden ve 5 günün üzerinde süren inatçı ateş
Yeni doğan bebekler 6-8 ay kadar anneden aldığı bağışıklık sistemini sürdürebilir. Sonrasında ise 2 yaşına kadar kendi bağışıklık sistemini kurar. Bu döneme kadar yılda 5 kez enfeksiyon geçirebilir. Viral enfeksiyonlar lösemi kanserlerini tetikleyebileceği unutulmamalıdır.
Çocuklarda löseminin nedenlerinden biri de D vitamini eksikliğidir. Erken yaşta görülen raşitizm ve buna bağlı olarak ortaya çıkan D vitamini eksikliğinin kanser üzerinde etkili olduğunu gösteren çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu nedenle çocukların uygun hava şartlarında ve uzmanların önerdiği saatlerde güneş görmesi çok önemlidir. Lösemide genetik faktörlerin önemi de göz ardı edilememelidir.
LÖSEMİ (KAN KANSERİ) TANISI NASIL KONULUR? TANI YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Lösemide erken tanı çok önemlidir. Kan hücrelerinin üremesini ve fonksiyonunu etkileyen lösemi, kemik iliğinde bulunan hücreleri olgunlaştırarak eritrosit, lökosit veya trombosite dönüştürür. Lösemide lösemik hücreler (blastlar) kontrolsüz bir şekilde çoğalır ve normal kan hücrelerinin gelişimini baskılar. Kan üretilememesiyle ortaya çıkan enfeksiyon, kanama gibi ciddi şikayetler doğrultusunda tanı için kan ve kemik iliği dokusu örneği alınıp, incelenir. Genellikle basit bir kan sayımı ve kandaki hücrelerin mikroskop altında incelenmesi de tanı için yeterlidir. Ancak kesin tanı kemik iliği biyopsisi ile konulmaktadır.
Lösemilerin yaklaşık %95’ini akut lösemiler oluşturur. Akut lösemilerin %85’i akut lenfoblastik ve %15’i de myeloblastik lösemidir. Bunlar içerisinde akut lenfoblastik lösemilere tedavi açısından daha olumlu cevap alınır. Çocuklarda beklenen yaşam süresi daha uzun olduğu için erişkin kanserleri ile kıyaslandığında başarı oranlarının daha yüksek olması nedeniyle erken tanı ve tedavi büyük önem taşımaktadır.
Lösemi (kan kanseri) tanısını koyabilmek için hastanın öyküsü dinlenmeli. Muayenenin yanı sıra ileri tanı yöntemleri ile incelemelerin yapılması gerekmektedir.
Muayene:
Lösemi (kan kanseri) şüphesi olan kişiye öncelikle iyi bir fizik muayene yapılmalıdır (lenf bezlerinde şişlik, karaciğer, dalak büyüklüğü yönünden değerlendirilmelidir.)
Uygun kan incelemeleri:
Kan sayımı ve gerekli biyokimyasal incelemeler
Kemik iliği biyopsisi:
Kalça kemiğinden alınan kemik iliği incelenmelidir. Kemik iliği biyopsisi ve kemik iliği sıvısının cam üzerine yayılarak patolojik incelenmesi.
Genetik incelemeler:
Kemik iliği veya kandan alınan numunelerden lösemi hücrelerinin genetik incelemeleri
AKUT LÖSEMİ TANISI NASIL KONULUR?
Akut lösemi tanısını koymak çok da zor değildir. Basit bir tam kan sayımı ile akut lösemi teşhisi konabilmektedir. Tam kan sayımında; normal kan hücre sayılarının azalması ve “blast” adını verilen kanser hücrelerinin sayısında artış olduğu saptanarak, lösemi tanısı rahatlıkla konulabilir. Kemik iliğinden alınan biyopsi ile de kanser hücreleri tarafından kemik iliğinin tutulduğu görülebilir. Lösemi tanısında zor olan kısım ise kanser türünün tipini belirlemektir. “İmmun fenotipik” yöntemi, çeşitli sitogenetik ve moleküler testler ile farklı tiplerdeki akut lösemileri birbirinden ayırabilir.
Löseminin alt türünün belirlenmesi tedavi sürecini doğrudan ilgilendirdiği için çok önemlidir. Çünkü löseminin tüm alt tipleri için farklı tedavi yöntemleri bulunur. Eğer hastaya akut lösemi teşhisi konulduysa risk durumları saptanmaya çalışılır. Yetişkinlerde akut lösemi tanısı konulduğunda, hastaların % 70-80’ninden fazlasının yüksek risk grubuna girdiği bilinmekte. Bu da lösemi kontrol altına alınsa bile çok kısa sürede tekrarlayabilir anlamına gelmektedir.
LÖSEMİ (KAN KANSERİ) TEDAVİSİ NASILDIR?
Lösemi tedavisi birçok disiplini ilgilendirir. Tam donanımlı hastanelerde yetişkin ve çocuk hematoloji uzmanları tarafından tedavi edilir. Lösemi tedavi edilen onkoloji merkezi, kemoterapi uygulaması amacı ile iyi yetişmiş bir hemşire ekibi, 24 saat hizmet veren teşekküllü bir kan bankası, enfeksiyon hastalıkları uzmanı, gereğinde ışın tedavisi vermek açısından radyasyon onkolojisi uzmanı ve sofistike laboratuvar alt yapısı bulunması gerekmektedir.
Lösemi tedavi edilebilen bir hastalık olup, son yıllarda keşfedilen pek çok yeni yöntem ile tedavinin başarı oranı da her geçen gün artmaktadır. Yeni kemoterapötik ajanların keşfi, hedefe yönelik moleküler ilaçlar ve biyolojik ilaç tedavilerinin günlük kullanıma girmesi, gelişmiş radyoterapi cihazlarının geliştirilmesi, kemik iliği nakliyle ilişkili gelişmeler, hastaların yaşam sürelerinin uzatılmasında ve hastalığın tam olarak tedavi edilmesinde büyük aşamalar kat edilmesine sebep olmuştur.
Lösemi tedavisi için akla gelen ilk tedavi yöntemi kemoterapidir. Kemoterapi ilaçlarının tipi, dozu, uygulama yolu löseminin tipine göre farklılık gösterebilir. Yaklaşık 24 ay süren kemoterapi tedavisi dışında kemik nakli de bazı lösemi türlerinin tedavisinde akla gelen bir diğer yöntemdir. Ülkemizde lösemi tedavisinde ulaşılan başarı oranları, gerek kemoterapi gerekse kemik iliği nakliyle dünya standartlarındadır.
Kronik miyeloid lösemiler 2000 yılından itibaren büyük oranda tedavi edilebilmektedir. Hastalık iyi tanındığından mekanizmayı bozan ilaçlar kullanılmaktadır. Hedefe yönelik tedavi adı verilen bu tedavi ile kemik iliğinde sürekli çoğalan miyeloid kökenli hücrelerin olgunlaşmadan ya da olgunlaşarak kana karışmasını engellemektedir. İlaçlarla kontrol altına alınamayan hastalarda ise en etkin tedavi yöntemi “allojenik kök hücre nakli”dir. Kök hücre nakli, doku uyumlu kardeş, yakın akraba veya akraba dışı gönüllü bağışçıdan alınan kök hücreler yardımı ile yapılmaktadır. Yavaş seyreden lösemi türü olan kronik lenfositik lösemiler (KLL) için erken evrelerde sadece destek amaçlı tedaviler verilir. İleri evrelerde veya yüksek riskli hastalarda ilaçlar veya hedefe yönelik antikorlar (immünoterapi) uygulanabilir. Kronik lenfositik lösemi, ileri yaş hastalığı olmasına rağmen 50 yaş öncesinde de görülebilmektedir. Yüksek riskli bu hastalarda da allojenik kök hücre nakli tedavi seçeneklerinden biridir.
LÖSEMİ İLE İLGİLİ BİLMENİZ GEREKENLER
- Lösemi kadınlara oranla erkeklerde daha sık görülür.
- Özellikle beyaz ırkta, siyah ve sarı ırka göre daha fazla rastlanır.
- Yetişkinlerde lösemi tanısı sıklığı, çocukların 10 katından fazladır ve yaş ilerledikçe risk de artar.
- Çocukluk çağında lösemi 4 yaşın altında daha sıktır.
- Bazı lösemilerde genetik yatkınlık önemlidir.
- Down sendromu gibi genetik hastalıklarda akut lösemi türlerinin daha sık görüldüğü bilinmektedir.
- KML oluşumunda radyasyon ve benzen gibi kimyasallara maruz kalmaktan da söz edilebilir.
- Başka bir kanser için kemoterapi tedavisi görmüş olmak, sigara kullanmak ve bazı kan hastalıklarının varlığı da lösemi nedenleri arasında gösterilmektedir.
- ABD’de her 4 dakikada bir 1 kişi kan kanserine yakalanmaktadır.
- 2016 yılında sadece ABD’de yeni lösemi tanısı konan hasta sayısı 60 bindir.
- Akut lösemi %35’lik oranı ile çocukluk çağında en sık görülen kanser türüdür.
- Bir kadın veya erkeğe tüm yaşamı süresince lösemi tanısı konulma olasılığı % 1.5 olarak tahmin edilmektedir.
- Günümüzde lösemi teşhisi konan hastaların 10 yıldan uzun yaşama oranı 70’li yıllara göre 4 kat artmıştır.
- 2006-2012 yılları arasında lösemi hastalarının 5 yıllık yaşam oranı % 60 olarak saptanmıştır.
- Lösemi teşhisi konan 10 çocuktan 8’i tamamen tedavi olabilmektedir.
AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ NEDİR?
Akut lenfoblastik lösemi (ALL), kan ve kemik iliğini etkileyen bir kanser türüdür. Hızlı ve agresif bir şekilde ilerler ve acil tedavi gerektirir. ALL, lenfoblastlar veya lösemik patlamalar olarak adlandırılan olgunlaşmamış beyaz kan hücrelerinin aşırı üretimi ile karakterize edilir. Kemik iliği, kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombosit olmak üzere üç önemli kan hücresi türüne dönüşme yeteneğine sahip kök hücreler üretir. Kemik iliği, tamamen gelişmiş kan hücreleri haline gelene kadar kök hücreleri genellikle kana salmaz. Ancak akut lenfoblastik lösemide, çok sayıda beyaz kan hücresi daha hazır olmadan salınır. Bunlar patlama hücreleri olarak bilinir. Blast hücrelerinin sayısı arttıkça kırmızı kan hücrelerinin ve trombosit hücrelerinin sayısı azalır. Kemik iliği yeterli sayıda alyuvar, normal beyaz küre ve trombosit üretemediği için ALL’li kişiler anemiye, tekrarlayan enfeksiyonlara ve kolayca morarma ve kanamaya karşı daha duyarlı hale gelir. Patlama hücreleri daha sonra kemik iliğinden kan dolaşımına dökülebilir ve lenf düğümleri (bezler), dalak, karaciğer ve merkezi sinir sistemi (beyin ve omurilik) dahil olmak üzere çeşitli organlarda birikebilir.
ALL her yaşta ortaya çıkabilir, ancak tüm vakaların yaklaşık yüzde 60’ını oluşturan küçük çocuklarda (0-14 yaş) daha sık görülür. ALL, en yaygın çocukluk çağı lösemisi türüdür ve en yaygın çocukluk çağı kanseridir. Erkek çocukları, kız çocuklarından biraz daha fazla etkilenir. Tedavi ile bu günlerde, ALL’li çocukların çoğunun hastalığı iyileşirken, yetişkinlerde kür oranları daha değişken olmaktadır.
LÖSEMİ (KAN KANSERİ) HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Lösemide kök hücre nakli nasıl yapılır?
Lösemi tedavisinde ilaç tedavisi ile erken dönemde hastalığı kontrol altına alınanlarda, hastalığın tekrarlama riski yüksekse, kök hücre nakli tercih edilir. Kök hücre nakli; kişinin kendisinden (otolog) veya doku uyumlu kardeş, diğer yakın akraba veya akraba dışı gönüllü bağışçılardan alınan kök hücrelerle (allojenik) yapılmaktadır. Kök hücre nakli için kök hücreler, vericiye anestezi uygulayarak kalça kemiğinden veya kök hücreleri uyarıcı ilaçlar kullanıldıktan sonra özel cihazlarla damardan çekilerek toplanır. Kök hücre nakli öncesi hastaya yüksek dozda ilaç ve/veya ışın (radyoterapi) tedavisi uygulanır. Bu aşamanın amacı hastanın vücudunda kalma ihtimali olan kanser hücrelerini yok etmek ve hastanın kemik iliğindeki hücreleri boşaltmaktır. Sonrasında nakil gerçekleştirilir. Uygun kök hücre vericisi bulunamayan hastalarda “otolog nakil” yapılabilir, ancak asıl etkili tedavi allojenik kök hücre naklidir. Nakil sonrası hastaların ciddi problemlerle karşılaşmaması için uzun yıllar takip edilmeleri gerekebilir.
Son dönemlerde uygun kök hücre vericisi bulunamayan ve yüksek tekrarlama riskine sahip hastalara kısmen uygun (%50-80 uyumlu) akrabalardan, “haploidentik” olarak isimlendirilen kök hücre nakli de yapılabilmektedir. Haploidentik nakil ile hastalığın riskine bağlı olarak hastaların yaklaşık yarısında bir yıldan daha uzun süreli hastalık kontrolü ve yaşam sağlanabilmektedir. Ancak bu gruptaki hastaların doku uyumsuzluğu sonucu bağışıklık sistemleri baskılandığında, tam donanımlı ve deneyimli merkezlerde sıkı takibinin yapılması gerekmektedir.
Kök hücre nakli kimlere yapılmalı?
Kök hücre nakli yapılırken bazı noktalara dikkat etmek gerekir. Hastanın yaşı, ilave sağlık sorunu olup olmadığı, hastanın orta ve yüksek riskli grupta mı yer aldığına ilişkin kriterler göz önüne alınarak gerekli değerlendirme yapılmaktadır. Bazı hastalar tedaviye daha geç cevap vermekte ya da hastalıkları daha çabuk tekrarlamaktadır. Bu tip hastalarda, hastalığın tekrarlama riski bazı gen değişikliklerinin varlığı ile belirlenebilir. Gen değişikliklerinin incelenmesi sonucunda yüksek riskli olarak adlandırılan grupta yer alan hastalara (yaşı gençse ve ilave hastalığı yoksa) allojenik nakil yapılmalıdır. Tekrarlama riski düşük olan hastalarda; kök hücre nakli, yan etkilerin fazla olması ve bazen yaşamı tehdit eden yan etkiler gelişmesi nedeniyle ilk aşamada önerilmez. Ancak hastalığın tekrarlaması halinde kök hücre nakli uygulanır. Başlangıç tedavisi ile cevap alınamayan kan kanserlerinde ise allojenik nakil bir tedavi seçeneği olarak uygulanabilir.
Akut lösemi tedavisi nasıldır?
Akut kan kanserlerinin tedavisinde ilk aşama kimyasal tedavi tedavisidir. Tedavi hastalığın türüne göre iki veya üç aşamada uygulanır. Tedavinin başlangıcında kanser hücrelerinin sayısının azaltılması, normal hücrelerin sayısının artırılması ve hastalığın belirtilerinin yok edilmesi hedeflenir. Bu en önemli aşamadır. Bu aşama başarıyla tamamlansa bile hastaların büyük bir kısmında kanser hücreleri tekrar çoğalmaya başlayabilir ve hastalık tekrarlar. Kontrol sağlandıktan sonra hastalığın tekrarlamasını önlemek amacıyla pekiştirme olarak isimlendirilen tedaviler uygulanır. Pekiştirme tedavisi yine kemoterapötik ilaçlar veya kök hücre nakli ile yapılır. Ayrıca akut lenfoblastik lösemili (ALL) hastaların tedavisinde, hastalığın tekrarını önlemek için 2-3 yıl sürebilen idame tedavi dönemi vardır. Bu aşamalarda hastaların mutlaka yakın takibi gerekir. Hasta takibi tam donanımlı kliniklerde ve steril odalarda uzman bir ekip tarafından yapılmalıdır.
Akut lösemi tekrarlar mı?
Akut lösemi bazı durumlarda tekrarlayabilir. Akut lösemi tedavisinde verilen yüksek doz kemoterapi ile hastalık baskı altına alınır. Ancak hastaların büyük bir bölümünde yüksek risk grubuna girdiği için genellikle ilk bir yıl içerisinde lösemi tekrarlayabilir. Lösemide tekrarı önleyebilmek için de kök hücreler ile allojenik kemik iliği nakli yapılması önerilir. Öncelikle hastanın kardeşleri değerlendirilir ve uyumlu iseler kök hücreleri nakledilir. Uyumlu kardeş bulunamaz ise kemik iliği bankalarına başvurulur ve verici araştırılır. Allojenik kök hücre naklinin amacı hastalığın ilerde tekrar etme riskini düşürmektir. Günümüzde tam uyumlu kök hücre vericisi bulunamasa da uyumlu nakiller yapılmaktadır. Ayrıca ileri yaştaki hastalar için düşük doz ilaçların kullanıldığı mini nakiller yapılıp, kök hücre nakli şansı tanınabilmektedir.
Kronik lösemi (KLL tedavisi) nasıl yapılır?
KLL tanısı konulan her hastaya hemen tedavi başlamak gerekli olmayabilir. Çünkü KLL hastalarının çoğu uzun yıllar tedaviye ihtiyaç duymaz. Kalan kısımda ise hastalık birkaç yıl ilerleyici özellik göstermekte ve tedavi ihtiyacı doğmaktadır. Tedaviye başlarken hastalığın ilerleyici, çeşitli bulgulara göstermesi ve organ etkilenmesinin olmaması önemli kriterlerdir. Hastalık belirtileri tedavinin de önemli bir etkisi olmamaktadır. Bazı özel laboratuvar değerlendirmeleri ile hastalığın risk faktörleri belirlenir ve kişiye özel tedavi planlanır. Kronik lösemi tedavisinde amaç hastalığı baskı altına alıp hastaya zarar vermesini engellemektir. Kemoterapi dışında akıllı ilaçlar ile sadece kanser hücreleri hedef alındığı için günümüzde sıklıkla tercih edilmektedir. Akıllı ilaçlar sağlıklı hücreleri çok az etkiledikleri için kemoterapi tedavisine göre yan etkileri çok daha azdır. İleri yaşta daha çok görülen KLL için akıllı ilaçlar çok daha faydalı olmaktadır.
KML nasıl tedavi edilir?
Kronik löseminin en çok görülen ikinci türü olan KML tedavisinde 2000’li yılların başında çığır açacak gelişmeler yaşanmıştır. KLM hastalarında lösemiye kök hücrelerde sonradan ortaya çıkan BCR/ABL mutasyonu adı verilen genetik bir değişiklik neden olmaktadır. Bu değişikliğin saptanabilmesi KML tanısını çok basitleştirmiş hem de bu bozulmuş olan sisteme karşı ilaç geliştirilmesini sağlamıştır. Bununla beraber trozin kinaz inhibitörlerinin (TKI) kullanılması da hastalığa karşı geliştirilen etkili bir tedavi yöntemi olmuştur. Günümüzde ağız yoluyla aldıkları TKI kullanımı sayesinde KML hastalarının çoğu normal yaşam sürelerine yakın bir ömür sürebilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
MULTİPL MİYELOM NEDİR?
Multipl miyelom, vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olan kemik iliğinde protein üreten plazma hücrelerini etkileyen bir kanser türüdür. Hastalık genellikle omurga, kafatası, pelvis (leğen kemiği), göğüs kafesi, omuzlar ve kalçalar çevrelerini tuttuğu için multiple miyelom olarak adlandırılmıştır. Plazma hücreleri, kan hücreleri üreten kemik iliğinde bulunan bir tür beyaz kan hücresidir. Sağlıklı plazma hücreleri antikor üreterek vücudumuzu hastalıklar ve enfeksiyonlara karşı korur. Kemik iliğindeki anormal bir plazma hücresinin gelişmesi ve hızlı bir şekilde çoğalması ise multipl miyelom kanserine neden olur. Sağlıklı kan hücreleri gibi kanserli hücreler de antikor üretmeye çalışır. Bununla birlikte, yalnızca monoklonal proteinler veya M proteinleri adı verilen anormal antikorlar üretebilirler. Bu zararlı antikorlar vücutta biriktiğinde böbrek hasarına ve diğer ciddi sorunlara yol açabilir.
MULTİPL MİYELOMUN NEDENLERİ NEDİR?
Multipl miyelom kanserinin neden oluştuğu henüz kesin olarak bilinmemektedir. Ancak kanserin kemik iliğinde olması gerekenden çok daha fazla hızla çoğalan bir anormal plazma hücresiyle oluştuğu bilinmektedir. Normal bir yaşam döngüsü olmayan miyelom hücreleri süresiz olarak bölünmeye devam ederler. Bu durumda sağlıklı hücrelerin üretimini bozabilir.
MULTİPL MİYELOM KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Multipl miyelom kanserinin kesin nedeni bilinmemektedir. Ancak kimlerin risk altında olduğu bilinmektedir. İlerleyen yaş multipl miyelom geliştirme riskini artırmaktadır. Multipl miyelom genellikle 60 yaş üzerindeki kişilerde görülürken 35 yaşın altında nadir de olsa görülmektedir. Multipl miyelom riski taşıyan şunlardır:
- Yaş: Multipl miyelom çoğunlukla 60 yaş üzerindeki kişilerde görülür. Bu nedenle ilerleyen yaş multipl miyelom riskini artırmaktadır.
- Irk: Multipl miyelom riski siyah ırklarda diğer ırklara göre daha yüksektir. Irklar arasındaki bu farklılığın nedeni ise bilinmemektedir.
- Erkek olanlar: Erkeklerin multipl miyelom kanserine yakalanma riski kadınlara göre daha yüksektir. Bu hastalığın erkeklerde neden daha fazla görüldüğü henüz bilinmemektedir.
- Kişide anlamı belirsiz monoklonal gamopati (MGUS) öyküsü: MGUS, anormal plazma hücrelerinin M proteinlerini ürettiği benign (iyicil) bir durumdur. Genellikle semptom yoktur ve anormal M protein seviyesi kan testi ile bulunur. Bazen MGUS’si olan kişilerde multipl miyelom gibi belirli kanserler gelişir. Bir tedavisi yoktur ancak MGUS’si olan kişilere M protein seviyesindeki artışı kontrol etmek için düzenli laboratuar testleri (her 1 veya 2 yılda bir) yapılır. Semptom gelişimini kontrol etmek için de düzenli muayeneler yapılır.
- Ailede multipl miyelom öyküsü: Multipl miyelom genetik bir hastalık değildir. Ancak yapılan araştırmalar yakın akrabasında multipl miyelom hastalığı olan kişilerin hastalığa yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu göstermiştir.
MULTİPL MİYELOM BELİRTİLERİ NELERDİR?
Multipl miyelomun herhangi bir belirti vermeden ilerleyebilir. Hastalığın belirtileri kişiye göre değişiklik gösterebilir. Multipl miyelomun belirtileri şöyle sıralanabilir:
- Kemik ağrısı( Genellikle sırt ve kaburgalarda)
- Kemik kırıkları( Genellikle omurgada)
- Halsiz ve çok yorgun hissetmek
- Çok susamış hissetmek
- Sık enfeksiyon geçirme
- Ateş
- İştah kaybı
- Kilo kaybı
- Bulantı
- Kabızlık
- Sık idrara çıkma
MULTİPL MİYELOMUN EVRE BELİRTİLERİ NELERDİR?
Multipl miyelom şüphesiyle gelen hastaya çeşitli tetkikler yapılmaktadır. Biyopsisinde multipl miyelom çıkan hastanın doktoruyla birlikte tedavi planlaması yapması gerekmektedir. Hastalığın yayılım derecesi(evre) ekstra tetkikler yapılması gerekmektedir. Multipl miyelom kanserinin kesin tanısı için yapılan tetkikler şunlardır:
- Kan testleri: Multipl miyelom kanseri evrelerinin belirlenmesi için albümin ve beta-2-mikroglobulin gibi kan testlerinin yapılması gerekir.
- BT taraması: Kemiklerin detaylı resimleri bilgisayara bağlı x-ray cihazı ile çekilir.
- MRI: Kemiklerinizin detaylı resimlerini oluşturmak için bilgisayara bağlı güçlü bir mıknatıs kullanılır.
Doktorlar multipl miyelomu asemptomatik, Evre I, Evre II veya Evre III olarak tarif edebilir. Evrelemede kanserin kemik veya böbreklerinizde probleme neden olup olmadığı dikkate alınmaktadır. Asemptomatik multipl miyelom, herhangi bir semptomun olmadığı hastalığın erken aşamasıdır. Örneğin, kemik hasarı yoktur. Semptomun olduğu (kemik hasarı gibi) erken hastalık aşaması Evre I’dir. Evre II veya III daha ileri aşamalardır ve vücutta daha fazla miyelom hücresi bulunmaktadır.
MULTİPL MİYELOM HASTALIĞI TANISI NASIL KONULUR?
Multipl miyelom bazen rutin kan testi ile teşhis edilebilir. Sıklıkla kemik kırığı nedeniyle çekilen bir x-ray filmi sonrası doktorlar multipl miyelomdan şüphelenir. Genellikle hastalar başka semptomları olduğu için doktora gider. Bu tür problemlerin multipl miyelomdan mı yoksa başka durumlardan mı kaynaklandığını bulmak için doktorunuz aile hikayesi ve fizik muayeden sonra şu tetkikleri ister:
- Kan testleri: Laboratuvarda bazı kan testleri yapılmaktadır:
- Multipl miyelom proteinlerin kanda yüksek seviyede olmasına neden olur. Laboratuar testinde M proteini ve diğer immünoglobulinleri (antikorlar), albümin ve beta-2-mikroglobulini içeren birçok farklı proteinin seviyesi kontrol edilir.
- Miyelom ayrıca anemiye, beyaz kan hücreleri ve trombosit seviyelerinin düşük olmasına neden olabilir. Beyaz kan hücrelerinin, kırmızı kan hücrelerinin ve trombositlerin sayısını ölçmek için laboratuarda tam kan sayımı yapılır.
- Laboratuarda ayrıca kalsiyum seviyesinin yüksek olup olmadığı kontrol edilir.
- Böbreklerin iyi çalışıp çalışmadığını anlamak için kreatinin ölçümü yapılır.
- İdrar testleri: İdrarda M proteininin bir tipi olan Bence Jones proteini aranır. 24-saatlik idrarda Bence Jones protein miktarı ölçülür. Eğer idrar örneğinizde Bence Jones protein seviyesi yüksek bulunursa doktorunuz böbreklerinizi takip edecektir. Bence Jones proteini böbrekleri tıkayıp hasara neden olabilir.
- X-ray: Kırık veya incelmiş kemiklerinizi kontrol etmek için film çekilebilir. Miyelomun kaç tane kemiğe zarar verdiğini görmek için tüm vücudunuzun filmi çekilebilir.
- Biyopsi: Doktorunuz kanser hücrelerini aramak için doku örneği alır. Kemik iliğinizde miyelom hücrelerinin olup olmadığını bilmenin tek kesin yolu biyopsidir. Örnek alınmadan önce, bölgenin uyuşturulması için lokal anestezi kullanılır. Bu ağrının azalmasına yardım eder. Doktorunuz kalça kemiğinizden veya başka bir büyük kemiğinizden bir miktar kemik iliği çıkarır. Patolog dokuyu miyelom hücreleri açısından araştırmak için mikroskop kullanır.
- Doktorunuzun kemik iliği alabilmesi için iki yol vardır. Bazı kişilere aynı seansta her iki işlem de uygulanır:
- Kemik iliği aspirasyonu: Doktor kemik iliği örneği almak için kalın, içi delik bir iğne kullanır.
- Kemik iliği biyopsisi: Doktor ufak bir kemik parçası ve kemik iliği çıkarmak için daha kalın, içi delik bir iğne kullanır.
MULTİPL MİYELOMUN TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Multipl miyelom hastasıysanız ve herhangi bir belirti yaşamıyorsanız, doktorunuz tedavi başlatmadan önce hastalığın ilerleyip ilerlemediğini yakından takip eder. Düzenli bir şekilde kan ve idrar testleri yapılarak hastalığın seyri takip edilerek tedavi sürecine karar verilir.
Hastanın ağrılarını hafifletmek, komplikasyonları azaltmak ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için yardımcı olabilecek tedavileri vardır. Bu tedaviler de hastalığın ilerlemesi durumunda kullanılmaktadır. Multipl miyelom tedavisinde yaygın olarak kullanılan tedavi seçenekleri şunlardır:
Hedefe yönelik tedavi: Multipl miyelom tedavisinde kullanılan hedefe yönelik tedavi ile hastaya damardan ya da hap şeklinde verilen ilaçlarla miyelom hücrelerindeki proteinleri yok ederek kanser hücrelerinin ölmesi sağlanır.
Kemoterapi: Damardan ya da hap şeklinde verilen kemoterapi, genellikle kök hücre naklinden önce yüksek dozlarda verilir. Agresif bir ilaç tedavisi olan kemoterapi ile miyelom ve diğer hızlı büyüyen hücrelerin yok olması sağlanır.
Kortikosteroidler: Vücuttaki iltihabı azaltarak bağışıklık sistemini dengelemek ve miyelom hücrelerini tedavi etmek için hap şeklinde ya da damardan verilen bir tedavi türüdür.
Radyasyon tedavisi: Miyelom hücrelerinin büyümelerini durdurmak, küçültmek ve yok etmek için güçlü radyasyon enerji ve ışınları kullanılır.
Otolog kemik iliği nakli: Hastalıklı kemik iliği tedavi edildikten sonra hastanın kendisinden kök hücre toplanıp.Ardından da yüksek doz kemoterapi verilip hastaya toplanan kök hücresi geri verilir. Böylece kök hücreler vücudunuza aşılanabilir, burada kemiklere taşınırlar ve kemik iliğini yeniden oluşturmaya başlarlar.Buna Otolog Kemik iliği nakli adı verilir.
MULTİPL MİYELOMDAN KORUNMAK İÇİN NELER YAPMAK GEREKİR?
Multipl miyelom kanserinin kesin nedeni bilinmediği için hastalıktan korunma şeklide bilinmemektedir.
MULTİPL MİYELOM HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR
Multipl miyelom hastalığı erken teşhis edilebilir mi?
Multipl miyelom kanseri ilerleyen tıbbı teknolojik imkanlarla günümüzde erken teşhis edilebilmektedir.
Multipl miyelom ölüm riski nedir?
Her Kanserden olduğu gibi multipl miyolem de tedavi edilmezse ölüm riski yüksektir.
Multipl miyelom hastası ne kadar yasar?
Multipl miyelom hastaları yeni geliştirilen kemoterapik ilaçlar sayesinde daha uzun yaşayabilir.
Multipl miyelom genetik bir hastalık mıdır?
Ailesinde multipl miyelom hastalığı olan kişi bu hastalık konusunda daha fazla risk altındadır. Ancak bu hastalığın genetik bir hastalık olmadığı düşünülmektedir.
Multipl miyelom hastası nasıl beslenmeli?
Multipl miyelon hastaları beslenme programlarını tedaviyi yürüten doktor kontrolünde yapmalıdır. Doktorunun önereceği şekilde protein ağırlıklı beslenmelidir.
Multipl miyelom kanser mi?
Multipl miyelom olarak da bilinen miyelom, plazma hücrelerinden kaynaklanan bir kemik iliği kanseridir.
Multipl miyelom hastalığının bitkisel tedavisi var mı?
Bilimsel makalelerde zencefilin kemoterapi tedavisi gören multipl miyelom hastalarına iyi geldiğini belirten yazılar mevcuttur.
Multipl miyelom kemoterapi görür mü?
Diğer kanser türlerinde olduğu gibi multipl miyelom kanserinde de damardan ya da hap şeklinde verilen kemoterapi tedavisi uygulanır.
Multipl miyelom hastasının tedavi şansı nedir?
Multipl miyelom kanserinin ilerlemesi ve hastalığın yayılmaması için uygulanan tedavi yöntemlerinden başarılı bir şekilde sonuçlar alınabilmektedir
Multipl miyelom kemik iliği nakli yapılır mı?
Multipl miyelom hastalarına otolog kemik iliği nakli yapılmaktadır.
Multipl miyelom kemik iliği nakli sonrası yaşamı nasıldır?
Multipl miyelom hastalarına Otolog kemik iliği nakli yapıldıktan yaklaşık 6 ay sonra normal hayatına dönebilir.
Multipl miyelom hastasına kök hücre nakli yapılır mı?
Multipl miyelom hastalarına Otolog kemik iliği nakli yapılmaktadır.
Multipl miyelom metastaz yapar mı?
Multipl miyelom daha çok kemiklere metastaz yapar.
Multipl miyelom hastalığı erkeklerde mi yoksa kadınlarda mı çok görülür?
Multipl miyelom erkeklerde kadınlara göre daha sık görülür.
Multipl miyelom hastası bir kadın hamile kalabilir mi, kalırsa kendisi ve bebek için risk var mı?
Multipl miyelom hastası bir kadın hamile kalabilir. Ancak hastalığının kontrol altında olması ve kemoterapi almıyor olması gerekir.
Multipl miyelom hastalığı ülkemizde en sık nerelerde görülür?
Multipl miyelomun ülkemizde ne kadar görüldüğünü gösteren bir istatistik bilgi mevcut değil.
Multipl miyelom hastalığı daha çok hangi yaşta ortaya çıkar?
Multipl miyelom nadir görülen bir kanser türüdür. Genellikle 60 yaş üzerinde görülen hastalık 35 yaş altındaki kişilerde de nadir olarak görülebilir.
Multipl miyelom hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?
Multipl miyelom bulaşıcı bir hastalık değildir.
Multipl miyelom hastalığı hangi doktor tarafından tedavi edilir?
Multipl miyelom hastaları hematoloji uzmanları tarafından tedavi edilir.
Multipl miyelom hastalığı d vitamini alınarak önlenebilir mi?
Multipl miyelom hastalığı d vitamini alınarak önlenemez.
Multipl miyelom böbrek yetmezliğine neden olur mu?
Multipl miyelom Evre III’de böbrek yetmezliğine neden olabilir.
Multipl miyelom tahlil sonuçları ne zaman çıkar?
Multipl miyelom tahlil çeşitleri fazladır. Bu nedenle her tahlilinin sonuçlanması farklı sürelerde olur.
Multipl Miyelom kan ve idrar testinde belli olur mu?
Multipl miyelom hastalığı bazen rutin bir kan ve idrar tahlilinde belli olur.
Multipl miyelom kemik iliği kanseri midir?
Multipl miyelom sıklığı giderek artan bir kemik iliği kanseri türüdür.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kemik iliği nakli nedir?
İnsan organizmasında kan yapımından sorumlu hücreler kemik iliğindeki kök hücrelerdir. Bu son derece özel fonksiyonlara sahip hücrelerin nakline genel olarak ‘kemik iliği nakli’ adı verilmektedir.
Kemik iliği nakli nasıl yapılır?
Kemik iliği, kan hücreleri üretir. Kök hücreler, kemik iliğinde bulunan ve tüm farklı kan hücrelerini oluşturan olgunlaşmamış hücrelerdir. Nakillerde hematopoietik kök hücreler kullanılır. Kök hücreler hastaya (alıcı) damar yolu vasıtasıyla aktarılır. Bunun için çoğunlukla santral venöz kateter adı verilen, damar içi yerleştirilen aparatlar kullanılır. Nakil sonrası olgunlaşmamış hücreler kemik iliğinde yaşamaya başlar ve aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli olgun kan hücrelerine dönüşür:
- Oksijen taşıyan kırmızı kan hücreleri
- Kan pıhtılaşmasına yardımcı olan trombositler
- Enfeksiyonla savaşmaya yardımcı olan beyaz kan hücreleri
Kemik iliği nakli ile birlikte hasarlı kök hücreleri, sağlıklı hücrelerle değiştirilir. Bu durum da vücudun enfeksiyonlardan, kanama bozukluklarından veya anemiden kaçınmak için yeterince beyaz kan hücresi, trombosit veya kırmızı kan hücresi yapmasına yardımcı olur.
Farklı kan kök hücre nakli türleri vardır. Nakil türü, kan kök hücre kaynağına göre değişir.
- Kemik iliği nakillerinde (BMT), kemik iliğinden toplanan kan kök hücreleri kullanılır.
- Periferik kan kök hücre nakillerinde (PBSCT), kan dolaşımından toplanan kan kök hücrelerini kullanılır.
- Kordon kanı nakillerinde (CBT), yeni doğmuş bir bebeğin plasenta ve göbek kordonundan toplanan kan kök hücreler kullanılır.
Kemik iliği nakli hangi hastalıklarda yapılır?
Kemik iliği nakli, hastanın iliği düzgün çalışacak kadar sağlıklı olmadığında yapılır. Bunun nedeni kronik enfeksiyonlar, çeşitli hastalıklar veya kanser tedavileri olabilir. Kemik iliği nakilleri, aşağıdakileri hastalıklara sahip kişilere fayda sağlayabilir:
- Akut lösemi
- Adrenolökodistrofi
- Aplastik anemi
- Kemik iliği yetmezliği sendromları
- Kronik lösemi
- Hemoglobinopatiler
- Hodgkin lenfoma
- Bağışıklık yetersizlikleri
- Doğuştan metabolizma hataları
- Multipl myeloma
- Miyelodisplastik sendromlar
- Nöroblastom
- Non-Hodgkin lenfoma
- Plazma hücre bozuklukları
- POEMS sendromu
- Birincil amiloidoz
- Tedaviye refrakter veya relaps solid organ tümörleri
Kemik iliğinde üretilen hücreler nelerdir?
Toplama işlemi sonrası 24 saat süre ile gözlem altında tutulduktan sonra verici taburcu edilebilir. Toplanan ilik içine karışmış olabilecek yağ ve küçük kemik parçalarının ayrılması için özel filtrelerden geçirilir. Hemen kullanılmayacaksa özel sıvıların içine konularak dondurulur. Kullanılacağı zaman çözdürülür ve kan nakline benzer şekilde hastaya verilir. Hastanın vücuduna giren bu kan kök hücreleri, kemik iliğine yerleşmekte ve genellikle 2-4 hafta içerisinde kan hücrelerinin üretimine başlamaktadır.
Kemik iliği çeşitleri nelerdir?
Otolog veya allojeneik olmak üzere iki tür kemik iliği nakli (kök hücre nakli) mevcuttur.
Otolog kök hücre nakli nedir?
Otolog transplantasyonda amaçlanan şey yüksek doz terapi sonrası hematolojik düzelmeye fırsat vermektir. Hücreler kemoterapi öncesi hastanın kendi kemik iliğinden alınır ve kanser tedavisi sonrasında yenisiyle değiştirilir. Yani bazı durumlarda kanser tedavisinde yüksek doz, yoğun kemoterapi veya radyoterapi uygulanır. Nitekim kanser tedavisi kök hücrelerimize ve bağışıklık sistemimize zarar verebilir. Doktorlar kanser tedavisi başlamadan önce kişinin kendi kök hücrelerinin toplanıp dondurulurak saklanması sağlar. Kanser tedavisi sonrası saklanan bu kök hücreler kişiye geri verilir. Bu süreç kök hücre kurtarma olarak adlandırılmaktadır. Otolog kök hücre nakli çoğunlukla lenfoma, çocuklarda solid tümörler ve erişkinde multiple miyelom gibi hastalıkları tedavi etmek için kullanılır. Otolog kök hücre naklinde alıcının verilen kök hücreleri reddetme olasılığı, doku reddi hastalığı (GVHD) riski çok azdır. Bu nedenle Otolog kök hücre nakli, allojenik nakillerden daha güvenlidir.
Allojenik kök hücre nakli nedir?
Hastanın, yani kök hücre nakli yapılacak olan kişinin kardeşinden, akrabalarından veya akraba dışı bir vericiden yapılan kök hücre nakli işlemine allojeneik kök hücre nakli denilmektedir. Allojenik nakiller, otolog nakillerin aksine, kanserle savaşmak için yeni bir bağışıklık sistemi tepkisi oluşturur. Yani nakil işlemi sırasında bağışçının kök hücreleri ile birlikte immün sistem (bağışıklık sistemi) hücreleri de nakledilir. Allojenik nakil sırasında hastaya aktarılan bağışçının lenfositleri eğer hastada farklı gördüğü bazı hücreleri yabancı olarak algılarsa onlara karşı savaş başlatır ve bu durum alıcının organlarında ağır hasarlar oluşturan ‘graft versus host’ hastalığına neden olabilir. Allojenik kök hücre naklinin yol açabildiği riski azaltmak için nakilden hemen sonra hastaya bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar verilerek bağışçının lenfositlerinin savaşçı kapasiteleri baskılanmaya çalışılır. Allojenik kök hücre naklinden sonra doku farklılıkları nedeni ile savaş başlamaması için hasta ile bağışçı arasında mümkün olduğunca tama yakın doku uyumu olması istenir.
Kemik iliği nakli riskleri nelerdir?
Kemik iliği (kök hücre) nakli, bağışıklık sisteminin düzene girmesi ve sağlıklı yeni kan hücreleri üretilmeye başlanması uzun sürebilir. Nakil sonrası immün düzelmesi birçok değişkene bağlıdır. Örneğin kullanılan kök hücre kaynağı, yapılan immün baskılayıcı müdahaleler, gelişen çeşitli sorunlara, farklı zamanlarda iyileşme gösterebilen hücre alt tiplerine göre immün düzelme beş yıla kadar dahi uzayabilmektedir. Kemik iliği nakli olan hastalar bu süre zarfında enfeksiyon riski altındadır ve önlem almalıdır. Ayrıca kan hücrelerinin sayısının azalması; anemiye, aşırı kanamaya, vücutta morarmalara ve enfeksiyon riskinde artışa neden olabilir Bazı hastalara bir süre kan transfüzyonu gerekebilir.
Kemik iliği nakli ile ilişkili olası komplikasyonlar nelerdir?
- Graft-versus-host hastalığı (sadece allojenik nakil)
- Kök hücre (greft) hatası
- Organ hasarı
- Enfeksiyonlar
- Katarakt
- Kısırlık
- Yeni kanserler
Graft versus host hastalığı (GVHD): Graft versus host hastalığı allojenik nakillerde, nakledilen hücreler vücudunuzdaki diğer hücrelere saldırmaya başladığında ortaya çıkar. Donörden alınıp hastaya kök hücrelerle birlikte verilen sağlıklı T-lenfositlerin aracılık ettiği şiddetli immünolojik reaksiyon sonucu organ fonksiyon bozukluğu ile giden kompleks bir klinik sendrom olup allojenik kök hücre naklinden (KHN) sonra en önemli mortalite ve morbidite sebebi olarak kabul edilir. GVHD, nakilden hemen sonra veya bir yıldan fazla bir süre sonra ortaya çıkabilir.
İki tür GVHD vardır: akut ve kronik. Akut GVHD genellikle nakilden sonraki ilk aylarda daha erken gerçekleşir. Genellikle cildinizi, sindirim sisteminizi veya karaciğeri etkiler. Kronik GVHD birçok organda ağır hasarlar bırakabilir.
Kronik GVHD belirti ve semptomları şunları içerir:
- Eklem veya kas ağrısı
- Nefes darlığı
- Kalıcı öksürük
- Görme değişiklikleri
- Deri altında yara izi veya cilt sertliği dahil cilt değişiklikleri
- Cilt döküntüleri
- Cildinize veya gözlerinizin beyazlarına sarı renk (sarılık)
- Ağız yaraları
- İshal
- Mide bulantısı, kusma
Kemik iliği nakli öncesi neler yapılır?
Genel sağlığınızı ve durumunuzun durumunu değerlendirmek ve nakil için fiziksel olarak hazır olduğunuzdan emin olmak için bir dizi test ve prosedürden geçeceksiniz. Değerlendirme birkaç gün veya daha uzun sürebilir. Bunlara ek olarak, bir cerrah veya radyolog, göğsünüzdeki veya boynunuzdaki büyük bir damara uzun ince bir tüp (intravenöz kateter) yerleştirir. Genellikle merkezi hat olarak adlandırılan kateter, çoğu durumda tedaviniz süresince yerinde kalır. Nakil ekibiniz, nakledilen kök hücreleri, ilaçları ve kan ürünlerini vücudunuza aşılamak için merkez hattı kullanacaktır.
Kemik iliği (Kök hücre) nakline dair sık sorulan sorular
Çocuklarda kemik iliği nakli nedir?
Kan hastalıkları ve kanserleri, çocukluk çağında yaşamı tehdit eden hastalıklar arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Çocukluk çağında görülen kan hastalıklarının tedavisinde ve çocuk kemik iliği naklinde başarı için merkezlerin alt yapı ve hizmet kalitesinin tam donanımlı olmasını gerektirir. Bu amaçla kurulan Memorial Şişli, Bahçelievler ve Ankara Hastanelerimizde bulunan Çocuk Kemik İliği Nakli Merkezlerimiz, çocuklarımıza üst düzey tanı ve tedavi olanakları ile hizmet vermektedir. Çocukluk çağında Talasemi, aplastik anemiler, immün yetmezlikler, metabolik hastalıklar, lösemiler, lenfoma ve bazı solid tümörlerin tedavisinde kemik iliği nakli önemli bir yer tutmaktadır. Kemik iliği nakli için deneyimli bir hekim-hemşire-personel ve bu iş için özel kurgulanmış bir servisler, merkezlerimizde bulunmaktadır.
Pediatrik Kök Hücre Nakli ünitelerimizde, çocuk hastalarımıza dış ortamdan bulaşabilecek enfeksiyonları önlemek amacıyla çeşitli önlemler alınmaktadır.
Bu önlemler;
- Her hasta odasının girişinde, oda ile koridor arasında özel bir bölüm yer almakta ve gerek nakil personelinin gerekse refakatçilerin bu bölümde dışarıdan taşıyabilecekleri enfeksiyonlardan arınmaları sağlanmaktadır.
- Nakil süresince hastaların arzu ettikleri yiyecekler özel koşullarda hazırlanmaktadır.
- Enfeksiyonlardan korunmalarını sağlamak amacıyla nakil ünitesinin tamamında havada bulunan partikülleri temizleyen hepafiltre sistemleri kullanılmaktadır.
Nakil ünitesinde 0-18 yaş arasındaki hastalara otolog, allojeneik (akraba ve akraba dışı) ve haploidentik olmak üzere her türlü kemik iliği nakli yapılabilmektedir. Her hastanın kendi içinde özel olduğu ve nakil sürecinin bu esas çerçevesinde yürütülmesi gerektiğinin unutulmaması gerekmektedir.
Çocukluk çağında en sık hangi hastalıklar için allojenik kök hücre nakli yapılmaktadır?
Çocukluk çağında malign veya çoğunlukla kalıtsal olan non-malign hastalıklara allojenik nakil yapılmaktadır. Bu hastalıkların içerisinde en sık nakil yapılanları şu şekilde sıralanabilir:
- Lösemiler
- Myelodisplastik Sendrom
- Aplastik Annemi
- Paroksismal Noktürnal Hemoglobinüri
- Fanconi Aplastik Anemisi
- Talasemi
- Orak Hücre Anemisi
- Ağır Kombine İmmün Yetmezlikler
- Wiskott-Aldrich Sendromu
- Hemofagositik Lenfohistiositozis
- Kostmann Hastalığı
- Kronik Granülomatöz Hastalık
- Osteopetrozis
- Mukopolisakkaridoz
- Adrenolökodistrofi
- Metakromatik Lökodistrofi(MLD)
- Globoid hücre lökodistrofi(Krabbe)
- Wolman hastalığı
- Mannosidoz
- Yapısal Aplastik Anemilerden ;Diskeratosis Konjenita, Scwachman-Diamond Sendromu, Amegakaryositik trombositopeni
- Diamond-Blackfan Anemisi
Bu hastalıklara ayrıntılı öykü ve fizik muayenenin yanında kemik iliği aspirasyonu ve/veya biyopsisi ile tanı konulmaktadır.
Çocukluk çağında en sık hangi hastalıklar için otolog kök hücre nakli yapılmaktadır?
Otolog kemik iliği nakli uygulanan hastalıklar şu şekilde sıralanabilir:
- Akut myeloid lösemi
- Hodgkin-dışı lenfoma
- Hodgkin lenfoma
- Nöroblastom
- Ewing sarkomu
- Medulloblastom (beyin tümörlerinden)
- Yumuşak doku tümörleri
- Germ hücreli tümörler
- Wilm’s tümörü (böbrek tümörü)
- Retinoblastom (göz tümörü)
- Bazı otoimmün hastalıklar
Nakledilen kemik iliği ne zaman çalışmaya başlar?
Kemik iliği (kök hücre) transplantasyonu yani nakli sonrasında, kök hücrelerin tekrar kan hücresi üretmeye başlaması genellikle 10-15 günlük bir süre alır. Bu süre içerisinde hastaya dışarıdan kan hücresi takviyesi yapılır. Zira kemik iliği sağlıklı hücreleri kendi başına yeteri kadar üretmeye başlayıncaya kadar geçen süre boyunca kırmızı kan hücreleri ve trombosit transfüzyonuna ihtiyaç duyacaktır. Hastaların grefte tepkisini değerlendirmek için kan testlerinin yapıldığı takip ziyaretlerine gelmeleri gerekmektedir. Nakil sonrası hastaların ciddi problemlerle karşılaşmamaları için uzun yıllar takip edilmeleri gerekebilir.
Yarı uyumlu kök hücre nakli başarı sağlar mı?
Tam uyumlu kardeş ve kemik iliği bankalarından verici bulunamaması halinde başvurulan günümüzdeki en önemli seçenek yarı eşlenik (haploidentik) akrabalardan ve kord kanından yapılan nakillerdir. Yarı-eşlenik, akrabalardan yapılan nakiller son on yılda tüm dünyada kullanım sıklığı artan önemli tedavi bir tedavi seçeneğidir. Yarı eşlenik akraba vericilerin HLA genlerinin %50 ile %80’i hasta ile uyumludur. Bir kardeşin yarı eşlenik olma ihtimali %50 iken, hastanın tüm çocukları, anne ve babası hasta ile yarı-eşleniktir. Kemik iliği bankasından verici bulunması, sonrasında vericinin HLA’sının yüksek çözünürlükte teyit edilmesi, kök hücrelerinin toplanması iki, üç ay sürebilmektedir. Nüks etmiş kan kanserli hastaların ise bekleyecek bu kadar zamanları olmayabilir. Bunun yanında, yarı-eşlenik akrabalardan kök hücre temini, erişimleri kolay olduğundan, fazla zaman almaz. Hastalığın alojenik nakil sonrası nüks etmesi durumunda hastaya aynı vericiden lenfosit verilerek hastalık tedavi edilebilse de, kord kanı kullanılması halinde böyle bir imkan olmamaktadır. Yabancıdan yapılan nakillerde ise tekrar hücre toplamak zaman alabilir. Yarı-eşlenik nakillerde ise verici hala sağlıklıysa tekrar hücre toplamak çok kolaydır. Çin’deki akut lösemili hastalarda yapılan yarı-eşlenik ile yabancı tam uyumlu nakiller arasında tedavi sonuçları açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır.
Kemik iliğinden kök hücre nasıl elde edilir?
Kemik iliği, kemiklerin içindeki süngerimsi kemiğin içerisinde yer almaktadır. Kemik iliğinin en fazla bulunduğu yer insan vücudunun pelvis (leğen) kemiğidir. Nakil için gereken kemik iliğini vericiden toplama işlemi genel anestezi altında ve steril bir ortamda yapılır.
Periferik kandan kök hücre nasıl elde edilir?
Normalde damarlarda dolaşan kanda bulunan kök hücre miktarı azdır. Bu nedenle, toplama işlemi yapılmadan önce vericiler, kök hücre miktarını arttırıcı ilaçlar (G-CSF) kullanmaktadır. Bu ilaçlar büyüme faktörü olarak adlandırılır. Periferik kök hücreler vericinin kanından özel cihazlar ile ayrıştırılır. Ayrıştırılan kök hücreler dışında kalan kan kişiye geri verilir. Bu işlem 4-6 saat kadar sürer. Hastaya gereken kök hücrenin miktarına göre işlemin üst üste birkaç gün tekrar edilmesi gerekebilir. Otolog nakil olarak adlandırılan durumda periferik kök hücre vericisi hastanın kendisidir. Hastanın vücuduna giren bu kan kök hücreleri kemik iliğine yerleşir. Bu tip nakilde yamanma(engraftment) kan üretimi kemik iliğine göre daha erken dönemde başlamakta, 10-20 gün gibi bir sürede gerçekleşmektedir.
Kordon kanı kök hücreleri nasıl elde edilir?
Göbek kordon kanı, bebek doğduktan sonra göbek kordonundan veya plasentadan toplanmaktadır. Bu kan, kan yapıcı hücreler açısından zengindir. Bağışlanan kan çeşitli açılardan test edilmekte ve ilerde ihtiyaç duyulduğunda kullanılmak üzere saklanmaktadır. Bu amaçla oluşturulan saklama birimlerine “kordon kanı bankası” adı verilmektedir. Doktorlar ihtiyaç olduğunda bu bankalara başvurarak uygun bir doku grubu eşleşmesi aramaktadır. Eğer bu koşullara uygun bir kordon kanı bulunursa, nakil işlemi diğerlerine benzer şekilde gerçekleştirilir.
Kimler kordon kanı ile nakil olabilir?
Kordon kanı sınırlı sayıda kök hücre içermesi nedeni ile daha çok çocuklar için kullanılır. Vücut ağırlığı fazla olan kişilerde bazen iki ya da daha fazla kordon kanı birleştirilerek nakil yapılır. İdeal kök hücre kaynağı doku grupları açısından uyumlu olandır. Ancak kordon kanı ile yapılan nakillerde daha az uyumlu olmasına rağmen nakil gerçekleştirilebilir. Kordon kanları depolanmış olarak hazır tutulmakta ve acilen nakil yapılması gerekiyor ise kordon kanı tercih edilmektedir. Hangi kök hücre kaynağının en uygun seçenek olduğuna nakil ekibinin karar vermesi gerekir.
Otolog kemik iliği nakli için kök hücre nasıl toplanır?
Kendi kök hücrelerinizi (otolog nakil) kullanarak bir nakil planlanıyorsa, kan kök hücrelerini toplamak için aferez (af-uh-REE-sis) adı verilen bir prosedür uygulanacaktır. Aferezden önce, kök hücre üretimini artırmak ve kök hücrelerin toplanabilmeleri için dolaşımdaki kanınıza taşımak için günlük büyüme faktörü enjeksiyonları alacaksınız. Aferez sırasında kan damardan çekilerek bir makinede dolaştırılır. Makine, kanınızı kök hücreler dahil olmak üzere farklı parçalara ayırır. Bu kök hücreler, nakil işleminde ileride kullanılmak üzere toplanır ve dondurulur.
Allojenik kemik iliği nakli için kök hücre nasıl topanır?
Kök hücreler, donörünüz kanından veya kemik iliğinden gelebilir. Nakil ekibiniz, durumunuza göre hangisinin sizin için daha iyi olduğuna karar verir. Bu hücreler ayrıca doğumdan sonra plasentadan alınan ve ileride kullanılmak üzere özel kordon kanı bankalarında saklanan göbek kordonu kanından da gelebilir. Bu kordonlardan alınan kan dondurulur ve kemik iliği nakli için gerekene kadar bir kordon kanı bankasında saklanır.
Kemik iliği vericisinin sağlığı için herhangi bir risk durumu var mı?
Kök hücre bağışının bağışçının sağlığına herhangi bir şekilde zarar vermez. Bağışçıya kök hücrelerin kan dolaşımına geçmesi için 5 gün süreyle belirli bir ilaç verilir. Kandaki kök hücre sayısı istenilen düzeye ulaştığı an koldaki bir damardan kan örneklemesi gibi alınır.
Kemik iliği bağışçısı için herhangi bir yaş sınır var mıdır?
Kök hücre bağışçısı şayet alıcının yakını ise herhangi bir yaş aralığı dikkate alınmaz. Ancak doku bankasına kök hücre bağışı yapmak isteyen kişilerin 18-55 yaş aralığında olması gerekmektedir.
Kök hücre tedavisi eklem ağrıları için uygulanabilir mi?
Kök hücre tedavisi, ortopedi alanında farklı bir şekilde kullanılmaktadır. Kıkırdak hasarı olan, ağrılı ekleme sahip ancak cerrahi tedavi için erken dönemde olan ya da ameliyat olmayı istemeyen hastalarda kıkırdak yaralanmasına maruz kalmış omuz, kalça, diz gibi eklemlerde uygulanabilmektedir. Ancak kök hücre tedavisi eklem kıkırdak kapasitesinin tamamına yakın kayıplarında tedavi seçeneği olarak uygulanmamaktadır.
Kemik iliği naklinden sonra egzersiz yapmam uygun mudur?
Kemik iliği nakli süreci başarılı şekilde tamamlanırsa, egzersiz yapmaya başlayabilirsiniz. Egzersizin yoğunluğunu kademe kademe artırılmalı, egzersiz esnasında bir anda aşırı şekilde efor sarf edilmemelidir. Doktorunuz, ihtiyaçlarınıza ve gereksinimlerinize göre uyarlanmış bir egzersiz planı oluşturmanıza yardımcı olacaktır.
Kemik iliği ne işe yarar?
Kemik iliği, kan hücreleri üretir. Kök hücreler, kemik iliğinde bulunan ve tüm farklı kan hücrelerini oluşturan olgunlaşmamış hücrelerdir.
Kemik iliği çalışmazsa ne olur?
Kemik iliğinin herhangi bir hastalık nedeniyle çalışmaması hayati öneme sahip olan kan yapımında eksikliklere neden olur.
Kemik iliği testi neden yapılır?
Kemik iliği testi, kan hücrelerinin tipi, miktarı ve olgunlaşma düzeyleri, kemik iliğinin yapısı ve var olan hastalıkların belirlenmesi için yapılır.
Kemik iliği kendini yeniler mi?
Kemik iliği yani kök hücreler sürekli kendini yenileyebilme özelliğine sahiptir.
Kemik iliği sonucu kaç günde çıkar?
Kemik iliğinin en fazla bulunduğu yer insan vücudunun pelvis (leğen) kemiğidir. Nakil için gereken kemik iliğini vericiden toplama işlemi genel anestezi altında ve steril bir ortamda gerçekleştirilmektedir. Toplama işlemi sonrası 24 saat süre ile gözlem altında tutulduktan sonra verici taburcu edilebilir. İliğin toplanabilmesi için özel iğneler kullanılmaktadır. Bu iğneler yoğun kıvamlı iliğin çekilebilmesine olanak sağlar.
Kemik iliği alınırken acı olur mu?
Kemik iliğini genel anestezi altında ve steril bir ortamda gerçekleştirilmektedir. İliğin toplanabilmesi için özel iğneler kullanılmaktadır. Bu iğneler yoğun kıvamlı iliğin çekilebilmesine olanak sağlar. Verici herhangi bir acı hissetmez.
Kemik iliği kanseri lösemi midir?
Lösemi halk arasında genellikle kemik iliği ya da kan kanseri olarak bilinir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Contact
- 3111 West Allegheny Avenue Pennsylvania 19132
-
1-982-782-5297
1-982-125-6378 - support@consultio.com