Fizik tedavi ve rehabilitasyon
- Nedir?
Tedaviler :
- Bel fıtığı
- Felç rehabilitasyonu
- Boyun fıtığı
- Manuel terapi
- Travmatik beyin hasarı ve rehabilitasyonu
- Omurilik yaralanmaları ve rehabilitasyonu
- İnme rehabilitasyonu
- Kayropraktik tedavi
- Bel ağrıları
- Skolyoz
- Pediatrik rehabilitasyon
- Ozon tedavisi
- Ergo teraspi
- Yüz felci
- Serebral palsi
- Obezite rehabilitasyonu
- Kas hastalıkları rehabilitasyonu
- Kardiyak rehabilitasyon
- Eklem kireçlenmesi
- Kırık rehabilitasyonu
- Akupunktur
- Pulmoner rehabilitasyon
- Hidroterapi
- Spina bifida
- Sinir sıkışması
- Osteopati
- Boyun ağrıları
- Omuz ağrıları
- Boyun düzleşmesi
- Çapraz bağ yaralanmaları
- Diz kireçlenmesi
- Huzursuz bacak sendromu
- Bursit tendinit
- Bel kayması
- Klinik pilates
- Donuk omuz
- Tetik nokta tedavisi
- Kalça kireçlenmesi
- Aşil tendiniti
- Kapral tünel sendromu
- Omuz kas yırtıkları
- Omuz sıkışma sendromu
- Multiple skleroz (MS)
- Kanal daralması
- Kemik iliği ödemi sendromu
- Parmak ucunda yürüme
- Halluks valgus
- Baker kisti
- Diz protez rehabilitasyonu
- Konuşma, dil terapisi
- Lenf ödem tedavisi
- Kupa tedavisi
- Tortikollis
- Yutma rehabilitasyonu
- Kuru iğne tedavisi
- Brakiyal pleksus rehabilitasyonu
- Vertigo rehabilitasyonu
- Mezoterapi
- Menisküs yaralanmaları
- Kalça protez rehabilitasyonu
- Ayak bileği burkulmaları
- Tenisçi ve golfçü dirseği tedavisi
- İltihaplı eklem romatizmaları
- Kronik yorgunluk
- Enflamatuar bel ağrıları
- Romatoid artrid
- Fibromiyalji
- Topuk dikeni
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Nedir?
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon kas-iskelet , sinir veya kalp damar sistemlerindeki fiziksel ve fonksiyonel bozuklukların tanı ve tedavisini kapsayan bir uzmanlık dalıdır.
Fizik tedavi, fiziksel yöntem ve tekniklerin hastalıkların tedavisinde kullanılması anlamına gelir. Uygulanan fizik tedavi yöntem ve teknikleri vücudumuzda herhangi bir lezyon veya yara oluşturmaz. Fizik tedavi uygulamasının amacı hastanın ağrılarının azaltılması veya yok edilmesi, fonksiyonel kapasitenin arttırılması, günlük yaşam aktivitelerinin tekrar kazanılması, organların işlevlerinin sağlıklı hale gelmesi, bağımsız bir birey olarak toplumdaki yerini almasıdır.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hangi Alanlarda Kullanılır?
- Ortopedik Hastalıklar ve yaralanmalar
- Nörolojik ve sinir-kas hastalıkları ve yaralanmaları
- Akut ve kronik ağrı tedavisi
- Romatizmal hastalıklar
- Pediatrik rehabilitasyon
- Kardiyopulmoner rehabilitasyon (kalp-akciğer rehabilitasyonu)
- Doğumsal veya edinsel eklem ve kemik bozuklukları
- Yanık sonrası rehabilitasyon
- Geriatrik(yaşlı) rehabilitasyon
- Metabolik hastalıklar (diyabet, osteoporoz vb.)
- Spor yaralanmaları
- Önleyici tedavi yaklaşımları
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uygulamaları Nelerdir?
Hastalığın teşhisi konulduktan sonra hastanın durumuna göre uygun bir fizik tedavi programı planlanır. Fizik tedavi, uzman hekim denetiminde yapılmalıdır. Bu tedavi programı ilaç, fizik tedavi tekniklerinin uygulanması ve tedavi edici egzersizlerden bir veya birkaçını içerebilir.
Isı, ışık, su ajanları
Yüzeyel ısı (infraruj, sıcak paket, parafin, girdap banyosu),
Derin ısı (ultrason, yüksek yoğunluklu lazer, TECAR)
Hidroterapi (Havuz içi egzersiz, kontrast banyo, kaplıca tedavisi, su altı masaj, girdap banyosu)
Elektroterapi
Vücuda belirli frekans ve şiddette akım verilmesiyle uygulanır. Akut veya kronik ağrı, ödem tedavisinde, kas kuvvetlendirilmesinde veya belirli kasların fonksiyonel olarak çalıştırılması için kullanılabilir.
Mekanoterapi
Mekanik cihaz ve aparatların tedavi amacıyla uygulanmasıdır.
Yürüme robotları, kol robotları, Traksiyon, spinal dekompresyon(bel-boyun çekme), pnömatik kompresyon, CPM cihazları vb. kullanılır.
Manuel Terapi Yöntemleri
Manuel terapi herhangi bir cihaz ya da makineye kullanmaksızın sadece elle uygulanan bir fizik tedavi şeklidir. Manuel terapide uygulayıcılar, kas spazmı, kas gerginliği ve eklemlerdeki fonksiyon bozukluklarının neden olduğu problemleri azaltmak için yalnızca ellerini kullanırlar.
Tedavi Edici Egzersizler
Fizik tedavinin en önemli kısımlarından biridir. Hastaya ve hastalığın durumuna göre tasarlanmış kişiye özel egzersizler sadece uzman hekim ve fizyoterapistler tarafından verilmelidir.
Günlük Yaşam Modifikasyonları
Hastalığın tedavisi sürecinde hasta günlük yaşamında bazı düzenlemelere gidebilir. Aktivite düzenlemeleri, egzersiz ve sporun günlük yaşama eklenmesi, zararlı olabilecek hareketlerin yapılmaması, beslenme önerileri vb. buna örnek olabilir.
Protez-Ortez kullanımı
Protezler: Eksik olan uzvun yerine taklit edici yapılan aparatlar.
Ortez: Var olan bir uzvu korumak, desteklemek, performansını arttırmak amacıyla kullanılan aparatlardır. (dizlik, korse, baston, bandaj, bant, kinesiotape vb.)
Fizik Tedavinin Süresi Ne Kadardır?
Fizik tedavi seanslar halinde yapılır. Ortopedik hastalıklarda genelde 1 saatlik toplam 10-20 seans uygulanabilir. Nörolojik hastalıklarda ise rehabilitasyon genelde daha uzun bir süreçtir, 1-2 saatlik seanslar şeklinde uygulanır fakat hastanın durumuna göre rehabilitasyon süreci yıllarca sürebilir.
Fizik Tedavi Uygulamaları Ağrılı Mıdır?
Fizik tedavi uygulamaları sırasında genellikle hasta ağrı duymaz. Ancak, hastada eklem kısıtlılığı mevcutsa, örneğin donuk eklem varsa fizyoterapist germe egzersizleri yapabileceğinden hafif ağrı olabilir.
Dikkat Edilmesi Gereken Durumlar Nelerdir?
İltihabi (enflamatuar) durumlar, romatizmal hastalıkların aktif dönemleri (eklemlerin, şiş, sıcak ve ağrılı olduğu dönemler), damar tıkanıklıkları, varisler, açık yaralar ve enfeksiyonlu bölgeler üzerine uygulamalarda dikkat edilir veya uzman hekimin uygun görmediği uygulamalar yapılmaz.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uygulamalarının Olası Risk ve Yan Etkileri Nelerdir?
Fizik tedavi, yan etki ve riskleri oldukça az olan tedavi yaklaşımıdır. Bununla birlikte, nadir de olsa cilt kızarıklıkları, hassasiyet gibi istenmeyen etkiler görülebilir.
Çok nadir görülen yan etkiler ciltte aşırı duyarlılık, kan basıncı değişiklikleridir.
Riskler uygun teknik, yeterli tıbbi malzeme ve deneyimli tıbbi personel varlığında nadiren görülmektedir.
Bu durumların görülme sıklığını en aza indirmek için uygulama öncesi tıbbi durumunuz hakkında doktorunuza detaylı bilgi vermelisiniz. Bilinen ilaç alerjisi durumlarını, hastalıklarınızı doktorunuza belirtmelisiniz.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Bel Fıtığı Nedir?
Bel fıtığı, bel omurgasını oluşturan 5 adet omurun arasındaki disklerin, çeşitli nedenlere bağlı olarak yıpranması, yırtılması veya yerinden kayması nedeniyle omuriliğe ve omurilikten ayrılan sinirlere baskı yapması sonucu ortaya çıkar.
Bel Fıtığının Nedenleri Nelerdir?
Omurlar arasında bulunan disklerin içerindeki sıvı içeriği zamanla ve yaşa bağlı olarak azalır. Bu da yüklenmelere karşı diskin dayanıklılığını azaltır. Ağır kaldırma, kontrolsüz ani bel hareketlerinde bulunma, uzun süre sabit ayakta durma veya oturma, düşme, çarpma gibi travmalara maruz kalma gibi zorlanmalar diskte yırtılmalara neden olarak bel fıtığına neden olabilir.
Bel fıtığı orta-ileri yaş grubunda daha sık görülse de, gençlerde hatta çocuklarda bile görülebilir. Erkek ve kadınlarda aynı oranlarda görülürse de, hamilelikte kısa sürede aşırı kilo alımına bağlı olarak görülme riski artar. Aşırı kilolu olmak bel fıtığı açısından önemli bir risk faktörüdür. Bunun yanı sıra sigara kullanımı disklerin beslenmesini bozarak sıvı kaybına neden olur ve bel fıtığı riskini arttırır. Ayrıca iyileşme sürecini de uzatır. Uzun süre masa başında çalışmak, uzun sürelerle araç kullanmak, hareketsiz bir yaşam sürmek, omurgayı zorlayıcı hareket ve aktivitelerde bulunmak ve uygun olmayan spor faaliyetleri yapmak bel fıtığı için diğer risk faktörleridir.
Omurga çevresindeki kasların ve gövde-karın kaslarının kuvvetsiz olması disklere binen yükü arttırarak fıtıklaşmalara zemin hazırlar. Bu nedenle bel fıtığından korunmak için yukarıdaki risk faktörlerinden uzak durmanın yanında, bel, karın ve sırt kaslarını güçlendirici egzersizler ve sporlar yapmak oldukça önemlidir.
Bel Fıtığı Belirtileri Nelerdir?
Bel fıtığı hastalığında en önemli belirti belden bacağa doğru yayılan ağrıdır. Hastalar çoğunlukla bu şikayetle hekime başvururlar. Fakat her bel fıtığı hastasında bu belirtiler görülmeyebilir. Bazen tamamen ağrısız olabileceği gibi, başlangıçta sadece bel bölgesinde ağrı görülebilir. Ağrı genellikle bacağın arka kısmı boyunca kalçaya, dize hatta topuğa kadar yayılabilir. Öksürme, hapşurma ve ıkınma gibi omurilik basıncını arttıran durumlarda ağrı şiddetlenebilir, hatta tutulmalar görülebilir.
Tek veya her iki bacaktaki ağrıya, uyuşma, yanma, karıncalanma gibi belirtiler de eklenebilir. Bu belirtilerin nedeni fıtığın bacak sinirlerine yaptığı baskıdır. Ciddi sinir baskısı durumlarında bacak, ayak bileği ve ayak kaslarında güçsüzlük, yürüme güçlüğü, idrar tutamama, cinsel fonksiyonlarda kayıp gibi daha ileri nörolojik problemler ortaya çıkabilir.
Hasta, ağrı, tutukluk ve fonksiyonel yetersizlik nedeniyle oturup kalkma ve yürüme gibi günlük yaşam aktivitelerinde sıkıntı yaşamaya başlar.
Bel Fıtığı Tanısı Nasıl Konur?
Bel fıtığı tanısı, dikkatli bir hasta öyküsü, fizik ve nörolojik muayene yanında, röntgen, MRI (manyetik rezonans) veya BT (bilgisayarlı tomografi) gibi görüntüleme yöntemleri ile konur. Bazı durumlarda EMG (elektromiyografi) denilen sinir incelemelerine ihtiyaç duyulabilir.
Bel Fıtığında Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Bel fıtığı tedavisi kişiye özgü olarak uygulanır. İlerleyici güç kaybı, idrar ve dışkı tutamama gibi ciddi nörolojik belirtiler haricinde acil cerrahi tedavi gerektiren bir durum değildir. Genellikle hastaların çok büyük bir oranı cerrahi müdahaleye gerek kalmadan tedavi edilebilir.
Bel fıtığı tedavisinde ilk basamak istirahattir. Fakat son yıllarda uzun süreli istirahatin bel fıtığı tedavisinde olumsuz etkileri olabileceği anlaşıldığından, istirahat ve hareket kısıtlamasının mümkün olduğunca kısa tutulması tedavinin başarısı açısından önemlidir. Çok ciddi ağrılı durumlarda kısa süreli yatak istirahati verilebilirse de, istirahat daha çok omurgaya yük bindiren hareketleri kısıtlamak şeklinde olur. Hastanın işe gidip gitmeme durumu yaptığı işe bağlı olarak doktoru tarafından değerlendirilir.
Bu dönemde genellikle ağrı kesici ve kas gevşetici ilaç tedavileri uygulanır. Bazı durumlarda kontrollü bir şekilde steroid tedavisi yapılabilir. Korseleme gerekli olduğu durumlarda kısa süreli olarak kullanılabilir.
Bel fıtığının tedavisinde fizik tedavi yöntemleri önemli bir yer tutar. Bu amaçla sıcak uygulamaları, ultrason, lazer, ağrı kesici akım tedavileri, masaj, mobilizasyon, manuel terapi, kuru iğneleme, bantlama, traksiyon (klasik ve dikey traksiyon-vertetrac) en sık kullanılan tedavi yöntemleridir.
Bazı durumlarda ağrıyı rahatlatmak için bel bölgesine epidural enjeksiyonlar ve sinir blokları yapılabilir.
Egzersiz uygulamalarına bel fıtığı tedavisinde erken dönemde başlanması gerekir ve tedavinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Başlarda günlük yaşam aktivitelerini düzenleme konusunda hastaya eğitim verilir ve ağrıyı arttırmayacak şekilde esneme, germe ve postür egzersizlerini içeren bir program başlatılır. Sürecin ilerleyen dönemlerinde ağrının da azalmasıyla birlikte, dayanıklılık ve kuvvet arttırıcı egzersizlere geçilir. Egzersizlerin yoğunluğu hastanın klinik durumuna göre ayarlanır ve günlük yaşam ve çalışma aktivitelerine en kısa sürede geri dönme hedeflenir.
Spinal dekompresyon tedavisi bel fıtığı tedavisinde başarılı ile uygulanan bir tedavi yöntemidir. Problemli disk üzerinde negatif basınç oluşturacak şekilde kontrollü traksiyon uygulayan bir teknolojidir. Diğer traksiyon yöntemlerine göre daha güvenli ve etkili bir çekme sağlar ve ilerlemiş fıtık olgularında da kullanılabilir.
Bel fıtığı için cerrahi, ciddi ve ilerleyici nörolojik kayıpları olan ve yapılan bütün tedavilere rağmen sonuç alınamayan durumlarda başvurulan son tedavi seçeneğidir. Operasyon sonrası dönemde ihtiyaç olması halinde fizik tedavi ve rehabilitasyon yapılabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Felç nedir?
Felç, duyu kaybıyla birlikte görülebilen, kas işlevinde bir kayıp içeren bir durumdur ve aynı zamanda duyu kaybı olarak da adlandırılır. Bu terim, sinirlerin etkisiz hale getirilmesi anlamına gelen Yunanca kelimeden türemiştir. Bunun nedeni, sinir sisteminde genellikle motor fonksiyon kaybı ya da duyusal bilgi kaybı olmasıdır.
Felce yol açan iki ana sebep bulunmaktadır. Felç, beyinde ya da omurilikte oluşan hasarlar nedeni ile ortaya çıkar. İleri yaşlarda daha sık karşılaşılan felç, vücudun tamamında değil sadece belli bir kısmında görülür. Felçte his ve hareket kaybı genellikle tek taraflı olup vücudun sadece sağ ya da sol tarafında görülür.
Felç sebepleri nelerdir?
Birinin geçici veya kalıcı felç geçirmesinin olası birkaç nedeni vardır. Genellikle omurilik ya da sinir sisteminin diğer kısımlarında oluşan hasarların bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu hasarlar:
- İnme
- Travma
- Poliomyelit
- Serebral felç
- Periferik nöropati
- Parkinson hastalığı
- Botulizm
- Spina bifida
- Çoklu skleroz
- Guillain Barre Sendromu
- Ek olarak, bazı ilaçlar sinirlerin işlevini etkiler ve nadir durumlarda felce neden olabilir.
Felcin türleri nelerdir?
Felç, vücudun yüz veya el gibi belirli bir kısmı etkilendiğinde lokalize olarak veya vücudun geniş bir bölümü etkilenirse genel felç olarak sınıflandırılabilir. Etkilenen vücudun belirli alanlarını tanımlamak için daha spesifik terimler de vardır:
- Monoplejide bir ekstremitede felç var.
- Hemipleji, kol ve bacağın vücudun bir tarafında felç olmasıdır.
- Parapleji, hem bacakların hem de pelvis gibi alt vücudun bazı bölgelerinin felce uğramasıdır.
- Tetrapleji veya kuadripleji, her iki kolunun ya da bacaklarının felce uğramasıdır.
Felç sebep olduğu durumlar nelerdir?
Felç, başka sağlık sorunlarına da yol açabilir. Özellikle üriner inkontinans ve barsak inkontinansının felce maruz kalmış birçok insanı etkilediği bilinmektedir. Buna ek olarak, hem erkekler hem de kadınların cinsel fonksiyonları olumsuz etkilenir.
Vücuttaki belirli dokulara aşırı basınç uygulanması nedeniyle basınç ülseri de meydana gelebilir.
Birçok kişi, felç ile ilgili değişikliklerin sonucu olarak psikolojik etkiler yaşar. Depresyon çok yaygındır çünkü bireyler, alışık oldukları yaşamı sürdüremezler ve bu değişime uyum sağlamak zor olabilir.
Felç tedavisi nasıl yapılır?
Felç tedavisi sürecinde amaç, genel olarak, en yüksek yaşam kalitesi ile mümkün olduğunca bağımsız yaşamaktır. Felç olan her hasta için optimal tedavi, felcin türüne ve yaşam kalitesine olan etkisine bağlıdır.
Engellilere yardımcı olan cihazlar, bazı felç türlerine çözüm sunabilir. Örneğin, vücudun alt kısmının işlevini yitiren paraplejikler, tekerlekli bir sandalyeyi kullanabilir ve nispeten bağımsız bir yaşam tarzı yaşayabilir.
Vücudun üst kısmında da felç olan insanlar için, elektrikli bir tekerlekli sandalye ellerindeki hareketi kontrol etmeleri durumunda hareketlilik konusunda yardımcı olabilir.
Ortezler, ekstremite fonksiyonunu iyileştirmek ve etkilenen kaslardaki zayıflıkları telafi etmek için tasarlanmış bir başka alternatiftir.
Felç komplikasyonlarında takip çok önemlidir. Olası komplikasyonların farkında olmak, böylece işaretlerin meydana gelmesi durumunda daha erken teşhis edilebilmesine yardımcı olur. Erken teşhis hastanın tedavisini kolaylaştırır ve yaşam kalitesinin yükselmesini sağlar. Ek olarak, bu koşulların tıbbi tedavisi haklı çıkar ve her hastanın yaşam kalitesini yükseltmek için ele alınmalıdır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Boyun Fıtığı Nedir?
Boyun fıtığı, boyun omurlarındaki amortisör görevi gören disklerin, çeşitli nedenlere bağlı olarak yıpranması, yırtılması veya yerinden kayması nedeniyle, omuriliğe ve omurilikten ayrılan sinirlere baskı yapmasıdır.
İnsan omurgası 33 omurdan oluşan dinamik bir yapıdır. Boyun ve bel bölgesi omurganın en hareketli bölgeleridir. Omurgayı oluşturan kemik yapılar olan omurlar arasında bulunan ve aralarındaki bağlantıyı sağlar. Diskler ise baskı ve yüklenmeler için amortisör görevi görür.
Boyun Fıtığının Nedenleri Nelerdir?
Omurlar arasında bulunan disklerin içindeki sıvı içeriği zamanla ve yaşa bağlı olarak azalır. Omurganın kötü kullanımı da bu azalmayı arttırır. Sonuçta yüklenmelere karşı diskin dayanıklılığı azalır. Kontrolsüz ani hareketlerde bulunma, uzun süre masa başında ve sabit halde çalışma, omurgaya yük bindiren veya devamlı rotasyon hareketlerini gerektiren işler ve sporlar yapma, yüksekten düşme ve trafik kazası gibi travmalara maruz kalma şeklindeki zorlanmalar, diskte yırtılmalara neden olarak boyun fıtığına neden olabilir.
Boyun fıtığı her yaş grubunda görülse de, genellikle genç-orta yaş grubunda daha sık rastlanır. İnce, narin ve uzun boyunlu kişilerde daha sık görüldüğü bilinmektedir. Bunun yanı sıra sigara kullanımı bel fıtığında olduğu gibi boyun fıtığı için de bir risk faktörüdür. Uzun süre masa başında çalışmak, uzun sürelerle araç kullanmak, hareketsiz bir yaşam sürmek, uyku sırasında uygun olmayan yastık kullanmak, omurgayı zorlayıcı hareket ve aktivitelerde bulunmak ve uygun olmayan spor faaliyetleri yapmak boyun fıtığı için diğer risk faktörleridir. Boyun çevresi kasların kuvvetsiz olması da disklere binen yükü arttırarak fıtıklaşmalara zemin hazırlar.
Boyun Fıtığının Belirtileri Nelerdir?
Bel ve Boyun Fıtığı
Boyun fıtığının en sık ve en erken rastlanan belirtisi boyun bölgesinde görülen ağrıdır. Her boyun ağrısı boyun fıtığına bağlı değildir. Kas kaynaklı ağrılar aslında boyun bölgesinde oldukça yaygın olarak görülür. Fıtığa bağlı ağrılar ise hem daha dirençlidir hem de bazı özellikler gösterir. Ağrı tek taraflı olarak boyundan kola doğru yayılabileceği gibi, sırta veya enseden başa doğru da yayılım gösterebilir. Ağrı genellikle devamlı bir karakterde olsa da, boyun hareketleri ile şiddetlenmeye meyillidir. Ağrı yanında, kollarda ve ellerde uyuşma, karıncalanma, yanma, iğnelenme ve elektrik çarpması şeklinde şikayetler de tabloya eklenebilir. Bunun yanı sıra his kaybı, kuvvet azalması, el becerilerinde azalma ve kolda incelme gibi nörolojik belirtiler de görülebilir. Öksürme, hapşırma ve ıkınma gibi durumlar ağrıyı arttırabilir.
Boyun fıtığı tanısı nasıl konur?
Boyun fıtığı tanısı, dikkatli bir hasta öyküsü yanında fizik ve nörolojik muayene ile konur. Röntgen, MRI (manyetik rezonans) veya BT (bilgisayarlı tomografi) gibi görüntüleme yöntemleri tanıyı kesinleştirmede ve tedavi planını oluşturmada yardımcı olur. Bazı durumlarda EMG (elektromiyografi) denilen sinir incelemelerine ihtiyaç duyulabilir.
Boyun, sırt, omuz ve kol bölgesindeki ağrılar, boyun fıtığı dışındaki hastalıklardan da kaynaklanabilir. Bazen iç organlardan yansıyan ağrılar benzer belirti ve bulgulara neden olabilir. Bu nedenle boyun fıtığı tanısını koymadan önce, benzer şikayetlere neden olabilecek bu rahatsızlıkların dışlanması gereklidir. Bu amaçla gerekli görüldüğü takdirde ileri görüntüleme ve laboratuar incelemelerine başvurulabilir.
Boyun Fıtığı Nasıl Tedavi Edilir?
Boyun fıtığı hastalarının çok büyük bir oranı cerrahi müdahaleye gerek kalmadan tedavi edilebilir. Bazı hafif olgularda istirahat, günlük yaşam aktivitelerinin düzenlenmesi ve boynun doğru kullanımı konusunda hastanın eğitilmesi ile şikayetlerde düzelme sağlanabilir. Bu hastaların düzenli bir egzersiz programına yönlendirilerek takibinin yapılması gereklidir.
Ağrı kesici ve kas gevşetici ilaç tedavileri boyun fıtığı tedavisi için sıklıkla uygulanır. Yine kortikosteroid içeren ilaçlar ihtiyaç duyulması halinde doktor gözetiminde kullanılabilir. Bazı durumlarda geçici süreyle boyunluk kullanılması gerekebilir.
Bu tedavi ve önlemlerle sonuç alınamayan veya ciddi sinir baskısı ile başvuran boyun fıtığı hastalarında fizik tedavi yöntemlerine başvurulur. Bu amaçla sıcak uygulamaları, ultrason, lazer, ağrı kesici ve kas güçlendirici akım tedavileri, masaj, mobilizasyon, manuel terapi, Hilterapi (yüksek yoğunluklu lazer tedavisi), kuru iğneleme, bantlama, traksiyon (klasik ve dikey traksiyon-vertetrac) en sık kullanılan tedavi yöntemleridir.
Tamamlayıcı ve destekleyici tedavi yöntemleri olarak, akupunktur, nöral terapi, kupa tedavisi ve ozon tedavisi de boyun fıtığı tedavisinde kullanılabilir.
Spinal dekompresyon tedavisi bel fıtığında olduğu gibi boyun fıtığı tedavisinde de etkili bir bir tedavi yöntemidir. Etkilenen disk seviyesinde negatif basınç oluşturacak şekilde kontrollü traksiyon uygulanmasına dayanır.
Bazı durumlarda ağrının rahatlatılması için boyun bölgesine epidural enjeksiyonlar ve sinir blokları yapılabilir. Yine boyun, sırt ve omuz bölgesi kaslarına tetik nokta enjeksiyonları da uygulanabilir.
Egzersiz tedavisi boyun fıtığı tedavisinde tedavinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Öncelikle omurganın doğru kullanımı ve günlük yaşam aktiviteleri konusunda hastaya eğitim verilir. Daha sonra esneme, germe, kuvvetlendirme ve postür (duruş) egzersizlerini içeren bir egzersiz programı başlatılır. Bu programın yoğunluğu ve süresi hastanın klinik durumuna göre belirlenir.
Klinik pilates uygulamaları diğer omurga problemlerinde olduğu gibi boyun fıtıklarında da hem tedavide hem de önlemede oldukça yararlı bir tedavi yöntemidir.
Boyun fıtığı tedavisinde cerrahi tedaviye nadiren ihtiyaç duyulur. Cerrahi dışı tedavilerden fayda görmeyen ve ciddi ve ilerleyici nörolojik kayıpları olan hastalarda son tedavi seçeneği olarak cerrahiye başvurulur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Manuel Terapi Nedir?
Manuel terapi herhangi bir cihaz ya da makineye kullanmaksızın sadece elle uygulanan bir fizik tedavi şeklidir. Manuel terapide uygulayıcılar, kas spazmı, kas gerginliği ve eklem disfonksiyonunun neden olduğu ağrıları azaltmak için bölgedeki eklemleri manipüle etmek ve kas dokusunda baskı yapmak için yalnızca ellerini kullanırlar.
Manuel Terapi Kimlere Uygulanabilir?
Manuel terapi, bazı kas-iskelet yapısında yeterli hareket kabiliyeti ve hareket alanı olmayan eklem rahatsızlıkları olan kişilerin tedavisinde yardımcı olabilir. Bu rahatsızlıklar kişide ağrı ve işlev, duruş ve hareket değişikliğine neden olabilir. Manuel fizik tedavi, hastanın acı çekmeden daha doğal hareket etmesini sağlamak için eklemlerin hareketliliği kuvvetlendirmek ve kas gerginliğini azaltmak için kullanılır. Manuel terapi; sakroilyak eklem disfonksiyonu, kronik bel ağrısı, yumuşak doku yaralanmalarından kaynaklanan akut sırt ağrısı, sırt kası gerginliği gibi eklem sorunları ve bağ çekilmelerinin tedavisinde kişilere rahatlama sağlayabilir. Manuel terapinin ardından kronik bel ve sırt ağrısı olan hastaların tedavisinde etkili olduğu görülmektedir. Manuel fizik tedavi teknikleri çeşitli uygulamaları içerir:
Masaj da dahil olmak üzere yumuşak doku ve kaslara basınç uygulanır. Uygulanan bu basınç kasları rahatlatır, dolaşımı artırır, hasarlı dokuyu parçalamaya yardımcı olur ve yumuşak dokulardaki ağrıyı azaltır.
Farklı hızlarda (yavaştan hızlıya) hareketler içeren mobilizasyon / manipülasyon yöntemi kemik ve eklemleri bükmek, çekmek veya kuvveti itmek (hafiften kuvvetliye) ve germek (‘genlik’ olarak adlandırılır) için kullanılır.
Manuel Terapiden Önce Dikkat Edilmesi Gerekenler
Manuel terapiye veya herhangi bir fizyoterapiye başlamadan önce, terapistiniz, herhangi bir riski önlemek için terapi uygulanacak bölgenin kas, kemik ve sinir hasarını tespit etmek için ayrıntılı bir değerlendirme yapar. Ardından hastanın durumuna özel fizik tedavi türlerinden birisini ya da birkaçını içeren bir tedavi uygular.
Yumuşak Doku Mobilizasyonu
Eklemleri ve etrafındaki kasları etkin hale getirmek için uygulanır. Eklem hareketleri düzeldiğinde kasların gerginliği azalır. Kas gerginliğini gidermek ve eklem bozukluklarını gidermek için manuel terapi uygulanır. Yumuşak doku mobilizasyonu, çeşitli sebeplerden ortaya çıkan miyofasyal adezyonları tedavi etmek için doku sıvılarını harekete geçirerek kas gerginliğinin azalmasını sağlar. Bu prosedür, omurgayı çevreleyen kasların tamamına uygulanır ve ritmik germe ile kuvvetli basınçtan oluşur.
Ger ve Say
Bu teknik, yapısal ve postüral problemlere neden olan anormal nöromüsküler refleksleri düzeltmeye odaklanır ve ağrıyı tetikleyen noktalara uygulanır. Terapist hangi noktada hassasiyetin azaldığını sorarak hastanın en rahat pozisyonunu bulur. Hasta yaklaşık 90 saniye boyunca bulunan bu rahat pozisyonunda tutulur. Bu süre boyunca hafif gerilme ile asemptomatik gerginlik oluşur ve yavaş yavaş bu pozisyondan çıkarılır. Ardından vücut kaslarının normal bir gerginlik seviyesine dönmesi sağlanır. Kaslardaki doğal gerilme, iyileşme aşamasını belirler. Bu teknik, diğer prosedürlerle tedavi edilemeyecek kadar akut veya çok hassas olan sırt problemlerinin tedavisinde tercih edilir.
Eklem Mobilizasyonu
Hastalar genellikle sırtların belirli bir kasın tutulmasından şikayetçidir, dinlenme, buz ve masaj uygulaması ağrının azalmasını sağlar. Ancak sırt ağrısı genellikle tekrarlar. Eklem mobilizasyonu ile tutulmuş olan eklemler gevşetilir ve hareket hızı artırılır.
Manuel terapinin avantajları nelerdir?
Manuel tedavide iyileşme süreci çok hızlıdır. Tedavi süresi de diğer tekniklere göre oldukça kısadır.
Manuel terapide ilk seanstan itibaren oldukça etkili sonuçlar alınabilir. Ağrı ve gerginlik azalırken hareket yeteneği büyük ölçüde artar.
Manuel terapinin başarı oranı diğer tekniklerden çok daha fazladır. Başarı oranını yüksek olması sayesinde en sık talep edilen fizik tedavi yöntemidir.
Manuel terapide hasarlı bölge direkt olarak elle tedavi edilir. Herhangi bir şekilde alet ve cihaz kullanılmaz.
Manuel terapinin hiçbir yan etkisi bulunmaması ise en önemli avantajlarından birisidir.
Manuel Terapi Hangi Hastalıklar İçin Uygundur?
Manuel terapi kas ve eklem sistemi ile ilgili birçok hastalığın tedavisinde uzun yıllardan beridir başarılı bir şekilde uygulanmaktadır. Manuel terapi özellikle:
- Bel fıtığı
- Bel kayması
- Boyun fıtığı
- Boyun düzleşmesi
- Eklem sorunları
- Kas yırtılması
- Donuk omuz
- Dirsek ve el bileği rahatsızlıkları
- Kalça çıkığı
- Kalça protezi sonrası oluşan ağrılar
- Topuk dikeni
- Ayak rahatsızlıkları, gibi sorunların tedavisinde oldukça etkili bir tedavi imkanı sunmaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Travmatik beyin hasarı nedir?
Travmatik beyin hasarı en sık trafik kazaları olmak üzere, yüksekten düşme, iş kazaları, darp, ateşli silah yaralanmaları gibi çeşitli nedenlere bağlı olarak meydana gelebilir. Toplumda önemli bir engellilik sebebi olarak ortaya çıkar ve rehabilitasyonu da oldukça önem taşır. Erken dönemdeki yoğun bakım tedavisinin ardından robotik rehabilitasyonu da içeren yoğun bir nörolojik rehabilitasyon programına ihtiyaç duyulur.
Travmatik beyin hasarı, kafanın ani ve şiddetli bir şekilde bir nesneye çarpması ya da bir nesnenin kafatasını delerek beyin dokusuna zarar vermesi sonucu ortaya çıkan beyin yaralanmalarıdır. Kişinin bilişsel ve fiziksel fonksiyonlarında bozulmalara yol açarak düşünme, algılama, konuşma, yutma bozuklukları ile kol ve bacak gibi organlarında felç gelişmesine neden olabilir. Hemen her yerde ve her yaşta görülebilirse de gençlerde ve özellikle 15-25 yaş arasında sıklığı en fazladır. Motorsiklet ve bisiklet kazaları önemli bir nedenidir. Kask kullanılması bu tür kazalarda travmatik beyin hasarı oluşumunu önemli ölçüde azaltır. Çocuklarda düşmeler ve kaza dışı travmalar, erişkinlerde trafik kazaları ve yaşlılarda yine düşmeler kafa travmasının yaygın nedenleridir.
Travmatik beyin hasarının belirtileri nelerdir?
Beyin vücudun en hassas ve karmaşık organı olması nedeniyle, travmatik beyin yaralanmalarında kişinin hayatını derinden etkileyen değişiklikler görülebilir. Bu değişiklikler, bellek, algılama, dikkat, anlama, mantıklı düşünme gibi bilişsel değişiklikler olabileceği gibi, kısmi veya tam felç, denge bozuklukları ve yutma ve konuşma bozukluğu gibi fiziksel sorunlar şeklinde de olabilir.
Travmatik beyin hasarının erken döneminde ölüm oranı oldukça yüksektir. Travmanın şiddetine göre bilinç kaybı, bulantı, baş ağrısı, nörolojik ve bilişsel etkilenmeler sık görülür. Beyindeki hasarın yeri ve genişliğine göre hastalarda kol ve el kullanım kaybı, yürüme bozukluğu, duyu bozukluğu, entellektüel fonksiyonlarda bozukluk, davranış ve kişilik değişiklikleri, epileptik nöbetler, kronik ağrı, depresyon, mesane ve bağırsak problemleri gibi birçok sağlık problemi görülebilmektedir. Dikkat süresinde azalma, düşünceleri düzenlemede zorluk, unutkanlık, kafa karışıklığı, yeni bilgileri öğrenmede zorluklar, muhakeme ve yorumlama güçlükleri, sosyal durumlara uygun olmayan hareketlerde bulunma, problem çözmede, karar vermede ve planlamada zorlanma gibi bilişsel sorunlar ortaya çıkabilir. Dil ile ilgili sorunlar da bilişsel sorunlar gibi kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Sözcük bulmada güçlük, düzgün cümle kuramama, uzun ve hatalı anlatımlar, sözcükleri anlamada zorluk, sözcüklerin farklı kullanımlarını, deyimleri ve imalı kullanımları anlayamama, okuma ve yazma becerilerinde gerileme, matematik becerilerinde bozulma bu sorunlardandır. Travmatik beyin hasarı sonucu kişilik değişiklikleri, saldırganlık, şiddete eğilim ve kontrol kaybı gibi davranış bozuklukları da meydana gelebilir. Kısmi veya tam felç, istemsiz kas kasılmaları (spastisite), denge ve koordinasyon bozukluğu ve yutma güçlüğü gibi fiziksel kısıtlanmalar ise kişinin fonksiyonel bağımsızlığını azaltabilir. Ortaya çıkan bu bulgular, yaralanmanın şiddeti, etkilenen beyin bölgesi, beyin dışındaki organ yaralanmaları ve yaralanma öncesi kişilik özellikleri gibi birçok faktöre göre değişiklik göstermektedir.
Travmatik beyin hasarının tedavisi nasıl yapılır?
Travmatik beyin hasarı geçiren hastalar, acil müdahale ve sonrasında beyin cerrahisi ve nöroloji kliniklerince erken dönemde müdahaleye ihtiyaç duyarlar. Bu müdahale yoğun bakımda takip veya cerrahi girişim şeklinde olabilir. Beyne ve vücudun geri kalanına oksijen desteği ve yeterli kan akışının sağlanması ve kan basıncının kontrol edilmesi bu müdahalenin öncelikleridir. Tıbbi durumu stabilleşen hasta hemen fizik tedavi rehabilitasyon hekimi tarafından değerlendirilmeli ve erken rehabilitasyon programı başlatılmalıdır. Hasta uygun hale geldiğinde, konu üzerinde özelleşmiş nörorehabilitasyon ve robotik rehabilitasyon imkanları olan bir fizik tedavi ve rehabilitasyon kliniğinde takip edilmesi en iyi seçenek olacaktır.
Erken dönem sonrası beyin dokusundaki ödemin ortadan kalkması ile ortaya çıkan iyileşmeye spontan düzelme denir. Daha sonraki dönemde ise sinir hücrelerinde filizlenme ve yeni sinir bağlantıları oluşması iyileşmenin devamına katkıda bulunur. Araştırmalar beyin hasarı sonrası nörolojik düzelmenin ilk 6 ay içinde en fazla olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte beyin hasarı sonrası iyileşme 2 yıla kadar hızlı bir şekilde devam eder. Bu süreçte kapsamlı bir fizik tedavi ve rehabilitasyon programı hastanın kazanımlarını maksimuma çıkartacaktır. İlk 2 yıl iyileşme daha hızlı olsa da, bu hastalarda geç dönemde de iyileşme potansiyeli ortaya çıkabilir. Kalıcı bilişsel ve fiziksel bozuklukları olduğu düşünülen hastalarda bile bazı yetenekler yeniden geliştirilebilir. Bu nedenle beyin hasarı geçirmiş olan bir hastanın fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı liderliğinde, nöroloji, beyin cerrahisi ve psikiyatri uzmanından oluşan bir doktor ekibi tarafından sürekli takip edilmesi yararlı olacaktır.
Travmatik beyin hasarında rehabilitasyon
Günümüzde giderek artan ve gelişen cerrahi ve acil yardım yöntemleri sayesinde, travmatik beyin yaralanmalarına bağlı ölümler azalırken, hayatta kalma oranının artmasına bağlı olarak hastaların rehabilitasyonu ve tekrar topluma kazandırılması oldukça önem kazanmaktadır. Travmatik beyin hasarında rehabilitasyonun amacı, bozulan fonksiyonları iyileştirmek, yürümeyi sağlamak, hastanın mümkün olan en yüksek seviyede bağımsızlığına kavuşturmak ve hastalığa bağlı oluşabilecek diğer sağlık problemlerini önlemektir.
Travmatik beyin hasarında rehabilitasyon erken dönemde başlatılmalıdır. Hasta yoğun bakımda hatta bilinci kapalı iken yapılacak pasif eklem hareketleri ve hastanın iki saatte bir döndürülmesi gibi basit önlemler ile ileride rehabilitasyonun başarısını etkileyebilecek eklem kısıtlanmaları ve bası yaraları gibi sorunların önüne geçilebilir. Bu nedenle hastanın erken dönemden itibaren bir fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı tarafından takibi önemlidir. Bu sayede hem akut dönemde ortaya çıkabilecek komplikasyonlar önlenir hem de hastanın bir rehabilitasyon kliniğine transferi için hazırlıkları yapılmış olur.
Tıbbi yönden stabil hale gelen hastalar daha yoğun ve kapsamlı bir rehabilitasyon programına alınır. Rehabilitasyon başlangıcında hasta kapsamlı bir muayene ile bilinç düzeyi, motor, duyu, algı, denge, yürüme ve günlük yaşam aktiviteleri yönünden değerlendirilerek hastaya özel bir fizik tedavi ve rehabilitasyon programı planlanır. Bu program haftalık değerlendirmeler ile takip edilerek yeni belirlenen hedeflere göre şekillendirilir.
Travmatik beyin hasarlı hastaların erken mobilizasyonu (harekete geçirilmesi) önemlidir. Böylece immobilizasyona (hareketsiz kalmaya) bağlı ortaya çıkabilecek, kas atrofisi, bası yarası, kemik erimesi, eklem kısıtlanmaları, yumuşak doku kireçlenmeleri gibi komplikasyonlar önlenir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon programı, hastanın mevcut tıbbi durumu ve fonksiyonel düzeyine uygun olarak; yatak içinde mobilizasyon, oturma dengesi eğitimi, el ve kollarını kullanma, yatak dışına çıkma ve transfer aktiviteleri, ayağa kalkma, ayakta denge eğitimi, yürüme, merdiven inip çıkma, iş-uğraşı ve günlük yaşam aktivitelerinin eğitimi faaliyetlerini içerir.
Travmatik beyin hasarında spastisite denilen istemsiz kas kasılmaları oluşabilir. Eğer bu kasılmalar hastanın eklem hareketlerini, pozisyonlanmasını, hijyenini bozuyorsa veya egzersiz sırasında ağrıya neden oluyorsa tedavi edilmesi gerekir. Tedavisinde ilaçlar, fizik tedavi ve egzersizler yanında girişimsel ve cerrahi yöntemler de uygulanabilir.
Eğer hastada eklem kontraktürü oluşmuşsa, eklem hareket açıklığı egzersizleri, germe, cihazlama veya cerrahi müdahale gerekebilir. Travmatik beyin hasarında kas kuvvetsizlikleri görülebilir. Bu durumlarda kas kuvvetlendirme egzersizleri ile kaslar normal kuvvetine getirilmeye çalışılır. Beraberinde denge ve koordinasyon bozuklukları söz konusu ise buna yönelik egzersizler de yaptırılır. Bu çalışmalar sırasında ihtiyaç duyulduğunda ortez ve diğer yardımcı cihazlardan yararlanılabilir.
Robotik rehabilitasyon, travmatik beyin yaralanmalı hastalarda erken dönemden itibaren kullanılabilecek etkili bir rehabilitasyon yöntemidir. Hastanın erken dönemde mobilizasyonuna katkıda bulunur, nöroplastisite yoluyla nörolojik iyileşmeyi uyarır ve hastanın rehabilitasyon programına uyumunu, motivasyonunu ve farkındalığını arttırır. Erken Dönem Felç Mobilizasyon Cihazı (elektrik stimülasyonlu dikey hareket cihazı), Yürüme Robotu (Robotik yürüme cihazı), Armeo (omuz-kol robotu) ve Amadeo (el-parmak robotu) bu amaçla kullanılan robotik teknolojilerdendir. Robotik rehabilitasyonun erken dönemden itibaren rehabilitasyon programına entegre edilmesi, beyin hasarlı hastaların rehabilitasyonunda başarıyı önemli oranda arttırır.
Hidroterapi yani su içi rehabilitasyon da travmatik beyin hasarlı hastaların tedavisinde yeri olan bir rehabilitasyon seçeneğidir. Su içi egzersizler sayesinde, zayıf olan kaslarda kuvvetlenme, denge ve koordinasyonda iyileşme yanında istemsiz kas kasılmalarının azalması da sağlanır.
İş-uğraşı tedavisi (ergoterapi) kişilerin günlük yaşamdaki bağımsızlığını ve yaşam rollerini iş, uğraşı ve aktivite edindirilerek yaşam kalitesini artırmayı amaçlayan terapi ve rehabilitasyon programıdır. Travmatik beyin hasarlı hastaların tedavisinde ergoterapiden de aktif olarak yararlanılır.
Dil ve konuşma terapisi ve yutma terapisi, travmatik beyin hasarlı hastaların rehabilitasyonunda oldukça önem taşır. Öncelikle uzman terapist tarafından hastanın yetersiz olduğu alanlar belirlenir ve bunlara yönelik bir tedavi programı düzenlenir. Gerekli durumlarda bilişsel bir değerlendirme de uygulanabilir. Konuşma ve yutma ile ilgili egzersizler yanında unutkanlık gibi bilişsel sorunlara yönelik de çalışmalar yaptırılır.
Solunum rehabilitasyonu, psikoterapi, nöropatik ağrı tedavisi ve mesane ve bağırsak sorunlarının tedavisi travmatik beyin hasarlı hastaların rehabilitasyonunda önemli yeri olan diğer tedavi başlıklarıdır.
Travmatik beyin hasarında rehabilitasyonun başarısı, beyin hasarının ağırlığı, yaş, cinsiyet, hastalık öncesi durum, sosyoekonomik parametreler, bilişsel işlevlerin durumu gibi birçok faktörden etkilenir. Süreç uzun ve klinik düzelme bazen çok yavaş olsa da, büyük çoğunluğu genç olan bu hastalar uygun bir rehabilitasyon programı ile bağımsız ve üretken bir yaşantıya geçebilir. Eğer hasta her yönüyle kendisi için oluşturulmuş bir rehabilitasyon programına alınmazsa gösterebileceği performansın gerisinde kalır. Travmatik beyin hasarı geçirmiş olan hastaların mesleki ve ekonomik rehabilitasyonlarının tamamlanıp, eski mesleklerine devam edemiyorlarsa, yeni bir meslek edindirilmeleri veya uygun bir işe yerleştirilerek, kendi kendine yeten, üretken bir yaşam seviyesine getirilmeleri rehabilitasyonun nihai hedefidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Omurilik nedir?
Omurilik, omurganın içinde yer alan beynin devamı olarak santral sinir sisteminin bir parçası olan sinir paketidir. Kollarımız ve ayaklarımıza giden tüm sinirler ile göğüs kafesi kasları, mesane, barsak, cinsel organlara giden bir takım sinirler omurilikten çıkmaktadır.
Omurilik yaralanması nedenleri nelerdir?
Omurilik beyinden çıktığı yerden itibaren boyun, sırt, bel ve kuyruk sokumuna kadar uzanan omurganın ortasındaki omurilik kanalında seyreder ve bu kemik yapı tarafından korunur. Omurgaların herhangi bir sebeple zarar görmesi sonucunda içinde yer alan omurilik zarar görür ve omurilik yaralanması gerçekleşir. Dünyada ve ülkemizde en sık omurilik yaralanması nedeni trafik kazalarıdır. Sonrasında yüksekten düşmeler, ateşli silah yaralanmaları, spor yaralanmaları özellikle sığ suya atlama en sık rastlanan travmatik omurilik yaralanmaları nedenleridir. Travmatik nedenler dışında omurilik tümörleri, omurilik enfeksiyonları, motor nöron hastalıkları, disk hernileri gibi travmatik olmayan nedenlerde omurilik hasarına neden olabilirler.
Omurilik yaralanması sonrası görülen klinik tablo nedir?
Yaralanma seviyelerine göre değişen tipte felçler ortaya çıkar. Bu tabloya genel olarak omurilik yaralanmaları adı verilir.
Parapleji ve Tetrapleji ne demektir?
Boyun bölgesindeki spinal kanal içindeki omuriliğin yaralanması sonucu motor ve/veya duyusal kayıp veya bozukluk sonucu kollarda, gövde, bacaklar ve pelvik organlarda fonksiyon bozukluğuna tetrapleji, Sırt be bel bölgesindeki spinal kanal içindeki omuriliğin yaralanması sonucu motor ve/veya duyusal kayıp veya bozukluk sonucu gövde, bacaklar ve pelvik organlarda fonksiyon bozukluğuna parapleji denir.
Komplet ve inkomplet yaralanma nedir?
Eğer omurganın kırıldığı seviyede omurilik tam olarak hasara uğramışsa yaralanma seviyesinin altında tam bir hareket ve his kaybı vardır ve buna komplet yaralanma denir ve ASIA A olarak ifade edilir. Ancak kırığın olduğu seviyede omurilik kısmi olarak hasara uğramışsa, yaralanma seviyesinin altındaki hareket ve his kayıpları da kısmi olur ve buna inkomplet yaralanma denir ve hareket durumuna göre ASIA B-C-D-E olarak ifade edilir.
Hastalarda Görülebilecek Problemler Nelerdir?
En önemlisi yaralanma seviyesine göre ve yaralanmanın komplet ya da inkomplet olmasına göre yaralanma seviyesinin altındaki kaslarda kısmi ya da tam hareket ve duyu kaybıdır. Mesaneye ve barsaklara giden sinirde etkileneceğinden büyük abdest ve idrarını hissetme ya da kontrol etme problemleri ve buna bağlı idrar yolları problemleri, barsak problemleri görülür. Mesane yeteri kadar boşaltılamazsa tehlikeli boyutlara ulaşan tansiyon problemleri görülebilir. Yeterli mesane rehabilitasyon yapılmaz ise ileriki yıllarda böbrek yetmezliğine kadar giden tablolar ile karşı karşıya kalınabilir. Hasta sürekli yattığından iyi takip ve pozisyonlama yapılmazsa yatak yaraları gelişir. Yatak yaralarının iyileşmesi ve tedavisi oldukça güçtür. Yatmaya bağlı olarak kaslar ve kemikler kullanılmadığından kas ve kemiklerde erimeler olabilir, eklemlerde hareket kısıtlılıkları gelişebilir. Çok şiddetli ve dayanılmaz nöropatik ağrılar ve spastsite denilen kasılmalar rehabilitasyon programını engelleyen ve hastanın yaşam kalitesini etkileyen sorunlardır. Ayrıca omurilik yarlanmalı hastalarda cinsel fonksiyonlarda da bir takım sorunlar oluşabilir.
Rehabilitasyondan fayda görürler mi?
Omurilik yaralanmaları sonucu oluşan felçler eğer komplet yaralanmaysa maalesef geri dönüşü olmaz. Kısmi omurilik yaralanmalı hastalarda ise birkaç ay/yıl içerisinde kısmen veya tamamen hareketlerde geri dönüş görülebilir. Gerek tam gerekse kısmi omurilik yaralanmalı hastalarda yukarıda sayılan problemlerin önlenmesi, hastanın kalan fonksiyonlarını en iyi şekilde kullanılarak hayatına bağımsız olarak devam edebilmesi için erken ve nitelikli rehabilitasyon şarttır.
Rehabilitasyonda Neler yapılır?
Omurilik yaralanmalı hastalarda amaç komplikasyonları önlemek ve hastanın yaşamında bağımsız olmasını sağlamaktır. Bu amaçla kuvvet kaybı olan kaslarda kuvvetin yeniden kazanılmaya çalışılması esas amaçtır. Bu amaçla rehabilitasyon programları içinde eklem hareket açıklığı egzersizleri, germe egzersizleri, kas kuvvetlendirme egzersizleri, nörofasilitasyon teknikleri gibi konvansiyel tedavi yaklaşımları ile birlikte robotik rehabilitasyon, havuz tedavileri, sanal gerçeklik tedavileri, biofeedback, fonksiyonel nöromusküler elektriksel stimülasyon, transkranial magnetik stimülasyon teknikleri gibi daha yeni ve ileri rehabilitasyon yaklaşımları da tedavi planına dahil edilebilmektedir. Ayrıca rehabilitasyon programı içinde mesane ve barsak boşaltımının düzenli aralıklarla yapılması ve yeterli takip, yatak yaralarının önlenmesi amacıyla havalı yatak ve pozisyonlama, kas ve kemik erimelerinin önlenmesi için yatak içi egzersizler ve hastanın mümkün olan en kısa zamanda dikey pozisyona getirilmesi, zaman içerisinde uygun hastaların cihazlar ve dış desteklerle yürütülmesi, yürütülemeyen hastaların ise kendine yetecek şekilde tekerlekli sandalye transferlerinin geliştirilmesi de mutlak eklenmelidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
İnme nedir?
İnme, beyin damarlarında tıkanıklık (pıhtı atması veya zamanla yavaş yavaş damar çapının daralması) ya da kanama sonucu, beynin bir bölgesinin kanlanmasının bozulmasına bağlı olarak beyin dokusunda meydana gelen travmatik olmayan hasarlanmadır.
İnme İçin Risk Faktörleri Nelerdir?
İnme için bilinen risk faktörleri değiştirilebilen ve değiştirilemeyen risk faktörleri olarak iki gruba ayrılır. Değiştirilemeyen risk faktörleri yaş, cinsiyet, ırk, aile öyküsü, geçirilmiş inme veya tıkanma atağı öyküsü şeklinde sıralanabilir.
Değiştirilebilir risk faktörleri ise şunlardır:
- Yüksek Tansiyon
- Diyabet (Şeker hastalığı)
- Sigara kullanımı
- Aşırı alkol kullanımı
- Obezite
- Yanlış beslenme alışkanlıkları
- Hiperlipidemi (kan yağlarında yükseklik)
- Fiziksel hareket eksikliği
- Kalp ritm bozuklukları
- Kalp kapak hastalıkları
Yapılan çalışmalar inme olgularının yaklaşık %90’ının değiştirilebilir risk faktörlerine bağlı olduğunu, dolayısıyla da önlenebilir olduğunu göstermektedir.
İnme Sonucu Oluşan Klinik Tablo Nedir?
İnme sonucu genellikle lezyon yerine göre vücudun bir yarısında motor kayıp (kuvvetsizlik), his bozukluğu, denge koordinasyon bozukluğu, konuşma ve yutma bozuklukları, idrar ve gaita kaçırma ve bilişsel fonksiyon kayıplarından komaya kadar gidebilen bir klinik tablo oluşabilmektedir.
İnme Tedavisi Nasıl Yapılır?
İnme Tedavisi, inme durumu sonrası acilen başlamalıdır. Saatler içinde tedaviye başlanması durumunda beyin dokusunda oluşabilecek kalıcı hasarların önüne geçilebilir. Bu nedenle erken dönemde inmenin tipine ve hastanın klinik durumuna göre tıbbi tedavi uygulanır. Rehabilitasyon da bu tedavinin bir parçasıdır ve erken dönemde başlatılması önemlidir. Romatem Erken Dönem Rehabilitasyon Kampı için çağrı merkezimiziden bilgi alabilirsiniz.
İnme Rehabilitasyonunda Amaç Nedir?
İnmeli hastaların rehabilitasyonunda amaç, hastaların maksimum yaşam kalitesi ile mümkün olduğunca bağımsız yaşamalarını sağlamaktır. İlk olarak bozulmuş fonksiyonların yeniden işlevsel hale getirilmesi amaçlanırken, ayrıca inme sonrası karşımıza çıkan bir takım komplikasyonların tedavisi ve olası komplikasyonların önlenmesine yönelik tüm önlemlerin alınması da rehabilitasyon programının ana amaçlarından biridir.
İnmeli Hastalarda Rehabilitasyon Gerektiren En Önemli Sorunlar Nelerdir?
İnme sonrası hastalarda ambulasyon (yürüme) problemleri ve üst ekstremite (kollar ve eller) fonksiyon kayıpları ön plandadır. Hastalarda özellikle ayağa kalkma ve yürüme problemleri en fazla bağımlılığa yol açan problemlerdir. Omuz kol ve el problemleri ise hem ağrı oluşturması, hem de günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlılıklara yol açması açısından önemlidir.
İnme Sonrası İyileşme Olur mu? Kimler Rehabilitasyon Programına İhtiyaç Duyar?
İnme geçiren hastaların yaklaşık yüzde 10’u sekelsiz olarak işine ve günlük yaşam aktivitelerine geri dönebilmektedirler. Yüzde 10 hasta ise her şeye rağmen yataklı bakım merkezlerinde devamlı bakıma ihtiyaç duymaktadırlar. Geriye kalan yüzde 80 hasta ise aktif bir rehabilitasyon programına ihtiyaç duymaktadırlar.
Beyin Kendini Yeniler mi? Kendiliğinden İyileşir mi? Bunu Etkileyen En Önemli Faktör Nedir?
Son yıllarda nörofizyolojik mekanizmalar üzerinde çalışmalar yoğunlaşmış ve inme sonrası klinik iyileşme ve adaptasyon için beynin büyük bir potansiyele sahip olduğu anlaşılmıştır. Nöroplastisite denilen bu mekanizma ile beyinde yeniden bir yapılanma olmakta ve beyin kendini yenilemektedir. Ve bu potansiyeli en iyi işleyen ya da aktive eden faktörün ise rehabilitasyon yaklaşımları olduğu görülmüş ve inme sonrası sekellerin ve özürlülüğün azaltılmasında rehabilitasyonun anahtar rol oynadığı anlaşılmıştır.
İnme Sonrası Görülen Komplikasyonlar (sorunlar) Nelerdir?
İnme sonucu vücudun bir yarısında motor kayıp (kuvvetsizlik), his bozukluğu, denge koordinasyon bozukluğu, konuşma ve yutma bozuklukları, idrar ve gaita kaçırma ve bilişsel fonksiyon kayıplarından komaya kadar gidebilen bir klinik tablo oluşabilmektedir. Bunlara ek olarak, eklem kontraktürleri, hareket kısıtlılıkları, spastisite, omuz çıkığı ve omuz ağrıları, mesane fonksiyon bozuklukları, barsak fonksiyon bozuklukları, derin ven trombozu, konuşma problemleri, yutma problemleri, bası yaraları, depresyon, uyku problemleri, enfeksiyonlar, kemik erimesi, düşme ve kırıklar, omuz-el sendromu, brakiyal pleksus lezyonu gibi komplikasyonlar karşımıza çıkabilir.
İnme Rehabilitasyonu Programında Neler Yapılır?
İnme rehabilitasyonu programının içinde, eklem hareket açıklığı egzersizleri, germe egzersizleri, kas kuvvetlendirme egzersizleri, denge ve yürüme eğitimleri, nörofasilitasyon teknikleri gibi konvansiyel tedavi yaklaşımları ile birlikte robotik rehabilitasyon, havuz tedavileri, ayna tedavileri, zorunlu kullanım tedavileri, sanal gerçeklik tedavileri, biofeedback, fonksiyonel nöromusküler elektriksel stimülasyon, transkranial magnetik stimülasyon teknikleri gibi daha yeni ve ileri rehabilitasyon yaklaşımları da tedavi planına dahil edilebilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kayropraktik Tedavi Nedir?
“Kayropraktik” yunanca bir kelimedir; chiro (el) ve practic (uygulama) kelimelerinden oluşmaktadır. Yani el ile yapılan tedavi anlamına gelmektedir.
El ile yapılan bu tedavide tedavinin temelini omurganın manipülasyonu oluşturduğu için çoğu yerde “manipülasyon” yada “omurganın manipülasyon tedavisi” olarak ta bilinmektedir. Halk arasında “çekme” olarak bilinen tedavinin bilimsel ve daha komplike olarak uygulanan şeklidir.
Kayropraktik tedavinin yani omurganın manipülasyon tedavisinin esas amacı, omurganın dizilim bozukluğunun giderilmesi ve vücudun fonksiyonlarının düzenlenmesidir.
Kayropraktik Tedavi Nasıl Etki Eder?
Beynimizin devamı olan omuriliğimiz omurgalarımızın arkasında yer alır. Omurilik, tüm vücudumuza giden sinirler ile beyin arasındaki iletişimi sağlar. Omurgaların yapısındaki veya yerleşimindeki bir takım bozukluklar omuriliği de etkiler. Zamanla çeşitli nedenlere bağlı olarak (travma, stres, duruş bozukluğu, fıtık gibi) omurganın doğal yapısı bozulur. Böyle bir duruda beyin ile vücut arasındaki iletişimde bir takım aksaklıklar görülebilir. Bunlar çoğunlukla ağrı veya fonksiyon bozukluğu olarak (kabızlık, aşırı terleme, uykusuzluk vb) kendini gösterir.
Omurganın tedavi edilebilir dizilim bozukluklarının kayropraktik yani omurganın elle manipülasyonu ile düzeltilmesi sayesinde var olan fonksiyon bozuklukları ya da ağrılar iyileşir.
Uygulamadaki temel amaç; dizilimindeki bozukluğun düzeltilmesi böylece beyin, sinir sistemi ve organlar arasında sağlıklı iletişimin sağlanmasıdır.
Kayropraktik tedavi, Dünya Sağlık Örgütü tarafından kabul edilmiş “bilimsel” bir tedavi yöntemidir. Ayrıca, Amerikan Tabipler Birliği bel ve boyun ağrıları tedavisinde ilk seçenek olarak kayropraktik tedaviyi öneriyor.
Kayropraktik Kaç Seans Uygulanır?
Hastanın ve hastalığın durumunda göre haftada 2, haftada 1, iki haftada 1 ya da ayda 1 seans yapılır. Ortalama 6-8 seans planlanmaktadır. Fizik tedavi ve egzersiz ile birlikte yapılması tedavinin etkinliğini arttırır, tedavi süresini azaltır.
Kayropraktik Hangi Hastalıklarda Uygulanabilir?
- Bel ve boyun fıtıklarında
- Duruş bozukluğuna bağlı bel, boyun ve sırt ağrıları
- Strese bağlı yaygın kas ağrıları
- Myofasiyal ağrı sendromları
- Fibromyalji
- Spor yaralanmaları
- Baş ağrıları
- Kütletme ile Kayropraktik Aynı Şey midir?
Maalesef ülkemizde bu alandaki bilgi ve denetim eksikliğinden dolayı, kütletme tedavisi gibi birtakım isimler de takılarak tedavinin bilimsel değerinin düşürülmesinin yanı sıra yeterli bilgisi ve yetkisi olmayanlar birtakım kişiler de “ben bu işin uzmanıyım” diyerek derdine çare arayan hastalara uygulamaktadır. Bu kişiler yaygın bir şekilde özellikle sosyal medya üzerinden tanıtım ve reklamlarda bulunarak, tedavi sırasındaki omurganın ani manipülasyonu neticesinde eklemlerden çıkan gazın sesini tedavinin başarısı veya etkinliğinin bir göstergesi gibi kullanarak “yerine oturttum, yerleştirdim” gibi ifadelerle hastaları işlemin başarılı olduğuna ikna etmeye çalışmaktadırlar. Eklemdeki gazın çıkması neticesince geçici rahatlayan hastalar da etkili bir tedavi aldığına inanmaktadırlar. Ancak gazın bir süre sonra tekrar ekleme dolmasıyla hastanın şikayetleri geri dönmektedir. Özellikle bu konularda hastaları çok dikkatli ve iyice araştırma yapmadan kendilerine bu tedaviyi uygulatmamalıdır.
Kayropraktik tedavi konusunda uzman kişilerce uygulandığında yan etkisi olmayan oldukça etkili bilimsel bir tedavi yöntemidir. Ancak kişinin kayropraktik tedavi için uygun olup olmadığı mutlaka ve mutlaka bir hekim tarafından değerlendirildikten sonra karar verilmelidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Bel ağrısı
Bel ağrısı çok sık görülmesi, önemli maddi kaynak, iş gücü ve zaman kaybına neden olması sebebiyle önemli bir sağlık sorunudur.
Yaşam boyu en az bir kez ciddi bel ağrısı geçirenlerin oranı %75-85’dir. Yetişkin popülasyonda birinci basamak hekimlerine en sık başvuru nedenidir.
Bel bölgesi vücudun ağırlık merkezidir ve hemen hemen yapılan tüm vücut hareketlerinden etkilenir. Dolayısıyla sürekli ve tekrarlayan zorlamalara maruz kalan bir bölgedir.
Bel ağrısı nedenleri
Bel ağrısının nedenleri mekanik ve dejeneratif nedenler ve inflamatuvar (iltihabi) nedenler diye ikiye ayırmak mümkündür.
Mekanik ve dejeneratif nedenler
Tüm bel ağrılarının yaklaşık %95’ini oluştururlar. Mekanik nedenler; lumbalizasyon, sakralizasyon, lomber lordoz artışı, disk hernileri(fıtıkları), travma ve zayıf kaslara bağlı bel ağrıları gibi nedenlerdir.
Dejeneratif nedenler ise dokuların yaşlanmasına ve başka nedenlerle yapısının bozulmasına bağlı nedenler ile kireçlenmeleridir.
Mekanik ve dejeneratif nedenli bel ağrılarında; genel olarak, istirahatle azalan, hareketle artan, çoğu zaman sıcakla azalan, soğukla artan, pozisyona bağlı olarak artan veya azalan, sabahları kısa süreli tutukluk oluşturan ağrı görülür. Kan tahlillerinde bozulma olmaz.
Bel ağrılarının inflamatuvar (iltihabi) nedenleri
İnflamatuvar tabiri ile iltahaplı tutulumlar ifade edilmektedir. İltahaplı romatizmalar (Ankilozan Spondilit), infeksiyona bağlı nedenler (brusella, tüberküloz), kansere bağlı tutulumlar iltihabi nedenlerdendir.
İltihabi nedenlere bağlı bel ağrılarında ağrı istirahatle artar. Gece ağrı artar ve yataktan kalkıp hareketlenince ağrı azalır. Yarım saatten fazla süren sabah tutukluluğu olur. Sıcak uygulamalarında ağrı artar. Kan tahlillerinde iltihabı gösteren tetkiklerde (sedimantasyon, crp gibi) bozulmalar olur.
Tedavi nasıl yapılır?
İlaç tedavisi ve istirahat
Dejeneratif ve mekanik bel ağrılarında akut dönemde Anti inflamatuar ilaçlar,kortizon kullanmak gerekebilir. Kronik dönemde basit ağrı kesiciler yeterli olabilir. Akut (yeni başlamış) bel ağrılarında birkaç günlük tam yatak istirahati yeterlidir. Hasta istirahat sonrası normal günlük hareketlerine zaman içinde yavaş yavaş geçmelidir.
Egzersiz ve Fizik Tedavi
Kasların güçlendirilmesi ve belli oranda esnekliğinin korunması bel omurlarımıza intikal eden yüklerin karşılanmasında son derece önemlidir. Bunların sağlanması bazı egzersizlerin yapılmasını gerektirir. Bu konuda unutulmaması gereken şey, her türlü egzersizin her hasta için uygun olmayabileceğidir.Hastalığın akut veya kronik olmasına, hastalığın şekline, hastanın fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarına ve yaşına göre egzersizlerin şekli değişecektir. Yani egzersizler hastaya göre belirlenmelidir. Hastaya egzersizler hekimi tarafından verilmelidir.
Çeşitli fizik tedavi uygulamaları(yüzeyel ısıtıcılar, derin ısıtıcılar, analjezik akımlar, traksiyon yöntemleri) bel ağrılı hastalara uygulanabilir. Bu uygulamaların ağrı kesici, kas gevşetici, doku yenileyici ve tamir sürecini hızlandırıcı etkilerinden faydalanılır. Fizik tedavi uygulamalarının şekli ve süresi hastanın ve hastalığın özelliklerine göre reçete edilerek uygulanmalıdır.
Bel ağrılarında cerrahi müdahale gereklimidir?
Bel ağrılı olgularda cerrahi tedavi çok sayıda sinir kökünün aynı anda etkilendiği ve mesaneye giden sinirlerinde etkilendiği ve tıpta kauda ekuina sendromu bilinen vakalarda ayağında veya bacağında ilerleyici güç kaybı olan olgularda gerekli bir tedavi yöntemidir. Sadece ağrıyı gidermek amacıyla yapılan ameliyatlarda durumun çok iyi değerlendirilmesi gerekir.
Bel ağrısından kurtulmak için çeşitli tamamlayıcı tıp tedavi yöntemlerinden de yararlanılabilir. Bunlar; akupunktur, spinal manipülasyon, mezo, proloterapive ozondur.
Bel sağlığının korunması için uygulanması gereken kurallar
- Bakılan kişi, cisim ve objeye vücut cephesi tam olarak dönülmelidir.
- Uzun süre aynı pozisyonda kalınmamalıdır. Oturma ve ayakta kalma süresinin 45 dakikayı geçmemelidir.
- Oturulduğunda beli destekleyen yastık kullanılmalıdır.
- Yerde yapılan işlerde çömelerek işlerin yapılmasına dikkat edilmelidir.
- Bel bölgesi terli kalmaktan, soğuktan korunmalıdır
- Yatmak için ortopedik yatak kullanılmalıdır.
- Yan pozisyonda öne doğru bükülerek bacaklar karına doğru çekip yatmak en uygun pozisyondur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Skolyoz Nedir?
Skolyoz omurgaya arkadan bakıldığında normalde düz bir hatta yerleşmesi gereken omurganın sağa veya sola doğru 10 derece üzerindeki eğriliği olarak tanımlanır. Skolyoz sadece tek boyutlu bir açısal deformasyon olmayıp vücudu önden ve yandan yani üç boyutta etkileyen bir kemiksel ve yapısal bozulmadır.
Skolyoz yaşamın her döneminde görülebilen bir rahatsızlıktır. Skolyozda genetik geçiş sorumlu tutmaktadır.Skolyoz açısı yüksek ise vücudun görsel etkilenimi çok bozulur. Bu kozmetik bozukluk, ergenlik döneminin başındaki bu genç yaş çocukları sağlık sorunu olmasının dışında görsel olarak da çok etkiler ve kendi bedenlerine olan güveni bozar, psikolojik sorunlara da yol açar. Kozmetik bozukluk dışında, skolyozun eğrilik açısı arttıkça, başta sırt ve bel ağrısı olmak üzere, akciğerlerin ve kalbin göğüs kafesinde sıkışması nedeniyle, nefes darlığı, şişkinlik, çabuk yorulma gibi şikayetler ortaya çıkmaktadır.Omurganın dinamiği bozulursa ağrıya neden olabilir. Sonuç olarak yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir.
Skolyoz Tipleri Nelerdir?
İdiopatik skolyoz (Nedeni bilinmeyen skolyoz)
En sık görülen skolyoz türü; sebebi tam olarak aydınlatılamayan ‘adölesan idiopatik’ skolyozdur. Omurgada yana doğru eğilme ‘S’ veya ‘C’ şekilli olabilir. Yana doğru eğilme dışında omurların kendi etraflarında dönmesi de en hafif formlar dahil olmak üzere tüm idiopatik skolyozlarda görülür. Omurlardaki bu dönme sırtta veya belde asimetrik çıkıntılar oluşmasına sebep olur.Etyolojisinde genetik ve çevresel faktörler üzerinde durulmaktadır.Ergenlik döneminde kız çocuklarında 8-10 kat daha sık görülür.
Nöromusküler Skolyoz
İkinci en sık görülen skolyoz tipi nöromuskuler skolyozdur. Nöromusküler skolyozun temel nedeni allta yatan kas ve sinir hastalığına bağlı olamasıdır.Sinir hastalıkları beyin ve omurilikten kaynaklanabilir; kas hastalıkları ise çocukluk ve daha ileriki dönemlerde görülebilir. Serebral palsi (cp), polio (çocuk felci), meningomiyelosel, muskuler distrofi, tethered kord sendromunda görülebilir.
Nöromusküler skolyozda, idiyopatik skolyozun aksine solunum sıkıntısı ve duyu kusurlarına daha çok rastlanabilmektedir.
Konjenital (Doğuştan ) Skolyoz
Üçüncü sıklıkla ise konjenital skolyoz görülür. Anne karnındaki çocuğun gelişimi sırasında ortaya çıkan omurga anomalilerine bağlı bir skolyoz türüdür. Konjenital skolyoz ilk yıllarda hızlı bir ilerleme gösterir. Bu sebeple erken dönemlerde ortaya çıkan konjenital skolyozun tedavi süreci küçük yaşlarda cerrahi müdahaleyi gerektirebilir.Cinsiyet ayrımı yoktur. Konjenital skolyozun neden oluştuğu tam olarak açıklanamamaktadır. Embriyo ve fetusun gelişim aşamasında oluşan bir takım olaylardan dolayı bazı durumlar konjenital omurga deformiteleriyle birlikte daha sık görülebilirler.
Erişkinlerde Skolyoz
Erişkin idiyopatik skolyoz
Kişide çocukluk yaşlarında ağrısız olarak başlayan; ancak belirtilerini (Ağrı, duruş bozukluğu vb.) ilerleyen yaşlarda gösterebilen bir rahatsızlıktır.Erişkin idiyopatik skolyozda faset eklemlerde dejenerasyon nedeniyle şiddetli ağrı olabilir. Göğüs kafesinde oluşabilecek aşırı deformasyon nedeniyle solunum fonksiyonları etkilenebilir ve hastalarda çabuk yorulma ve solunum sıkıntıları ortaya çıkabilir.
Erişkin dejeneratif skolyoz
Erişkin dejeneratif skolyoz ise yaşlanma ile birlikte omurgada yıpranma sonucu oluşan skolyoz türüne denir. Genellikle 50 yaş üstü kişilerde ortaya çıkar. Yine bu yaşlarda ortaya çıkan osteoporoz, erişkin dejeneratif skolyozun nedenlerinden biri olabileceği gibi eğriliğin artmasına da neden olabilir.Yıpranma ile ortaya çıkan dejeneratif skolyoz omurganın boyun, sırt ve bel bölgelerinin herhangi birisinde görülebilir; ancak en çok görüldüğü bölge bel bölgesidir.
İleri derecede erişkin dejeneratif skolyozlu kişilerde omurganın sağlamlığı ve dengesi bozulabilir. Bu bozukluk ön ve arka planda omurgayla, gövdenin yana doğru yatmasına ve bel bölgesi anatomik açısının azalmasıyla gövdenin öne doğru yatmasına neden olabilir. Bu dengesizlikler eğriliğin şiddetinin artmasına neden olabildiği gibi hastanın hareket kabiliyetlerini de etkileyerek, ağrıya neden olabilir.
Erişkin dejeneratif skolyozlu hastalarda sırt ağrısı, bel ağrısı ve sinir sıkışmasına bağlı sinirin dağılım alanı boyunca ağrı (radikülopati) ve sinirin beslediği kaslarda güç kaybı gözlenebilir.Omurga yapısında ortaya çıkabilecek bu deformitelerde omurga kemiğinin öne kaymasına spondiloliztezis neden olabilir.Genellikle cerrahi olmayan tedavi yöntemleri tercih edilir. Fizyoterapi programları, stabilizasyon, kuvvetlendirme ve germe egzersizleri kas spazmını çözüp ağrıyı azaltabilir. Erişkinlerde romatizmal hastalığı tanısı olanlarda, osteoporoz (kemik erimesi) durumunda ve travma ve enfeksiyonlar sonrasında da skolyoz gelişebilir.
Skolyozun Belirtileri Nelerdir?
Skolyoz, erken dönemde hiçbir sağlık problemi oluşturmaz, çok nadir olarak sırt ağrısı görülebilir. Bu nedenle, dikkatli olunmadığı takdirde ailelerin fark etmesi zor olabilir. Skolyozun belirtileri, omuzlardan birinin diğerine göre yüksek olması, kalçanın sağa/sola doğru kayması veya bir tarafta kalçanın yüksek durması ve kürek kemiklerinin duruşunda eşitsizlik gibi görsel özelliklerdir. Ailelerin düzenli olarak yapmaları gereken ve en sağlıklı yöntem, çocuğun sırtı çıplak olarak öne doğru eğilmesi ve omurgasının düz bir hat üzerinde olup olmadığının gözle incelenmesidir. Bu şekilde bir kontrol sonunda, eğer skolyoz varsa sırtın sağında veya yolunda veya bel bölgesinde çıkıntılı bir yükseklik göze çarpar.Skolyoza bazen ciltte renk değişiklikleri eşlik edebilir.
Ailelerin bilmesi gereken başka bir durum ise skolyozun 10-16 yaşta görülebileceği ve ne zaman ortaya çıkacağının bilinmemesi nedeniyle bu omurga kontrolünü sık aralıklarla yapmalıdır. Özellikle ergenlik döneminin belirtileri olan çocuklara daha fazla dikkat edilmelidir. Skolyozdan şüphe edildiğinde vakit kaybetmeden bir hekime başvurulmalıdır.
Skolyozda Tanı Aşamasında Neler Yapılır?
Hekim tarafından ayrıntılı öykü alındıktan ve muayene edildikten sonra görüntüleme yöntemlerine başvurulur. Ayakta çekilen omurga grafileri ile kesin teşhis koymak mümkündür. Nadiren başka nedenleri ayırmak için omurganın ileri radyolojik incelemeleri ( MR filmleri) de istenir. Son yıllarda daha sık kullanılmaya başlayan X ışını içermeyen, eğriliği takip imkanı veren vücut topografik analiz sistemleri mevcuttur.
Skolyozda en önemli olan erken tanıdır. Bu nedenle aileler büyüme çağındaki 10-16 yaş arasındaki çocuklarının omurgalarını kontrol etmeli ve şüphe varsa hemen hekime başvurmalıdır.
Skolyozda Tedavi Basamakları Nelerdir?
Skolyoz tedavisinde belirlenmiş bazı algoritmalar vardır. Erken tespit edildiyse, düşük açıda tespit edildiyse konservatif (koruyucu) tedaviler için adaydır.Skolyozda tedaviler gözlem, fizyoterapi ve rehabilitasyon uygulamaları, korseleme ve cerrahidir.
Skolyozun tedavisi, eğriliğin derecesine ve büyümenin hangi aşamada olduğuna göre belirlenir. Günümüzde kabul gören cerrahi dışı tedavi metotları skolyoza özgü egzersizler, özel skolyoz programları ve korse uygulamasıdır. Skolyoz tedavisinde ana amaç eğriliğin ilerlemesinin önüne geçmek, çocuğun omurgasının hareketliliğini korumak ve kozmetik kötüleşmeyi kontrol altına almak ve cerrahiyi engellemektir.
Skolyozda egzersiz uygulamaları son derece önemlidir. Schroth egzersizleri olarak bilinen ve yaygınlaşan üç boyutlu skolyoz egzersizleri her bireyde etkilenen vücut bölümüne göre kişiye özel planlanmaktadır. Amaç, pelvisi ve etkilenen omurga çevresi kas ve ligamanları kontrol etmek ve vücut kozmetiğinin kontrolünü sağlamaktır. Bu amaçla mobilizasyon, omurga traksiyonu, fleksibilite ve doğru postür kontrolü ile günlük yaşam aktivitelerinde omurganın kontrolü temel alınır. Düzenli yapılan egzersizler, doğru ve biyomekanik kontrolü yeterli korsenin uygun süre kullanılması çocuğun postüral dengesini arttırır ve skolyozda açının progresyonu kontrol eder. Skolyoz egzersiz programlarında solunum teknikleri de yeralır. Son yıllarda daha ön plana çıkan omurga egzersizlerinin bilgisayarda oyun benzeri bir ortama entegre edilerek çalışma imkanı veren cihaz destekli programlar vadır.Valedo ile ayakta, oturur konumda, plank pozizyonunda egzersiz çalışma olanağı vardır.
Korselemenin ideali 10 yaş sonrası, risser evre 0-2 (kemik gelişiminin erken evreleri),cobb açısının 20-40 derece arasında olduğu ve menarş öncesi veya menarş sonrası en fazla 1 yıl çerisinde olduğu dönemdir.
Konservatif yöntemlerin başarısız olduğu, yukarda sayılan ilerleme riski yüksek bireylerde Cobb açısı 40 derece üzerinde ise cerrahi tedavi uygulanır. Skolyoz cerrahisinde omurga plak ve vidalarla orta hatta alınır ve skolyozun ilerlemesi kontrol altına alınır. Küçük çocuklarda operasyonun belirli aralıklarla omurganın uzamasını sağlamak için tekrarlanması gerekebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Pediatrik Rehabilitasyon Nedir?
Pediatrik rehabilitasyon programı, çocuklar için kapsamlı multi disipliner rehabilitasyon bakımı hizmeti sunmaktadır. Amaç, her bir çocuğun yeteneklerini en üst düzeye çıkarırken, engellerin etkilerini en aza indirmektir. Bu, aile merkezli bir ortamda sağlanan en yüksek kalitenin etkin rehabilitasyonu ile gerçekleştirilir.
Bozulmanın doğasına ve çocuğun ihtiyaçlarına bağlı olarak, tedavi çeşitli ortamlarda gerçekleşir ve mümkün olan en yüksek seviyedeki fonksiyonu teşvik etmek için rehabilitasyon profesyonellerinin çeşitli becerilerini kullanır. Pediatrik rehabilitasyon ekibi, her bireyin öz bakım, hareketlilik, iletişim, biliş ve sosyalleşmede tam işlevsel bağımsızlığa erişmesine yardımcı olmayı hedefler. Çocuklardaki görme, duyma, yutkunma, konuşma gibi bozuklukların tedavi edilmesi için uygulanır. Bunun yanı sıra genetik bozukluklar ve kas hastalıkları tedavisinde de uygulanmaktadır.
Pediatrik Rehabilitasyon Hangi Durumlarda Uygulanmaktadır?
Çocuklarda doğuştan kas koordinasyonu bozukluğu ya da sonradan ortaya çıkan bozukluklar, iskelet ve kas sistemi dengesinin bozulması gibi durumlarda da pediatrik rehabilitasyon uygulanarak rahatsızlıkların tedavisine yardımcı olunur.
Pediatrik rehabilitasyon ile çocuklardaki emekleme, yürüyeme, elle kavramayla ilgili sorunlar tedavi edilebilir. Ayrıca serebral palsi ve spina bifida gibi hastalıkların tedavisinde de pediatrik rehabilitasyon tedavisi uygulanmaktadır. Omurilikte ortaya çıkan hasarlarda, kas ve iskelet yapısında görülen rahatsızlıklarda, kafaya alınan darbe ya da travmalarda, yürüme ve emekleme bozukluklarında pediatrik rehabilitasyon ile oldukça başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Pediatrik Rehabilitasyonda Kullanılan Teknikler Nelerdir?
Pediatrik rehabilitasyonda çeşitli tedavi teknikleri kullanılmaktadır:
Pediatrik rehabilitasyonda kullanılan en etkili tedavi tekniği rehabilitasyon egzersizleridir. Rehabilitasyon egzersizleri ile çocuklara kas gücü kazandırılması hedeflenir. İskelet ve kemik sisteminin düzgün çalışması için de pediatrik rehabilitasyon uygulamalarından faydalanılır.
Ayakta durma sehpası pediatrik rehabilitasyon uygulamalarında kullanılan araçlar arasında yer almaktadır. Çocuğun ayakta durma sehpasından destek alarak ayakta durması; iskelet ve kas sisteminin güçlenmesi sağlanabilir.
Pediatrik rehabilitasyon ile daha etkili sonuçlar almak için tedaviye erken başlanılması çok önemlidir. Bu noktada anne babalara önemli görev düşmektedir. Çocuklarının gelişimlerini yakında takip etmek ve karşılaştıkları sorunları dikkate alarak doktora gitmeleri çok önemlidir. Çocukların gelişim sürecinde dikkat edilmesi gereken belirtiler ise şunlardır:
1 aylık bebekte dikkat edilmesi gerekenler:
- Her türlü meme emme problemleri
- Çevreden gelen uyarılara hiç tepki vermemesi
- Sürekli ve kesintisiz ağlama nöbetleri
- Çok sık ve şiddetli kusma
- Havale geçirmesi
2 aylık bebekte dikkat edilmesi gerekenler:
- Her türlü meme emme problemleri
- Çevreden gelen uyarılara hiç tepki vermemesi
- Sürekli ve kesintisiz ağlama nöbetleri
- Çok sık ve şiddetli kusma
- Havale geçirmesi
- Refleks kaybı yaşaması
- Kaslarda gevşeklik ya da aşırı sertlik olması
3 aylık bebekte dikkat edilmesi gerekenler:
- Gözlerde kayma ve seyirme
- Sırt üstü yatırıldığında kasılma ve rahatsızlık
- Gülmeye başlamaması
- Anneyi tanımaması
- Konuşanın yüzüne bakmaması
4 aylık bebekte dikkat edilmesi gerekenler:
- Başını hala kontrol edememesi
- Gözün belli bir noktaya odaklanamaması
- Ellerin serbest bırakılmayıp sürekli yumruk yapılması
- Bazı reflekslerin 4 aylıkken kaybolması gerekir. Bu reflekslerin kaybolmaması,
8 aylık bebekte dikkat edilmesi gerekenler:
- Kendi başına dönemiyor ve hareket edemiyorsa
- El koordinasyon becerisi gelişmediyse
- Tekme atma hareketini iki bacakla birden yapmaya kalkışması
- Otururken vücudun bacakların üzerine yığılması
10 aylık bebekte dikkat edilmesi gerekenler:
- Bebek hala emekleyememesi
- Ayağa kalkamaması
- İsmine tepki vermemesi
- Salyasını kontrol etme gibi koordinasyonları yapamaması
1 yaşındaki bebekte dikkat edilmesi gerekenler:
- Tutunarak bile yürümeye başlamaması
- Parmak ucuna basarak yürüyememesi
Pediatrik Rehabilitasyon ile Tedavi Edilebilen Diğer Durumlar
- Spina Bifida (Omurga ayrıklığı ya da açıklığı)
- Beyin Felci
- Çoklu Skleroz
- Konjenital (Doğuştan) Anomaliler
- Ortopedik Bozukluklar
- Stres Yaralanmaları
- Kas Distrofisi
- Yutma Sorunları
- Beslenme Sorunları
- Günlük Yaşam Rehabilitasyonu Aktiviteleri
- Juvenil Artrit (Eklem iltihabı)
- Kırık Sonrası Rehabilitasyon
- Ameliyat Öncesi Rehabilitasyon
- Kamburluk
- Osgood-Schlatter Hastalığı (Çocukluk çağı diz ağrıları)
- Tekerlekli Sandalye Kullanımı
- Yardımcı Cihaz Kullanımı
- El ve Kol Yaralanmaları
- Ayak ve Bacak Yaralanmaları
Pediatrik rehabilitasyon teknikleri ise şunlardır:
- Günlük Yaşam Eğitiminin Etkinlikleri
- Eklem Tedavisi
- Geliştirici İletişim
- Temel İşaret Dili
- Beslenme Terapisi
- Yürüme Analizi / Eğitimi
- El Yazısı
- Neurodevelopmental Terapi
- Ağız-Motor Müdahaleleri
- Ortez / Protez Eğitimi
- Pragmatik / Sosyal Beceri Eğitimi
- Duyusal Entegrasyon
- Tekerlekli Sandalye Oturma ve Ekipman Değerlendirmesi
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Ozon Nedir?
Ozon, atmosferde stratosfer tabakasında bulunan en önemli gazlardan biridir. Güneşin yaydığı yüksek enerji yüklü ultraviyole ışınlara karşı koruyucu bir filtre mekanizması sunmakta ve biyosferdeki biyolojik dengeyi korumaya yardımcı olmaktadır. 1960’lardan sonra içme sularının kimyasal maddelerle artan kirlenmesi yoğun bir sorun haline gelmiştir. Ozonun temizleyici ve dezenfekte edici etkilerinin farkına varılmasından sonra suların temizlenmesinde ozon kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca ozon sanayinin bir çok alanında kullanılmıştır.
Ozon (O³), 3 atomlu bir moleküldür ve oksijenin(O²) çok yüksek enerji taşıyan bir şeklidir. Ozon oda sıcaklığında gaz halinde bulunur. Renksiz ve fırtınalı havalardan sonra, yüksek yerlerde veya deniz kıyısında hissedilebilen karakteristik kokusu olan bir gazdır.
Tıpta kullanılan ozon özel jeneratörlerde saf oksijenden üretilir.
Ozon Etki Mekanizması
Ozon, güçlü okside edici özelliğinden dolayı mikroorganizmaları öldürmenin yanında tüm toksinleri de (fenolleri, pestisidleri, deterjanları, kimyasal atıkları ve aromatik bileşikleri de) nötralize edebilir.
Yaşa bağlı olarak reaktif oksijen türleri hücrelerde oksidatif hasara neden olurlar. Bu duruma artmış oksidatif stres denmektedir. Yakın zamanlarda yapılan çalışmalarda ozon uygulaması ile düşük dozlarda vücuda reaktif oksijen verilmesiyle ortaya çıkan ürünlerin düşük miktarlarda (fizyolojik düzeylerde) başta hücre içi haberleşme olmak üzere biyolojik mekanizmalarda rol aldığı ve tedavi edici etkilere aracılık ettiği gösterilmiştir. Tekrarlanan düşük dozda ozon uygulamaları sonucunda antioksidan sistem güçlendirilerek oksidatif strese karşı direnç gelişir.
Ayrıca reaktif oksijen türleri hücre içine girerek yangıyı azaltan sitokin düzeylerini ve büyüme faktörlerinin yapımını da artırırlar. Ozon tedavisi özellikle yangısal sürecin yoğun olarak yaşandığı ve immün sistemin ön planda yer aldığı hastalıklarda yardımcı tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır ( yara iyileşmesi, iskemik, romatizmal ve infeksiyöz hastalıklardır.
Hücre yenilenmesini hızlandırır.
Ozon kırmızı kan hücrelerinin oksijen taşıma kapasitesini ve elastikiyetini ve kanın akışkanlığını artırarak oksijen azlığını giderir. Ayrıca damarlarda genişlemeye neden olarak ve damar tıkanıklıklarında yardımcı tedavi olarak uygulanmaktadır.
Yağ hücreleriyle direkt etkileşime girerek kolesterolde azalmaya ve bölgesel yağ yıkımına neden olur.
Kan şeker düzeyini düşürür.
Kireçlenmelerde kıkırdak kaybını azaltarak ve eklem içi sıvılarının ve kıkırdak yapımını uyararak eklem ağrılarında azalma ve hareket kabiliyetinde artma sağlar.
Gençlik İksiri Olarak Bilinen Ozon Artık Kronik Hastalıkların Tedavisinde de Çok Etkilidir.
Ozon Tedavisinin Faydalı Olduğu Hastalıklar
- Osteomiyelit, plevral amfizem, fistülün eşlik ettiği abseler, enfekte yaralar, bası yaraları, kronik ülserler, diyabetik ayak ve yanıklar
- Hipertansiyon
- Diyabetes Mellitus(Şeker hastalığı)
- İlerlemiş iskemik hastalıklar
- Gözde maküler dejenerasyon (atrofik form)
- Kas iskelet sistemi hastalıklar ve eklem kireçlenmeleri
- Kronik yorgunluk sendromu ve fibromiyalji
- Ağız boşluğundaki kronik ve tekrarlayan enfeksiyonlar ve yaralar
- Özellikle antibiyotiklere ve kimyasal tedavilere dirençli bakterilerin, virüslerin mantarların neden oldukları olmak üzere akut ve kronik enfeksiyöz hastalıklar (hepatit, HIV-AIDS, herpes ve herpes zoster enfeksiyonu, papillomavirus enfeksiyonları, onikomikozis ve kandidiyazis, giardiyazis ve kriptosporidiyozis). Bartolinit ve vajinal kandidiyazis.
- Allerji ve Astım
- Otoimmün hastalıklar (multipl skleroz, romatoid artrit, Crohn hastalığı)
- Senil demans (yaşlılığa bağlı bunama)
- Akciğer hastalıkları: amfizem, kronik obstrüktif pulmoner hastalık, idiyopatik pulmoner fibrozis ve akut respiratuar stres sendromu
- Deri hastalıkları: Psöriyazis (Sedef) ve atopik dermatit
- Kansere bağlı yorgunluk
- Erken evre böbrek yetmezliği
Ozon Tedavisinin Yararları
- Hücre ve dokulara giden kan dolaşımını hızlandırır,
- Bağışıklık sistemini güçlendirir, enfeksiyon hastalıklarına karşı direnci arttırır,
- Damarları (arter ve venler) yeniler, tansiyonun düzelmesini sağlar,
- Kan ve Lenf sistemini temizler,
- Derinin üçüncü bir böbrek ya da ikinci akciğer sistemi gibi çalışmasını sağlar,
- Daha temiz, yumuşak ve daha gençleşmiş bir cilt,
- Kaslarda biriken toksini gidererek kasları gevşetir ve yumuşatır, esnekliğini arttırır,
- Eklem ağrılarını ve kas rahatsızlıklarını iyileştirir,
- Hormon ve enzim üretimini normale döndürür,
- Beyin fonksiyonlarını ve hafızayı kuvvetlendirir,
- Depresyon ve sıkıntıyı ferahlatır,
- Stres hormonu olarak bilinen adrenalini okside ederek genel bir sakinlik sağlayarak depresyon kaynaklı gerginliği gidermeye yardımcı olur.
Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Major Yöntem: En yaygın kullanım metodudur. Bu metodla kişiden 50-200 ml arasında alınan kan, tedavi seanslarının sayısı ve uygulanacak ozon dozu; hastanın genel durumuna, yaşına ve esas hastalığına bağlı olacaktır.
Minor Yöntem: Kişiden alınan 2 – 5 cc arası kan, belirlenmiş dozda ozonla karıştırılarak kişiye enjekte edilir.
Vücut Boşluklarına Ozon Verilmesi: Rektal – Makat yoluyla, vajinal ve kulak yoluna püskürtme yöntemi ile kişiye ozon verilir.
Eklem ve kas içine ozon gazı verilmesi: Kas İskelet Sistemi rahatsızlıklarında, uygun bir iğne ile belirli dozda ozon gazı kişinin eklemlerine ve kaslarda ağrılı bölgeye enjekte edilir.
Ozon torbası: İyileşmeyen yaralarda ve diyabetik ayaklarda, cilt lezyonlarında, enfeksiyonlarda, dolaşım bozukluklarında, nöropatik ağrılarda ve huzursuz bacak sendromunda kullanılır.
Ozon kupa:Özellikle bası yaralarında kullanılır.
Ozon Tedavisinin Yan Etkileri
Ozon tedavisinin yan etkisi yok denecek kadar azdır. Şimdiye kadar bildirilen yan etkiler uygulama hatalarına ve hastanın antioksidan kapasitesine göre yüksek dozda ozon verilmesine bağlı gelişebilir. Bu nedenle ozon tedavisi düşük dozla başlayıp kademeli şekilde artırılarak daima kademeli ve ilerleyici tarzda uygulanmalıdır. Bazı durumlarda ozon terapisi uygulanması sakıncalı olabilir. Bu durumlar: glukoz 6 fosfat dehidrogenaz enzim eksikliği, özellikle erken dönem olmak üzere hamilelik, anjiotensin çevirici enzim (ACE) inhibitörü tedavisi görenler, hipertiroidi, kanama bozukluğu, kontrol altına alınamayan kardiyovasküler hastalıklar ve ozona reaksiyon gösteren astım hastaları olarak sıralanabilir.
Dikkat Edilmesi Gerekenler
Ozonla yapılan tedavi sırasında, Vitamin C ve Vitamin E içeren tüm antioksidan takviyelerinin bırakılması gereklidir. Kanda bu bileşiklerin yüksek konsantrasyonlarda bulunması bir oksidan madde olan ozonun etkinliğini ve dolayısıyla tedavinin seyrini etkiler. Hastaya bu vitaminlerden zengin gıdaları çok miktarda tüketmemesi söylenmelidir. Sonuç olarak,vitaminler veya antioksidanlar ozon tedavisinden önce veya sonra verilmelidir ve asla tedavi sırasında verilmemelidir. Ozon tedavisinin herhangi bir şekli uygulanmadan önce hastalar tansiyon ve şeker ilaçlarını en az 2 saat önceden almış olmalılar ve ozon tedavisi sırasında aç olmamalıdırlar.
Ozon tedavisi, düşük riskli ve genellikle standart medikal tedavilerin eşliğinde tamamlayıcı, destekleyici ve yeniden yapılandırıcı bir metottur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Ozon Nedir?
Ergoterapi diğer adıyla iş ve uğraşı terapisi; kişilerin günlük yaşamdaki bağımsızlığını ve yaşam rollerini iş, uğraşı ve aktivite edindirilerek yaşam kalitesini artırmayı amaçlayan terapi ve rehabilitasyon programıdır. Bedensel engelliler, sakatlar ve akıl hastaları, hastalık nedeniyle bozulmuş yeteneklerini ergoterapi ile geliştirerek özgüven kazanır. Ergoterapinin temel amacı kişilerin günlük yaşam aktivitelerine katılımını sağlamaktır.
Ergoterapistler kişi ve toplulukların istedikleri, ihtiyaç duydukları veya kendilerinden beklenen aktiviteleri yapabilme becerilerini geliştirerek veya aktiviteyi ya da çevreyi kişilerin katılımını daha iyi sağlayabilecek şekilde düzenleyerek bu amaca ulaşırlar. Bu nedenle ergoterapi toplumsal katılımı artırmak için kişi, aktivite, çevre veya bunların bazılarının veya hepsinin düzenlenmesi ile kişilerin yeterliğini artırmaya odaklanır. Örneğin; yataktan tekerlekli sandalyeye geçiş yöntemlerinin hastaya anlatılması, el kavraması olmayan kişiler için sapları değiştirilmiş çatal bıçak, iş yerlerinde bel ve boyun sağlığını ve meslek yaralanmalarını önleyici doğru duruş hareket alışkanlıkları ergoterapi çalışma alanına girer. Ergoterapi; kişinin ruhsal, fiziksel, duygusal ve bilişsel yönlerini dikkate alır. Engelli bireyin işe yönlendirilmesini, mesleki eğitim almasını, işyerlerinde daha başarılı olmalarını amaçlar.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Yüz Felci Nedir ?
Yüz felci yüzün bir tarafındaki kasların zayıflığı ile giden bir hastalıktır. Yüz felçleri temel olarak iki nedenle oluşmaktadır: birincisi beyinde yüz kaslarına giden sinir hücrelerinin gövdesinin hasarlanması sonucunda, ikincisi ise yüzdeki kasların ana sinirinin hasarı sonucunda olmaktadır. Daha basitçe anlatmak gerekirse siniri beyinde kontrol eden merkezler bulunmaktadır, problem bu merkezden kaynaklanıyorsa genelde baş dönmesi, epilepsi, vücudun tek tarafının felci gibi bir bulgu eşlik eder. Hangi tip yüz felci olduğunun tanısının koyulması çok önemlidir.
Yüz Felci Neden Olur ?
Enfeksiyonlar, kafa travması, beyin damar tıkanıklığı, baş-boyun tümörleri, yüz sinirinde zedelenme gibi farklı nedenlerle ortaya çıkabilir. Bununla birlikte vakaların çoğunda sebep bulunamamakta ve bu grup “Bell Palsi” olarak isimlendirilmektedir. İyi haber bu grupta iyileşme oranları oldukça yüksektir.
Yüz Felci Belirtileri Nelerdir ?
Etkilenen tarafta ağız, göz ve alın hareketlerinde kontrol zaafı ana bulgudur. Bununla birlikte, azalmış gözyaşı, yüz kaslarında seğirme, dilde farklı bir tat duyusu, konuşma bozukluğu, Aşırı salya ve gözyaşı üretimi, Kulak içinde ya da çene etrafında ağrı gibi şikayetler bulunabilmektedir.
Bilinç bulanıklığı, baş dönmesi, denge problemleri, epileptik nöbetler, vücudun bir tarafında kollarda veya bacaklarda kuvvetsizlik gibi durumlardan herhangi birisi eşlik ederse beyin kaynaklı bir problem olduğu anlaşılır ve tedavi algoritması tamamen değişir.
İnmeye bağlı yüz felci geçiren hastalarda Bell paralizisinin aksine etkilenen taraftaki göz kırpma ve alın kırıştırma yeteneği korunur.
Yüz Felci Tedavisinde Neler Yapılır ?
Bell paralizisi teşhisli yüz felcinde çoğunlukla kortizon grubu ilaçlarla tedaviye başlanır ki çalışmalar da iyileşmeye olumlu katkısı olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte akupunktur , tedavi edici düzeyde elektriksel uyarımlarla kas kuvvetlendirmeleri gibi fizik tedavi uygulamaları iyileşmeye olumlu katkıda bulunmaktadır . Kuru göz sebebiyle oluşabilecek kornea hasarı mutlaka önlenmelidir.
Sebebi bulunan yüz felçlerinde tedavide sayılan uygulamaların yanında sebebin de doğru tedavi edilmesi gerekmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Serebral Palsi (CP) nedir?
Serebral palsi ya da kısaca CP gelişmekte olan beynin hasarına bağlı ilerleyici olmayan kalıcı hareket ve duruş bozukluğudur. CP sıklığı 1000 canlı doğumda 2-3’dür.
Serebral Palsi (CP)’nin nedenleri nelerdir?
CP doğum öncesi ( anne yaşının küçük veya ileri olması, çoğul gebelikler, genetik hastalıklar, travmalar, annenin hastalıkları ), doğum sırası ( erken doğum, düşük doğum ağırlığı, uzamış doğum, anormal geliş ve enfeksiyonlar ) ve doğum sonrası ( sarılık, enfeksiyonlar, travma, kafa içi kanamalar ) nedenlerle meydana gelebilir.
Serebral Palsi (CP)’nin tipleri nelerdir?
- Hasarın yeri ve şiddetine göre çeşitli derecelerde ve görünümde CP tabloları oluşmaktadır
- Spastik tip: Spastik tip Serebral palsi’nin en yaygın tipidir. Spastisite, en genel anlamda, kas sertliği ya da pasif harekete direnç olarak tanımlanabilir. Kasların normal yapısındaki değişiklik ve sertlik hareketlerin de etkilenmesine ve zor yapılmasına neden olur. Aşırı spastisite zamanla iskelet yapısının ve duruşun bozulmasına yol açar. Bunun yanı sıra oturma, ellerin kullanılması, yürüme gibi fonksiyonel aktiviteleri de olumsuz etkiler.
Spastik çocuk, Serebral palsi teşhisi altında etkilenen vücut kısmına göre tanımlanır:
- Hemipleji: Bu tipte vücudun bir tarafındaki kol, gövde ve bacak etkilenir. Hemiparezik çocuklarda emekleme asimetriktir veya hiç emekleme yoktur. Rehabilitasyonla çoğu hasta günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız hale gelir ve ambulatuvar olurlar.
- Dipleji: Bu tipte her iki bacak spastisitesi kollardan daha fazladır. Diplejik hastalar gevşek bir dönemden sonra spastik hale gelirler. Ayakta durma ve yürüme gecikir. İki yaşına kadar oturma dengesini kazanan çocuklar yürüyebilir hale gelebilir.Bacaklar birbirine sıkışıktır. Parmak ucuna basma sık görülür.
- Tetrapleji: Bu tipte ise tüm vücut etkilenmiştir. Baş kontrolünün yetersizliği, ellerin yumruk şeklinde bacakların çapraz tarzda durması yaygın bir görüntüdür.Tetraplejik CP’li çocukların 1/4’ünde hastalık hafif seyreder ve bu hastalar ambulatuvar hale gelip günlük yaşam aktivitelerini hafif kısıtlamayla yapabilirler. Yarısında hastalık orta derecede seyreder ve bu çocuklar tam bağımsız olamazlar ancak yeterli fonksiyonel kapasiteye ulaşabilirler. Geriye kalan 1/4’ünde ise hastalık ağır seyreder ve bu çocuklar hayat boyu bakıma muhtaçtırlar.
- Atetoid Tip: Kontrolsüz hareket olarak tanımlanabilir. Çocuğun bacak, kol, el veya yüzünde istemsiz hareketler oluşur. Bu tipte kaslarda ani değişiklikler oluşur. Kaslar çok gevşek durumdan çok sert bir duruma geçebilirler. Bu da hareketlerin koordineli yapılmasını engeller.
- Ataksik Tip: Dengeyi korumada bozukluk vardır. Baş kontrolünün zayıf olması, gövde dengesinin sağlanamaması nedeniyle gelişim yavaştır ve yürüme çok geç sağlanır.
- Karma Tip: Kas tonusu bazı kaslarda aşırı düşük, bazılarında ise aşırı yüksek olduğunda serebral palsinin tipi, karma olarak adlandırılır.
Serebral Palsi (CP)’nin belirti ve bulguları nelerdir?
- Vücudun bir tarafında hareket ile ilgili sorunlar
- Sert kaslar
- Aşırı veya gevşek refleksler
- İstemsiz hareketler veya titreme
- Koordinasyon ve denge eksikliği
- Salya
- Yutma veya emme problemleri
- Konuşma (dizartri) ile ilgili zorluk
- Nöbetler
- Gecikmiş motor becerileri
- İnkontinans
- Gastrointestinal problemler
Gelişmekte olan bir beynin hasar görmesi, serebral palsi ile ilişkili hareket problemleri dışındaki sorunlara neden olabilir. Serebral palsinin yanında mevcut olabilecek diğer durumlar şunlardır:
- Görme veya işitme engeli
- Öğrenme bozuklukları
- Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB)
- Konuşma yoluyla iletişim kuramama
Serebral Palsi (CP) nasıl tedavi edilir?
Serebral Palsi (CP) nin tam bir tedavisi yoktur. Ancak tedavi genellikle çocuğun yeteneklerini geliştirir.
Serebral Palsi (CP) de erken tanı ve erken rehabilitasyon programına başlamak çok önemlidir. Tedavide kesin ve tek çözüm olmadığı gibi uzun soluklu bir süreçtir. Bu süreçte Fizik Tedavi Hekimi, fizyoterapist, ergoterapist, çocuk gelişim uzmanı, konuşma terapisti ve ailenin ekip çalışması tartışılmaz bir konudur. CP li bir bireye bütün bu yaklaşımlar birlikte uygulanmalıdır. Rehabilitasyonun en önemli ayağı olan fizyoterapi uygulamalarının içinde egzersiz, robotik tedaviler, hidroterapi ve ergoterapi ana yapı taşlarıdır. Egzersiz uygulamaları çocuğun fonksiyonel durumuna göre başını tutmayı, oturmayı, ayakta durmayı, yürümeyi destekleyecek şekilde çeşitli teknikler kullanılarak fizyoterapistler tarafından çocuğa özel uygulanmaktadır. Bu uzun ve sabır gerektiren tedavi süreci robotik tedavilerin geliştirilmesiyle hem çocuk hem aileler tarafından daha kolay kabul görmüştür. Kol ve yürüme robotları sayesinde çok tekrarlı, doğru yürüme paternleri oluşturulmakta ve beyne bu sinyaller iletilmektedir. Ayrıca bir takım oyunlarla zenginleştirilmiş uygulamalar tedavinin çocuklar tarafından ilgi ile devam edilmesini sağlamaktadır. Hidroterapi de hem çocuğun tedaviye uyumunu artırmakta hem de suyun kaldırma kuvvetini kullanarak egzersizi kolaylaştırmakta ve aktif katılımı artırmaktadır. Rehabilitasyonu destekleyen ana branşlardan biri olan ergoterapi de çocuğun günlük yaşam aktivitelerine katılımını artırmaya yönelik çalışmaları içermektedir. Ayrıca çocuğun vücudundan ve çevresinden duyu bilgisini almasını, bu bilgiyi organize edip günlük yaşam aktivitelerinde kullanmasını sağlayan Duyu-Bütünleme tedavisi de yeni uygulamalar arasında yer almaktadır.
Tüm bu uygulamalar CP nin türü ve şiddetine göre dozları ayarlanarak rehabilitasyon sürecine dahil edilirler. Ayrıca bu süreç çeşitli kas gevşetici uygulamalar ( Botilinum toxin uygulamaları gibi ) ve cerrahi tedavilerle desteklenebilir.
Asıl önemli olan CP li bireyin toplum içinde yerini alması ve hayata dahil olmasıdır. Bu nedenle tüm bu uygulamalar çocuğun eğitim sürecini aksatmadan bir plan dahilinde ve sürekli rehabilitasyon desteğiyle birlikte olmalıdır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Obezite Rehabilitasyonu
Obezite, kişinin günlük yaşantısını kısıtlayacak ve yandaş hastalıklara neden olacak kadar vücutta aşırı yağ depolanması durumudur. Aşırı yağ dokusunu belirlemek için birkaç farklı yöntem vardır. En yaygın olanı Vücut Kitle İndeksi (BMI)’dir. Yağ hücresi bir endokrin hücredir ve yağ dokusu bir endokrin organdır. Bu nedenle yağ dokusu metabolitleri, sitokinleri, lipitleri ve diğerleri arasında koagülasyon faktörleri de dahil olmak üzere bir dizi madde salgılar. Belirgin derecede aşırı yağlanma ya da obezite dolaşımdaki yağ asitlerinin ve iltihaplanmanın artan seviyelerine neden olur. Bu, insülin direncine yol açabilir ve hastada tip 2 diyabete neden olabilir.
Obezitenin türleri nelerdir?
Obezitenin tanımlanmasında vücut kütle indeksi oranı çok önemlidir. Vücut kitle indeksi 30 ile 34,90 arasında olan kişiler fazla kilolu, 35 ile 39,90 orasında yer alanlar ise aşırı kilolu, vücut kitle indeksi 40’dan fazla olanlar morbid obezite sınıfına dahil olurlar ve beraberinde birçok yandaş rahatsızlığa yol açarlar.
Obezitenin neden olduğu hastalıklar nelerdir?
Obezitenin kendisi kişinin tüm yaşamını etkileyen çok ciddi bir hastalıktır; ancak bunun yanı sıra yandaş hastalıklara da yol açmaktadır. Obezitenin tetiklediği hastalıklar ise şunlardır:
Obezite insülin direncine yol açarak kişilerde tip 2 diyabete neden olabilir.
Tansiyon rahatsızlıkları da obezitenin tetiklediği rahatsızlıklar arasındadır. Çarpıntı, nefes darlığı gibi şikayetler kişinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler.
Kalp ve damar hastalıkları kişinin hayatını ciddi oranda riske sokabilir.
Kas ve iskelet sistemi ciddi oranda zarar görebilir.
Obezite rahim, pelvik ve bağırsak hastalıklarına da yol açabilir.
Uykuda solunum durması sorunu olan uyku apnesi obezitenin neden olduğu en ciddi rahatsızlıkların başında yer alır.
Obezitenin sebepleri nelerdir?
Obezitenin birden fazla nedeni olabilir. Bunlar arasında:
Kalorisi ve yağ ürünü yüksek beslenme alışkanlığı obezitenin en önemli sebebidir. Fast food gıdalardan, yağda kızartılmış yiyeceklerden ve şeker oranı yüksek gıda ürünlerinden uzak durulmalıdır.
Hareketsiz yaşam ve düzenli egzersiz yapılmaması obezitenin sebepleri arasındadır. Vücuda alınan kalorinin yağa dönüşerek depolanmaması için egzersiz ve hareketle yakılması büyük önem taşır.
Obezite sadece hatalı beslenme şekli ve yetersiz hareketten kaynaklanmaz. Genetik faktörler ve metabolizma yavaşlığı da kişinin vücudunda aşırı yağ birikmesine neden olabilir.
Obezite nasıl önlenir?
Obezitenin önlenebilmesi için öncellikle eğer varsa metabolik rahatsızlıkların tedavi edilmesi gerekir. Ardından sağlıklı beslenme ve düzenli egzersizin yaşam tarzının vazgeçilmez bir parçası haline getirilmesi gerekir. İşte, obeziteyi önlenmenin yolları:
Sağlıklı ve düzenli beslenme alışkanlığı obezitenin önlenmesi için çok önemlidir. Yağ ve kalori oranı düşük, protein ve vitamin oranı yüksek gıdalar tüketilmelidir. Ayrıca vücudunuzun harcayabildiği miktarlarda porsiyonların küçültülmesi, aşırı yeme bozukluğunun giderilmesi gerekir. Günlük alınan ve harcanan kalori miktarının düzenli olarak hesaplanması gerekir. Bu sayede obezite riskini düşürmek için en önemli adımı atmış olursunuz.
Düzenli olarak egzersiz yapmak çok önemlidir. Tempolu yürüyüş, bisiklete binme, yüzme ya da benzeri aktivitelerden size en uygun olanını düzenli olarak yapmaya özen göstermelisiniz. Gıdalardan aldığınız kaloriden daha fazlasını yakmanız egzersiz planınızın ilk hedefi olmaldır.
Obezite nasıl tedavi edilir?
Obezite tedavisinde öncellikle alanında uzman bir diyetisyen ve egzersiz uzmanı desteği ile fazla kiloların verilmesi sağlanır.
Diyetisyen hastanın beslenme alışkanlıklarını tamamen değiştirerek düzene sokulmasını sağlar. Kalorisi düşük, besleyici özelliği yüksek, dengeli bir beslenme alışkanlığı edindirilir. En önemlisi ise porsiyonların küçültülmesi sağlanır.
Egzersiz uzmanı ise kişinin genel vücut yapısı ve sağlığına uygun bir egzersiz programı hazırlar. Egzersizlerin düzenli ve istikrarlı bir şekilde yapılmasını sağlayarak aşırı kiloların verilmesine yardımcı olur.
Obezite rehabilitasyonu nasıl uygulanır?
Obezite rehabilitasyonu fizik tedavi uzmanları tarafından uygulanan son derecede etkili bir tedavi programıdır. Hasta öncellikle özel bir ekip tarafından değerlendirmeye alınır ve kişiye özel bir tedavi programı çıkarılır.
Obezite rehabilitasyonu ile sadece kişinin fazla kilolarından kurtulması değil, aynı zamanda yandaş hastalıkların tedavisi de sağlanır. Kas ve iskelet sistemindeki bozukluklar başta olmak üzere akıllı egzersiz, masaj vb. uygulamalarla kişinin genel sağlığının da düzeltilmesi hedeflenir.
Obezite rehabilitasyonunda kişinin yaşı, kilosu, genel sağlık durumu da dikkate alınarak tedavi planlanır. Diyet ve egzersiz uzmanı da dahil edilerek tam kapsamlı bir terapi programı çıkarılır. Akıllı egzersiz araçları ile hastanın daha kolay ve istikrarlı bir şekilde egzersiz yapması sağlanır.
Hastanın diyet ve egzersiz programına tam uyum sağlaması ile ayda ortalama 4 ya da 5 kilo vermesi sağlanabilir. Obezite rehabilitasyonu süreci hastanın vücut kitle indeksinin normal seviyeye çekilmesi ile tamamlanır. Hasta ilk aydan itibaren kilo vermenin sağlıklı kaslara sahip olmanın sağladığı avantajla programa daha büyük hevesle katılır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kas Hastalıkları Nedir?
Kas hastalıkları (Miyopatiler), hareketi sağlayan kas dokusunun birimleri olan kas hücrelerinin yapısı veya işleyişini bozan hastalıklardır. Bebeklikten yaşlılığa kadar her yaşta ortaya çıkabilir.
Çok fazla sayıda kas hastalığı tipi ve bunların da çok sayıda alt tipleri vardır. Bu tipleri belirlemede; hastalığa neden olan genler,etkilenen kaslar,belirtilerin ilk ortaya çıktığı yaş,hastalığın ilerleyiş hızı gibi değişkenler kullanılır.
Bugün için tanımlanmış ve tanınabilen ama kesin nedeni açıklanamayan 500 civarı kas hastalığı mevcuttur.Kas hastalıklarının büyük bir bölümü kalıtımsal, yani irsidir. Bu durumda kişinin yapısındaki genetik bir bozukluk, kas hücresinin yapısını veya işlevini bozar. Kalıtsal kas hastalıkları büyük çoğunlukla bebek, çocuk veya ergen bireyleri etkiler ve büyük bir bölümünün bugün için bilinen bir tedavisi yoktur. Çok az bir bölümü edinsel, sonradan gelişen kas hastalıklarıdır.
Kas Hastalığı Belirtileri Nelerdir?
Kas hastalıklarının çoğunda belirtiler, çocuklukta veya ergenlik-gençlik yıllarında ortaya çıkmaya başlar.
Sık görülen belirtiler
- Yürümekte zorlanma, sık düşme
- Güçsüz kaslar, kaslarda incelme
- Kas krampları
- Ayağa kalkarken, merdiven çıkarken, koşarken veya zıplarken zorluk çekmek
- Parmak uçlarında yürüme
- Göz kapaklarında düşme, sarkma
- Solunum veya yutma sıkıntısı
- Görüş problemleri, çift görme
- Yüz kaslarında, mimik ve çiğneme kaslarında zayıflık
Kas Hastalığı Tanı Yöntemleri Nelerdir?
Tanı için öncelikle doktorunuz fizik muayene yapar. Kas kuvveti, refleksler ve koordinasyon testleri sinir sistemi ile ilgili diğer hastalıkların elenmesine yardımcı olur. Daha sonra hastadan ailesinin tıbbi geçmişi detaylı bir şekilde sorgulanır. Tanı için sıklıkla yapılan incelemeler:
Kan tahlileri: Kasın yıkılması ile giden kas hastalıklarında kas yıkım enzimlerinin düzeyi (CK, CK-MB, AST, ALT gibi), kan sayımı, kan elektrolit düzeyleri gibi detaylı kan tahlili yapılır.
Elektromiyografi veya EMG: Kollar ve bacaklardaki sinirlerin elektriksel aktivitesi ölüçülür. İğne elektrod ile de kasların kasılma ve gevşemesi sırasındaki görüntüleri incelenir.
Kas biyopsisi: Kas dokusundan küçük bir parça alınır. Bu parça hangi proteinlerin eksik veya hasar gördüğünü belirlemek için laboratuvarda incelenir. Kas hastalığının tipini belirlemede yardımcıdır.
Elektrokardiyogram veya EKG: Kalpten gelen elektrik sinyallerini ölçer ve kalbin ne kadar hızlı attığını ve sağlıklı bir ritmi olup olmadığını belirler.
Diğer görüntüleme teknikleri: Kas hastalıklarının tanısı için vücuttaki kas kalitesini ve miktarını gösteren MR ve ultrason gibi görüntüleme yöntemlerine de başvurulabilir.
Genetik tarama testiler: Kas hastalığına neden olan genlerin bulunmasıdır. Genetik testler sadece teşhis etmede yardımcı olmaz, aile kurmayı planlayan, ailede hastalık öyküsü olan kişiler için de önemlidir. Genetik test sonuçlarının ne anlama geldiğini uzman doktorla ya da genetik danışmanla konuşmak doğacak çocukların sağlığı açısından büyük önem taşır.
Kas Hastalığı Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Kas hastalıklarının kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Belirtileri azaltabilecek ve hastanın yaşam kalitesini yükseltecek tedaviler uygulanır.
Fizik Tedavi: Kasları güçlü ve esnek tutmak için farklı egzersizler kullanılır.
Konuşma terapisi: Dil ve yüz kasları zayıf olan hastalara, konuşma terapisi yardımıyla konuşmanın daha kolay yolları öğretilebilir.
Solunum tedavisi: Kas güçsüzlüğü nedeniyle nefes almakta zorluk çeken hastalarda nefes almayı kolaylaştırmanın veya solunum destek makinelerinin kullanım yolları gösterilir.
Vücudun bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar: Bu grupta yer alan ilaçlar kas hücrelerinin hasarını yavaşlatabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kardiyak Rehabilitasyon Nedir?
Kalp damar sistemi hastalıkları dünyada ve ülkemizde ölüm sebepleri arasında ilk sırada yer alır. Bu denli önemli bir sağlık sorununun önlenmesi ve tedavisinin yürütülmesi son derece önemlidir. Hemen hemen tüm kalp hastalıklarının belli dönemde rehabilitasyon programına ihtiyacı olur.
Kardiyak rehabilitasyon ile kardiyovasküler sistem hastalığı olan bireylerin fiziksel, sosyal, emosyonel ve mesleki olarak en iyi düzeye getirebilmek amaçlanır. Biz kardiyak rehabilitasyon programı ile var olan hastalığına rağmen yaşamını aktif olarak sürdürebilmesini, onun yaşam kalitesini arttırmasını sağlamaya çalışırız.
Hangi Hastalar Kardiyak Rehabilitasyon Programına Alınır?
- MI (kalp krizi) sonrası
- Kalp cerrahisi sonrası (stend, bypass operasyonu)
- Kalp kapak hastalığı
- Kalp yetmezliği
- Diğer kardiyak durumlar (ritim bozukluğu, pace maker, anjina)
- Kalp hastalığı için risk durumları (hipertansiyon, diabetes mellitus, obezite)
Kardiyak Rehabilitasyon Nasıl Planlanır?
Kardiyak rehabilitasyon fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı, kardiyoloji uzmanı, fizyoterapist, diyetisyen, hemşire ve psikoloğun yer aldığı bir ekibin çalışmasıdır. Program planlanırken hasta öncelikle hastalığı ile ilgili bilgilendirilir, ayrıntılı olarak değerlendirilir, kalp rahatsızlığı ile ilgili risk faktörleri saptanır, kas iskelet sistemi muayenesi yapılır, egzersiz kapasitesinin belirlenmesi amacıyla egzersiz testi yapılır. Amaç hastaya özel, uygun, etkili ve güvenli bir egzersiz programı oluşturmak ve yürütmektir.
Kardiyak Rehabilitasyon Programında Neler Yapılır?
Bu program hastanın özelliğine ve hastalığına göre hastanede, evde ve spor salonunda yürütülebilir yapılan ayrıntılı değerlendirme ve egzersiz testine dayanarak bir egzersizi programı oluşturulur. Vital bulguları (nabız, kan basıncı, oksijen saturasyonu, EKG),nefes ve yorgunluk durumu kontrol edilerek bisiklette veya yürüme bandı (treadmillde) egzersiz programına alınır.Fizyoterapist gözleminde yürütülür. Kaslarının güçlendirilmesi amacıyla fizik tedavi metotları, güçlendirme ve denge gibi farklı egzersiz programlarından, solunum egzersizleri, su içi egzersiz programına alınır.Haftanın 3-5 gününde programa alınır.Sonrasında (4-8 hafta sonra) egzersiz döneminde kazanılan alışkanlıkları evde ve spor salonunda devam ettirmesi önerilir.
Kardiyak Rehabilitasyon Programının Yararları Nelerdir?
Kardiyak rehabilitasyon programı ile bireyin enduransı (dayanıklılığı) artar, akciğer kapasitesi artar, yorgunluğu azalır, nefesi daha iyi duruma gelir, daha uzun mesafede yürüyebilir, merdivenleri daha rahat çıkabilir duruma gelir. Sonuç olarak yaşam kalitesi artar, kaygısı azalır, uykusu düzene girer ve mesleğine geri dönebilir. Kalp üzerinde direkt olumlu etkiler olur (endotelin düzelmesi, plakların stabilizasyonu) ve kan basıncı (tansiyon) düzenlenmiş olur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Eklem Kireçlenmesi
Diz, Omuz, Kalça Kireçlenmesi önceden tanı ve tedavisi yapılmadığında ciddi problemlere yol açabilir. Kalça eklemi vücudun en büyük ve en önemli eklemlerinden birisidir. Her bir kalça eklemi vücut ağırlığının yarısını taşımak zorunda olduğu gibi, yürüme, koşma, merdiven çıkma, çömelme gibi hareketler sırasında bu yük daha da artar ve vücut ağırlığının birkaç katına kadar çıkabilir. Bu nedenle kalça eklemlerinde doğuştan mevcut olan veya sonradan ortaya çıkan bazı rahatsızlıklar, erken dönemde fark edilmese dahi sonradan ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olurlar.
Kireçlenmenin Nedenleri
Erken çocukluk döneminde kalça ekleminde ortaya çıkan en önemli rahatsızlık doğuştan kalça çıkıklarıdır. Bu durum zamanında tedavi edilmediği takdirde ileri yaşlarda kalçada ağrı ve hareket zorluğuyla birlikte belirgin topallamaya neden olur.
Romatizmal Hastalıklar
İltihaplı veya dejeneratif tip romatizmal hastalıklar kalça ekleminde yapısal bozulmalara yol açar. Erişkin yaşlarda en çok görülen ağrı nedeni kalça eklemindeki kireçlenmelerdir.
Enfeksiyonlar
Vücudun bir başka bölgesinden yayılan veya direkt olarak gelen mikroplar kalça ekleminde iltihaba neden olabilirler.
Tümörler
Meme, akciğer ve prostat kanserleri kalça eklemine yayılıp şiddetli kalça ağrısına neden olabilirler.
Damarsal Nedenler
Kalça kemiklerini besleyen damarların tıkanması veya buraya gelen kan akımının bozulması sonucunda kalça ağrıları ortaya çıkabilir. Yukarıda sıraladığımız durumlarda, önce ağrının nedenini belirlemek gerekir. Bu amaçla ayrıntılı bir klinik muayeneden sonra çeşitli görüntüleme yöntemlerine başvurulur. En çok kullanılan görüntüleme yöntemleri klasik röntgen, ultrason, bilgisayar tomografi ve MR’dır.
Tedavi kalça ağrısının nedeni belirlendikten sonra buna yönelik tedaviye başlanır. Bazı hastalarda ilaç tedavisi gerekir. Hastalığın akut dönemi geçtikten sonra veya kalça ameliyatına müteakip fizik tedavi ve rehabilitasyona başlamak gerekir. Uygun hastalarda egzersiz tedavileriyle birlikte havuz içi yürüme eğitimi de yaptırılarak iyileşme süresi hızlandırılır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kırık Rehabilitasyonu
Yetişkin bir insanda kemik sayısı yaklaşık olarak 206 adet olarak bilinmektedir. Kemiklerimizin organlar vasıtasıyla hareketi sağlama, bedeni dik tutma ve organları koruma gibi görevleri bulunmaktadır. Günlük aktivitelerimizde önemli bir yere sahip olan kemiklerimiz aynı zamanda kırılgan bir yapıya sahiptir. Zaman içerisinde düşme, çarpma gibi çeşitli etkilerle kemiklerde kırılma ve çatlama gibi durumlarla karşı karşıya kalabiliyoruz.
Kırık tedavisinin ilk önemli basamağı ortopedistler tarafından tamamlanır ve kırığın bulunduğu bölgeye göre iyileşme süresinde hareketsizlik gerekebilir. Hareketsizlikten solayı ise eklem sertliği, kas erimesi (atrofi) gibi sorunlar ortaya çıkabilir ve bu aşamada kırık rehabilitasyonunun amacı fonksiyonelliğin tekrar kazandırılmasıdır.
Kırığın immobilize (hareketsiz) edildiği dönemde ödemi dağıtmak, eklem hareket açıklığını, kas gücünü ve beceriyi korumak için olabildiği kadar erken fizik tedaviye başlanmalıdır. Erken rehabilitasyon programının amacı; rehabilitasyon ile scar oluşumunun, atrofi, kontraktür ve yapışıklıkların önlenmesi, tendonlann kayıcılığının ve kas liflerinin uzunluğunun korunmasıdır. Bu programla hareketsizlikten etkilenen eklemlerin en kısa sürede eski fonksiyonel kapasitelerine kavuşmaları hedeftir. Erken rehabilitasyon programı ile scar oluşumunun, atrofi, kontraktür ve yapışıklıkların önlenmesi, tendonlann kayıcılığının ve kas liflerinin uzunluğunun korunması amaçlanır. Öte yandan ödemin rezorbsiyonu (emilme) kemiğin iyileşme sürecine kadar uzamışsa yumuşak doku adezyonları gelişebilir ve bu yapışıklıklar kişinin dokusunda sertlik oluşturarak ağrıya neden olduğu gibi hareketi de kısıtlayabilir. Fakat ne yazık ki olaydan 2 ay yada çok daha uzun sürelerden sonra hastayı rehabilitasyona yönlendirmek yaygın bir uygulama olup sonucunda ağrılı hareket, kas atrofileri (erime), kontraktürler oluşabilir rehabilitasyonla tüm bunların, yapışıklıkların önlenmesi, tendonların kayıcılığının ve kas liflerinin uzunluğunun korunması hedeflenir. Bu geç dönemdeki tedavi diğerinden farklı olup, kas becerisini korumak, kas gücünü arttırmak, dolaşım düzenini sağlamak, eklemlerin hareket açıklığını genişletmek, fibröz dokuyu yumuşatmak ve hala var olan ödemi gidermek tedavinin temel amaçlarıdır.
Kırık Rehabilitasyonunda Temel Uygulamalar:
- Isı Uygulaması: Fibröz adezyonları yumuşatmak, dolaşımı arttırmak, ağrı ve spazmı azaltmak amacıyla uygulanırlar. Hot pack, parafin, infrarııj lambaları ve hidroterapi ile kaplıca sularından kırık rehabilitasyonunda yararlanılabilir.
- Elektroterapi: TENS ve diğer alçak frekanslı akımlar ağrıyı kontrol etmede etkili bir yöntemdir. Ultrason ve kısa dalga diyatermi derin ısıtıcı konversiyon modaliteleri kollajen gerilebilirliğini arttırırlar. Bu nedenle kırık sonrası kontraktürlerde germe egzersizleri öncesi uygulanırlar.
- Egzersiz Programı: Yumuşak doku rehabilitasyonunda eklem hareket açıklığının korunması ve arttırılması ile kas kuvvetlendirilmesi temel prensipler olarak görülmektedir. Bu amaçlarla başlıca 3 tip egzersiz yaptırılır: Bunlar, izometrik egzersiz, izotonik egzersiz ve izokinetik egzersizlerdir. İzometrik egzersizler eklemde hareket oluşturmadığı için kırık redüksiyonu sağlandıktan sonraki erken dönemden itibaren uygulanır. İzometrik egzersizler maksimal kuvvette, izokinetik egzersizler ise total iş kapasitesinde daha fazla artışa neden olduğu için bu iki yöntemin kombine kullanımı daha yararlı olmaktadır. Aylar sürecek bir egzersiz programı hastane sonrası evde de sürdürülebilecek biçimde düzenlenmelidir. Özellikle alt ekstremite kırıklarında yürüme eğitimi verilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Akupunktur nedir?
Akupunktur vücutta belirlenen önemli noktalara steril kıl kalınlığında ince iğneler batırılmasıyla uygulanan, birçok hastalığın tedavisinde kullanılan, etkili, bilimsel bir tedavi yöntemidir. Yaklaşık 5000 sene önce Çin-Uygur bölgesinde temelleri atılmış, kullanılan noktalar ve yöntem günümüze kadar neredeyse aynı şekilde gelmiş, ek olarak zaman içinde geliştirilmiş, kulak el gibi mikrosistemler eklenmiş ve günümüzde de gittikçe artan oranlarda kullanılmaya başlanmıştır. Ülkemizde sadece sağlık bakanlığı sertifikalı doktorlar tarafından uygulanmasına izin verilmektedir . Lokal enfeksiyon , yabancı cisim reaksiyonu , ani tansiyon değişimi gibi yan etkiler görülebilmekte fakat ehil ellerde bu riskler minimal hale gelmektedir.
Neredeyse yan etkisiz olması, hastaya dokunma şansı veren muayene yaklaşımları , rahatsızlıkların vücudun tamamını ilgilendirdiğine inanması ve bütünsel bir yaklaşımla hastaya bakması önemli avantajlarıdır. Bu bakış açısıyla ağrı başta olmak üzere birçok rahatsızlıkta tarafımıza başvuran hastalara şifa vermeye çalışırken elimizi kuvvetlendiren güçlü bir silah olarak biz de akupunktur tedavisini kullanmaktayız.
Akupunktur nasıl etki eder ?
Akupunkturun etki ettiğini biliyoruz ama henüz nasıl etki ettiğini bilmiyoruz dersek yanlış yorum yapmamış oluruz. Etki mekanizmasını çözmedeki ana sorun muhtemelen modern bilimin yani Newton’un temellerini attığı gözlemlenebilir olan bilimin bakış açısıyla akupunktur etki mekanizmasını anlamaya çalışmamızdan kaynaklanıyor olabilir. Oysa ki akupunktur vücutta gözlemlenemeyen enerjetik bir denge olduğunu , rahatsızlıkların çoğunun bu dengedeki sapmalardan kaynaklandığını savunur. Bozulan bu vücut dengesinin tekrar yerine getirilmesiyle hastalıklarda rahatlama meydana geldiğine inanır. Muhtemelen Quantum fiziğinin anlaşılmasıyla akupunktur etki mekanizmasında destekler artacaktır .
Bununla birlikte modern tıp ve bilimin desteklediği bir çok çalışmada akupunkturun sinir sistemi aracılığıyla endorfinler vb. endojen ağrı kesici maddeleri salgılattığı, bunun yanında hormonların düzeyinde olumlu değişikliğe neden olduğu, lokal kan akımını artırdığı, bağışıklık sistemini güçlendirdiği, kas gevşemesi sağladığı saptanmıştır. Yani biyoelektriksel düzeyde vücudun kendi iyileştirme ve ilaç mekanizmalarını kullanmaktadır diyebiliriz.
Akupunktur nasıl uygulanır ?
Detaylı muayene sonrasında saptanan hastalığa ya da rahatsızlığa göre uygun nokta kombinasyonları seçilir. Seçilen bu noktalara 1 ile 4 cm arası steril ince iğneler batırılarak yapılır. İğneler batırıldığı noktada yaklaşık 20 ile 60 dk arası bekletilmektedir. Buradaki en önemli husus nokta seçimi ve sonrasında doğru uygulama tekniğidir. Lazer, elektroakupunktur ve moksa denilen lokal ısıtıcı ajanlar farklı teknik olarak kullanılabilir. İğne girerken hafif acı hissedilebilir fakat seans sırasında acı olmamaktadır.
Akupunktur hangi hastalıkların tedavisinde kullanılır ?
Hastanelerimizde sıklıkla ağrı tedavisi için kullanılmaktadır . 100 ün üstünde rahatsızlıkta kullanılan ve daha çok kilo verme ve sigara bırakma tedavilerinde popüler olan akupunktur ağrı tedavisinde de oldukça etkilidir. Özellikle yaygın bel boyun sırt ağrılarında , vücudun tek tarafının tamamının etkilendiği sebebi bulunamayan , başa yayılım gösteren ağrılar klinikte en çok başvuru aldığımız kullanım alanlarıdır. Endişe, korku , stres , özgüven eksikliği , mükemmeliyetçilik gibi olumsuz enerji yaratan durumların yanında, soğuk, sıcak , nemli hava gibi dış faktörleri hastalık sebebi olarak kabul eder ve akupunktur felsefesine göre vücudumuzda bulunan gözle göremediğimiz kanallar içinde dolaşan enerjinin ahenginin bozulmasıyla rahatsızlıkların oluştuğu kabul edilir. Tedavi de bu kanallardaki akım düzenlenir.
Bel-Boyun ağrısı, yüz felci, uyku ve sindirim problemleri, birçok semptomun birlikte görüldüğü fibromyalji ve irritabl barsak sendromu gibi hastalıklarda, husursuz bacak sendromu tedavisinde hastanemizde uygulanmaktadır. Bununla birlikte kilo verme ve sigara bırakma tedavilerinde de kullanmaktayız.
Akupunktur ile zayıflama nasıl olur ?
Haftada bir yapılan seanslarda akupunktur ile ortalama 1-2 kilo arası verilebilmektedir. Seanslarda önce vücut akupunkturu uygulanır ve ortalama 30 dk sürer, sonrasında kulağa bir hafta kalmak üzere kalıcı küçük iğneler konulur. Bu iğneler ile tokluk merkezi uyarılır, oluşabilecek stres azaltılır .Bu süreçte hastaya uygun diyet programı ve egzersiz mutlaka birlikte önerilir. Akupunktur tedavisiyle yapılan diyetin rahat geçmesini sağlandığı , metabolizmanın hızlandırıldığı, diyet yaparken normalde oluşan fazla stresi ve iştahı baskıladığı bilinir ve etkisini böyle gösterdiğine inanılır. Özellikle diz bel boyun bölgelerinde kireçlenmesi olup mutlak kilo vermesini istediğimiz hastaların tedavisinde yapılan diğer tedaviler etkisinin daha uzun sürmesini sağlayabilir hatta kalıcı olarak eklemler üzerindeki fazla yükü kaldırabilir.
Akupunktur ile sigara bırakma nasıl olur ?
Yine kilo alma tedavisinde olduğu gibi vücut akupunkturu ile birlikte kulak akupunkturu uygulanarak yapılır . Ortalama 7 seans sürebilir. Sigara bırakıldığında oluşan çekilme semptomlarını ve stresi azaltır, içme isteğini ve el alışkanlığını baskılar.
Vücudun bütünsel sağlığını bozan kilo ve sigara bağımlılığı uzun dönemde mutlaka ağrılara sebep olacaktır. Bu yüzden akupunktur tedavisi bu sorunların da önlenmesinde faydalı olarak şikayeti değil hastalığın nedenini tedavi etme imkanı sağlamaktadır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Pulmoner Rehabilitasyon Nedir?
Pulmoner rehabilitasyon bireyin mevcut akciğer hastalığına rağmen yaşamını olabildiğince normale yakın sürdürebilmesi için yapılan çalışmaların tümüdür.Yeterli tıbbi tedaviye rağmen nefes darlığı çeken, egzersiz toleransı azalmış veya günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlanma gözlenen kronik solunum hastalığı olan her hasta pulmoner rehabilitasyon programına alınabilir.KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastaları), astım, kistik fibrosis gibi kronik solunum yetmezliği olan hastalar, bronşektazi, interstitisiyel hastalıkları, nöromuskuler hastalıklar (amyotrofik lateral skleroz, spinal kord yaralanması, spinal muskuler atrofiler), göğüs kafesi bozukluğu olanlar ve solunum cihazından ayırma dönemindeki hastalar alınabilir. Hastalar akciğer cerrahisi öncesi ve sonrasında da pulmoner rehabilitasyon programına alınabilir. Günümüzde kronik solunum hastalıklarının tıbbi tedavisinin standart bir bileşeni olarak kabul edilen Pulmoner Rehabilitasyon, kronik solunum hastalarının fiziksel ve psikolojik durumlarını düzeltmeyi ve sağlığı iyileştirmeyi hedefleyen, hasta değerlendirmesini takiben bireysel olarak belirlenen egzersiz eğitimi, davranış değişikliği ve hasta eğitimi gibi yaklaşımları içeren kapsamlı uygulamalar bütünüdür.
Pulmoner Rehabilitasyon Programının Amacı Nedir?
Semptomları ve hastalığa bağlı komplikasyonları azaltmak
Günlük yaşam aktivitelerinde hastanın kapasitesini kullanmasını sağlamak
Egzersiz toleransını attırmak
Kendine güven ve bağımsızlığı sağlamak
Psikososyal semptomları azaltmak (anksiyete,depresyon)
Hastaneye başvuru ve hastanede kalım süresini azaltmak
Mesleğe dönüşü sağlamak
Hangi Hastalar Pulmoner Rehabilitasyon Programına Alınabilir?
Süregen nefes darlığı, günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlanma, yaşam kalitesinde azalma ve/veya egzersiz kapasitesinde kısıtlılığı olan tüm solunum hastalarına pulmoner rehabilitasyon uygulanabilmektedir. Pulmoner rehabilitasyon, her yaştaki solunum hastalarına rehabilitasyon ünitelerinin özelliklerine bağlı olarak hastanede, ayaktan ya da evde uygulanabilmektedir. KOAH (Kronik obstrüktif akciğer hastalığı) başta olmak üzere astım, bronşektazi, interstisyel akciğer hastalıkları, kistik fibrozis, göğüs duvarı hastalıkları, nöromusküler hastalıklar, akciğer nakli öncesi ve sonrası, akciğer kanseri, obezite ilişkili tüm akciğer hastalıklarında pulmoner rehabilitasyon programı başarı ile uygulanabilmektedir.
Pulmoner Rehabilitasyon Nasıl Planlanır?
Pulmoner rehabilitasyon, hekim, fizyoterapist, diyetisyen, psikolog, iş-uğraşı terapisti, hemşire ve konuşma terapistinin birlikte çalıştığı bir ekip çalışmasıdır. Hastalar ayrıntılı olarak değerlendirilir, bazı laboratuvar testleri (hemogram,kan gazları…), solunum fonksiyon testleri, EKG ve ergospirometrik egzersiz testi yapılır.Bu değerlendirmeler sonrasında elde edilen bulgulara göre problemli alanların tedavisine yönelik bireysel bir program çizilir.
Pulmoner Rehabilitasyon Programında Neler Yapılır?
- Hasta eğitimi ve sigara bıraktırma çalışması
- Bronşiyal hijyen teknikleri ve kontrollü solunum teknikleri
- Egzersiz programları
- Oksijen desteği
- Diyet planlaması
- Psikososyal destek
Pulmoner rehabilitasyon programının süresi ne olmalıdır?
Pulmoner Rehabilitasyon programı en az 8 hafta (toplam 24 seans) süre ile uygulanmalıdır. Egzersiz eğitimi bırakıldığında kazanımlar kaybedildiği için egzersiz alışkanlığının devam ettirilmesi gerekmektedir. Hasta eğitimi ve sigara bıraktırma çalışması, bronşiyal hijyen teknikleri ve kontrollü solunum teknikleri, bireyselleştirilmiş egzersiz programları, diyet planlaması, psikososyal destek sağlanabilir. Bu programlar, 8-12 hafta süre ile, haftada en az 3 gün, her bir seans ortalama 1-2 saat sürecek şekilde planlanır. Hastalar hastanede yatırılarak veya ayaktan olmak üzere programa alınabilir.
Solunum hastalıklarında egzersiz neden gereklidir?
Nefes darlığı olan kronik solunum sorunlu hastalar pulmoner rehabilitasyon programları ile güvenli bir şekilde egzersiz yapabilirler. Kronik akciğer hastalarında nefes darlığı ve/veya yorgunluğun neden olduğu günlük yaşamdaki hareketsizlik; kemik ve kas içeriğinin, kalp ve akciğer fonksiyonlarının, hareket yeteneğinin gittikçe azalmasına neden olur. Egzersiz ile kas kuvveti artar, kas dayanıklılığı artarak daha uzun mesafeler yürünebilir, kas ve eklemler daha iyi hareket eder, gevşemeyi sağlar, daha güçlü ve enerjik hissedilir, kalbin çalışması iyileşir, nefes darlığı azalır.
Pulmoner rehabilitasyonda hangi egzersizler yapılır?
Solunum egzersizleri programları, hem üst hem alt ekstremite için, kuvvetlendirme ve dayanıklılık (endurans) egzersizleri yaptırılır. Kuvvetlendirme egzersizleri belirgin kas atrofisi veya güçsüzlüğü olan hastalarda daha önemlidir. IMT,PEP gibi cihazlar ile solunum kaslarının güçlendirilmesi ve bronşlarda biriken sekresyonların çıkartılması sağlanır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Hidroterapi nedir?
Hidroterapi, su içi tedavi ya da havuz rehabilitasyonu olarak da bilinen bir fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamasıdır. Suyun kaldırma kuvvetinin etkisiyle kişinin gerçek ağırlığının %10’unu taşır. Bu da kişinin kaslarına fazla yük binmesini engeller ve hareketler daha kolay gerçekleşir. Eklemler üzerine yük binmeyen hastalar kaldırma kuvveti sayesinde rahatlıkla eklemlerini kullanarak egzersizlerini daha ağrısız ve aktif bir şekilde yapmaktadırlar.
Hidroterapinin faydaları nelerdir?
Suyun kaldırma kuvvetinin etkisiyle kişinin vücut ağırlığına bağlı yükü azalır ve normalde yapılması zor veya ağrılı olan hareketlerin yapılabilmesi sağlanır. Eklemler ve kaslar üzerine binen yük azalınca hastalar egzersizlerini daha ağrısız ve aktif bir şekilde yapabilirler. Ayrıca sıcak suyun eklemler, yumuşak dokular ve kaslar üzerine yumuşatıcı ve rahatlatıcı etkileri nedeniyle, aşırı kas kasılmaları, kramplar, ağrı ve eklem sertlikleri üzerine olumlu etkileri bulunur. Suyun direnç özelliği kullanılarak kasların kuvvetinin ve dayanıklılığının arttırılmasına yardımcı olur. Dolaşım ve lenf sistemini uyarıcı etkileri nedeniyle ödem ve dolaşım bozukluklarının tedavisinde de hidroterapiden yararlanılır. Hastanın normalde yapamadığı hareketler ve aktiviteleri başarabilmesi ve egzersizlerini daha kolay ve eğlenceli şekilde yapabilmesi, moral ve motivasyonunu ve kendine güvenini arttırır.
Hidroterapi yöntemleri nelerdir?
Hidroterapi değişik yöntemlerle uygulanabilir. Havuz içi egzersiz tedavisi, oturma banyosu, aromaterapi ile birleştirilmiş sıcak su banyoları, buhar odası, kontrast (sıcak/soğuk) banyo uygulamaları, duş uygulamaları gibi uygulama yöntemleri mevcuttur.
Hidroterapi hangi hastalıklarda uygulanır?
Hidroterapi; inme, omurilik yaralanması, travmatik beyin hasarı, serebral palsi, multipl skleroz, Parkinson hastalığı, Guillain-Barre Sendromu, muskuler distrofiler ve denge bozuklukları gibi nörolojik rahatsızlıkların tedavisinde etkin bir şekilde kullanılır. Ayrıca, kas-iskelet sistemi ve spor yaralanmaları, kırıklar, kireçlenmeler, fibromiyalji, osteoporoz ve obezite rehabilitasyonunda ve protez ve diğer ortopedik operasyonlar sonrası rehabilitasyonda hidroterapiden yararlanılır.
Hidroterapinin hangi durumlarda uygulanması sakıncalıdır?
Hidroterapi; ateş, aktif enfeksiyon, açık yaralar, kontrolsüz epilepsi, ciddi solunum ve kalp problemleri ve havuz içi kimyasallara karşı allerji gibi durumlarda uygulanmaz.
Hidroterapi nasıl uygulanır?
Hidroterapinin en yaygın kullanım alanı olan havuz içi egzersiz tedavisi, bu konuda eğitimli ve deneyimli bir hidroterapist yardımıyla uygulanır. Hidroterapist hasta ile birlikte tedavi havuzuna girer ve hastanın egzersizlerine yardım eder veya gözetim yapar. Seans süresi ve sıklığı hastanın durumuna veya ihtiyacına göre belirlenir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Spina Bifida Nedir?
Spina bifida, fetal dönemde omurilik ve omurganının kapanmaması ile ortaya çıkan doğumsal anomalidir. Çocukluk döneminde özürlülüğe neden olan en sık 2. hastalıktır. İnsan hayatında karşılaşılabilen en karmaşık doğumsal anomalilerden biridir. Kas-iskelet ve genitoüriner sistemi etkileyen kompleks bir sendromdur. Sıklığı 1000 1-2 dir. Folik asit kullanımın bu sıklığı yaklaşık %70 oranında azaltabilmektedir.
Embriyonel hayatın ilk haftalarında omurilik ve omurganın kapanma defektidir. Miyelomeningosel, spina bifida, spina bifida sisitika ve myelodisplazi terimleri eş anlamlı olarak kullanırlar. Defekt genellikle doğumda sırt ya da bel bölgesinde dıştan bir kesenin varlığı ile fark edilir. Kesede genellikle omurilik ile ilgili yapılar bulunur. Defekt omurganın her hangi bir seviyesinde görülse bile en sık bel bölgesinde görülür.
Spina Bifida Klinik Tipleri Nelerdir?
- A) Spina Bifida Sistika
Spina bifidanın kistik formudur. Meningosel, miyelomeningosel ve miyeloşiz olmak üzere üç tipi vardır.
- Meningosel; kistik genişlemedir. Defekt deri ile kaplıdır, nörolojik yapılar kanal içinde olup, fazla hasara uğramadıkları için nörolojik hasar olmayabilir.
- Miyelomeningosel, fıtıklaşan kese içinde omurilik zarları, sinir kökleri ve omuriliğin kendisi vardır. Spina bifidanın en önemli ve en sık karşılaşılan tipidir. Nörolojik problemler sık görülür. Bebek doğduğunda cerrahiye yönlendirilip, defektin kapatılması sağlanılmalıdır.
- Miyeloşisiz; En şiddetli formudur, sinir dokusu tamamen açıktadır.
- B) Spina Bifida Okülta
Omuriliğin tutulmadığı sadece omurganın arka bölümündeki kemik defektidir. Sakral bölgede dermal çukur, saç demeti veya pigmentasyon artışı olabilir. Çok sayıda sağlıklı kişide görülebilir.
Spina Bifida Risk Faktörleri Nelerdir?
Bir çok risk faktörü sayılabilmekle beraber kesin nedeni belli değildir. Nöral tüpün normal prenatal gelişimi 16. günde başlar ve 28. günde tamamlanır. Kapanma defektleri bu dönemde oluşur. Yani anne gebe olduğundan haberi olmadan önce defekt oluşmuştur.
- Folat eksikliği, annenin folat düzeyinin arttırılması nöral tüp defektlerin oluşumunu ve nüksünü önemli oranda azaltmıştır.
- Vitamin B12 eksikliği
- Anne yaşı; 40 yaş üstü ve 19 yaş altındaki annelerde sık
- Genetik
- Toksik maddelere maruz kalma; özellikle zirai ilaçlara maruz kalma
- Annenin gebelikte vücut ısısın yüksekliği, gebeliğin ilk trimestrında aşırı sıcaklıktan kaçınmak gerekir.
- Aşırı kahve tüketimi, özellikle gebelikten önceki bir yıl aşırı kahve tüketimi, ancak kafeinli çayın koruyucu etkisi vardır.
- İlaçlar; metotraksat, trimetoprin, sülfonamidler, antidepresanlar, antiepileptikler
- Pregestasyonel diyabetli kadınlarda yüksek riskli
- Obezite
Klinik Belirtileri Nelerdir?
- Tutulan bölgeye göre kollar veya bacaklarda güç kaybı, paralizi
- Gevşek ya da spastik paralizi
- Duyu kaybı
- Hidrosefali
- Gergin kord
- Nörojenik mesane ve bağırsak
- Skolyoz
- Kalça çıkığı, kalça ve dizlerde kontraktür, ayak deformiteleri
- Yaralar
- Obezite, boy kısalığı, erken ergenlik
- Kırıkların eşlik ettiği artmış osteoporoz riski
- Görsel algısal becerilerde, dikkatte ciddi bozulmalar
- Seksüel disfonksiyon ve fertilite
- Artmış depresyon sıklığı
- Yüksek latex alerjisi
Spina Bifida Tedavisinde Neler Uygulanır?
Prenatal tedavi
Fetusta spina bifida varlığını veya olasılığını belirlemek için anne serum alfaprotein (AFP) ve ya ayrıntılı USG sık kullanılmaktadır. Serum AFP ölçümü döllenmeden 16-18 hafta sonra yapılır. Ayrıntılı USG gebeliğin 14-16. haftasında spina bifida varlığını ortaya çıkarabilir. Bunların sonucunda spina bifida tanısı kesinleşirse gebelik sonlandırılabilir ya da gebeliğini sonlandırmayan aileler güvenli bir doğum için hazırlanır. Böyle bebekler kapsamlı bir merkezde sezeryan ile doğurtulmalıdır.
Neonatal Tedavi
Öncelikle defektin enfeksiyon riskini azaltmak, var olan nörolojik fonksiyonu korumak için doğumdan sonraki ilk 48 saat içinde kapatılması gerekir. Hidrosefali olanlarda şant gerekebilir. Hastaların çoğunda nörojen mesane vardır. Böbrek hasarını önlemek için ürolojik ve nefrolojik tedaviye doğumdan sonra hemen başlanılmalıdır.
Spina Bifida Rehabilitasyonda Neler Yapılır?
Erken rehabilitasyon mesane ve bağırsak bakımını, kontraktür, kalça çıkığı ve omurga deformitesini önlemeyi, ortezlerle normal yürümeyi ve tekerlekli sandalye kullanımını kapsar. Ailelere erken dönemde bebeğin pozisyonlanması, kucakta tutulması, transferi, kalça ve diz kontraktürü olanlarda eklem hareket açıklığı egzersizleri öğretilir. Rehabilitasyon lezyon düzeyine, çocuğun yaşına, eşlik eden sorunlara göre yapılmalıdır.
Spina Bifidada Sık Görülen Sorunlar Nelerdir?
Kalça Problemleri ve Tedavisi: Çocuklarda kalça deformiteleri kalça çevresi kasların güçsüzlüğü ve dengesizliğinden kaynaklanır. Düzgün tedavi edilmediğinde pelvik eğilikle ve sonrasında skolyoza neden olabilir. Kalça deformitelerini düzeltme cerrahisi daha çok kalça kontraktürlerini düzeltmek için yapılır.
Skolyoz Tedavisi: İlerleyici skolyoz doğumsal omurga malformasyonları, kas dengesizliği ve bazı norolojik bozukluklara bağlı olabilir. Skolyoz derecesi 50 dereceden az olanlarda oturma dengesini düzeltmek, büyüme sırasında eğimi kontrol etmek, cerrahiyi geciktirmek için spinal ortez ve fonksiyonel güçlendirme egzersizleri verilebilir. Skolyoz cerrahisi tartışmalıdır. Oturma fonksiyonu sınırlı olanlarda ameliyat oturma dengesini düzeltebilir.
Kırıklar: Alt ekstremitelerde sık görülür. Yürüyen hastalarda sıklıkla düşmeler sonrasında görülür. Yürüyemeyenlerde ise daha çok kemik erimesinden kaynaklanır. Ağrı duyusu olamdığından çok faredilmeyebilir. Ancak eritem,şişlik, lokal ısı artışı olabilir. Spina bifidalı çocuklarda kırıklar çabuk iyileşir. Cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilmelidir.
Spina Bifida Yürüme Nasıl Olur?
Spina bifidalı çocuklarda yürüme olasılığı öncelikle lezyon düzeyine, ortopedik deformitelerin şiddetine, bilişsel fonksiyonlarına, cerrahi, motivasyon, obezite ve yaş gibi etmenlere bağlıdır. Uygun destek, cerrahi, rehabilitasyon ve ortezleme ile bir çok spina bifidalı çocuk yürüyebilir.
Erişkin Spina Bifidalı Hastalardaki Sorunlar Nelerdir?
- Ağrı; sık yakınmadır. Özellikle sırt, boyun, bacak ağrısı görülür. Omuz ve dirsek ağrıları daha çok aşırı kullanıma bağlıdır.
- Skolyoz; adolesan döneminden sonra ilerlemez, ancak postür ve oturma bozuklukları, basınç yarası, yürüme kaybı, solunum fonksiyon yetmezliği ve ağrıya neden olabilir
- Osteoporoz
- Nörolojik problemlerin artması; şant tıkanıklığı, omuriliğin gerilmesi sonucu gelişebilir
- Basınç yaraları, yanıklar duyu kaybının sonucu gelir
- Böbrek yetmezliği
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Sinir Sıkışması
Hareket etmemizi sağlayan uyarıların beyin ve omurilikten itibaren ilgili kaslara iletimi sinirler vasıtasıyla olur. İnce bir elektrik kablosuna benzetebileceğimiz sinirler, hareketin yanı sıra duyuların iletilmesinden de sorumludur.
Sinir Sıkışması Nedir?
Normal koşullarda duyu ve hareket özelliğinin bir arada uyum içinde çalışması sayesinde kolların, bacakların, el ve ayakların tüm hareketleri kusursuz biçimde gerçekleşir ve herhangi bir yakınmaya yol açmaz; ancak bazı hallerde el ve ayak kaslarına giden sinirler ince kanallardan geçerken basıya uğrar ve sinir sıkışması meydana gelebilir.
Sinir sıkışmaları içinde en sık görüleni “Karpal Tünel Sendromu” olarak bilinir ve el bileğiyle birlikte el parmaklarını etkiler.
Elin ilk dört parmağına giden median sinirin el bileği hizasında sıkışmasıyla ortaya çıkan bu rahatsızlık, meslek gereği ellerini çok kullananlarda ve ev hanımlarında sık görülür.
Sinir Sıkışması Belirtileri Nelerdir?
En önemli belirtisi gece uykudan uyandıran el uyuşmalarıdır. Bazen ağrı da olabilir ama uyuşmalar genelikle ön plandadır; hastalar ellerini silkeleyince rahatladıklarını belirtir.Gün içinde bu yakınmalar tekrarlar ve zamanla el parmaklarının kuvveti azalır, elde tutulan eşyalar düşmeye başlar. Özellikle sivri burunlu, yüksek topuklu ayakkabı giyenlerde ve ağır işlerde çalışanlarda ayak bileğinde ve ayak parmaklarında benzer bir durum gelişir ve “Tarsal Tünel Sendromu” olarak adlandırılır. Benzer yakınmalar ayak bileği ve ayak parmaklarında ortaya çıkar.
Sinir Sıkışması Nasıl Tedavi Edilir?
Her iki sinir sıkışması rahatsızlığında öncelikle kesin tanının konması gerekir. İlk muayenenin ardından EMG adı verilen hassas bir sistemle sinir iletilerinin ölçülmesi gerekir. Bu inceleme sonucunda çok ilerlemiş olmayan ve henüz kuvvet kaybı gelişmemiş olgularda tıbbi tedavilerle birlikte fizik tedavi yöntemlerine başvurulur. Elin istirahatini sağlayan uygun bir atel verilir ve bazı durumlarda enjeksiyon tedavisi uygulanabilir. Sinirin sıkıştığı bölgede rahatlaması ve iyileşmesinin hızlanması için fizik tedaviden yararlanılır.
En çok kullanılan fizik tedavi araçlarının başında su tedavisi, ultrason, parafin, lazer ve manyetik alan tedavileri sayılabilir. Daha sonra uygun egzersizlerle kasların güçlenmesine ve elastikiyetin artırılmasına çalışılır. İlerlemiş olgularda ise cerrahi yöntemlere başvurulur. El veya ayak bileğine yapılan ameliyatla sinirin geçişi rahatlatılır. Ameliyattan sonra 15- 20 seanslık bir fizik tedavi ve rehabilitasyon programı uygulanarak eklem sertliklerinin giderilmesine ve kasların güçlendirilmesine çalışılır. Daha sonra aynı rahatsızlığın tekrarlamaması için mesleki faktörlerin düzeltilmesine çalışılır, el ve ayağın kullanımıyla ilgili hataların düzeltilmesine yönelik eğitim ve egzersizler yaptırılır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Osteopati nedir?
Osteopatinin Yunanca “osteon” (kemik)ve “pathos” (acı çekmek) tan gelir.“Aslında osteopati tüm vücudun iyilik halini hedefler ve tanımlar. Doğal bir tedavi yöntemi olan osteopati, Dünya Sağlık Örgütü tarafından bilimsel bir tedavi olarak kabul görmüştür. Osteopati hastalıkların tanı ve tedavisinde uygulanabilir. Eller kullanılarak uygulanan bir yöntemdir.osteopati 3 ana başlıkta uygulanır: Kas iskelet sistemini ritmini düzenleyen paryetal osteopati, içorganların birbirleri ile olan ilişkilerini ve vejetatif sinir sistemi ile olan ilşkisini düzenleyen visseral osteopati ve beyin ve omurilikteki bos akışını düzenleyen kranial osteopati . Osteopati sonuçlardan çok nedenleri tedavi etmeye odaklanır. Şikayeti başlatan sebebi bulmayı hedefler. Yani ayak burkulması sonrası olan omuz ağrı ve kısıtlılığını ayak üstünden tedavieder.
Osteopati nasıl uygulanır?
Osteopati bu konuda eğitimli hekimler tarafından yapılan osteopatik muayene sonrası konulan tanıya göre elle yapılan manuel bir tedavi yöntemidir. İlaç yada medikal bir şey kullanmadan yapılan manevralarla vücudun kendi kendini tedavi etmesi sağlanır.
Osteopatinin mantığı nedir?
Osteopati Dr Andrew Taylor Still tarafından geliştirilen bir yöntemdir. “Still, herhangi bir bozukluğun ilk başta fark edilemese bile vücuttaki mevcut olan başka bir düzensizlik sonucu ortaya çıktığını düşünüyordu. Bu inanç günümüzde ki bütüncül tedavilerin esas temelidir. Örneğin, ince bağırsağın vücuda asılı kalmasını sağlayan bir bağdaki problem çorap giyerken belinizin tutulmasına neden olabilir. Yada yüksek topuklu ayakkabı giymeye bağlı bacak kaslarınız kısalır ve fasya bağlantıları ile tedaviye cevap vermeyen baş ağrıları yaşaya bilirsiniz. Çözüm olarak bacak kaslarınızı uzatan egzersizlerle baş ağrısını tedavi edebilirsiniz. Ceryanda kaldınız ve vücudunuz bir yana eğildiyse psoas kasınızda spazm vardır. Bunu basit bir osteopatik psoas masajı ile düzeltebilirsiniz.
Osteopati hangi hastalıklarda faydalıdır?
- Bel, boyun, sırt ağrılarında ve fıtıklarında
- Migren ve gerilim tipi baş ağrılarında,
- Skolyoz, kifoz gibi postür bozukluklarında
- Ameliyat sonrası ağrı ve yapışıklıkların giderilmesinde
- Kronik yorgunlukta, Uyku bozukluklarında
- Spor yaralanmalarında,
- Dolaşım sorunları rahatsızlıklarında, ( kan ve lenfatik sistem)
- Yürüme, denge ve koordinasyon bozukluğunda
- Fibromyalji sendromunda
- Eklem sertliği, kireçlenme gibi artrozik değişikliklerde
- Eklem blokajları, omurga ve costa blokajlarında,
- Kabızlık, ishal, idrar kaçırma, hazımsızlık, gaz, karın ağrısı, spastik kolon, pitozis ve hazım organlarının fonksiyon bozukluklarında destekleyici tedavi olarak visseral osteopati kullanılır.
- Bebeklerde yutkunma, kusma, kafa şekil bozukluğunda cranio-sakral osteopati kullanılabilir.
- Alerjik ve kronik hastalıklar,
- Akut ağrılar,
Osteopatik tedavi hangi aralıkla yapılır?
Osteopatik tedavi hastaya ve hastalığın tedavisine göre planlanır. Genellikle hafta da bir yapılır. Tedavi aralarında hastaya egzersiz ve doğru beslenme önerilerinde bulunulur.
Osteopatinin yan etkisi var mıdır?
Osteopati oldukça yumuşak bir tedavidir ve doğru uygulandığında herhangi yan etkisi yoktur. Hamilelerde güvenli olarak kraniosakral osteopatik tekniklerle bel boyun sırt ağrıları tedavi edilebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Boyun Ağrıları
Boyun ağrısı çok yaygın görülen bir sağlık sorununu oluşturmakta ve her cins ve yaşta insanda görülebilmektedir. Boyun ağrıları bel ağrılarına göre daha az görülmekle birlikte, boyun ağrısı toplumun üçte birinde görülmektedir. Büyük çoğunluğu hafif şiddette ve kısa sürede kendiliğinden iyileşmektedir. Nadiren çok ağrılı, hatta özürlülüğe neden olacak kadar ağır da olabilir.
Boyun ağrıları, başın arka kısmı, omuz çevresi, kol ve göğüs ön kısmına da yayılabilir. Boyun ağrısıyla birlikte kolda ve elde uyuşma, baş dönmesi, dengesizlik ve baş ağrısı görülebilir.
Boyun ağrısı görülme oranı yaşla birlikte artmaktadır. Günlük yaşamdaki gerilimler ve iş stresi boyun ağrısını arttırır. Boyun ağrısı ile hastanın yaptığı iş arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Ağrı işte çalışanlarda ağrı daha fazladır. Uzun süre sabit pozisyonda kalarak çalışma (masa başında çalışanlar, montaj işçileri, müzisyenler) da boyun ağrısını arttırmaktadır.
Akut boyun ağrılarının çoğunda özel bir neden bulunamaz, ancak %95’inde mekanik nedenler hakimdir.
Boyun ağrısı nedenleri;
1-Kemik yapılara bağlı
- Doğumsal: Tortikolis, Klippel-Feil sendromu
- Travmatik: Kırıklar, kayma, fıtıklar
- Kireçlenmeler, kanal darlığı
- Romatizmal: Ankilozan spondilit, romatoid artrit, polimiyozit, polimiyalji romatika
- Tümörler
- Enfeksiyonlar
2-Yumuşak dokulara bağlı
- Postür bozuklukları
- Fibromiyalji ve miyofasiyal ağrı sendromu
- Sinir ve damar problemleri
3-Yansıyan ağrılar
4-Endokrinolojik ve metabolik
- Osteoporoz
- Paratitoid hastalığı
- Paget hastalığı
4-Psikolojik
Boyun ağrıları süreye göre nasıl sınıflandırılır?
1-Akut: 1 aydan az sürer.
2-Subakut: 1-3 ay arası sürer.
3-Kronik: 3 aydan uzun sürer.
Boyun ağrılarında Öykü
Boyun ağrısında öykü en az fizik muayene kadar önemlidir. Özenli ve kronolojik bir öykü alınmalı ve ağrı ayrıntılı bir şekilde sorgulanmalıdır. Ayrıca geçirdiği travmalar (fiziksel ve psikolojik) ve operasyonları, alışkanlıklarını, aile öyküsünü, hastanın sosyal durumunu, işini hobilerini içermelidir.
Mekanik boyun ağrısı, fiziksel aktiviteyle artar, uzanıp istirahat etmekle ve sıcakla azalır, sabah tutukluğu olsa bile kısa sürelidir. Romatizmal ağrılar ise dinlenme süresi uzadıkça artar, hafif fiziksel aktivite ile hafifler ve 1 saatten daha uzun bir sabah tutukluğu ile birliktedir. Kanser ağrıları sinsi başlar, gece artar, kalkıp hareket etmekle hafiflese bile ilaç tedavisiyle azalmaz.
Hekim tarafından fizik muayene yapılır. Fizik muayenesi sırasında hastanın duruşu ve boynu incelenir, yumuşak dokular kontrol edilir, hastanın boynunu ne kadar hareket ettirebildiği değerlendirilir. Ayrıca özel uyarıcı manevralar ve sinir basısına ait belirtiler varsa nörolojik değerlendirme yapılır.
Boyun ağrısında tanısal yöntemler nelerdir?
- Boyun ağrısı nedenini saptama olasılığı 20-50’li yaşlarda %20’yi, tüm yaşlarda ise %12-15’i geçmemektedir. Bu nedenle olguların çoğunda ilk değerlendirme sırasında yardımcı inceleme yöntemlerine gereksinim duyulmaz.
- Enfeksiyonlar, romatizmal problemler, kanserler, kemiğin yaygın hastalıklarında mutlaka laboratuar incelemeler yapılmalıdır.
- EMG ve sinir iletim çalışmaları
- Boyun ağrılı olgularda en çok sinir kökü basısı olasılığında yapılır. Hangi sinir köküne baskının olduğu ve ciddiyetini göstermekle birlikte kas ve sinir sistemini tutan hastalıklarının ayırımını yapar.
- Görüntüleme yöntemleri
- Boyun ağrılı hastalarda radyografi, BT, MR, EMG veya kemik sintigrafisi gibi daha ileri tanısal incelemelerinin hiçbirinin, öykü ve fizik muayenenin yerini tutamayacağı ve tedavinin bu inceleme sonuçlarına göre değil hastaların şikayetlerine göre planlanması gerektiğini unutmamak gerekir.
Hangi durumlarda görüntüleme incelemeleri yapılmalıdır?
- İleri yaş
- Yeni geçirilmiş travma
- Uzamış kortizon kullanımı
- Kanser varlığı
- Enfeksiyon varlığı
- Ateş olması
- 6 ay içinde %10 kilo kaybı
- İnatçı ağrı varlığı
- Nörolojik belirtilerin olması
Boyun ağrılarında tedavi ilkeleri nelerdir?
Tedavide ilk olarak hastayı rahatlatmak amacıyla ağrı-spazm-ağrı kısır döngüsünü kırmak için ağrıyı gidermek ve spazmı azaltmak, tekrarlamayı önlemeye yönelik tedbirleri almak ve biyomekaniği düzeltmek şeklinde bir yol izlenir. Tedavide kullanılan başlıca yöntemler şunlardır:
Yatak istirahatı ve boyunluk
Hasta öncelikle ağrısının olası nedenleri hakkında bilgilendirilmeli ve hastalığı konusunda eğitilmelidir. Akut ağrılarda 2-3, radiküler ağrıda ise 7 gün istirahatın yeterli olduğu ve 1 haftadan daha uzun süreli istirahatın eklemlerde hareket azlığına, yumuşak doku kısalmalarına ve kas kuvvetinde ve kardiyovasküler kondisyonda azalmaya yol açtığı saptanmıştır. Bu nedenle akut boyun ağrılarında yatak istirahatının yerine aktivite düzenlemeleri yapılmalıdır.
Boyunluk kullanımı travmaya bağlı olmayan akut boyun ağrılarında kısa süreli kullanılmalı ve 1.5 ayı aşmamalıdır. Uzun süreli kullanımlarda boyun kaslarında kuvvet ve hacim kaybı oluşabileceğinden mutlaka egzersizler yapılmalıdır.
İlaç Tedavisi
İlaç tedavisinin amaçları nelerdir?
- Ağrıyı azaltmak
- Fiziksel fonksiyonu ve hareketi artırmak
- Ağrı ve diğer şikayetlerden dolayı bozulan uyku düzenini yeniden sağlamak
- Ağrı ve rahatsızlık nedeniyle bozulan sosyal yaşamı düzeltmek
- Ağrı ve fiziksel yetersizlik nedeniyle oluşan iş kayıplarını önlemek
- Ağrıya bağlı gelişen anksiyete, gerginlik ve depresyonla mücadele etme
- Boyun ağrılarında hastanın durumuna ve hastaya göre ağrı kesici ilaçlar, kas gevşeticiler, antidepresanlar, kortikosteroidler, antiepileptikler kullanılabilir.
Fizik Tedavi uygulamaları
Tedavide en önemli yeri kaplayan fizik tedavi seansları ve egzersiz programları, şikayetleri azalttıkları ve güvenle uygulanabildikleri için uzun yılardan beri kullanılmaktadır.
Fizik tedavide sıcak uygulama, TENS veya interferans gibi ağrıyı azaltmaya yönelik akımlar, ultrason, lazer, hilterapi, traksiyon, kupa tedavisi, masaj, bantlama, kuru iğneleme, tetik nokta enjeksiyonları, mobilizasyon ve manipülasyon uygulamaları yapılabilir.
Egzersizler
Boyun ağrılarında egzersizin temel amaçları nelerdir?
- Boyun ve omuz hareketlerinin ağrısız ve tam hareket açıklığının sağlanması
- Kasların tam kuvvet, dayanıklılık ve dengesinin sağlanması
- Fiziksel işlev kaybına engel olunması
- Tekrarlardan korunma
- Fiziksel uyumu sağlama
- Kronik boyun ağrılı hastaların daha üretken bir yaşama dönüşünü kolaylaştırma ve hayat kalitesini artırma
Akut dönemde egzersizler, ağrıyı azaltmayı ve zarar görmüş olan yapıları daha fazla hasarlanmadan korumaya yöneliktir. Subakut dönemde, hasara uğramış ve destekleyici yapıların fonksiyonlarını yeniden kazandırmayı amaçlar. Kronik fazda ise, iyileşmedeki psikolojik problemleri ve fiziksel işlev azalmasını ortadan kaldırmayı amaçlar.
Boyun ağrılarında eklem hareket açıklığı, germe, kuvvetlendirme, postür, koordinasyon ve aerobik kondisyon egzersizleri faydalıdır.
Kaplıca tedavisi ile ağrı eşiğinde ve kas spazmında azalma ve yaşam kalitesinde artma sağlanmaktadır.
Cerrahi tedavi gerekli midir?
Boyunla ilgili aşağıda belirtilen sorunlarda cerrahi tedavi (ameliyat) gerekmektedir.
- İlerleyici kas gücü, his ve refleks kaybı olacak şekilde omuriliğe bası yapan boyun fıtığı olması
- Omurgada tümör veya abse olması
- Tedaviye rağmen şikayetlerin 3 aydan uzun sürmesi, dayanılmaz olması ve yaşam kalitesini bozması
- Omurga kırığı ve ciddi düzeyde omurga kayması olması
- Omurilikte basıya bağlı ciddi nörolojik problemlerin varlığında
Boyun ağrısı olan kişilere faydalı öneriler
- Asla ağır cisimleri kaldırmayın, çekmeyin ve itmeyin. Taşıyacağınız yükleri eşit olarak her iki elinize bölün.
- Başınızla yük taşımayın. Baş seviyesinin yukarısına doğru yük kaldırmayın.
- Asla ağır cisimleri kaldırmayın, çekmeyin ve itmeyin. Taşıyacağınız yükleri eşit olarak her iki elinize bölün.
- Boynunuzu sürekli öne eğik veya aynı pozisyonda sabit tutmayın.
- Telefonu konuşurken boyun-omuz arasına sıkıştırmayın.
- Otururken sırtınızı düz tutun ve yaslanın.
- Gerekirse boyun kıvrımınıza uyan boyun yastığı ile boynunuzu takviye edin.
- Yatak dışında boynunuz düşercesine uyuya kalmayın.
- Aşırı yüksek yastık kullanmayın.
- Çalışma şartlarınızı ve koşullarınızı iyi düzenleyin.
- Özellikle bilgisayar ve masa başında 30 dakikada bir pozisyon değiştirin.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Omuz Ağrıları
Omuz ağrıları sık görülen bir kas iskelet sistemi problemidir. Toplumda omuz ağrısı, bel ve boyun ağrılarından sonra üçüncü sırada yer almaktadır. Omuz ağrısı özellikle kolunu kullanarak çalışan kişilerde doktora başvurma nedenleri arasında ilk sıralarda yer alır. Omuz ağrısının sık görülmesinin en önemli nedenlerinden biri omuz ekleminin insan vücudunun en hareketli ve en karmaşık eklemi olmasıdır. Omuz ekleminin etrafında kapsül, ligaman, tendon, bursa ve kaslardan oluşan yumuşak dokular yer alır. Eklemin sağlam bir yapısının olmasını ağırlıklı olarak eklem etrafındaki yumuşak dokular sağlarlar. Bu durumda omuzda yumuşak doku lezyonlarının sık görülmesine neden olur.
Omuz ağrısının nedenleri nelerdir?
En sık karşılaştığımız omuzun kendi yapılarından kaynaklanan omuz ağrılarıdır. En başta omuzun tendonlarını ilgilendiren sıkışma sendromu (impingement) ve rotator kılıf sendromu gelmektedir.
Donuk omuz, tendinitler (bisipital tendinit), tendonlara kireç birikimi ile oluşan kalsifik tendinitler, osteoartrit (kireçlenme), omuz gevşekliği ya da omuzun yarı çıkıkları (subluksasyon), miyofasyal ağrı sendromu denilen omuzun çevresindeki kaslara bağlı zorlanma ağrıları en çok görülen problemlerdir. Omuz çevresi kasların sinirlerinin hasarına bağlı olarak da omuz ağrıları görülebilir ve omuzda kuvvetsizlik, zayıflık daha ön plandadır. İltihaplı romatizmal hastalıkların çoğunda omuz etkilemektedir (romatoid artrit, spondiloartropati, polimiyalji romatika). Ayrıca omuz bölgesindeki kemik ve yumuşak dokulardan kaynaklanan tümöral rahatsızlıklar, enfeksiyonlar da omuz ağrısına neden olabilir.
Daha az karşılaştığımız nedenler ise omuz dışı yapılardan kaynaklanan ağrılardır. Akciğerin üst bölgesinin kanserleri, karaciğer, mide safra kesesi, dalak problemleri, kalp rahatsızlıkları da omuz ağrısı ile karşımıza çıkabilmektedir. Boyun fıtıklarının omuza yayılan ağrı yapması dolayısıyla boyun ağrısı yapan nedenlerle omuz ağrısı yapan nedenlerin sıklıkla karışabileceği unutulmamalıdır.
Sıkışma sendromu (impingement) nedir?
En çok görülen omuz ağrısı nedeni sıkışma sendromudur. Sıkışma sendromu, kolumuzu kaldırmamızı sağlayan kasların tendonlarının ve bu bölgedeki kesenin omuzu oluşturan kemik yapılar arasında sıkışması sonucunda görülür. Elini yukarda kullanan mesleklerde, ev hanımlarında, yüzme ve voleybol gibi spor yapan sporcularda daha sık görülmektedir. Sonuç olarak bu problem omuzu kötü kullanma veya aşırı kullanma hastalığıdır. Bu sendromun önemi gerekli tedavi yapılmaz ve önlemler alınmazsa tendonlarının tamamiyle yırtılmasıyla sonuçlanabileceğidir.
Yakınmalar sıklıkla omuzun ve kolun kullanılması sonucu ortaya çıkar. Zamanla ağrı devamlı olmaya başlar. Özellikle geceleri hastayı uyutmayan ağrı haline dönüşür. Hastanın giyinme soyunma gibi günlük yaşam aktivitelerini etkileyecek düzeye gelir.
Sıkışma sendromunun tedavisi nasıl yürütülür?
Tedavisinde kolu zorlayıcı hareketlerden kaçınılması ve elin baş üzerinde kullanılması önlenmelidir.Eerken dönemde soğuk uygulama (buz paketleri) yanında ağrı kesici ve anti romatizmal ilaçlar kullanılır. Omuza yapılan enjeksiyonlar (lokal aneztezik,steroid,ozon,mezoterapi) ağrının azaltılması ve inflamasyonun geriletilmesinde önemlidir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları impingement sendromunun tedavisinde son derece önemlidir. Termal modaliteler (sıcak uygulama), elektroterapi (TENS,iyontoforez), ultrason ve yüksek yoğunluklu lazer tedavisi (hilterapi) ve fizyoterapist eşliğinde yapılan egzersizi programları ile kontrol altınan alınmaya çalışılır. Bu tedavi programı sonunda omuzun doğru kullanılması ve sıkışmaya yol açmadan omuzun kuvvetlendirilme egzersizlerine devam edilmesi çok önemlidir. Koruyucu tedavi yöntemleri ile yeterli sonuç alınamayan hastalarda cerrahi girişim söz konusu olabilir.
Rotator Kılıf Yırtıkları nedir? Tedavisi nasıldır?
Rotator kılıf yaralanmaları omuzda en sık görülen yaralanmadır. Rotator kılıf tendonlarında kısmi ve tam kat olmak üzere iki tip yırtık tanımlanmaktadır. Rotator kılıf yırtıklarının patofizyolojisi intrinsik ve ekstrinsik teorilerle açıklanmaktadır.İntrinsik avaskülarizasyon (damar yapısının etkilenmesi), sigara kullanımı, kolestrol ve yaşa bağlı gelişen dejeneratif değişiklikler intrinsik sebepler olarak sayılmaktadır. Ekstrinsik nedenlerde ise subakromiyal sıkışma, tekrarlayıcı aktivite,akromion yapısı ve travmalardır. Rotator kılıf hasarlanması sonucu, tendonda tendinozis ile başlayan ve tam kat kalınlık yırtığı ile sonlanan bir dizi değişiklik meydana gelebilir. Yaş ile birlikte sıklığı artış gösterir. İleri yaş grubunda tam kat RK yırtıklarında hastaların bir kısmı asemptomatik (belirti vermeyebilir) olabilir ve >70 yaş bireylerin %50’den fazlasında RK yırtığı vardır. Rotator kılıf lezyonlarının erken tanısı yalnızca tedavi programını kolaylaştırmaz, aynı zamanda hastanın ağrı ile giderek artan hareket kısıtlılığı nedeni ile oluşan yaşam kalitesindeki olumsuzluğu da azaltabilir.Tedavisinde koruyucu (konservatif tedaviler) ve cerrahi tedaviler olabilir. Koruyucu tedaviler arasında fizik tedavi uygulamaları,eklem içi enjeksiyonlar (hiyalüronik asit,ozon) ve ilaç tedavileri olabilir.
Donuk omuz nedir?
Adeziv kapsülit omuz ağrısının sık nedenlerindendir. Omuz ekleminde sinovit ve kapsül kontraksiyonuna bağlı gelişir. Omuzda yaygın ağrı ve hassasiyetle beraber, omuz ekleminin tüm düzlemlerdeki hareketlerini kısıtlar. Uyutmayacak derecede şiddetli omuz ağrısı, günlük işleri yapmayı güçleştirecek ölçüde ağrı ve kolu belli bir noktadan öteye kaldırmak veya döndürmekte güçlük çekilir. İleri vakalarda kişisel temizlik, dolaptan herhangi birşey alma gibi günlük fonksiyonlarını yapmakta zorluk çekebilirler. Donuk omuz 2-3 yıl sürebilen bir hastalıktır. Üç dönemi vardır. Birincisi ağrılı dönemdir ve 1 yıl kadar sürebilir. Bu dönem diğer omuz ve boyun problemleri ile çok sık karışabilen bir dönemdir. İkinci dönem ise omuzun tam olarak donduğu dönemdir. Ağrı azalır fakat hasta günlük yaşam aktivitelerini yapamayacak derecede omuz hareketleri kısıtlanır. Üçüncü dönem ise çözünme dönemidir.
Donuk omuz nasıl tedavi edilir?
Tedavisinde fizik tedavi modaliteleri, manipulasyon ve egzersizin yanında, ilaç tedavisi ve omuz eklemi içine veya yumuşak dokulara uygulanan enjeksiyonlar yeralır. Fizik tedavi modaliteleri (sıcak uygulamaları, elektroterapi, ultrason, hilterapi) ile ağrının azaltılması, iyileşme sürecinin desteklenmesi sağlanır. Fizyoterapist eşliğinde uygun egzeriz programları, egzersiz cihazlarında yapılan çalışmalar (cpm), su içinde yapılan egzersizler ile omuz eklem hareketlerini açılması ve kolunu günlük yaşamında tekrar kullanması sağlanır.Konservatif tedaviler ile iyileşmeyen vakalarda cerrahi uygulanabilir.
Kalsifik tendinit nedir? Tedavisi nasıl planlanır?
Omuzda şiddetli ağrıya yol açan bir rahatsızlıktır. Bilinmeyen bir nedenle yumuşak dokuda kireç birikimi diyebileceğimiz tendon üzerinde kristallerin çökmesi ile oluşan bir durumdur. Omuz ağrısı zorlayıcı bir aktivite sonrası ani ve şiddetli bir şekilde başlar. Genellikle röntgen filmleri ile tanı konulur. Şiddetli ağrının olduğu dönemde ilaç tedavisinin yanı sıra buz uygulaması ve kalsifik lezyona yapılacak enjeksiyon uygulamaları çok önemli yer tutar. Kronik olgularda ultrason tedavisinin ön planda olduğu fizik tedavi rehabilitasyon programları uygulanır. Ayrıca ESWT (şok dalga tedavisi) uygulaması vardır. Çok dirençli olgularda cerrahi olarak bu kalsifikasyonların çıkarılması gerekebilir.
Omuzun çok sık yerinden çıkmasında ne yapılmalıdır?
Eğer bir omuzda herhangi bir travma olmadan tekrarlayan çıkıklar olmaktaysa bu hastalar çıkığın yönüne göre uygun kasların kuvvetlendirmesini içeren fizik tedavi ve rehabilitasyon programlarından çok fayda görürler. Omuz ağrısı olan genç hastalarda ve sporcularda ilk olarak düşünülmesi gereken problem omuzda bağların gevşekliğine bağlı instabilite dediğimiz çıkmaya eğilimli olma durumudur.
Omuz ekleminde kireçlenme (osteoartrit) nedir?
Yük taşıyan bir eklem olmadığı için omuz ekleminde diz eklemi kadar osteoartrit dediğimiz kireçlenme hastalığı fazla görülmez.Omuz ekleminin hareketi ile ortaya çıkan ağrısı vve hareket kısıtlılığı görülebilir.Tedavisinde fizik tedavi uygulamaları,eklem içi enjeksiyonlar (hiyalüronik asit,ozon) ve egzersizi programları son derece önemlidir.
Omuz ağrılarının değerlendirilmesi nasıl yapılır? Hangi tetkik ve görüntüleme yöntemleri istenebilir?
Omuz ağrılarının çok büyük bölümü yumuşak doku kaynaklıdır. Omuzdaki yumuşak dokuları ve kemik yapıları değerlendirmede omuzun manyetik rezonans (MRI) görüntülemesi detaylı analiz imkanı sağlar. Röntgen filmi (x- ray) daha çok kireçlenmenin beklendiği ileri yaş hastalarında ve travma durumunda istenebilir. Omuz tomografisi de daha nadir olmakla birlikte özellikle ayrıntılı kemik yapının değerlendirilmesinde istenebilir. Sinir etkilenimi düşünülen hastalarda ise EMG tetkiki gerekebilir.Kan tetkikleri ise özellikle romatizmal rahatsızlık,enfeksiyon veya tümöral durum düşünülüyorsa istenebilir. Özellikle yansıyan ağrı düşünülüyorsa diğer organ sistemleri ile ilgili görüntüleme istenebilir (ultrason,ekg,eko,akciğer grafisi).
Omuz ağrılarında fizik tedavi ve rehabilitasyonun önemi nedir?
Omuz ağrısı yapan patolojilerin çoğunda temel tedavi fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarıdır. Ameliyat gerektiren durumlarda ise ameliyat öncesi ve sonrasında fizik tedavi programına almak sözkonusudur. Omuz rahatsızlıklarının uzun süreli kontrolünde, tekrarının önlenmesinde eklemi korumak, zorlayıcı aktivitelerden kaçınmak ve düzenli egzersiz yapmak son derece önemlidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Boyun düzleşmesi nedir?
Boyun bölgesinde yedi adet omur bulunur. Normalde bunların dizilimi “C” şeklindedir. Çeşitli sebeplerle bu dizilim “I” şekline dönebilir, hatta ileri durumlarda ters “C” olabilir. Bu durum boyun düzleşmesi olarak tanımlanır.
Boyun düzleşmesi belirtileri nelerdir?
Boyun düzleşmesinin en sık görülen belirtisi boyun ağrısıdır. Ağrı sırt ve omuza yayılabilir. Buna baş ağrısı da eşlik edebilir. Kola yayılan ağrı, uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük gibi belirtiler de varsa düzleşmeyle birlikte muhtemelen boyun fıtığı da olabilir. Baş dönmesi, mide bulantısı, denge kaybı da ağrıya eşlik edebilir.
Boyun düzleşmesinin nedenleri nelerdir?
- Fiziksel aktivitenin azalması
- Masa başında uzun saatler çalışma
- Uzun süre ekran başında oturma
- Yanlış duruş pozisyonu
- Uzun süre bilgisayar ve telefon kullanmak
Bazı hastalıklarda da boyun düzleşmesi olabilir:
- Dejeneratif disk hastalığı ( kireçlenme )
- Geçirilmiş boyun ameliyatlarına bağlı
- Doğuştan gelen (konjenital) bozukluklar
- Travmalar
- Tümörler ve enfeksiyonlar
Boyun düzleşmesi tanısı nasıl konur?
- Röntgen: Kemik yapısı hakkında iyi bilgi verir. Ancak yumuşak dokuları değerlendirmek için yeterli değildir.
- Manyetik Rezonans görüntüleme: Kısaca MR denilen bu tetkikte radyo dalgaları kullanılarak yumuşak dokular dahil birçok vücut dokusu incelenebilir.
- Bilgisayarlı Tomografi (BT): Açılardan verilen X ışınları ile vücuttaki doku ve organların 3 boyutlu şekli oluşturulur.
Boyun düzleşmesi nasıl tedavi edilir?
Boyun düzleşmesinin tedavisinde hastaların yeterince bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi çok önemlidir. Egzersiz yapma alışkanlığının yerleşmesi sağlanmalıdır. Yüzeysel ya da derin sıcak uygulamaları, gevşeme hareketleri, elektroterapi, birtakım ilaçlarla masaj, akupunktur, nöral tedavi, ozon uygulamaları, mezoterapi, elektromanyetik tedavi gibi tedavi yöntemleri de boyun düzleşmesi vakalarında uygulanan yöntemlerdir.
Yoga, pilates, yüzme gibi tüm vücut kaslarının gevşemesini ve güçlenmesini sağlayan sportif aktivitelerin sürekliliği sağlanmalıdır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Çapraz Bağ Yaralanmaları ve Tedavisi
En sık görülen diz yaralanmalarından biri ön çapraz bağın burkulma ya da yırtılmasıdır. Futbol ve basketbol gibi yüksek performanslı sporlara katılan sporcuların ön çapraz bağlarına zarar verme olasılıkları daha yüksektir. Ön çapraz bağınızı yaraladıysanız, dizinizin tam fonksiyonunu kazanmak için ameliyat olmanız gerekebilir. Bu, yaralanmanızın şiddeti ve etkinlik seviyeniz gibi çeşitli faktörlere bağlı olacaktır.
Ön çapraz bağ (ACL), uyluk kemiği ile kaval kemiği arasında bulunan bağa ön çapraz bağ denilmektedir. Ön çapraz bağ, insan dizinde bir çift çapraz bağ (diğeri arka çapraz bağ) halindedir. Çapraz şeklinde düzenlenmiş oldukları için, aynı zamanda, haç biçimli bağlar olarak da adlandırılırlar. Ön çapraz bağ, dizin dört ana bağından biridir ve ön çapraz bağ, 30 derece ve 90 derece diz bükülmesinde tutma kuvvetinin %85’ini sağlar. Ön çapraz bacağın kontrolünü sağlar. Bacağın kontrolsüz bir şekilde kendini öne atmasına engel olur ve yürüyüşün doğruluğunu sağlar.
Ön çapraz bağ yaralanmalarının sebepleri nelerdir?
Ön çapraz bağdaki tüm yaralanmaların yaklaşık yarısı, eklem kıkırdak, menisküs veya dizdeki diğer bağlara zarar verir. Çapraz bağ yaralanmalarının ana nedeni burkulmalardır. Ön çapraz bağ yaralanmaları ayak sabitken dizin ya da bacağın burkulması sonucunda ortaya çıkar. Dize alınan direk darbeler, yüksekten ani düşmeler ve trafik kazaları sonrasında da oluşabilir.
Burkulmalar şiddetine göre sınıflara ayrılır:
- derece burkulmalar: Bağ hafif hasar görür; ancak yine de diz ekleminin sabit kalmasına yardımcı olabilir.
- derece burkulmalar: Bu çoğunlukla bağın kısmen yırtılması anlamına gelir.
- derece burkulmalar: Bağın tamamen yırtılması durumudur. Bağ iki parçaya ayrılmıştır.
Ön çapraz bağ yaralanmalarının belirtileri nelerdir?
- Ön çapraz bağı yaralanmalarında farklı komplikasyonlar ortaya çıkar. Bunlar:
- Hareket ederken dizde kopma hissi oluşur ve dizden kopma sesi gelir.
- Bölgesel olarak dizde ve tüm bacakta şiddetli ağrı hissedilir.
- Ön çapraz bağ kopmalarında iç kanama nedeniyle dizde ödem, morluk ya da kızarıklık oluşabilir.
- Ödem nedeniyle dizin hareket kabiliyeti düşer ve hareket ettirme zorluğu yaşanır.
- Ön çapraz bağ yaralanmalarında yürüme güçlüğü yaşanır, geçici olarak hastada aksama görülebilir.
- Yürüme esnasında bacakta aniden oluşan hissizlik bacağın hareketini engeller.
- Bazı durumlarda ise dizin yerinden hareket ettiği hissi oluşabilir.
Ön çapraz bağ yaralanmalarında ilk müdahale nasıl olmalıdır?
Ön çapraz bağ yaralanmaları, ağırlıklı olarak sporcularda görülen bir rahatsızlıktır. Ayak yere basılıyken bacağın kendisini boşa alması sonucu oluşan çapraz bağ yaralanması, hastada şiddetli bir ağrıya neden olur. Hastanın bacağında ön çapraz bağ yaralanması oluştuğunu fark etmesi ilk yardımı kolaylaştırır.
Ön çapraz bağ yaralanması bacağın içinde bir şeylerin koptuğu hissine neden olur. Ayrıca bacakta şiddetli ağrı ve hissizlik oluşur. Hatta hasta bacağını kopmuş gibi hisseder. Eğer bu tarz şikayetler varsa ön çapraz bağ yaralanma ihtimali oldukça yüksektir.
Bu durumda ilk olarak yapılması gereken şey hareket etmeyi kesmektir. Hasta ayağıyla yere basmadan sedye ya da kucakta taşınarak hastaneye götürülmelidir.
Ön çapraz bağ yaralanmalarında ağrıyı azaltmak için hastaya soğuk kompresi veya elastik bandaj uygulanabilir.
Ön çapraz bağ yaralanmalarında genellikle herhangi bir tedaviye gerek kalmaksızın; bacakta oluşan şişlik, ağrı ya da kızarıklık yaklaşık 1 hafta içinde kesilebilir. Ardından normal bir şekilde yere basılarak yürünebilir.
Ön Çapraz Bağ Yaralanmaları Nasıl Teşhis Edilir?
Ön çapraz bağ yaralanmalarını teşhis etmek için önce hastanın hastalık öyküsü dinlenir. Bu noktada hastanın sorununu doğru bir şekilde ifade edebilmesi çok önemlidir. Hastanın olay anında ilk olarak ne hissettiği, bacakta bir kopma hissi oluşup oluşmadığı, ayağının boşa çıkıp çıkmadığı hastalığın teşhisini kolaylaştıran etmenlerdir.
Ardından kesin teşhis için röntgen çekilmesi yeterlidir. Röntgen çekilerek uyluk ve kaval kemiği arasındaki bağda kopma varsa kesin olarak teşhis edilebilir.
Ön Çapraz Bağ Yaralanmalarında Fizik Tedavi Nasıl Yapılır?
Ön çapraz bağ yaralanmaları fizik tedavi uygulamaları ile giderilir. Hastalığın ilk aşamasında dizde ciddi oranda ödem ve ağrı oluştuğu için fizik tedavi tam olarak etki etmez. Tam olarak sonuç alabilmek için fizik tedavi uygulamalarının 10 ile 15 gün boyunca devam ettirilmesi gerekebilir.
Yaralanmanın üzerinden 15 gün geçtikten sonra daha etkili ve yoğun bir fizik tedavi planı uygulanır. Böylece hasta fizik tedavi uygulamalarına çok daha etkin bir şekilde katılabilir, iyileşme çok daha hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Diz kireçlenmesi (gonartroz) nedir?
Osteoartrit (kireçlenme) ağırlık taşıyan eklemlerin yaşlanmaya bağlı olarak aşınmasıdır. Diz vücudun en fazla ağırlık taşıyan ve dolayısıyla kireçlenmeden en fazla etkilenen eklemlerinden biridir. Diz ekleminin kireçlenmesine gonartroz denir. Kireçlenme kıkırdaktan başlar, kıkırdak altındaki kemiği, eklem kapsülünü ve eklem çevresindeki bağları etkiler. Hatta ağrıdan dolayı kullanılamayan kaslarda incelmeler ve sertleşmeler olur.
Diz kireçlenmesi (gonartroz) kimlerde görülür?
Diz kireçlenmesi (gonartroz) orta ve ileri yaşlarda görülür. 50 yaşın üzerinde kadınlarda daha sık görülür. Hastalık daha erken yaşlarda da görülebilir. Hastalar genellikle kiloludurlar. Daha önce geçirilen eklem operasyonları, travmalar, spor yaralanmaları, iltihaplı romatizmalar, doğuştan gelen bazı bozukluklar en önemli sebepleridir.
Diz kireçlenmesi (gonartroz) belirtileri nelerdir?
En önemli belirtisi ağrıdır. Önceleri eklemi kullanmakla artıp dinlenmekle geçen ağrılar, hastalık ilerledikçe kalıcı hale gelebilir. Eklemlerde şişlik, kemik çıkıntılar ve şekil bozuklukları ortaya çıkar. Kemik yüzeylerin birbirine sürtünmesi sonucu kıtırtı şeklinde sesler duyulabilir. Eklemlerin hareket açıklığı azalır ve tutulan eklemde işlev kaybı ortaya çıkar.
Diz kireçlenmesi (gonartroz) tanı nasıl konulur?
Çoğu zaman basit bir röntgen grafisi ile tanı konabilir. Erken artroz durumlarında röntgen grafileri normal olabilir, bu durumda MRG (manyetik rezonans görüntüleme) yararlı olabilir.
Diz kireçlenmesi (gonartroz) tedavisinde uygulanan yöntemler nelerdir?
Gonartroz tedavisinde çeşitli ağrı kesiciler, glukozamin preparatları, bitkisel destek ürünleri kullanılabilir. Hyaluronik asit gibi viskosuplementasyon ürünleri eklem sıvısı kalitesini arttırmak, eklem hareketlerini kolaylaştırmak ve ağrıyı gidermek için diz içine iğne olarak yapılabilir. Kortikosteroid iğneleri alevlenme dönemlerinde etkili bir tedavidir. Proloterapi, mezoterapi, ve kök hücre gibi rejeneratif tıp yöntemleri yakın zamanda öne çıkan enjeksiyon tedavi yöntemleridir.
Gonartroz tedavisinde en önemli faktör obeziteden kaçınmaktır. Aşırı kiloların eklemde oluşturduğu anormal yükler, kıkırdak dokusunda geri dönüşü olmayan hasarlara yol açar ve beklenenden çok daha erken yaşta artroz görülmesine neden olur. Hastalık başladıktan sonra da kilo vermek çok önemlidir, kilo vererek hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir ve yakınmalar azaltılabilir.
Düzenli ve zorlayıcı olmayan egzersizler eklem sağlığı için önemlidir. Haftada 5 kez 20-30 dakikalık düşük yoğunluklu egzersiz, hem genel sağlık hem de eklem sağlığı için faydalıdır. Yüzme, yürüyüş, bisiklet, golf gibi sporlar ileri yaşlarda bile yapılabilir.
Diz kireçlenmesinde fizik tedavi nasıl yapılır?
Sıcak veya soğuk uygulamalar, elektroterapi (TENS, elektrik stimülasyonu, vb), ultrason terapisi, kısa dalga tedavisi, kişiye özel egzersizler fizik tedavinin temel bileşenleri arasındadır.
Sıcak ve soğuk uygulamalar; genellikle ödemin belirgin olduğu alevlenme döneminde soğuk uygulama yapılır. Kronik diz kireçlenmesi ağrısında ise sıcak uygulamalar tercih edilir. Sıcak uygulama hotpack, infraruj gibi yöntemlerle yapılabilir.
Su ile tedavi (hidroterapi): Tedavi havuzlarında yapılan su içi egzersizlerde suyun kaldırma kuvveti yardımıyla ekleme binen yük azalır ve egzersiz yapmak kolaylaşır. Germe, kas güçlendirme, aerobik egzersizlerin yanında yürüme, merdiven çıkma eğitimi de havuzda başlanıp hastanın durumu düzeldikçe su dışı normal egzersiz salonuna geçiş yapılabilir.
Manuel terapi eklem ağrısı ve tutukluğunu azaltabilir ancak aktif egzersiz yöntemleri ile kombine edilirse daha yararlı olur.
Masaj diz kireçlenmesinde temel tedaviler arasında olmasa da destekleyici tedavi olarak kas gevşetici, kasları uyarıcı ve eklem sertliğini azaltıcı özellikleri bulunur.
Elektroterapi diz kireçlenmesi tedavisi için kullanılan önemli tekniklerdendir. Cilt üzerine yapıştırılan elektrotlar ile sinir ve kaslar elektrik akımları ile uyarılır. Buna transkutanöz elektriksel sinir stimülasyonu denilir. Sinirlerin uyarımı ile ağrı hissi azaltılır. Kasları uyarmaya yönelik elektrik stimülasyonu ile kas erimesi önlenebilir.
Ultrason terapisinde ses dalgası enerjisi yardımıyla derin dokular ısıtılabilir. Kuvvetli ses dalgası titreşimlerinin ısıtma dışında da etkileri bulunur. İltihabi süreci modifiye edici etki gösterir. Diz kireçlenmesinde ağrı ve tutukluğu azaltabilir.
Kısa dalga diatermi derin dokuları ısıtma amacıyla sık kullanılan bir başka fizik tedavi yöntemidir. Kısa dalga diatermi yönteminde bu amaca göre tanımlanmış frekanstaki elektromanyetik dalgalar kullanılır. Ağrı, kas spazmı, eklem tutukluğu üzerine olumlu etki gösterir.
Bantlama teknikleri ameliyatsız diz kireçlenmesi tedavisi için kullanılabilir. Kinezyolojik bantlama yöntemi ile ağrı azalabildiği gibi kasları uyarıcı ve eklem yapısını destekleyici etki de sağlanabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Huzursuz Bacak Sendromu Nedir?
Huzursuz bacak sendromu (HBS), Willis-Ekbom hastalığı olarak da bilinen, bacakları hareket ettirme dürtüsü veya ihtiyacı ile ortaya çıkan, anormal duyulara karakterize, kronik (süregelen), ilerleyici bir hareket bozukluğudur.Hastalar, karakteristik olarak semptomlarını tarif etmekte güçlük yaşamaktadırlar. Çoğunlukla bacaklarda engel olamadıkları hareket ettirme isteği, acı-yanma-karıncalanma şeklinde çok ağrılı olmayan, fakat oldukça rahatsız edici bir his şeklinde ifade etmektedirler. Bu rahatsızlık istirahat sırasında ortaya çıkmakta, geceleri şiddetlenmekte ve genellikle uykudan uyandıran nitelikte olmakta, bu nedenle de kronik uyku bozukluğu, emosyonel strese yol açmaktadır. Doğru olarak tanı konulduğunda hastanın yakınmaları gerilemekte ve rahatsızlık kontrol altına alınabilmektedir.
Huzursuz Bacak Sendromu nasıl oluşur?
Huzursuz bacak sendromumununun gelişiminde dopaminerjik aktivite bozukluğu olduğu kanıtlanmıştır. PET ve SPECT çalışmalarında beyinde bazal ganglionlarda pre- ve post sinaptik dopamin reseptör anormaliği olduğu gösterilmiştir.
Görülme Sıklığı Nedir?
Olguların çoğuna tanı konulamadığı için hastalığın görülme sıklığı kesin olarak bilinemektedir. Epidemiyolojik çalışmalara göre huzursuz bacak sendromu toplumun %1-15’inde görülebilmektedir. Doktora başvuran hastaların çoğu orta ve ileri yaştadır. Ancak olguların %35-45’inde şikayetler 20 yaş öncesinde başlamaktadır.Çocukluk ve adölasan döneminde ise prevalans %2 civarındadır. Erken dönemde semptomlar genellikle hafif seyirliyken, yaşla birlikte şiddetlenmekte ve 50-60 yaşlarında tedavi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.Kadınlarda yaklaşık 2 kat daha sık görüldüğü bildirilmiştir.Ayrıca gelir seviyesi düşük olan popülasyonda , sigara içenlerde ve ayda 3 saatten az spor yapanlarda HBS sıklığı artmaktadır.
Huzursuz Bacak Sendromu Tipleri Nelerdir?
Primer Huzursuz bacak sendromu
Primer ya da idyopatik HBS, sekonder forma yol açtığı bilinen tüm klinik durumların olmadığı formdur. Laboratuvar, nörolojik, nörofizyolojik, nöroradyolojik testler normal olmalıdır.İdyopatik form tüm HBS olgularının %70-80’ini oluşturmaktadır. Bu hastalarda herediter geçiş dikkat çekicidir. İdyopatik HBS’li olguların 1. derece akrabalarında yaklaşık %50-70 oranında hastalığın görülebildiği ve kadınların daha çok ekilendiği bildirilmiştir. Bu herediter formda hastalık daha erken yaşta başlamakta, genellikle 45 yaştan önce tanı konmakta ve sekonder formlara göre oldukça yavaş seyir izlenmektedir.
Sekonder Huzursuz bacak sendromu
Çeşitli klinik durumların huzursuz bacak sendromuna yol açabildiği bilinmektedir. Bu klinik durumların en sık görülenleri; demir eksikliği, gebelik ,diyabet (tip2), son dönem böbrek yetmezliği ve romatizmal rahatsızlıklardır. Sekonder sebeplerin ortak noktası olan demir metabolizması bozukluğu huzursuz bacak sendromu gelişiminde önemli bir etkendir. Bu klinik durumların düzelmesi veya tedavi edilmesi ile rahatsızlık kontrol altına alınabilir.Huzursuz bacak sendromu olan hastalarda ekstremite (kol ve bacak) ve eklem ağrısı da görülebilmektedir.Hastaların çoğunda ağrılı sendromlar daha sık izlenmektedir. Örneğin bel ağrısı bu hastalarda %38, eklem ağrısı %50, yumuşak doku romatizmaları %30 olarak tespit edilmiştir.Huzursuz bacak sendromu birçok romatizmal hastalıkla birlikte görülse de, en iyi bilineni romatoid artritdir. Yapılan bir çalışmada RA’lı hastaların %25’inde izlenmiştir. Ayrıca Fibromiyali sendromu olan hastalarda HBS sıklığı %31, SjS’de %24, sklerodermada %22 oranında bildirilmiştir.MS hastalarının %32,7’sinde huzursuz bacak sendromu görülmektedir.
Huzursuz bacak sendromunda tanı nasıl konulur?
Huzursuz bacak sendromu tanısı esasen klinik öyküye dayanmaktadır. Hastaların çoğu semptomlarını ifade etme güçlüğü yaşarlar. Bir kısmı ise, bacaklarda yanma, içten gelen kaşınma, iğneleyici-batıcı- ürpertici ağrı ve hareket ettirme ihtiyacı, huzursuzluk biçiminde şikayetlerini tarif ederler. Semptomların karmaşıklığı ve güç tanımlanır olması tanıyı zorlaştırmaktadır. Semptomlar genellikle tek bacakta rahatsızlık hissi biçiminde başlar. Hastalığın şiddetli seyrettiği olgularda her iki bacak veya kalçalar, gövde, kollar hatta yüz gibi bedenin diğer bölümlerinde de rahatsızlık hissedilebilir . Ancak her koşulda bacaklar etkilenmiştir ve genellikle bacakların diğer bölgelere göre daha önce ve daha ciddi etkilenmesi beklenmektedir.
Bacaklardaki rahatsızlık hissi istirahatle birlikte başlar. Bu rahatsızlık, başlangıçta belirgin değilken, istirahat süresinin uzaması ile belirginleşir. Semptomlar otururken veya yatarken ortaya çıkabilmektedir. Şikayetlerin ortaya çıkması veya hafiflemesi için özel bir vücut pozisyonu yoktur. Bacaklardaki huzursuzluk hissinin hareketle geçmesi beklenmektedir. Bacaklarda fleksiyon-ekstansiyon hareketi veya germe-ovalama manevraları etkili olabilir. Ancak semptomlar çoğunlukla yataktan kalkıp yürümeyi, sıcak veya soğuk banyoları gerektirebilmektedir.
HBS’nin tanı kriterlerinin net olması sebebiyle, şüphelenilen hastalarda, tanı koymada güçlük çekilmez. Ancak ekstermitelerde ağrı, hareket bozukluğu ve uyku problemi gibi benzer klinik özellikler gösteren kimi klinik durumlardan ayırt edilmesi gereklidir.Bunların dışında sekonder HBS ve birlikte görülen durumların aydınlatılması için bir takım laboratuvar testleri önerilmektedir. Bunlar; ferritin, BUN, kreatinin, açlık kan şekeri, magnezyum, TSH, vitamin B12, folat, glukoz tolerans testi şeklindedir.
Huzursuz Bacak Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?
Fizik Tedavi
Hafif düzeyde huzursuz bacak sendromu semptomları olan hastalarda, çeşitli yan etkileri olabilecek ilaçları reçetelemeden önce, farmakolojik olmayan tedavi yöntemleri denenmelidir. Uyumadan önce germe egzersizleri gibi hafif-orta dereceli fiziksel aktivite, sıcak banyo işe yarayabilmektedir. Gene istirahat sırasında bilgisayar oyunu, bulmaca gibi mental aktiviteyi arttırıcı uğraşlar önerilmektedir. Ayrıca yatak odasının serin olması, rahat pijamalar kullanılması, aynı saatte uyuyup aynı saate uyanma, gündüz uyumama şeklinde düzenli bir uyku paterninin oluşturulması gibi düzenlemeler önerilmektedir. Hastaların, semptomları şiddetlendirdiği bilinen kafein, nikotin, alkol, antihistaminik, antidopaminerjik aktivite gösteren antiemetik, antipsikotik ve antidepresanlardan kaçınmaları gerekmektedir. Uzun süre istirahati gerektiren uçak yolculuğu veya sinema izlemek gibi sedanter aktiviteler sabah saatlerinde, ev işi veya egzersiz gibi şikayetleri azaltan aktiviteler ise günün geç saatlerinde yapılabilir. Medikal ozon tedavilerinin de rahatsızılığı kontrol altına almada olumlu sonuçları vardır.
İlaç Tedavisi
Hafif semptomları olan hastalarda farmakolojik olmayan tedavi işe yarasa da, orta-ileri düzeyde şikayetleri olan hastalarda çoğunlukla medikal tedaviye ihtiyaç duyulur.Tedavinin ana amaçlarından biri, uygun ve arzulanan zamanlarda, yeterli ve restoratif uykuyu sağlamaktır.Huzursuz bacak sendromunda ilk kullanılan dopaminerjik ilaç levodopadır (dekarboksilaz inhibitörü ile). Olabildiğince düşük doz başlanıp, ihtiyaca göre yavaş yavaş doz arttırılması önerilir. Yaklaşık 4 hafta içinde semptomlarında anlamlı düzelme sağlamaktadır.Dopaminerjik ajanlarda gözlenen en sık yan etki, bulantı-kusma, dispepsi gibi gastrointestinal sistem yan etkileridir. Parkinson hastalığında kullanılan dozların ancak %10-20’si kullanıldığı için, diskinezi gibi ciddi yan etkiler beklenmez. Gabapentin, randomize kontrollü çalışmalarla bu hastalıkta etkinliği ispatlanmış bir moleküldür. Özellikle hafif şiddetteki, ağrılı olarak algılanan, ağrılı periferik nöropatinin eşlik ettiği hastalarda iyi bir alternatiftir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Tendinit ve Bursit Nedir?
Tendinit ya da bursit rahatsızlıkları omuz, dirsek, bilek, diz, kalça ve ayak bileğinde oluşan iltihaplanmalardır. Genellikle iltihaplanma uzun süreler içinde oluşur. Ancak bazı durumlarda ani iltihaplanma sorunları da görülebilir. Bunun sebebi aşırı kullanım ve hor kullanmadır. Mesela bazı kişiler meslekleri nedeni omuzlarıyla sürekli ağır yük taşımak durumunda olabilirler. Bu durum omuz kemiklerinde iltihaplanmaya yol açabilir. Elleri ile çok ağır yük taşıyan kişilerin dirseklerinde ve bileklerinde de iltihaplanma oluşabilir. Sürekli ayakta duran kişilerin ise diz ve ayaklarında iltihaplanma oluşma riski yüksektir. Ayrıca sürekli oturarak çalışmak durumunda olan kişilerin de kalçasında iltihaplanma oluşabilir.
Tendinit: Tendinit rahatsızlığında tendonlar ve kaslar incelir ve kolay hasar görür. Bu durum iltihaplanmaya neden olabilir. Tendinit, şiddetli ağrılara yol açabilir.
Bursit: Kemik ve kas arasında tendon ya da deri arasında bulunan küçük keselerin iltihaplanmasıdır. Bu iltihaplanma ciddi ağrılara sebep olabilir.
Tendinit ve bursitin sebepleri nelerdir?
- Aynı hareketin sürekli tekrarlanıyor olması tendinit ve bursit rahatsızlığına yol açabilir. Mesela uzun süre klavyede yazı yazmak, yürümek, kesme ve doğrama işlemleri yapmak sayılabilir.
- Doğru ayakkabı seçilmemesi de tendinit ve bursite neden olabilir. Ayağı rahatsız eden ayakkabılar tendinit ve bursite sebep olmaktadır.
- Kan ve böbrek hastalıkları da beraberinde tendinit ve bursit hastalıklarına neden olabilir.
- Yaşlılık da bacak, kalça ve dirseklerde tendinit ve bursit çok daha yaygın olarak görülür.
- Bazı antibiyotik ve ilaçların kullanımı da lif yırtılmalarına sebep olarak tendinit ve bursit rahatsızlığının oluşmasına yol açar.
Tendinit ve bursit nasıl teşhis edilir?
Tendinit ve bursit rahatsızlığında öncellikle hastanın fiziksel muayenesi yapılır. Oluşan hastalığın sebebi, şiddeti ve hikayesi öğrenilir. Bunun için röntgen ve MR gibi görüntüleme teknikleri kullanılabilir. İltihabı ölçmek için kan tahlili yapılması gerekebilir.
Tendinit ve bursit nasıl tedavi edilir?
Tendinit ve bursit; kemik ve kas yapısını ciddi anlamda etkileyen bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlıkların tedavisinde uygulanan yöntemler şunlardır:
- Bütün kemik ve kas hastalıklarında ilk olarak istirahat önerilir. Bu sayede kas ve kemik üzerine fazla yük bindirilmemeli, ağır kaldırılmamalı ve darbe almamaya dikkat edilmelidir.
- Buz uygulaması ağrının dindirilmesinde oldukça etkili bir tedavi yöntemidir. Ağrıyan bölgeye günde 3 ya da 4 kez yaklaşık 15 dakika boyunca buz kompresi yapılması ağrının azalmasına yardımcı olur.
- Tendinit ve bursit hastalığında ağrı ve iltihabı gidermek için duruma göre ilaç tedavisi uygulanabilir.
- Tendinit ve bursit hastalığına sebep olan hareketlerin tekrarlanması hastalığın tedavisine engel olabilir. Bu nedenle ağrının oluştuğu bölgede destekleyici alet ve aparatlar kullanılması gerekebilir. Örneğin baston kullanılması ağrıya neden olan yükün hafiflemesini sağlayarak iyileşmeyi ve rahatsızlığın tekrarlanmasını önler.
- Fizik tedavi ile tendinit ve bursit tedavi edilebilir. Alanında uzman terapistler tarafından kişiye özel olarak akıllı egzersiz programları, masaj, soğuk sıcak uygulaması yapılabilir.
- Fizik tedavi teknikleri ile hastalığın tedavi edilememesi sonucunda cerrahi müdahale yapılması gerekebilir. Fakat tendinit ve bursit tedavisinde cerrahi müdahale en son aşamadır. Bazı durumlarda kortizon enjekte edilmesi yeterli olabilir. Kortizonun da fayda etmediği durumlarda cerrahi müdahale uygulanması gerekebilir.
Tendinit ve bursit riskine karşı nasıl önlem alınır?
Tendinit ve bursit rahatsızlığına oluşma riskine karşı dikkat edilmesi gerekenler şunlardır:
- Yoğun spor ve egzersiz yapan kişilerde tendinit ve bursit rahatsızlığının oluşma riski çok yüksektir. Bunun için spor ya da egzersiz yapmadan önce ısınma ve germe hareketleri yapmaya özen göstermelisiniz. Bu sayede tendinit ve bursit oluşma riskini en aza iner.
- Spor ya da egzersizin çok hızlı yapılması da tendinit ve bursite neden olur. Bunun için egzersize yavaş yavaş başlanarak ısındıkça hızlanılmalıdır.
- Egzersize uzun süre ara verilip yeniden başlanılması da tendinit ve bursite neden olmaktadır. Bu nedenle haftanın bir günü yoğun egzersiz yapmak yerine, her gün düzenli olarak 25-30 dakika egzersiz yapılması çok daha faydalıdır.
- Doğru malzeme ve spor aleti kullanmak da oluşabilecek travma riskinin en aza inmesini sağlar.
- Sürekli olarak aynı pozisyonda durmak da tendinit ve bursit hastalığına neden olur. Bunun için düzenli aralıklar ile pozisyon değiştirilmeli ve yürünmelidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Bel kayması nedir?
Bel kayması, bel bölgesindeki bir omurun diğer omur üzerinde öne veya arkaya doğru kaymasını ifade eder ve tıp dilinde spondilolistezis olarak adlandırılır. Bel ağrısı nedeniyle doktora başvuranların %10’unda bel kayması tespit edilir.
Bel kayması nasıl oluşur?
Bel kayması, bel omurlarının doğuştan anormalliklerine bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bunun yanında, dejenerasyon yani omurga ve çevresindeki bağ dokularının yaşlanması sonucu meydana gelen yıpranma nedeniyle bel kayması görülebilir. Düşme, trafik kazaları gibi travmalara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Uygun olmayan sporlar ve zorlayıcı hareketler de bel kaymasının nedeni olabilir.
Bel kaymasının belirtileri nelerdir?
Bel kaymalarında en yaygın şikayet bel ve kalça ağrılarıdır. Yürüme ile artan, durup dinlenme ve öne eğilmeyle azalan bel ve bacak ağrıları, uyuşukluklar olabilir. Yine bacaklarda kas gerginliği, güçsüzlük, kramplar ortaya çıkabilir.
Bel kayması nasıl teşhis edilir?
Bel kayması tanısı dikkatli bir fizik muayenenin yanında hemen her zaman direkt grafiler ile konur. Omurganın hareketi ile kaymanın artıp artmadığını saptamak için değişik pozisyonlarda filmler alınması gerekebilir. Kaymanın kemiklerdeki durumunu veya direkt grafilerde görülemeyecek stres kırıklarını tespit etmek için bilgisayarlı tomografiden yararlanılabilir. Ayrıca kaymanın derecesini ve sinirlere basının gösterilmesi için MR çekilmesi tedavide yol gösterici olabilir.
Bel kayması nasıl tedavi edilir?
Bel kaymalarının temel tedavisi konservatiftir (ameliyatsız tedavi). Ağrıyı ve kaymayı arttırıcı hareket kısıtlaması, kilo verme, ağrı kesici ilaçlar, korse kullanımı, fizik tedavi uygulamaları başlıca tedavi yöntemleridir. Olguların %10-15’i konservatif tedaviye cevap vermez ve cerrahi müdahale gerektirir. Kayma derecesi %50’nin üstünde olanlarda nörolojik kayıpların ilerlemesinin durdurulması, bel omurgasının stabil hale getirilmesi, omurga bütünlüğünün yeniden sağlanması için cerrahi tedavi gerekebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Klinik Pilates Nedir?
Pilates yönteminin temeli eski Yunan felsefesinden gelen akıl ve vücut birlikteliğidir. Pilates, doğunun akıl-vücut-ruh teorilerinin batının biyomekanik, motor öğrenme ve core stabilizasyon teorileri ile birleşiminden temel almıştır. Mental çaba gerektiren, kontrollü bir hızda yapılan Pilates egzersizleri özel kasların aktivasyonu, hareketin kalitesi, kararlılık ve hareketin kontrolü üzerinde odaklanır.
Son yıllarda daha fazla olmak üzere rehabilitasyon programlarında yeralır.
Kas iskelet sisteminde oluşabilecek rahatsızlıkları önlemek veya oluşmuş rahatsızlıkları tedavi etmek ve desteklemek amacıyla uygulanır.
Pilates Prensipleri ve Önemi Nelerdir?
Joseph Pilatesin özel olarak metodu için ilkelere yazmamış olmasına rağmen, sistemin temeli olarak kabul edilen prensipleri vardır.
Solunum
Joseph Pilatesin kabul ettiği gibi, vücudun, zihnin ve ruhun yapısı olarak gösterilebilir.
Konsantrasyon
Vücudun duruşuna ve egzersizin doğru duruşunu ve durumunu elde etmeye konsantre olunur. Seans sırasında zihinsel konsantrasyon sağlanmaya çalışılır.
Merkez
Her insanın kendi kişisel ağırlık merkezi farklı bir şekilde yapılanmıştır.Ağırlık merkezinin açık bir şekilde uzandığı yer egzersizin nasıl hissettirdiğini ve başarmanın zor veya kolay olacağını etkiler. Merkez ayrıca bütün hareketlerden ortaya çıkardığı sonsuz enerji dengesi anlamındadır.
Kontrol
Kontrol, yapılan hareketin uygulama düzeni olarak kabul edilir. Yüksek bir kontrol seviyesi; sıklıkla az ve daha küçük hatalar, tam hiza, daha iyi koordinasyon, daha iyi denge ve birden çok girişimden fazla egzersizi yapabilme yeteneği, daha az çaba harcama ve gereksiz kas gerginliğinden kaçınmayı getirir.
Kesinlik
Kesinlik Pilatesi diğer birçok egzersiz sisteminden ayırdeder.Kesinlik hareketin tam olarak uygulandığı biçim olarak tanımlanır.
Akıcı Hareket
Hareketin kesilmeden, düzgün bir şekilde yapılması olarak tanımlanır Akıcı hareket, hareketin derin anlaşılmasını ve kas hareket ve uygun zamanlamasının kesin iş birliğini gerektirir.
Pilates Egzersizlerinin Yararları Nelerdir?
Pilates egzersizleri ile kasların güçlendirilmesi, esneklik ve dayanıklılığı arttırmak, dengeyi geliştirmek, postürü geliştirmek ve düzeltmek sağlanabilir.
Doğru nefes teknikleri ile kan dolaşımı desteklenir ve böylelikle duygudurum üzerinde olumlu etkiler sağlanır.
Pilates Egzersizlerini Özellikleri Nelerdir?
Pilates, izometrik, eksentrik ve konsentrik kas kontraksiyonnu içeren çoklu kas sinerjilerinden oluşmaktadır. Lumbopelvik stabilizasyon, kararlılık, omurganın segmental mobilizasyonu, omuz, dirsek, kalça, diz, ayak bileği mobilizasyonu ve stabilitesi, koordinasyon ve dengenin üzerinde durmaktadır.
Pilates, Hangi Rahatsızlıklarda Kullanılabilir?
Tüm yaştaki bireyler için, hamilelik veya travma sonrasında, aynı zamanda elit sporcu ve dansçılarda kullanmak için modifiye edilmiştir. Rehabilitasyon programlarında başlangıç seviyesi için kuvvetlendirme amaçlı kullanılabilir.
Pilates egzersizlerinin kronik ağrısı, skolyoz tedavisi, osteoartrit (kireçlenme) tedavisi, fibromiyalji (yumuşak doku romatizması), osteoporoz (kemik erimesi) durumlarındda kullanılabilir.Hastanede yatan hastalarda mobilite, jimnastikçilerde aktivite gelişimi, esneklik gelişim üzerinde faydası olur.
Pilates Egzersizleri Nasıl Planlanır?
Reformer pilateste farklı dirençlerde yay ve makaralar kullanılır. Met egzersizlerinde çember, top ve roller kullanılarak çalışmalar yapılır. Bireye özel planma yapılabilir. Genel olarak haftada 2-3 gün 45 dakika süreyle planlanır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Donuk Omuz Nedir?
Donuk omuz (adezif kapsulit) yaşam kalitesini ileri derecede bozabilen, ilerleyici kısıtlılık ve ağrı ile birlikte olan ciddi bir sağlık problemidir. Omuz eklem kapsülünün daralması, kalınlaşması ve iltihaplanması ve eklem içi sıvının azalmasına bağlı olarak eklem hareketini kısıtlaması şeklinde ortaya çıkar. Çoğunlukla tek omuzda görülürse de bazen her iki omuzu birden etkileyebilir. Kadınlarda görülme sıklığı daha fazladır ve daha çok 40-65 yaş arasında görülür.
Donuk Omuz Nasıl Oluşur?
Donuk omuz çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilirse de çoğu olguda altta yatan bir neden saptanamayabilir. Bazen eski bir omuz incinmesinden yıllar sonra donuk omuz meydana gelebilir. Omuz ekleminin uzun süre hareketsiz kalmasına neden olabilen kalp krizi gibi rahatsızlıklar veya düşme, çarpma gibi travmalar sonrasında gelişebilir. Omuz ekleminin kireçlenmesi, omuz sıkışma sendromu ve kas-tendon yırtıkları, iltihaplı romatizmalar ve şeker hastalığı donuk omuz gelişimi için başlatıcı olabilir.
Donuk Omuz Belirtileri Nelerdir?
- Donuk omuzun en önemli belirtileri ağrı ve hareket kısıtlılığıdır. Klinik tablo genellikle üç evre şeklinde seyreder:
- Birinci evre: Omuz çevresinde şiddetli ağrı şeklinde başlar. Bunu giderek ilerleyen bir eklem tutukluğu izler. Ağrı özellikle geceleri daha şiddetli hale gelir. Bu dönem 2-9 ay arası sürer.
- İkinci evre: Ağrı yavaş yavaş azalır ama hareket kısıtlanması ve tutukluk devam eder. Yemek yeme, giyinme, soyunma gibi günlük yaşam aktivitelerindeki kısıtlılık daha belirgin hale gelir. Bu evre 4-6 ay sürer.
- Üçüncü evre: Ağrı ve kısıtlılığın yavaş yavaş azaldığı çözülme evresidir. Bu evre de yaklaşık 6 ay ile üç yıl arasında devam eder.
Donuk Omuz Tanısı Nasıl Konur?
Donuk omuz tanısı dikkatli bir hasta öyküsü ve fizik muayene ile konur. Direkt grafi ile omuz ekleminin durumu kontrol edilir. Bazı durumlarda ultrason ve MR gibi daha ileri görüntüleme yöntemlerine ve laboratuvar incelemelerine başvurulabilir.
Donuk Omuz Nasıl Tedavi Edilir?
Donuk omuz tedavisinde amaç ağrıyı hafifletmek ve eklem hareket açıklığını ve fonksiyonelliği geri kazanmaktır. Bu amaçla ağrı kesici ve anti-enflamatuvar ilaçlar, kas gevşeticiler, eklem içi lokal anestezik veya kortizon enjeksiyonları yararlı olabilir. Erken dönemden itibaren eklem hareket açıklığının korunması önemlidir. Bu amaçla fizik tedavi ve egzersiz uygulamalarını içeren bir rehabilitasyon programına başlanması gerekir. Yüzeyel soğuk ve sıcak uygulamaları, ultrason, lazer, ağrı kesici akım tedavileri, kuru iğneleme, akupunktur, kinezyo bantlama, hidroterapi ve masaj donuk omuz tedavisinde kullanılan tedavi yöntemleri arasında yer alır. Eklem hareket açıklığına yönelik egzersiz programına erken dönemden itibaren başlanmalı ve devam edilmelidir.
Konservatif tedavi ile sonuç alınamayan bazı dirençli donuk omuz durumlarında cerrahi müdahale gerekebilir. Genellikle artroskopik olarak yapılan müdahale sonrası erken dönemde rehabilitasyona başlanması tedavinin başarısı için önemlidir.
Donuk omuz tedavi edilmezse şikayetler yıllar boyu devam edebilir. Çoğu hastada omuz ekleminde kısıtlılıklar kalıcı hale gelebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Tetik nokta nedir?
Tetik nokta (trigger point) kaslar üzerinde genellikle gergin bantlar zemininde gelişen ağrılı ve hassas noktalardır. Bu gergin bantlar halk arasında kulunç olarak da adlandırılır. Tetik noktalar ağrı, hassasiyet yanında tutukluğa ve hareket kısıtlılığına neden olarak yaşam kalitesini ciddi anlamda bozabilir. Uzun sürmesi durumunda kas içinde kuvvetsizlik oluşturarak vücudun başka bölgelerinde de benzer durumları tetikleyebilir. Bir veya daha fazla kas grubunda birlikte bulunabilen bu ağrılı duruma miyofasyal ağrı sendromu denir.
Tetik nokta neden oluşur?
Tetik noktalar genellikle kas liflerinin orta noktalarında yer alırlar. Bu noktalar sinirlerin kaslara girdiği ve sinyallerini ilettiği noktalardır. Aşırı kullanım, stres, travmalar veya postürel bozukluklara bağlı gerilmeler gibi nedenlere bağlı olarak kas liflerinde aşırı ve şiddetli bir şekilde kasılma meydana gelir. Tam gevşeyemeyen kas lifleri devamlı kasılı kaldıklarında bölgede oksijensizlik ve zararlı maddelerin uzaklaştırılmasında yetersizlik ortaya çıkar. Bu da ağrı sinyali oluşturarak kasılmanın artmasına neden olur ve bir kısır döngü ortaya çıkar. Başlatan neden tekrarlayan mikrotravmalara bağlı uzun süreli zedelenmeler olabileceği gibi, kasa ani bir yüklenmeye bağlı incinmeler de tetik nokta oluşumundan sorumlu olabilir.
Tetik noktaların belirtileri nelerdir?
Tetik noktalar vücutta en fazla baş, boyun, omuz kuşağı, sırt ve bel bölgelerinde ortaya çıkarlar. Her zaman ağrıya neden olmayabilirler. Bazen bir belirti vermeden yıllarca sessiz kalabilirler. En önemli belirtileri ağrı olsa da, güçsüzlük, halsizlik, hareket kısıtlılığı, postür bozuklukları, ödem, bulantı, baş dönmesi, uyku bozuklukları ve depresyon gibi çok çeşitli belirti ve bulgulara neden olabilirler.
Ağrı kulunç şeklinde tarif edilebileceği gibi, sıklıkla baş ağrısı, boyun, sırt, bel, omuz ve kalça ağrısı, bazen de kol veya bacaklara yayılan ağrılar şeklinde ortaya çıkabilir. Ağrı sürekli veya aralıklı olabilir. Genellikle kişiyi halsiz bırakıcı ve kısıtlayıcı karakterdedir.
Tetik noktaların önemli belirtilerinden birisi de yansıyan ağrılardır. Çene, kulak, boğaz, el bileği, parmaklar, diz, ayak bileği ve ayak gibi vücudun değişik bölgelerinde görülebilir ve hareket kısıtlılıklarına neden olabilir.
Yorgunluk, aşırı egzersiz, soğuk hava, uzun süren hareketsizlik, duygusal gerilim, stres ve viral enfeksiyon gibi durumlar şikayetlerin artmasına neden olabilir.
Tetik nokta tedavisi nasıl yapılır?
Miyofasyal tetik nokta tedavisinde amaç, ağrının giderilmesi, yeterli kas kuvvetinin sağlanması ve ortaya çıkan kısıtlılıkların giderilmesidir. Öncelikle rahatsızlığa neden olabilecek, postür bozukluğu, aşırı ve uygun olmayan kullanım, stres gibi faktörlerin önlenmesine çalışılmalıdır. Tetik nokta tedavisinde ağrıyı hafifletmek için antienflamatuar ilaçlar, kas gevşeticiler gibi farmakolojik ajanlar kullanılabilir.
Tetik nokta tedavisinde değişik tedavi yöntemleri uygulanabilir:
- Tetik nokta enjeksiyonu
- Kuru iğneleme
- Akupunktur
- Spreyleme-germe
- Masaj
- Fizik tedavi uygulamaları (Ultrason, TENS, interferans, lazer, yüzeyel ısı uygulaması)
- İskemik basınç uygulama
- ESWT (şok dalga tedavisi)
- Hilterapi (yüksek yoğunluklu lazer tedavisi)
- Egzersiz
Tetik nokta enjeksiyonu nasıl yapılır?
Tetik nokta tedavisinde etkili ve sık uygulanan bir tedavi yöntemidir. Bu amaçla lokal anestezikler, steroid ya da botulinum toksin kullanılabilir. Öncelikle ağrıyı tetikleyen noktalar tespit edilir. Cilt temizliği sonrasında iğne ile tetik noktanın içine girilerek ilaç veya serum fizyolojik uygulanır. İşlem birkaç saniye sürer ve ağrı üzerindeki etkisi dakikalar içinde ortaya çıkar. İşlem gerekli olduğunda farklı günlerde olmak kaydıyla birkaç kez tekrarlanabilir. Etkilenen kas üzerine yapılan germe egzersizleri ile desteklenirse tedavinin başarı oranı yükselir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kalça Kireçlenmesi Nedir?
Osteoartrit veya halk arasında kullanılan ismiyle kireçlenme, özellikle ileri yaşlarda oldukça sık görülen bir sağlık problemidir. Dejeneratif eklem hastalığı ve artroz bu rahatsızlığa verilen diğer isimlerdir. Kireçlenme tipi eklem hastalığının sık görüldüğü eklemlerden birisi de kalça eklemidir.
Kireçlenme temelde bir kıkırdak hastalığıdır. Ancak ileri dönemlerde eklemin diğer yapıları da etkilenir ve sonuçta eklemde yetmezlik yani normal işlevini yapamama durumu gelişir. Kalça eklemi kireçlenmesi çeşitli nedenlerle bu eklemi oluşturan kemiklerin yüzeyini kaplayan kıkırdağın aşınması ve zamanla kemiklerin deforme olması olarak tanımlanabilir. Kalça eklemi vücutta ağırlık taşıyan eklemlerden birisi olması nedeniyle aşınma ve bozulmaya en sık uğrayan eklemlerdendir. Genelde 60 yaşın üzerinde görülse de, doğumsal kalça çıkığı, travmalar, artritler ve çocukluk çağı kalça kemiği hastalıkları gibi durumlarda daha erken yaşlarda ortaya çıkabilir.
Kalça Kireçlenmesinin Belirtileri Nelerdir?
Kalça kireçlenmesi diz kireçlenmesinden daha az görülmesine rağmen, hastaların hayatını daha çok zorlaştırıp yaşam kalitelerini daha fazla etkileyebilir. En önemli şikayet ağrıdır. Oturup kalkma, merdiven inip çıkma, arabaya inme binme, çorap giyme gibi günlük aktivitelerde ağrı ve güçlük yaşanması önemli belirtilerdir. Hastalık ilerledikçe daha basit aktivitelerde bile ağrı ve zorluk hissedilmeye başlanabilir. Daha da ilerleyen dönemlerde istirahat sırasında da ağrı hissedilebilir. Ağrının derecesi sabit değildir. Bazı aylarda veya günlerde daha fazla olabildiği gibi, ağrısız dönemler de yaşanabilir. Eklemin hareket yeteneğinin ileri derecede kısıtlandığı durumlarda yürüme güçlükleri ortaya çıkar.
Kalça Kireçlenmesi Tanısı Nasıl Konur?
Dikkatli bir fizik muayene ile kalça ağrısının nereden kaynaklandığı konusunda fikir sahibi olunabilir. Diğer bölgelerden yansıyan veya yayılan ağrıları ayırt etmek ve kalça ekleminin durumunu görüntülemek için genellikle röntgen filmi çektirilir. Bazı özel durumlarda ise ultrason, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntüleme incelemeleri gerekebilir. Yine doktorun uygun görmesi halinde kan tahlili yapılması gerekebilir.
Kalça Kireçlenmesi Nasıl Tedavi Edilir?
Tedavinin amacı ağrıyı gidermek, kireçlenmenin ilerlemesini yavaşlatmak ve hastanın yaşam kalitesini iyileştirmektir. Bu amaçla öncelikle hastaya göre uygun yaşam tarzı değişiklikleri önerilir. Kilo fazlası varsa verilmesi, uzun süre aynı pozisyonda kalmak ve oturmaktan kaçınılması, bacak bacak üstüne atarak oturulmaması, diz seviyesinden alçak sandalye veya koltukların tercih edilmemesi, gerekirse tuvalete klozet yükselticisi taktırılması, darbeleri azaltıcı, uygun tabanlı, topuksuz ve rahat ayakkabıların giyilmesi, ihtiyaç halinde baston kullanılması bu önlemlerden bazılarıdır.
Kas kuvvetini arttırmak ve eklem hareket açıklığını korumak için yapılacak egzersizler tedavinin önemli bir parçası olmalıdır. Yüzme ve yürüyüş gibi uygun sporlara devam edilmesi yararlı olacaktır.
Kalça kireçlenmesinde ağrının giderilmesi yanında, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak amacıyla da bazı ilaç tedavilerinden yararlanılır. Fakat bu ilaçların mutlaka doktor tavsiyesiyle ve gözetiminde kullanılması gerekir.
Fizik tedavi uygulamaları kalça kireçlenmesi tedavisinde sık başvurulan tedavi seçeneklerindendir. Elektroterapi, ultrason, lazer, kısa dalga, yüzeyel sıcak uygulamaları, hilterapi en sık kullanılan fizik tedavi yöntemleridir. Su içi egzersizler ve kaplıca tedavisi de kalça kireçlenmesi tedavisinde etkili tedavi yöntemlerindendir.
Kalça eklemi içerisine yapılan ozon, hyaluronik asit, trombositten zengin plazma ve kortizon enjeksiyonları uygun durumlarda kullanılabilir.
Hastalığın ilerlediği durumlarda cerrahi tedavi yöntemlerine başvurulur. En sık uygulanan yöntem kalça protezi ameliyatlarıdır. Bu yöntemde deforme olmuş kalça eklemi yerine yapay bir kalça eklemi takılır. Kalça protezi ameliyatlarından sonra hastanın rehabilitasyonu yeniden normal hayata dönme bakımından çok önemlidir. Hastaya özel bir rehabilitasyon programı düzenlenir. Bu programda aşama aşama, yük verme, yürüme, merdiven inip çıkma eğitimleri verilir. Bu sırada germe, eklem hareket açıklığını arttırma ve kasları kuvvetlendirme amaçlı egzersizler yaptırılır. İhtiyaç durumunda fizik tedavi yöntemlerinden faydalanılır. Su içi egzersiz tedavileri bu dönemde uygulanabilecek etkili tedavi yöntemlerindendir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Aşil Tendiniti Nedir?
Aşil tendonu insan vücudundaki en büyük tendondur. Ayak bileğinin arka kısmından baldır kaslarına kadar uzanır. Vücudun en güçlü tendonu olmasına rağmen kolayca hasar görebilir. Genellikle sporcularda görülen bir durum olan aşil tendiniti, tendonun ani şekilde zorlanması veya aşırı kullanılmasına bağlı olarak gelişen iltihabi bir hastalıktır.
Aşil Tendiniti Neden Olur?
Aşil tendiniti oluşumunda doğrudan bir yaralanma söz konusu değildir. Temelinde aşil tendonunun zorlanması vardır.Aşil tendinit nedenlerini, aşırı kullanım, aniden aktivite düzeyini arttırma, sürekli topuklu ayakkabı kullanma ve aşırı kilo şeklinde sıralayabiliriz.
Yanlış antreman yapma, ısınma hareketlerinin kısa tutulması, engebeli alanlarda spor yapmak, ayak kavisinin çok yüksek olması ve bacak eşitsizlikleri gibi durumlarda da aşil tendiniti oluşabilir. Ayrıca hemodiyaliz hastaları, diyabetik hastalar anatomik olarak topuk kemiği arka üst çıkıntısı yüksek olan kişilerde aşil tendinit riski daha yüksektir.
Aşil Tendinit Atağını Tetikleyen Nedenler:
- Dinlenme sonrasında çok hızlı harekete geçme
- Koşma sırasında hızın aniden arttırılması
- Rutin spor çalışmalarına merdiven çıkma veya tepe koşma eklenmesi
- Kasın gereğinden fazla kullanılması
- Ayağa ekstra efor yüklemek
- Baldır adelesinin ani veya sert kasılması
Aşil Tendiniti Belirtileri Nelerdir?
- Egzersiz ve koşmadan sonra, gittikçe kötüleşen ağrı,
- Sabahları aşil tendonu boyunca hissedilen ağrı ve sertlik
- Aşırı aktivite sonrasında tendonun tutunduğu bölgede ağrı ve hassasiyet artışı
- Aşil tendonunun topuk kemiğine bağlandığı yerin üzerindeki noktada sabah hassasiyeti
- Kasın kullanılmasıyla tendon ısınırken, genel olarak sertliğin azalması,
- Tendonda kalınlaşma ve şişlik
Aşil Tendiniti Tedavisi Nasıldır?
Tedavisinde genel prensipler akut dönemde istirahat, soğuk uygulama, antinflamatuvar tedaviyi içermelidir . Beraberinde ayakkabı modifikasyonları topuk yastığı gibi ortez kullanımı ve aşil germe egzersizleri önemlidir . Akut durum geçtikten sonra ayak bileği güçlendirme egzersizleri, aşil germe egzersizlerine eklenmelidir .
İlk 6 hafta:
- Ağrı geçene kadar immobilizasyon
- Antinflamatuvar tedavi (NSAİİ, soğuk uygulama)
Ağrı tedavisinde ayrıca ESWT, Yüksek yoğunluklu laser tedavisi, ultrason ve TENS gibi fizik tedavi yöntemleride yapılabilir.
- Nazik germe egzersizleri: Aşil ve hamstringler, 3-4 kez/gün
- Genellikle ağrı 2 haftada geçer ve sonrasında günlük aktivitelere dönüş sağlanarak;
- İzometrik/izotonik güçlendirme
- Yük aktarımı
- Denge/propriyosepsiyon eğitimi
- Su içi egzersizler ve yüzme uygulanır.
6 haftadan sonra:
Ağrısız ise egzersiz programına devam etmek koşuluyla spora dönüş sağlanabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Karpal Tünel Sendromu Nedir?
Bilek kanalı sıkışma sendromu olarak tanımlayabileceğimiz karpal tünel sendromu, özellikle çalışan aktif popülasyonun önemli bir sağlık problemidir. Hafif sinir sıkışması belirtilerinden, ciddi fonksiyon kaybı oluşturan ağır kas zayıflıklarına kadar geniş bir yelpazede bulgu verebilen kompleks bir hastalıktır. Tuzak nöropatileri denilen periferik sinir sıkışmaları içerisinde en sık görülenidir.
Karpal tünel, el bileğindeki kemikler ile bu kemikler üzerindeki karpal ligament denilen kalın bir örtünün oluşturduğu kanala verilen isimdir. Bu kanaldan el parmak hareketlerini sağlayan tendonlar ile birlikte parmakların bazılarının hareket ve duyusundan sorumlu olan median sinir geçer. Median sinirin bu kanalda çeşitli nedenlere bağlı olarak sıkışması sonucu karpal tünel sendromu ortaya çıkar.
Karpal tünel sendromunun nedenleri nelerdir?
Karpal tünel sendromu çoğu durumda bir aşırı kullanım yaralanması olarak ortaya çıkar. Özellikle sürekli tekrarlayıcı ve zorlayıcı el bilek hareketleri yapmak zorunda olanlarda sık görülür. Uzun süreli bilgisayar kullananlar, bazı müzik aletlerini çalanlar, ağır ve titreşimli el aletleriyle çalışanlar, el bileği hareketinin fazla olduğu tenis, masa tenisi gibi sporlarla uğraşanlar, sürücüler ve ev ve el işleriyle fazla meşgul olan ev hanımlarında karpal tünel sendromunun daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Bunların dışında, obezite, şeker hastalığı, hipotiroidi, akromegali, gut hastalığı, bazı romatizmal hastalıklar ve gebelik karpal tünel sendromunun görülmesi için diğer risk faktörleridir. Gebelikte ortaya çıkan karpal tünel sendromunun doğum sonrası düzelme ihtimali yüksektir.
Bazı kişilerde bilek kanalı yapısal olarak dardır ve sıkışmaya yatkınlık oluşturabilir. Yine kırıklar, tendon iltihapları, yağ bezesi, kist ve tümörler gibi bölgesel nedenlere bağlı olarak da karpal tünelde sinir sıkışması meydana gelebilir.
Karpal tünel sendromunun belirtileri nelerdir?
Karpal tünel sendromunun erken dönemdeki belirtileri parmaklarda uyuşma, karıncalanma ve his kayıplarıdır. Bu duyusal belirtilere sıklıkla parmaklar, el bileği ve kolda görülebilen ağrı da eklenir. Şikayetlerin özellikle geceleri belirgin olması ve ellerde uyuşma, karıncalanma ve ağrı ile uykudan uyanılması karpal tünel sendromu için tipik belirtilerden biridir. Hasta şikayetlerini rahatlatmak için ellerini silkeleyerek sallar ve el bileklerini ovma ihtiyacı duyar. Bu durum zamanla ciddi uyku bozukluğu problemlerine yol açabilir.
Erken dönemde tespit edilip önlem ve tedavi uygulanmayan olgularda sıkışma ilerleyerek, şikayetlerin gün boyu kalıcı hale gelmesine, el ve parmak hareketlerinde çabuk yorulmalara, tutma ve kavrama gücünde azalmalara ve ağrının dirsek, omuz hatta boyun bölgesine kadar yayılmasına neden olabilir. Ağır sıkışma olgularında avuç içi ve başparmak kaslarında atrofiler (kas erimeleri) ve ciddi kas kuvvetsizlikleri ve his bozuklukları ortaya çıkabilir.
Karpal tünel sendromunun tanısı nasıl konur?
Karpal tünel sendromunun tanısında dikkatli bir hasta öyküsü alınması çok önemlidir. Sonrasında kapsamlı bir fizik ve nörolojik muayene yapılır. Bu sırada sinir sıkışmasını uyaracak bazı özel testlerden faydalanılır. Sinir sıkışması düşünülen hastada, sıkışmanın yerini ve şiddetini göstermek için en yararlı yardımcı yöntem elektrofizyolojik testler yani EMG’dir. Bu yöntemle sinirlerin ileti hızları ölçülerek sıkışma hakkında objektif verilere ulaşılır.
Karpal tünel sendromu, boyun fıtıkları başta olma üzere, omurga, omuz ve dirsek kaynaklı ağrılı durumlarla sıklıkla karışabilir. Böyle durumların ayırıcı tanısını yapmak için gerekli olduğu durumlarda röntgen, ultrason ve MRI (manyetik rezonans görüntüleme) gibi yardımcı tanı yöntemlerine başvurulabilir. Yine sıkışmaya neden olabilecek altta yatan bazı hastalıkların araştırılması için kan tahlillerine ihtiyaç duyulabilir.
Karpal tünel sendromu nasıl tedavi edilir?
Karpal tünel sendromu çoğu olguda ameliyatsız olarak tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Çoğunlukla aşırı kullanıma bağlı olarak ortaya çıktığından tedavide birinci basamak el ve bilek bölgesinin aşırı ve zorlayıcı kullanımlarını kısıtlamaktır. Bu dönemde destekleyici el bileği atellerinden de faydalanılır. Bu ateller sadece gece takılabileceği gibi, şikayetlerin fazla olduğu durumlarda gündüz de takılabilir. Ağrı kesici ve iltihap giderici ilaç tedavileri, bölgesel steroid enjeksiyonları ve bazı durumlarda B kompleks vitaminleri tedaviye eklenebilir.
Karpal tünel sendromunun tedavisinde kullanılan fizik tedavi uygulamaları arasında ultrason, lazer, ağrı kesici ve kas kuvvetlendirici akım tedavileri, mobilizasyon, manuel terapi, kuru iğneleme ve bantlama gibi yöntemler sayılabilir. Esneklik ve kas kuvvetini arttırıcı egzersizlere fizik tedavi ve rehabilitasyon programının bir parçası olarak başlanmalı ve tavsiye edilen süre boyunca devam ettirilmelidir.
Bu konservatif tedavilerle şikayetlerinde gerileme olmayan veya ağır iletim bozuklukları ile birlikte belirgin nörolojik kayıpları söz konusu olan hastalarda cerrahi tedavi gündeme gelir. Cerrahi tedavi ile karpal tünel üzerindeki bağ kesilerek kanal serbestleştirilir. Operasyon sonrası eklem hareket açıklığını sağlamak ve kasları kuvvetlendirmek için egzersiz programına devam edilir.
Karpal tünel sendromundan korunmak için neler yapılmalıdır?
- El bileğini zorlayıcı iş ve aktivitelerden uzak durun.
- Gerektiğinde el bileğini destekleyici bileklik ve ateller kullanın.
- El bileği sürekli bükülü halde çalışmaktan kaçının.
- Çalışma sırasında molalar verin. Bu molalarda germe egzersizleri yapın.
- Bilgisayar kullanıyorsanız el bileğini destekleyici mouse padler ve klavye destekleri kullanın.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Omuz Kas Yırtıkları
Omuz ekleminde rotator manşet adı verilen dört kas ve tendonlarından oluşan kas grubu yer alır. Bu kas grubu omuz ekleminin stabilitesini sağlar ve kolun rotasyonel hareketlerini yaptırır.
Omuz kas yırtıklarının nedenleri nelerdir?
Omuz eklemi vücudun en aktif eklemlerinden biri olması nedeniyle travmalara açıktır. Rotator manşet yırtıkları genellikle kırk yaş üstü bireylerde görülür. Daha çok tendon aşınma ve yıpranmalarına bağlı kronik tekrarlayıcı travmalar zemininde gelişmekle birlikte, akut travma veya spor yaralanmalarına bağlı olarak genç bireylerde de görülebilir.
Rotator manşet yırtıkları için bazı risk grupları vardır. Sürekli tekrarlayan omuz hareketleri gerektiren golf, tenis, kürek çekme gibi sporları yapan bireyler ile kolun omuz hizası üzerinde çalışmasını gerektiren boyacı, tavan işçiliği gibi mesleklerde çalışan kişiler risk altındadır.
Omuz Kas Yırtıklarının Belirtileri
Omuz ağrısı, hareket kısıtlılığı ve gece ağrılarına bağlı olan oluşan uyku bozuklukları omuz kas yaralanmalarının en sık görülen belirtileridir. Omuz ağrısı özellikle gece etkilenen omuz üzerine yatmakla artar. Ağrı omuzla dirsek arasındadır. Kolun kullanımını gerektiren saç taramak, başı yıkamak, giyinmek gibi günlük yaşam aktiviteleri ağrılıdır ve zorlukla yapılır.
Omuz kas yırtıkları nasıl teşhis edilir?
Rotator manşet yırtıkları tanısında röntgen grafileri, ultrasonografi gibi yöntemlerden yararlanmakla birlikte, günümüzde en sık kullanılan tanı yöntemi MRI (manyetik rezonans)’dır. MRI ile yırtığın yeri, derecesi, etkilenen kas sayısı, omuz eklemindeki aşınma miktarı tespit edilebilir.
Omuz kas yırtıkları nasıl tedavi edilir?
Omuz kas yırtıklarının tedavisi konservatif (cerrahi dışı) ve cerrahi tedavi yöntemleri olarak ikiye ayrılır. Tedavi planlanırken hastanın şikâyetlerinin başlangıç süresi, şiddeti, hastanın yaşı, mesleği, yaşam tarzı ve hastanın beklentileri gibi birçok faktör göz önünde bulundurulmalıdır.
Konservatif tedavide amaç, ağrının giderilmesi, omuz hareket açıklığının sağlanması, omuz kaslarının güçlendirilmesidir. Erken dönemde aralıklı soğuk uygulama ve beraberinde ağrı azaltıcı ve iltihap giderici ilaç tedavileri uygulanabilir. Ağrının şiddetli ve hareket kısıtlılığının belirgin olduğu durumlarda eklem içi enjeksiyonlar yapılabilir. Bu dönemde ağrıyı arttırmayacak şekilde egzersizlere başlanması tavsiye edilir.
Omuz kas yırtıklarının tedavisinde fizik tedavi yöntemlerinden de yararlanılır. Bu amaçla, soğuk uygulama, ultrason, ağrı kesici ve kas kuvvetlendirici akım tedavileri, kuru iğneleme, bantlama ve Hilterapi (yüksek yoğunluklu lazer tedavisi) gibi yöntemleri içeren bir fizik tedavi ve rehabilitasyon programı uygulanabilir.
Omuz bölgesi kaslarının kuvvetlendirilmesi için uygun egzersiz programlarına başlanır ve devam edilir.
Konservatif tedavilerden yarar görmeyenler ve tam kat kas yırtığı olanlar için cerrahi tamir yöntemleri gündeme gelebilir. Cerrahi tedavi artroskopik yöntemle veya açık olarak yapılabilir. Operasyon sonrasında eklem hareket açıklığının geri kazanılması ve bölgedeki kasların kuvvetlendirilmesi için egzersiz tedavisine devam edilmesi gereklidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Omuz Sıkışma Sendromu
Omuz ağrıları toplumda bel ve boyun ağrılarından sonra en sık görülen ağrılı durumlardandır. Kişinin günlük yaşamını ve çalışma kapasitesini önemli ölçüde etkileyebilen ciddi bir sağlık problemidir. Omuz sıkışma sendromu ise omuz ağrılarının en yaygın nedenidir. Bursit, tendinit gibi ağrılı durumlar yanında ciddi kas yırtıklarını da içine alan geniş bir hastalık grubu bu tanımlama içine girer.
Omuz Sıkışma Sendromu Nedir?
Omuz eklemi insan vücudunun en hareketleri eklemlerindendir. Günlük yaşam hareketleri sırasında aktif olarak yoğun şekilde kullanılır. Kürek kemiği, köprücük kemiği ve kol kemiği omuz eklemini oluşturan kemik yapılardır. Kolun öne, arkaya ve yana hareketlerini sağlayan kasların bu kemik yapılar ve bunları bağlayan bağlar arasında sıkışması sonucu omuz sıkışma sendromu ortaya çıkar.
Omuz Sıkışma Sendromunun Nedenleri Nelerdir?
Omuz sıkışma sendromu çoğu durumda bir aşırı kullanım yaralanması olarak ortaya çıkar. Kasın tendonuna ait iç nedenlerden veya tendon harici dış nedenlerden dolayı meydana gelebilir. Bazı durumlarda bu iki neden bir arada da bulunabilir. Dış nedenler arasında bölgedeki kemik yapıların doğuştan veya sonradan gelişen anormallikleri ve bağların değişik nedenlere bağlı olarak kireçlenmesi sayılabilir. İç nedenler ise bölgedeki tendonların zaman içinde azalmış kanlanmasına bağlı olarak önce kısmi sonra tam yırtığa kadar giden yıpranmalarıdır.
Tekrarlayan baş üzeri hareketleri yapan meslek gruplarında çalışmak (örn. boyacılar, inşaat işçileri), bazı sporlar (örn. atma-fırlatma sporları, yüzme, basketbol, voleybol), ani ve zorlayıcı hareketler (örn. düşme) ve yaşlanmaya bağlı olarak eklem yapılarında meydana gelen yıpranmalar sıkışma sendromu için bilinen risk faktörleridir.
Omuz Sıkışma Sendromunun Belirtileri Nelerdir?
Kol hareketleri sırasında ortaya çıkan ağrı omuz sıkışma sendromunun en sık görülen belirtisidir. Özellikle baş üzeri hareketlerde ortaya çıkan ağrı zamanla devamlı hale gelebilir ve geceleri uyku uyutmayacak şekilde olabilir. Ağrı omuzdan kolun ön ve yan kısmına doğru yayılabilir. Etkilenen omuz üzerine yatmak ağrıyı şiddetlendirir. Sonuçta omuz hareketleri ileri derecede ağrılı ve kısıtlı hale gelip, hasta giyinme-soyunma, diş fırçalama, saç tarama gibi günlük yaşam aktivitelerini yapamaz duruma gelebilir. İlerleyen dönemlerde omuz ve kol kaslarında kuvvetsizlikler ortaya çıkabilir.
Omuz Sıkışma Sendromu Tanısı Nasıl Konur?
Omuz sıkışma sendromu tanısı dikkatli bir hasta öyküsü ve fizik muayene ile konur. Omzu zorlayıcı hareketler, sporlar, düşme, çarpma gibi travmalar sorgulanır. Fizik muayenede bazı özel testler yardımıyla sıkışmanın varlığı araştırılır. Hastanın klinik durumuna göre röntgen, ultrason veya MRI (manyetik rezonans) gibi görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç duyulabilir. Omuz bölgesinde ağrı yapabilecek diğer nedenleri dışlamak için gerekli görüldüğünde başka görüntüleme ve laboratuar incelemelerine başvurulabilir.
Omuz Sıkışma Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?
Omuz sıkışma sendromunun tedavisinde erken dönemde kolu zorlayıcı hareketlerden kaçınılması tavsiye edilir. Özellikle baş seviyesinin üzerindeki hareketler ve aktiviteler kısıtlanır. Bu dönemde aralıklı soğuk uygulama ve beraberinde ağrı azaltıcı ve iltihap giderici ilaç tedavileri uygulanabilir. Ağrının şiddetli ve hareket kısıtlılığının belirgin olduğu durumlarda eklem içi steroid enjeksiyonları yapılabilir. Omuzun tamamen hareketsiz kalması omuz ekleminde tutukluğa ve kaslarda zayıflığa neden olacağından bu dönemde ağrıyı arttırmayacak şekilde egzersizlere başlanması tavsiye edilir.
Omuz sıkışma sendromunun tedavisinde fizik tedavi uygulamaları önemli yer tutar. Bu amaçla, soğuk-sıcak uygulamaları, ultrason, ağrı kesici ve kas kuvvetlendirici akım tedavileri, manuel terapi, kuru iğneleme, bantlama ve Hilterapi (yüksek yoğunluklu lazer tedavisi) gibi yöntemleri içeren bir fizik tedavi ve rehabilitasyon programı uygulanır.
Egzersiz tedavisi omuz sıkışma sendromunun tedavisinin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Özellikle omuz bölgesi kaslarının kuvvetlendirilmesi tedavinin başarısı ve sorunun tekrarının önlenmesinde oldukça önemlidir.
Yapılan tedavilere rağmen sonuç alınamayan veya yapılan görüntülemelerde tendonlarında tam kopma tesbit edilen hastalarda cerrahi tedavi gündeme gelebilir. Cerrahi tedavi artroskopik yöntemle veya açık olarak yapılabilir. Operasyonla sıkışıklığa neden olan yapılar düzeltilir. Tendon yırtığı varsa tamir edilir. Operasyon sonrasında eklem hareket açıklığının geri kazanılması ve bölgedeki kasların kuvvetlendirilmesi için egzersiz uygulamalarına başvurulur. Gerekli görüldüğü durumlarda fizik tedavi uygulanabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Multiple Skleroz (MS)
MS (Multiple Skleroz) hastalığı, kişinin bağışıklık sistemindeki bozukluk sonucu beyin ve omurilikte çok sayıda plakların oluşmasıyla ortaya çıkan bir hastalıktır. Genç yaşlarda görülebilen MS (Multiple Skleroz) hastalığı, dünyada yaklaşık 3 milyon kişiyi etkiler. MS ataklar halinde gelişir ve ancak uygun tedavi ve düzenli takiple kontrol altında tutulabilmektedir.
Multiple Skleroz’te fizik tedavinin rolü nedir?
Multiple Skleroz (MS)‘te kas zayıflıkları, görme kayıpları, değişmiş duyu ve ağrı algısı, yorgunluk, duygusal ve bilişsel değişiklikler çok sık görülür. Bu belirtiler denge ve yürüme sorunlarına ve yaşam kalitesinde değişikliklere yol açar.
Özellikle yürüme sorunları ve denge kayıpları günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar.
Düzenli egzersiz ve fiziksel aktivite yaşamın tüm safhalarında hastalıkları önleme, kendini iyi hissetme ve kişinin yaşam kalitesini desteklemede önemlidir.
Hastanın yaşam kalitesini artırmak,işini veya mesleğini rahat yapabilmesini sağlamak bir başkasından bağımsız olmadan yaşamını sürdürebilmesi için her MS‘li hastaya özel farklı FTR programları uygulanmalıdır Hastaya el,ayak becerilerini artırmak için hazırlanan rehabilitasyon programlarının yanı sıra kas ve iskelet sistemine yönelik Nörolojik Rehabilitasyon programları fizyoterapistler tarafından kişiye özel planlanıp uygulanmalıdır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kanal Daralması Nedir?
Bel omurgası; omur adı verilen 5 adet kemiğin üstüste diziliminden oluşur, Bu kemikler spinal kanal dediğimiz ve içinden omuriliğin geçtiği kanalı çevreler . Omurgamızı oluşturan omurlar arasında hareket etmeyi sağlayan ve üst seviyelerden gelen yükü emerek düzgün bir şekilde alt seviyelere iletilmesini sağlayan disk denen yastıkçıklar ve omurları birbirine bağlayan eklemler ve çok sağlam ligamanlar bulunur. Ilerleyen yaşla beraber diskler esnekliğini kaybeder, ligamanlar ve eklemler kalınlaşır, kemik yapılar daha kaba hale gelebilir. Tüm bu değişiklikler omurilik kanalının daralmasına ve içinden geçen omurilik ve sinirlerin bası altında kalıp normal görevini yapmasına engel olur. Omurganın en önemli görevi içinde seyreden omuriliği ve omurilikten çıkan sinirleri korumaktır, aynı zamanda gövde hareketlerinin yapılmasına ve kaburgalar için bir bağlantı noktası oluşturur
Kanal Daralması Belirtileri Nelerdir?
Dar kanal hastalarının en önemli şikayeti ağrıdır, bel bölgesinden bacaklara yayılan ağrı , karıncalanma ve uyuşma kramp gibi şikayetleri ile his kaybı da olabilir,.hastalık çok ilerlemişse kuvvet kaybı ile yürüme bozukluğu olabilir . Hastaların en tipik kliniği ; nörojenik kladikasyo dediğimiz biraz yol yürüdükten sonra uyuşma ve karıncalanma olması bacaklarda kuvvetsizlik ile beraber adım atamayacak duruma gelmesi ve bu şikayetlerin oturmakla veya öne doğru eğilmekle azalıyor olması,
Hastalığın en ileri aşamalarında, idrar ve gaita kaçırma, cinsel fonksiyon bozukluğu, bacaklarda kuvvetsizlik , his kaybı ve uyuşma gibi bulguları olan kauda equina sendromu dediğimiz tablo meydana gelebilir. Bu acil ameliyat gerektiren bir tablodur.
Kanal Daralması Tanısı Nasıl Konur?
Detaylı bir fizik muayene ve iyi alınmış bir hastalık hikayesi sonrasında tanı büyük oranda konabilir. Tanıyı kesinleştirmek ve tedaviyi planlamak için hastaya düz veya öne ve arkaya eğilme grafileri , spinal kanaldaki darlık ve omurilik basısını son derece detaylı gösteren manyetik rezonans görüntüleme (MRG), Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve lomber miyelogram gibi tetkikler yapılabilir.
Kanal Daralması Tedavisi Nasıl Yapılır?
Lomber dar kanal tanısı kondukttan sonra ameliyat endikasyonu yoksa öncelikle cerrahi dışı tedaviler başlanmalıdır. Lomber dar kanal tedavisinde ilk aşama ilaç tedavisi, günlük yaşam aktiviteleri eğitimi ve uygun egzersizlerdir. Ağrının durumuna göre çeşitli fizik tedavi uygulamaları yapılır. Bu tedavilere cevap alınamıyorsa spinal enjeksiyonlar veya bloklar yapılabilir . Ameliyatsız tedavi yöntemleri ile başarı sağlanamıyor ve ilerleyici his ve kuvvet kaybı ortaya çıkıyorsa cerrahi tedavi düşünülmelidir. Ameliyattan sonra fizik tedavi ve rehabilitasyon programı hastaya göre tekrar düzenlenip devam edilmelidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kemik İliği Ödemi
Kemiklerin iç kısmında bulunan ve çoğunlukla kan hücrelerinin üretiminden sorumlu olan boşluklu kısma kemik iliği denir. Çeşitli nedenlere bağlı olarak kemik iliğindeki sıvı miktarının artması kemik iliği ödemi olarak adlandırılır. Ödemin yarattığı basınç ağrıya neden olabilir.
Kemik iliği ödemi sendromu nedir?
Önceleri “geçici osteoproz (kemik erimesi)”, “kalçanın geçici osteoporozu”, “geçici migratuar osteoporoz” gibi isimlerle adlandırılan “kemik iliği ödemi sendromu” nedeni tam olarak bilinmeyen bir hastalıktır. Daha çok kalça eklemi başta olmak üzere diz ve ayak bileği gibi yük binen eklemlere yakın kemiklerde görülür. Özellikle gebeliğin son üç ayında olmak üzere kadınlarda daha sık görülür. Erkeklerde ise orta yaş dönemlerinde görülebilmektedir. Genellikle kendi kendini sınırlayan ilerleyici olmayan klinik bir durumdur.
Kemik iliği ödemi neden oluşur?
Kemik iliği ödemi bazen travma veya çarpmalarla yakından ilişkilendirilebilir. Bir diğer sık karşılaşılan neden eklem kireçlenmeleridir. Eklem kıkırdakları hasar gördüğünde yapısı incelir ve kemiğe binen yük artar. Bu artış zamanla kemiğin kıkırdağa komşu bölgelerinde ödem oluşmasına sebep olabilir. Yine kadınlarda gebelik döneminde kemik iliği ödemi oluşma riski artar. Bunların yanı sıra, tümöral nedenler, radyoterapi tedavisi, gut hastalığı, romatizmal hastalıklar, orak hücreli anemi, kortizon kullanımı gibi nedenlere bağlı olarak da kemik iliği ödemi gelişebilir.
Kemik iliği ödeminin belirtileri nelerdir?
Kemik iliği ödemi genellikle başladığı bölgeyle uyumlu kalça, diz veya ayak bileğinde ağrı ile karakterizedir. Eklemlere yük binmesiyle (basmakla, yürümekle) ağrı artarken yük azalınca ağrı azalır. Hasta etkilenen bacağa yük vermemeye çalışır. Antaljik yürüme olarak adlandırılan topallama yürüyüşü gözlenir. Kalça tutulumu olan hastalarda ağrı kasığa ve bacağın ön yüzüne yayılabilir. Özellikle bacak ön yüzde yer alan kaslarda güçsüzlük görülebilir. Bazen etkilenen bacak diğerine göre daha ince (kas atrofisi) olabilir. Eklem hareket açıklığı genellikle etkilenmemiştir.
Kemik iliği ödeminde nasıl tanı konur?
Tanıda klinik bulgulara ek olarak manyetik rezonans (MR) görüntüleme önemlidir. Röntgen ve bilgisayarlı tomografi genellikle yeterli bilgi sağlamaz. Kemik dansitometresi (kemik yoğunluğu) ölçümü, etkilenen tarafta kemik yoğunluğunda azalmayı göstermede yardımcı olur.
Kemik iliği ödemi nasıl tedavi edilir?
Kemik iliği ödemi, genellikle iyi bir gidişe sahiptir. Nadiren cerrahi tedaviye ihtiyaç duyulur. Tedavide ağrının azaltılması ve etkilenen tarafın istirahat ettirilmesi çok önemlidir. Ağrı kesici ilaç tedavileri uygulanabilir. Gerektiğinde kanadyen, koltuk değneği gibi yardımcı cihazlarla hastanın o tarafa basmaması sağlanmalıdır. Ağrılı dönem 6-8 hafta kadar sürebilir. Kemik erimesinin önlenmesi için genellikle bir süre kemik yıkımını önleyici ilaçlar tedaviye eklenebilir.
Kemik iliği ödeminin tedavisinde hem ağrı hem de uzun süreli istirahate bağlı olumsuzlukların önlenmesi ve tedavisi için fizik tedavi ve rehabilitasyondan yararlanılır. Ağrının azaltılması için ağrı kesici akım tedavileri ve yüzeyel sıcak uygulamaları kullanılır. Hilterapi (yüksek yoğunluklu lazer tedavisi) kemik iliğindeki ödemi azaltmada etkili bir tedavi yöntemidir. Hareketsizliğe bağlı kas atrofisi, zayıflama ve eklem hareketlerinde kısıtlılık gelişmemesi için etkilenen bacağa yük bindirmeyen egersizler uygulanmalıdır.
Kemik iliği ödemi sendromunda tam iyileşme 6 ay ila 2 yıl sürebilir. Aynı ya da başka bir eklemde nadiren de olsa tekrarlayabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Parmak Ucunda Yürüme
Parmak ucunda yürüme, bir çocuğun topuk veya ayağın diğer bölümleri zemine temas etmeden ayak parmaklarının üzerinde yürümesi olarak tanımlanır. Sağlıklı çocukların % 5 ila % 12’si nde görülmekte ve genellikle erkekleri kızlardan daha fazla etkiler.
Çocuklar büyüdükçe üç farklı aşamadan oluşan bir yürüme şekli ile yürürler: ilk topuk vuruşu, orta ayakla temas ve ayak parmağı. İlk topuk teması ile yürüyüşünün gelişimi sırasında bazı çocuklar parmak uçlarında yürür. Bununla birlikte, ayak parmakları yürümek tüm çocukların ilerleyeceği zorunlu bir aşama değildir ve çoğu çocukta 18 aylıkken topuk vuruşu mevcuttur. Bazı çocuklar ayak parmakları üzerinde yürümeye devam eder ve ebeveynler, ayak parmakları yürümeye devam ettiklerinde sağlık uzmanlarından tavsiye almaya teşvik edilir. Ancak ne zaman tavsiye alınacağı konusunda fikir birliği eksikliği devam etmektedir.
Anatomi
Baldırımız iki ana kastan oluşur.
- Gastrocnemius kası. Bu daha büyük baldır kası. İki kısmı, derinin altında görünen çıkıntıyı oluşturur.
- Soleus kası. Bu küçük, düz kas, gastrocnemius kasının altında yer alır.
Her iki kas da baldırın tabanında birleşerek aşil tendonu haline gelirler. Aşil tendonu daha sonra kalkaneusa (topuk kemiği) yapışır. Baldır kasları kasıldığı zaman, aşil tendonu topuğu çeker. Baldır kasları ve aşil tendonu, yürürken topukları kaldırmaya yardımcı olmak için birlikte çalışır.
Ayak parmaklarında yürüyen bazı çocuklarda, bu kas-tendon kombinasyonu doğumda daha kısa olabilir veya zamanla kısalabilir; bu da çocuğun topuklarını yere değmesini ve ayağını düz olarak basıp yürümesini önler. Bununla birlikte, ayak parmakları ile yürüyen çocukların çoğunda, kas-tendon kombinasyonu, hatırlatılması durumunda, çocuğun topuklarıyla yürüyebilmesi için yeterince uzundur.
Neden Çocuklar Parmak Ucunda Yürürler?
Çocukların büyük çoğunluğunda, parmak yürüyüşü “idiyopatik” tir, yani kesin neden bilinmemektedir. Bu çocuklar bir doktor tarafından değerlendirildiğinde, fiziksel muayeneleri ve nörolojik testleri normaldir. Daha az sayıda vakada, altta yatan nörolojik veya nöromüsküler hastalık nedeniyle topuk vuruşu yapamamaktan kaynaklanabilir.
- Serebral palsi
- Kas distrofisi
- Omurilik anormalliği
- Konjenital talipes ekin
- Otistik spektrum bozukluğu
- Zihinsel engelli çocuklarda,
- Gelişimsel konuşma ve dil bozukluklarında
Parmak Ucunda Yürümenin Belirtileri Nelerdir?
Parmak uçlarında yürüyen çoğu küçük çocuk, istendiğinde düz ayaklı yürüyebilir. Bununla birlikte, parmak ucu ile yürümeye devam eden daha büyük çocuklar (genellikle 5 yaşın üzerindeki çocuklar) topuklarıyla yürüyemezler. Bu çocuklar ayakkabı giyme veya spor yapma veya tekerlekli paten veya buz pateni içeren eğlence etkinliklerine katılma sorunları hakkında şikayet edebilirler. Yürüyen parmakların bazı şikayetleri yoktur, ancak ebeveynleri, yürüme düzenlerinin gençler ve yetişkinler olarak gelecekteki işlevleri üzerindeki etkisinden endişe duymaktadır.
Parmak Ucunda Yürüyen Çocuklarda Muayenede Neler Sorgulanır?
- Hamilelik komplikasyonları var mıydı ya da çocuğunuz erken doğdu mu?
- Çocuğunuz gülümsemek, oturmak ve yürümek gibi gelişimsel basamaklara ulaştığında kaç yaşındaydı?
- Parmak yürüyüşü ne zaman başladı? (Örneğin, çocuğunuz bağımsız veya daha büyük yaşta yürümeye başladığında başladı mı?)
- Parmak yürüyüşünü her iki tarafta mı yoksa sadece bir tarafta mı yürüyor? (Sadece bir tarafta parmak ucunda yürüme bazen nörolojik bir problemi gösterir.)
- Parmak ucunda yürümek için aile öyküsü var mı?
- Parmak uçlarında yürümede ne kadar zaman harcanır?
- İstenirse çocuğunuz düz bir şekilde yürüyebiliyor mu?
- Çocuğunuz ayak veya bacak ağrısı, bacaklardaki zayıflık veya aynı yaştaki çocuklara ayak uydurmakta zorluk çekiyor mu?
Parmak Ucunda Yürüyen Çocuklarda Muayene sırasında Neler Yapılır?
Fiziksel muayene genellikle çocuğun yürüyüşünün izlemesiyle başlar. Çocuğunuzun ayaklarını, sol ayak ve sağ ayak arasındaki farklılıklar dahil olmak üzere anormallikler , her iki bacaktaki uzunluk ve büyüklüğündeki farklılıklar, kalça ve dizlerdeki hareket aralığı, alt ekstremitelerde ve belde herhangi bir cilt anormallikleri kontrol edilir.
Kollarda veya bacaklarda kaslarda herhangi bir kontraktür veya aşırı gerginlik olup olmadığı, ana kasların gücü, reflekslerini, kollarda ve bacaklarda hissi test edilir. Öykü ve muayene ile herhangi bir problem saptanmaz ise röntgen, BT ve MRI taramaları EMG gibi sinir ve kas testlerine genellikle gerek yoktur.
Parmak Ucunda Yürüyen Çocuklarda Tedavi Nedir?
Parmak ucunda yürüyen çocukta tedavi cocuğun yaşına ve çocuğun normal şekilde yürüyüp yürüyemeyeceğine bağlı olarak değişir. Küçük çocuklar ve ayak bileği dorsifleksiyonunda sınırlaması olmayan çocuklar genellikle cerrahi olmayan müdahalelerle tedavi edilir. Parmak ucunda yürümeye devam eden ve ayak bileği dorsifleksiyonunda sınırlamalar bulunan daha büyük çocuklar bazen cerrahi işlemlerle tedavi edilir.
Cerrahi Olmayan Tedavi
Gözlem; Düzenli olarak izlemesi tavsiye edilir. Eğer alışkanlıktan uzaklaşıyorsa, kendi kendine durabilir.
Germe egzersizleri genellikle, ayak bileği dorsifleksiyonunun azalması durumunda reçete edilir.
Alçılama baldırdaki kasları ve tendonları aşamalı olarak germek ve uzatmak ve ayak yürüyüşü alışkanlığını kırmak için bir dizi kısa bacak alçılama yaılabilir.Alçılama genellikle birkaç hafta boyunca gerçekleştirilir.
Ortezleme; Ayak bileği-ayak ortezinin (AFO) giyilmesi, kasların ve tendonların gerilmesine ve uzamasına yardımcı olabilir. Bir AFO, alt bacağın arkasını uzatan ve ayağı 90 derecelik bir açıda tutan plastik bir ayraçtır. Tipik olarak, daha uzun bir süre boyunca kullanılır. (haftalar yerine aylar).
İntramüsküler botulinum toksini tip A, genellikle kas tonusunun artmasına neden olan nörolojik anormalliği olanlar – baldır kaslarını geçici olarak zayıflatmak için botulinum A toksini enjeksiyonu da yapılabilir. Gastrocnemius, soleus veya her ikisine enjekte edilir
Cerrahi tedavi
5 yaşın üzerindeki parmak ucunda yürüyen çocuklarda, baldır kasları ve aşil tendonları o kadar sıkı olabilir ki, düz ayakla yürümek mümkün değildir. Bu hastalar için aşil tendonlarını uzatmak için cerrahi yapılabilir. Tendonların uzatılması hareket aralığını iyileştirecek ve ayak ve ayak bileğinin daha iyi çalışmasını sağlayacaktır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Halluks Valgus Nedir?
Halluks Valgus ya da başparmak çıkıntısı kadınların büyük çoğunluğunda 30-40 yaşlarından sonra görülen ve ayak başparmağının içeri doğru dönmesi ile birlikte birinci parmakta bulunan tarak kemiğinin dışarı doğru dönmesiyle oluşan çıkıntılı şekil bozukluğuna verilen isimdir.
Başparmakta meydana gelen bu çıkıntılı durum ve ağrı hastalarda ayakkabı giymeyi ve yürümeyi güçleştirerek hayatı olumsuz yönde etkiler. Basma bozukluğu sonucunda ayak tabanında ağrılı nasır gelişimi görülebilir.
Belirtileri Nelerdir?
- Şekil bozukluğu: Ayak başparmak çıkıntısında ya da tıbbi adıyla Halluks Valgus’ta, hastaların en sık şikayet ettiği nokta ayakta birinci parmaktaki çıkıntılı durumdur.
- Ağrı: Halluks valgus rahatsızlığında parmak hareketi ve yürüme ağrıya neden olur.
- Kızarıklık: Ayakkabının şekline ve ayakkabının ön kısmının darlığına göre hastalarda başparmakta kızarıklık gelişir(Bunyon).
- Huzursuzluk: Ucu sivri ya da ayak yapısına uygun durumda olmayan ayakkabı giyilmesiyle ayak başparmağında oluşan rahatsız edici his.
Kimlerde Daha Sık Görülür?
Halluks Valgus rahatsızlığı genellikle aile bireyleri arasında genetik olarak aktarılan bir sağlık sorunudur. Dar yüksek topuklu ayakkabılar bir kısım hastada gelişimde rol oynarken bir grup hastada ise geniş topuksuz rahat ayakkabı giyimine rağmen hastalık görülebilmektedir.
Ancak bu hastalık başka hastalıklarla birlikte de olabilmektedir.
- Düz tabanlık rahatsızlığı olanlarda
- Yüksek kavis rahatsızlığı olanlarda
- Aşil tendonu kısalığı olanlarda
- Kilo problemi olan kişilerde
- Çeşitli romatizmal problemi olan kişilerde gözükmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Baker kisti nedir?
Baker kisti, dizin arka kısmında meydana gelen başlangıçta ağrıya neden olmayan ama büyüdükçe ağrı ve kısıtlılık yapan içi eklem sıvısı ile dolu yumuşak bir kitledir. Yumuşak yapıya sahip olan baker kisti, dizin gerilmesi ve bükülmesi gibi fiziksel aktiviteler sırasında keskin bir ağrıya neden olur. Baker kisti, erkeklere kıyasla kadınlarda daha sık görülmektedir ve 40 yaş üstünde sıklığı artmaktadır.
Baker kisti neden olur?
Diz eklemindeki kireçlenmeler ve travmalar sonrasında sinovyanın ürettiği aşırı eklem sıvısı dizin arkasında bir kese içinde birikir ve baker kisti oluşur.
Baker kisti nasıl anlaşılır
Hareket anında keskin bir ağrıya neden olan baker kisti, bacağın tam uzatılması, gerilmesi veya bükülmesi durumunda kişiye rahatsızlık verir. Muayenede dizin arkasında şişlik olarak palpe edilir. Bazen kistin patlaması sonrasında bacakta aşırı şişlik ve ağrı olabilir. Bu durum derin ven trombozu ile karıştırılabilir. Eklem ultrasonografisi ve mr ile kesin tanı konabilir.
Baker Kisti Belirtileri Nelerdir?
- Diz arkasında sertlik
- Diz arkasında veya bacakta şişlik
- Diz ağrısı
- Katılık, sertlik
- Baker Kisti Tedavisi
Genellikle uygun egzersiz ve fizik tedavi yöntemleri kist takip altına alınır ve kendiliğinden kaybolması beklenir. Zaman içinde kendiliğinden kaybolmuyorsa ilaç tedavisi uygulanır. Baker kisti tedavisinde uygulanan bir diğer tedavi yöntemi, aspirasyon yöntemidir. Bu yöntem ile kistin içindeki sıvı çıkartılır. Aspirasyon uygulaması ultrasyon yardımıyla yapılır. Son olarak ise ameliyat ile kistin ortadan kalkması sağlanır. Ancak baker kisti ameliyatı genellikle tercih edilmez. Baker kisti ameliyatı son çare olarak görülür ve defalarca boşaltılmış ancak sürekli tekrarlayan vakalarda tercih edilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Diz Protezi Rehabilitasyonu
Diz protez ameliyatı diz eklemi belirli nedenlerden dolayı hasar görmüş olan hastalarda, hasarlı eklemin yapay bir eklemle değiştirilmesini içeren bir ameliyattır. Diz protezi, ameliyat dışı tedavilere cevap vermeyen ağrı ve hareket kısıtlılıklarını gidermek, stabilite sağlamak ve yaşam kalitesini arttırmak amacıyla uygulanır.
Diz protezine ne zaman ihtiyaç duyulur?
- Eklemde osteoartrite (kireçlenme) bağlı ileri derecede yıpranmalar varsa
- Eklemin hareketini tamamen kısıtlayan romatoid artrit veya ankilozan spondilit gibi romatizmal hastalıkların varlığında
- Kemik tümörlerinde
- Diz eklemi enfeksiyonu sonrası hasar kalan hastalarda ve travmalarda diz protezine ihtiyaç duyulabilir.
Diz protezinde operasyon öncesi rehabilitasyon
Diz protezi operasyonunun başarısını arttırmak için rehabilitasyona operasyondan önce başlamak önemlidir. Operasyon öncesi dönemde rehabilitasyona başlamak, operasyon sonrası rehabilitasyonu kolaylaştırmakta, hastanın iyileşmesini ve günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlık kazanmasını hızlandırmaktadır. Bunun için;
- Dizin uygun pozisyonlanmasının öğretilmesi
- Eklem hareket açıklığı kısıtlılıklarının azaltılması,
- Özellikle uyluk ön yüz kaslarına yönelik kuvvetlendirme egzersizleri
- Kısalmış veya gerilmiş kaslara yönelik germe egzersizleri
- Ameliyat sonrası rehabilitasyon programının öğretilmesi
- Akciğer komplikasyonlarını önlemek ve sekresyonun atılmasını sağlamak için solunum egzersizleri ve öksürme yönteminin öğretilmesi önem taşır.
- Diz protezi operasyonu sonrası rehabilitasyon
Operasyon sonrası rehabilitasyonun hedefleri;
- Yatak istirahatine bağlı olumsuzlukların önüne geçmek
- Yeterli ve işlevsel eklem hareket açıklığını kazandırmak
- Diz çevresi kasları kuvvetlendirmek
- Yürüme ve günlük yaşam aktivitelerindeki bağımsızlığı sağlamak
- Hastanın yaşam kalitesini arttırmaktır.
Hastanın cerrah ile koordineli bir şekilde erken dönemde harekete geçirilmesi operasyon sonrası rehabilitasyonun başarısı için önemlidir. Burada uygulanan protezin tipi ve operasyonun yöntemine göre bir program uygulanması gerekir. Ağrının azaltılması, olası komplikasyonların önlenmesi ve eklem pozisyonlama eğitimlerinin verilmesi erken dönemde dikkat edilmesi gereken diğer noktalardır. Bu dönemde sürekli pasif hareket cihazından (CPM) yararlanılır.
Operasyon sonrası birinci gün yatak içi egzersizlere başlanır. Erken dönemde, kalçaları sıkıp üçe kadar sayıp gevşetme, diz arkasını yatağa bastırarak üçe kadar sayıp bırakma, bacak uzatılmış durumdayken ayak bileğini kendine doğru ve ileriye doğru çekerek üçe kadar sayıp bırakma, bacak düz şekildeyken yukarı kaldırarak üçe kadar tutup bırakma şeklinde egzersizler uygulanır.
Hasta önce yatak kenarında oturtulur. Sonrasında yürüteçle ayağa kaldırılır. Başlangıçta verilecek yük miktarı uygulanan protez tipine göre değişir. Diz fleksiyonu 90 dereceye ulaştığında ve hasta transferlerini ve harekete geçmeyi bağımsız yapmaya başladığında taburculuk planlanır. Hastanın evde nelere dikkat edeceği, hangi aktiviteleri yapabileceği ve egzersizlerini nasıl yapacağı hasta ve ailesine öğretilir.
Taburculuk sonrası ayaktan rehabilitasyon programına devam edilir. Kademeli olarak koltuk değneğine geçilir ve yaklaşık altıncı haftaya kadar kullanmaya devam edilir. Altıncı haftadan sonra dirençli egzersizlere başlanır. Koltuk değnekleri önce teke düşürülür, sonra desteksiz yürüme eğitimine geçilir. Operasyon sonrası en az bir yıl süreyle egzersizlere devam edilmesi tavsiye edilir.
Diz protezi sonrası rehabilitasyonda hidroterapi yani su içi egzersiz programından da aktif şekilde yararlanılır. Rehabilitasyon sırasında ağrı ve ödem kontrolüne dikkat edilmeli, gerektiğinde soğuk uygulama ve fizik tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Çocuk Diz Ağrıları
Eklem ağrısı, çocuklukta sıktır. İnflamatuvar ve inflamatuvar olmayan durumlarda eklem ağrısı olabilir. Birinci basamakta çocuklarda en sık rastlanılan kas iskelet sistemi şikayeti diz ağrısı (%33) ve diğer eklem ağrılarıdır (ayak bileği, el bileği ve dirsekler %28). Çoğu şikayet genellikle benign karakterdedir ve travma, aşırı kullanım veya gelişimsel varyasyonlara örneğin, hipermobilite ve (önceden ‘büyüme ağrıları’ olarak bilinen) çocukluğun benign nokturnal ekstremite ağrısına bağlanabilir.
Doğum zamanında küçücük olan kemikler, yaklaşık 17-18 yaşlarına kadar bir dizi karmaşık süreçten geçerek büyümesini ve gelişmesini tamamlar. Kollar daha büyük oranda omuz ve el bileğinden uzarken, bacaklar yüzde 70-80 oranında diz bölgesinden uzar. Bu hızlı büyüme, çocukların sık şikayet ettiği ağrıların nedeni olabilir Ağrılar daha çok, kemiğin büyüme hızından daha çok çevresindeki kas, tendon ve bağlar gibi yumuşak dokulardaki zorlanmalar ve gerilmeler sonrasında oluşan ödemden kaynaklanır Ancak yine de bu bölgede enfeksiyon, travma ve tümörlerle sıklıkla karşılaşılabildiğinden, bir uzmanın muayene etmesinde fayda vardır.
Çocuklarda diz ağrısı nedenleri?
Büyüme Ağrısı (Çocukluğun Benign Nokturnal Ekstremite Ağrısı)
Çocuklar genellikle gündüz yaptıkları aktiviteler sonrasında akşama doğru veya geceleri ağrıdan yakınır Ancak, sabah olduğunda genellikle şikayetleri geçer. Bu ağrıların aşırı efor sonrasında da arttığı gözlenir.Daha çok dizin üst ve alt tarafındaki kısımlarda bulunan kaslarda ortaya çıkan büyüme ağrılarının tedavisi için dinlenilebilir, masaj ya da basit ağrı kesicilerden yararlanılabilir. Bunlardan sonuç alınmaz ve gün boyu süren ağrı, şişlik, kızarıklık ve yürümede zorluk gibi sıkıntılar devam ederse çocukların bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekir.
Travma ve Epifiz Plağı Yaralanmaları
Uzun kemik olan kol ve bacaklardaki kemiklerin orantılı bir şekilde uzamaları gerekir Herhangi bir orantısızlık, diz ekleminde bir sorunun habercisi olabilir.Bu sorunların başında epifiz plağı yaralanmaları geliyor. Kemiklerin uç kısmındaki büyüme plakaları olan epifizler, çocukluk döneminde henüz kemikleşmemiş haldedir. Dolayısıyla henüz kıkırdak olan bu yapı, aşırı spor yapma ya da zorlanma sonucunda zarar görebiliyor. Ayrıca aşırı spor ya da yaralanma gibi oluşan travmalar bu bölgede menisküs ve bağlarla büyüme plaklarında hasara neden olabilir Tüm bunların sonucunda da dizdeki büyüme plağı etkilenir, alt bacak kemiklerinin uzamasında eşitsizlikler veya deformiteler ortaya çıkabilir. Çocukların düşme veya darbeye maruz kalması sonucu oluşan travmalarda, ağrı, şişlik, morluk, hassasiyet ve hareket kısıtlılığı gibi belirtilere görülür Travmalarda, büyüme ağrılarından farklı olarak, bölgesel ağrı yaşanır ve beraberinde morluk ile şişlik görülür Büyüme ağrılarında ise çocuklar daha çok her iki bacağındaki kasların üzerindeki ağrıdan şikayet eder. Bazen kalçada femur başında olan büyüme plağından başın kayması (femur başı epifiz kayması), perthes hastalığı veya kalçanın sinoviti gibi durumlar da dizde yansıyan ağrı yapar. Ancak bunların tamamında öykü farklıdır ve ağrıya aynı zamanda aksama eşlik eder.Normal grafilerle travma sonrası kırık veya çıkık olup olmadığı anlaşılır. Belirtilerin ve belirtilerin kalıcılığına bağlı olarak, bir MRI taraması gerekebilir.
Ön Diz Ağrısı ve Patello-Femoral Dizilim Bozukluğu
Ön diz ağrısı çok yaygındır ve en şiddetli olanı diz kapağında çıkmaya meyil ve çıkıklardır. Ön diz ağrısı, diz kapağı etrafında ve altında hissedilen, uzun süreli oturma sürelerinin (sinema ağrısı olarak da bilinir) ve merdiven çıkmanın ardından daha kötü olan ağrıyı tanımlar. Ergenlik dönemindeki kızlarda daha sık görülür ve genellikle patelladaki vastus lateralisin güçlü yanal çekimini yeniden hizalamayı amaçlayan VMO (vastus medialis obliqus) güçlendirme egzersizleri ile iyileştirilir. Tekrarlayan çıkıklara cerrahi müdahele gerekebilir.
Osgood Schlatter Hastalığı
Ergenlerde kemikleşme sırasında meydana gelen proksimal tibial apofizin oluşum ve büyümesinin bir bozukluğudur. Ön diz ağrısı çeken hastalarda, hassasiyet ve şişkinlik, egzersizle birlikte gelen kaval kemiği üst ucunda yoğunlaşmıştır. Dinlenerek rahatlar. X-ışınları apophysis parçalandığını gösterir, ancak genellikle klinik olarak belirgin olduğu için tanı koymak için gerekli değildir. Tedavi dinlenme, buz, analjezi ve bazen fizyoterapi ile semptomatiktir. Spor faaliyetlerini durdurmak veya azaltılması gerekebilir.
Osteochondritis disecans Bu duruma, en sık medial femoral kondilin lateral kısmını etkileyen subkondral kemiğin fokal bir alanının nekrozu neden olur. Üstteki kıkırdak, destek yapısını kaybettiğinde, bir parça, eklem içine düşebilir. Bu durumda adı eklem faresidir..Tekrarlayan mikro-travmanın önemli bir başlangıç faktörü olduğu düşünülmektedir. Semptomlar kroniktir, genellikle belirsizdir ve aktiviteye bağlı ağrı, dinlendikten sonra sertlik, dizde kilitlenme şeklinde olabilir.
Radyografiler, “tünel grafileri” elde edilirse genellikle tanı konur. Derecesini anlamak ve tedaviyi yönlendirmek için bir MR taraması kullanılır. Genel olarak, 11 ila 13 yaşlarındaki kızlarda, konservatif olarak tedavi edilir ve genellikle bir aktivite kısıtlama periyodu ile iyileşirler. Daha büyük çocuklarda daha zordur ve artroskopi veya açık cerrahi gerekebilir.
Enfeksiyon
Erişkinlere göre çocuklarda daha sık görülen kemik ve eklem enfeksiyonlarında (osteomiyelit, septik artrit) tablo büyüme ağrılarına göre çok daha şiddetli seyreder. Çocukların genel sağlık durumları kötüleşir. Enfeksiyonlarda, şiddetli ağrıya ateş, üşüme, titreme, şişlik, kızarıklık, lokal veya genel ısı artışı, hareket kısıtlılığı ve yürümede zorluk gibi belirtiler de eklenir Değerlendirme acilen yapılmalıdır. Eklem içinde sıkışmış iltihap eklem kıkırdağında hızlı ve geri dönüşümsüz tahribata neden olur ve hızlı tanı ve cerrahi boşaltma hayatidir. İntravenöz antibiyotikler, klinik tablo yerleşene kadar (genellikle CRP normal olana kadar) ve ardından toplam iki ila altı hafta boyunca oral antibiyotikler gerekir.
İyi veya kötü huylu tümörler; Çocukluk çağında görülen iyi veya kötü huylu kemik tümörlerinin, uzun kemiklere ve özellikle de bacaklardaki uzun kemiklere daha fazla yerleşmektedir.İyi huylu kemik tümörleri çocuğun gelişimiyle birlikte belirli bir büyüklüğe ulaşır. Ekleme yakın yerlere yerleşmiş tümörler ise kaslara ve tendonlara yaptığı baskı sonucu büyüme ağrılarına benzer ağrılar ortaya çıkarabilir Ancak, iyi huylu kemik tümörlerinde ağrı hareket veya temasla ortaya çıkarken kötü huylu tümörlerde ağrı süreklilik arz eder. Diz etrafındaki tümörler sık olarak iyi huyludur ve bu durumda ağrı. Geceleri meydana gelen ve aspirin ile rahatlayan ağrı, bir osteoid osteoma için klasiktir ancak gece ağrısı ve dinlenme ağrısı, neoplastik bir lezyonun daha endişe verici bir işareti olabilir. Osteo-sarkom gibi malign tümörler, nadir olmasına rağmen, diz eklemi çevresine meyillidirler. Genellikle kısa süreli kötüleşen ağrı, kitle, kemik yıkımı ve yumuşak doku reaksiyonu ve şişme ile ilişkilidir. Yine, kalça çevresindeki tümörler diz ağrısı ile ortaya çıkabilir.
Kan Hastalıkları
Büyüme ağrılarıyla karıştırılabilen sorunlardan biri de kan hastalıkları ve lösemi. Kemiklerin de etkilendiği bu hastalıklarda hiç durmayan sürekli ağrı yaşanabilir Kan hastalıkları arasında kanamanın durmamasıyla tanınan hemofilide tabloya şişlik ve morluk eşlik edebiliyor. Lösemide de çocuk sürekli ve dinlenmeyle geçmeyen ağrı yaşıyabilir.
Romatizmal Hastalıklar
Büyüme ağrısıyla yine benzer olan başka hastalık da romatizmal hastalıklardır. Son yıllarda çocuklarda artış gösteren romatizmal hastalıklar yine sıklıkla eklemlerde ağrı ile ortaya çıkabilir. Çocuklardaki romatizmal ağrılar hem uzun sürebilir, hem de şiddetli yaşanabilir. Kas yorgunluğu, ateş ve ağız bölgesinde de aft görülmesi romatizmaya işaret edebilir. Yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da reaktif artrit viral enfeksiyonlarla birlikte olabilir. Genellikle önceki bir viral enfeksiyon geçmişi vardır. Bir nezle,grip,boğaz ağrısı nedeniyle ortaya çıkabilir. Enflamatuar artrit de genellikle akut ağrıdan daha yaygın bir topallama ile gelir. Ağrı, sabah tutukluğu veya uzun süreli hareketsizlik dönemlerinden sonra sertlik olarak hissedilir. Sıcak bir ortam semptomları iyileştirir. Soğukta artar.
Eklem ağrısı çeken çocuklar fiziksel, duygusal, sosyal rol almalarında bozulmanın yanı sıra uyku bozuklukları ve yorgunluk da yaşayabilirler. Çocuklarda ve onlara bakım verenlerde artmış stres ve düşük duygudurum çocuklarda kronik kas iskelet sistemi ağrılarının gelişmesinde en önemli risk faktörüdür. Küçük çocuklar, eklem ağrısına eklemin kullanımını azaltarak ve ağrıdan şikayet etmeyerek adapte olabilirler. Bu özellikle, çocukların gelişen iskeleti ve eklem ağrısının yol açacağı anormal yürüyüş, kas spazmları ile yük dağılımı ve pozisyon bozukluğu için önemlidir. Dolayısıyla, iyi değerlendirme için gözlem ve tam muayene gereklidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Düz Taban Rehabilitasyonu
Ayaklarımız her türden zemine adapte olabilecek ve üzerine binen yükleri rahatlıkla taşıyabilecek organlarımızdır. Ayakların işlevini doğru bir şekilde gerçekleştirebilmesi ekstrinsik ve intrinsik dediğimiz kasların bir düzen içerisinde çalışıyor olmasına bağlıdır.
Ayaklar, her yere basma hareketi esnasında topuktan ayağın ön bölümüne doğru bir esneme hareketi yaparlar ve bu esneme hareketi daha ağrısız ve uzun süre ayakların bedeni taşımasına ve yürümeye yardımcıdır. Bu bir çeşit yaylanma hareketidir. Yaptığımız bu yaylanma hareketini sağlayan her iki ayakta iç yanlarda bulunan ve ayağın çökmesini engelleyen iç kavis(ark) tir. Bu bahsettiğimiz iç kavislerin olmayışına düz taban (pes planus) denilmektedir.
Düz tabanlık iki çeşittir. Birinci tip toplumda en çok rastlanan esnek düz tabanlıktır. Bu durumda sorun kemiklerde değil daha çok kas ve bağlarda olup kişi yere ayağını bastığında iç kavis var gibi görünürken ağırlık bindiğinde ayak düzleşir. İkinci tip sert düz tabanlık olup diğerine göre daha nadir görülür ve ileri tetkik ve tedavi yöntemleriyle tespit ve tedavi edilir. Bu tipte hasta ayağını yere bassa da basmasa da ayakta sert ve gergin bir görünüm vardır.
Düz Tabanlığın Belirtileri Nelerdir?
Uzun süre ayakta kalındığında artan ve bacağa yayılan tipte ağrılar, ayakların çabuk yorulması, ağrı genellikle topukta başlayıp baldır kaslarında kasılmalara neden oluyorsa, ayak ağrıları artık spor yapmaya engel oluyorsa, ayakkabının iç kısımları beklenenden çok daha önce eskiyorsa düz tabanlık açısından hekim değerlendirmesi uygun olacaktır.
Düz Taban Nasıl Tedavi Edilir?
Hekim muayenesi ve tetkikler sonrasında düze tabanlık tespit edilmişse bazı önlem ve tedavilerle kişinin yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik çalışılır. Bu aşamalardan ilki;
- Kişinin geniş ve yumuşak tabanlı ayakkabı seçimi yapmasına yönelik bilgilendirmedir.
- Ayak iç kavisini dersteklemesi amacıyla özel yapım tabanlı ve ortezler önerilir.
- Düz tabanlığa bağlı olarak dokularda oluşan reaksiyonu ve ağrıları engelleyen ilaçların hekim tarafından önerilmesi.
- Ayak iç kavisini destekleyen egzersizler öncülüğünde uygulanabilecek fizik tedavi seçenekleri.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Ayaklarımız her türden zemine adapte olabilecek ve üzerine binen yükleri rahatlıkla taşıyabilecek organlarımızdır. Ayakların işlevini doğru bir şekilde gerçekleştirebilmesi ekstrinsik ve intrinsik dediğimiz kasların bir düzen içerisinde çalışıyor olmasına bağlıdır.
Ayaklar, her yere basma hareketi esnasında topuktan ayağın ön bölümüne doğru bir esneme hareketi yaparlar ve bu esneme hareketi daha ağrısız ve uzun süre ayakların bedeni taşımasına ve yürümeye yardımcıdır. Bu bir çeşit yaylanma hareketidir. Yaptığımız bu yaylanma hareketini sağlayan her iki ayakta iç yanlarda bulunan ve ayağın çökmesini engelleyen iç kavis(ark) tir. Bu bahsettiğimiz iç kavislerin olmayışına düz taban (pes planus) denilmektedir.
Düz tabanlık iki çeşittir. Birinci tip toplumda en çok rastlanan esnek düz tabanlıktır. Bu durumda sorun kemiklerde değil daha çok kas ve bağlarda olup kişi yere ayağını bastığında iç kavis var gibi görünürken ağırlık bindiğinde ayak düzleşir. İkinci tip sert düz tabanlık olup diğerine göre daha nadir görülür ve ileri tetkik ve tedavi yöntemleriyle tespit ve tedavi edilir. Bu tipte hasta ayağını yere bassa da basmasa da ayakta sert ve gergin bir görünüm vardır.
Düz Tabanlığın Belirtileri Nelerdir?
Uzun süre ayakta kalındığında artan ve bacağa yayılan tipte ağrılar, ayakların çabuk yorulması, ağrı genellikle topukta başlayıp baldır kaslarında kasılmalara neden oluyorsa, ayak ağrıları artık spor yapmaya engel oluyorsa, ayakkabının iç kısımları beklenenden çok daha önce eskiyorsa düz tabanlık açısından hekim değerlendirmesi uygun olacaktır.
Düz Taban Nasıl Tedavi Edilir?
Hekim muayenesi ve tetkikler sonrasında düze tabanlık tespit edilmişse bazı önlem ve tedavilerle kişinin yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik çalışılır. Bu aşamalardan ilki;
- Kişinin geniş ve yumuşak tabanlı ayakkabı seçimi yapmasına yönelik bilgilendirmedir.
- Ayak iç kavisini dersteklemesi amacıyla özel yapım tabanlı ve ortezler önerilir.
- Düz tabanlığa bağlı olarak dokularda oluşan reaksiyonu ve ağrıları engelleyen ilaçların hekim tarafından önerilmesi.
- Ayak iç kavisini destekleyen egzersizler öncülüğünde uygulanabilecek fizik tedavi seçenekleri.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Konuşma ve Dil Terapisi Nedir?
Konuşma ve dil bozuklukları tedavisinde çeşitli teknikler uygulanarak, çocuğun daha iyi bir şekilde konuşması sağlanmayı hedefler. Konuşma ve dil bozukluğu birbirinden farklı kavramlardır. Dil bozukluğunda sesler doğru bir şekilde çıkarılamaz. Konuşma bozukluğunda ise sesler bir araya getirilerek kelimeler oluşturulamaz ve kişi konuşmakta sorun yaşamaya başlar.
Konuşma ve dil bozukluklarında çok sayıda farklı teknik kullanılabilir
Artikülasyon bozukluğu
Dudak, dil, dişler, çene ve damağın doğru ve uyum içinde kullanılarak düşüncelerin başka insanlara aktarılmasına artikülasyon denir. Artikülasyon bozuklukları ise bu sistemin doğru kullanılmaması sonucu ortaya çıkan hatalı konuşma, değiştirme ya da ses üretmedeki hataları ifade eder. Çocukların bazı yaşlarda belirli sesleri hatalı kullanması normal bir durumdur. Ancak 3 yaşına gelmiş olan bir çocuk, edinmesi gereken bir sesi, hala hatalı bir şekilde üretiyorsa, bir artikülasyon bozukluğu yaşıyor olabilir. “r” harfi yerine “y” denilmesi ya da “k” harfi yerine “p” denilmesi artikülâsyon bozuklukları arasında en sık karşılaşılan bozukluklarıdır. Artikülasyon bozuklukları, bir başkasıyla iletişim kurarken çocuğun konuşmasının anlaşılabilirliğini etkiler.
Kekemelik
Kekemelik konuşmanın akıcılığını etkiler. Çocukluk döneminde başlar ve bazı durumlarda hayat boyu sürer. Bozukluk, konuşma seslerinin üretimindeki aksamalar ile karakterize edilir. Çoğu kişi bazen kısa süreli deşarjlar üretir. Örneğin, çocuğunuz “bardak” demek yerine “ba-ba-bar-dak” ya da “bbbbbardak” diyorsa bu durum kekemeliğe işarettir. Çoğu durumda, kekemelik, kişiye zor gelen bazı durumlarda ortaya çıkar. Zor olan aktiviteler ise bireye göre farklılık gösterir. Bazı insanlar için, iletişim güçlükleri yalnızca belirli etkinlikler sırasında, örneğin telefonla konuşmak veya büyük gruplar önünde konuşmak gibi durumlarda ortaya çıkar. Bununla birlikte, diğerlerinin çoğu için, iletişim zorlukları, evde, okulda veya işteki bir dizi etkinlik boyunca ortaya çıkabilir. Kişinin eğitim ve kariyer başarısı, sosyal ilişkileri açısından tedavi edilmesi gereken bozukluklardır.
Ses bozukluğu
Kişinin ses kalitesinin, ses şiddetinin ya da ses perdesinin bozulması durumudur. Çocuğun sesinin gırtlaktan ya da soğuk algınlığı almış gibi çıkıyor olması ses bozukluğunun göstergeleri arasındadır. Konuşurken seste frekans ve şiddet değişiklikleri görülebilir. Yüksek ses konuşmanın sonuna doğru kısılabilir. Konuşma terapisi ile sesin kalitesi, şiddet ve perdesi de başarılı bir şekilde düzeltilebilir.
Dil bozukluğu
Çocukların ses üretme, kelime ve cümle kurma sorunları nedeniyle iletişim kurmakta zorluk yaşaması durumudur. Dil bozukluğu yaşayan çocuklar kendi yaşındakilere kıyasla daha az sayıda cümle kullanarak iletişim kurarlar. Sesleri yanlış kullanır, sesleri birleştirerek kelimeleri oluşturmakta zorlanır ya da cümleleri hatalı kurabilir. Bunun dışında dil gecikmesi de dil bozukluğu sorunları arasındadır. Konuşma ve dil terapisi ile düzeltilebilen sorunlar arasındadır.
Konuşma ve dil terapisinin uygulama alanları nelerdir?
Bir kişi doğru ya da akıcı konuşma sesleri üretemediğinde veya ses bir sorunu yaşıyorsa o zaman bir konuşma bozukluğu yaşıyor demektir. Sesleri telaffuz etme güçlükleri, eklemleme bozuklukları ve kekemelik konuşma bozuklukları örnekleri arasındadır.
Eğer kişi başkalarını anlama (düşünen dil) konusunda sorun yaşıyor veya düşüncesini, fikirlerini ve hislerini paylaştığında (ifade dili) anlaşılmıyorsa, bir dil bozukluğu sorunu yaşıyor demektir. Felç ve afazi gibi çeşitli tıbbi rahatsızlıklarda kişide konuşma ve dil bozukluğuna neden olabilir.
Konuşma ve dil bozuklujkları hem çocuklar hem de yetişkinler arasında görülebilir. Tıbbi bir sorunun sonucu olarak ortaya çıkabilir veya bilinen bir nedeni olmayabilir. Tıbbi sorunlar arasında damak ya da dudak yarığı, konuşma artiküllerinde kas güçsüzlüğü gibi fiziki sorunlar sayılabilir. Konuşma ve dil terapisi ile hem doğuştan oluşan konuşma bozuklukları hem de sonradan ortaya çıkan konuşma bozukları tedavi edilebilmektedir. Kısacası kekemelik, artikülasyon bozukluğu, ses bozukluğu ve dil bozukluğu gibi sorunların tedavisinde konuşma ve dil terapistlerine başvurulmaktadır.
Ayrıca down sendromlu ve otizmli çocuklardaki konuşma ve dil bozukluğu sorunları giderilebilmektedir.
Konuşma terapisi kaç seans uygulanır?
Konuşma ve dil terapisinin standart bir uygulanma süresi yoktur. Kişideki konuşma bozukluğunun türüne, sebebine ve seviyesine göre terapi kişiye ya da çocuğa özel olarak belirlenir ve uygulanır. Terapiden elde edilen başarı ya da başarısızlığa göre kişinin ihtiyaçları tespit edilerek terapi planı yeniden kişiye özel olarak düzenlenir. Terapinin başarısı terapistin tecrübesi, hastanın istekliliği ve yakınlarının desteği ile doğru orantılıdır. Terapinin seansını ve süresini de tüm bu kriterler belirler.
Konuşma terapisine başlamak için en uygun yaş nedir?
3 yaşına gelmiş olan bir çocuğun konuşmasının ailenin dışındaki kişiler tarafından da anlaşılır olması gerekir. Kısacası kendini ifade etme, sesleri doğru çıkarma, kelimeleri doğru kullanma yeteneğine sahip olması gerekir. 3 yaşında olmasına rağmen kendini yeterince ifade edemiyor, sesleri doğru çıkaramıyor ve sözcükleri doğru kullanamıyorsa konuşma ve dil terapisi görmesi gerekebilir.
Konuşma ve dil terapisinin ardından çocuk kendini tam olarak ifade etme, sesleri doğru çıkarma sözcükleri doğru kurma yeteneğine sahip olacaktır. Bu sayede iletişim, eğitim, gelişimi sağlıklı bir şekilde ve yaşıtlarıyla uyumlu bir şekilde ilerleyecektir.
Yetişkinlerde konuşma ve dil terapisi nasıl uygulanır?
Konuşma ve dil terapisi sadece çocuklara değil yetişkinlere de başarılı bir şekilde uygulanabilmektedir. Sadece yetişkinlerde konuşma ve dil terapisi çocuklarda olduğu kadar hızlı bir şekilde sonuç vermeyebilir. Bunun nedeni konuşma bozukluğunun kişide yerleşmiş olmasıdır.
Ancak konuşma ve dil terapisi programına uyum yetişkinlerde çok daha yüksek olduğu için kekemelik, pelteklik gibi sorunlar biraz daha uzun sürse de başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Lenfödem Nedir?
Kan kalbin pompa gücüyle vücuda pompalanınca arterler aracılığı ile tüm vücuda dağılır. Geri tekrar kalbe gelirken daha sıvı olan kısım venlerle ,daha koyu olan kısım ise lenf damarları ile kalbe gelir. Venlerde prolem olursa varis oluşur, lenflerde problem olursa lenfödem olur.
Lenfödem: Lenfatik dolaşımın bazen doğuştan bazende enfeksiyon ve cerrahiler sonrasında bozulması sonucu, proteinden zengin sıvının birikimi olarak tanımlanabilir.
Lenfödem Sebepleri Nelerdir?
Lenfödem bazen doğuştan olabilir ve fil hastalığı olarak bilinir. Lenfödem meme cerrahisi sonrası, karın ve pelvik organ cerrahileri sonrası, eklem protezlerinden sonra, radyoterapi ve enfeksiyonlardan sonra da sık görülür. Çıkarılan lenf bezi sayısı ne kadar çoksa, radyoterapi ne kadar geniş alan uygulanırsa risk o kadar artar.
Lenfödem Ne Zaman Gelişir?
Doğuştan olan lenf ödem yaşamın herhangi bir döneminde oluşabilir. Cerrahi sonrası olanlar ameliyattan hemen sonra yada daha çok 1-2 yıl sonra yavaş yavaş gelişir.
Lenfödem Belirtileri Nelerdir?
Kolda sıkışma ya da dolgunluk hissi, ağrı, ağırlık, karıncalanma, şişlik ve kızarıklık, kol, el ve el bileğinde hareket zorluğu, saat, yüzük ya da bileziğin sıkması, deride gerginlik hissi, buna bağlı sıkıntı ve huzursuzluk.
Yavaş yavaş şiştiğinde ölçüm yapılmadıkça, hasta, hasta yakınları veya doktor tarafından fark edilmeyebilir. Gözle fark edildiğinde çap farkı tedavi edilmesi gereken düzeye gelmiş olabilir.
Şişlik çok artarsa lenfödem olan bölgede akıntılar meydana gelebiilir ve buna cildin gözyaşları denir. Buralar enfeksiyona açık bölgelerdir.
Lenfödem’den Nasıl Korunabilirim?
Lenfödem gelişimini önceden anlamak mümkün değildir. Ancak lenfödem riski olan ameliyatlardan önce hastayı bilgilendirmek faydalı olur.
- Hiçbir şişliği ihmal etmeyin, hemen fizik tedavi doktorunuza başvurun.
- Kolunuzu temiz tutun, cilt bakımı yapın.
- Banyo sonrası ve gün içinde cilde nemlendirici sürün. Nemlendirici alkol, parfüm, mineral yağ, talk, lanolin içermemelidir.
- Manikür yaptırmayın. Tırnak etlerini kesmek yerine geri itin.
- Riskli kol ile ovma, çekme, itme gibi tekrarlayıcı hareketlerden kaçının.
- Ciltte sıyrık, çizik, böcek ısırığı olursa, sabun ile yıkayıp temiz tutun ve koruyun. Anti-bakteriyel krem kullanın. Açık yara varsa temizleyip kapatın. Hafif yanıklarda soğuk uygulama sonrası, sabun ve su ile yıkayıp, koruyun.
- Enfeksiyon açısından, kızarıklık, şişlik, ısı artışı, duyarlılık ve ateş gibi belirtilere karşı uyanık olun, hemen doktorunuzu arayın.
- Koltuk altı ve bacak kıllarını temizlerken elektrikli traş makinesi kullanın (tüy dökücü krem, ağda ya da jilet değil).
- Kolunuzu güneş yanığından koruyun. Güneşten koruyucu kremler kullanın ve güneş altında uzun süre kalmaktan kaçının.
- Kullandığınız kremlerin kozmetik olmamasına özen gösterin. İçindeki uygunsuz maddeler alerji ve yara oluşumuna neden olabilir.
- Böcek, arı ısırığı veya kedi tırmalama riski olan yerlerde dikkatli olun. Eğer ısırık olursa, cildi temizleyin, kolu kaldırın, soğuk uygulayın ve doktorunuza başvurun.
- Cildi tahriş edecek şeylerden kaçının.
- Fırından çıkan kapları, sıcak tencereleri tutarken mutlaka koruyucu eldiven kullanın. Kaynayan su ve mikrodalga fırından çıkan yiyeceklerin buharına dikkat edin.
- Banyoya girmeden önce akan suyun sıcaklığını diğer kolunuzla mutlaka kontrol edin, çok sıcak su kullanmayın.
- Banyoda keseleme, lifleme yapmayın.
- Sauna, kaplıca gibi fazla sıcak ortamlardan veya yazın aşırı sıcakta dışarı çıkmaktan kaçının.
- Her türlü sıcaktan uzak durmaya çalışın !!
- Ev ve bahçe işleri yaparken eldiven kullanın.
- Dikiş dikerken parmaklarınıza koruyucu yüzük takın.
- Riskli koldan aşı olmayın, tansiyon ölçtürmeyin, kan aldırmayın.
- Sıkı giysi, eldiven ve mücevher takmaktan kaçının.
- Riskli kol ile çanta ve dosya taşımaktan kaçının.
- Omuza baskı yapmayan, geniş askılı iç çamaşırı
- Kolunuzu belli bir pozisyonda uzun süre tutmayın. Kolu askıda tutmak gibi hareketler kolunuzda kısıtlanmaya ve şişliğe neden olur.
- Yolculuğa çıkarken basınç kolluğu kullanın.
Şişerse Ne Yapmalıyım?
Hemen doktorunuza başvurun, daha önce bu deneyimi yaşamış bile olsanız, fizik tedavi doktorunuz tarafından değerlendirilmeniz uygun olacaktır.
Lenfödem nasıl anlaşılır: Lenfödem gelişmiş olduğu düşünülen hasta ile karşılaşıldığında ilk yapılması gereken lenfödemin nedenini anlamaya çalışmak, tipini ve evresini mümkün olduğunca belirlemektir. Eğer bir cerrahi , enfeksiyon yada rayoterapi sonrasında başlamışsa iki kol yada bacak arasındaki çap farkı ölçümü tanı için yeterli olur. Eğer sebep belli değilse ileri tanı yöntemleri kullanılır. Dopler ultrasonografi, lenfsintigrafisi ve mr tanı için kullanılabilir.
Lenfödem Tedavisi Var mı?
Evet, Lenfödem’in tedavisi vardır. Eğer kısa süre önce şişmiş ise tedavi daha kısa, eğer kolunuz uzun süredir şiş ise tedavi daha uzun sürecektir. Bu nedenle en kısa sürede tedaviye başlamak tedavi başarısını arttıracaktır.
Lenfödem Tedavisi Nasıl Yapılır?
Tedavide amaç, şişliği indirmek ve tekrar oluşmasını önlemeye çalışmaktır.Bu süreç hasta ve doktorun uyum içinde takipetmesi gereken uzun bir süreçtir. Ama sonuçları hasta açısından olumludur.
- Doğru cilt bakımı (kola uygun nemlendirici aşağıdan yukarı tek yönde uygulanmalıdır, cilt kuru olmamalıdır) (2 defa /gün)
- En etkili tedavisi manuel lenf masajı dır. Tedavi öncesi hangi extremite (kol yada bacak) şiş ise onun lenf haritası çıkarılıp tıkalı bölgenin nasıl geçileceği tespit edilir. Sonrasında kalbe enyakın yerden başlayarak lendamarları kalbe doğru boşaltılarak şişliğin en alt kısmına kadar inilir. Sonrasında hastanın şiş extremitesi kısa gerim bandajı ile 24 saat lenf boşaltımı yapacak şekilde bandajlanır.
- Tedavinin sonraki evresinde hasta yada yakınına kendi kendine masaj ve elle yapılan lenf drenajı (bu konuda eğitim almış, deneyimli kişilerce uygulanmalıdır) basit şekli öğretilebilir. Deneyimsiz kişilere lütfen yaptırmayın, şişliğiniz artabilir!)
- Çap farkı fazla ise (iki kol arasında 2- 2.5 cm) manuel lenf masajı ve bandaj tedavisi başlanır. Yapılan bandaj tedavisi ve kullanılan malzeme özelliklidir. Kısa germeli bandaj ile çok katlı bir uygulama yapılır. Deneyimli fizik tedavi ve rehabilitasyon hekimi tarafından yapılmalıdır. Çap farklı istenen sınırlara indiğinde, basınç kolluğuna geçilir.
- Basınç pompaları(pünomatik kompresyon uygulamaları)
- Egzersizler: lenf dolaşımının en önemli uyarıcısı kas pompasıdır ve doğru egzersizle lenfdolaşımı hızlandırılır ve şişme engellenebilir.
Lenfödem Bizi Nasıl Etkiler?
Lenfödem durumunda kolda yada bacakta enfeksiyon ya da pıhtı gelişebilir. Şişen kolun yada bacağın hareketi zorlaşır, zamanla kısıtlılık ve ağrı olur.
İlaç İle Tedavisi Var mı?
Tüm dünyada yapılan çalışmalarda lenfödem tedavisinde ilacın etkin olduğuna dair olumlu sonuçlar bulunamamıştır. Bu nedenle tedavi kılavuzlarında ilaç kullanımı önerilmemektedir.
Lenfödem Diyeti Var mı?
Kilo almak lenfödem riskini artırır. Dolayısıyla vücudun su tutmasını engellemek ve kilo almamak için şekerli , tuzlu gıdalardan uzak durup lifli gıdalar tüketilmelidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kupa Tedavisi Nedir ?
Modern fizik tedavi yöntemlerinden olan cupping (kupa) terapi son yıllarda dünyada ve ülkemizde tamamlayıcı ve geleneksel tedavi uygulamaların dan birisi olarak popüler olmuştur ve dünyanın farklı bölgelerinde konvansiyonel tedaviye cevap vermeyen ya da kronik hastalıklarda tamamlayıcı tedavi olarak uygulanmaktadır.
Kupa tedavisi farklı şekillerde uygulanmakla birlikte temel olarak yaş(hacamat) ve kuru kupa tedavisi olarak yapılmaktadır. Her iki uygulamada da kupalar negatif basınç oluşturarak cilde yerleştirilmekte ve cilt altında extraselüler alanda yeni oksijenli kan için yer açmaktadır .Yaş kupa(hacamat) tedavisinde cilde çizikler atılarak kan dışarı alınmaktadır.
Uygulama Yöntemleri
Eski zamanlarda kupa olarak boynuz, çömlek, metal ve bambu kullanılmışken günümüzde tek kullanımlık cam ve PVC (sert plastik) olanlar daha çok tercih edilmektedir.
Kupa tedavisinde önce kupalar yerleştirilir, oluşturulan negatif basınçla deri kabarır, hiperemi oluşur. Yaklaşık 5 dakika sonra kupalar alınır. Eğer hacamat yapılacaksa bu bölgelere çizikler atılarak, kupalar tekrar negatif basınç oluşturulmak suretiyle yerleştirilir ve sıvının dışarı atılımı sağlanır. Hacamat aslında kuru kupa ve yaş kupa tedavisi birlikte uygulanmasıdır.
Uygulanan alana negatif basınç oluşturmak için ateş veya pompa kullanılmaktadır. Alevin kontrolsüz basınç oluşturarak kapiller zedelenmesine yol açacağı düşünülmektedir. Pompa Basınç sistemi vakumun şiddetinin kontrol edilebilir olması nedeniyle tercih edilen bir yöntemdir.
Uygulama tekniği de etkinlik açısında çok önemlidir. Ciltte üst tabaka epidermis, altta ise dermis tabakası mevcuttur. Dermo‐epidermal alanda kapillerler vardır. Cilde atılan çiziklerin (0.1‐02 mm gibi) yüzeysel olması, cilt bariyerini açarken mümkün olduğunca kapillerlerin travmatize edilmemesi, özellikle interstisyel alandaki sıvının dışarıya atılması önerilmektedir. Hacamat uygulaması sırasında atılan kan miktarı hastaya göre farklılık göstermekte olup terapötik etkisinin kan miktarıyla ilişkili değildir. Farklı kupa uygulamaları vardır; hareketli kupada, uygulanan bölgeye krem/yağ sürülür, kupa yerleştirilir ve belirli bölgelere hareket ettirilir.
Kupa Uygulama Tipleri
Kuru kupa uygulaması · Yaş kupa tedavisi (hacamat) · Hareketli kupa tedavisi · Boş kupa tedavisi · İğne kupa tedavisi · Su kupa tedavisi · Sıcak kupa/moksa kupa · Herbal kupa , kupa masajı(haraeketli kupa)
Genel olarak kupalar ciltdeki nörolenfatik geçiş alanlarına yerleştirilir.Buralar çin tıbbındaki akupunktur noktalarıdır. İbn-i Sina Hacamat yapılan bölgeleri şu şekilde sıralamıştır.
- Boynun arkası
- Alın
- Omuz başları arası
- Boyun tarafı
- Omuz başları
- Baldırların üzeri
- Başım tepesi
- Çene altı
- Kalçalar
- Dizler
Kupa tedavisi öncesi ve sonrası nelere dikkat edilmeli?
Uygulama öncesi ve sonrası bir iki gün proteinden fakir diyet tavsiye edilmiştir. İşlem sonrası 24 saat içinde banyo yapılması önerilmemektedir. Yemekten sonra mezenterik arter dolaşımının artması cilde giden kan akımını da azaltabileceği için hacamatın aç karna uygulanması önerilmektedir.
Kimlere yapılmaz:
Kanama bozukluğu hastalığı olanlara, kansızlığı olanlara, hamilelere,ileri evre kalp ve böbrek yetmezliği olanlara,kanser hastalarına,2 yaş altı ve 60 yaş üstü insanlara yaş kupa(hacamat)önerilmemektedir
Nezaman yapılır:
Peygamber efendimizin hacamatı tavsiye ettiği hadislerinde zamanla ilgili net bilgiller yoktur. Ancak sağlıklı kalmak için hacamatı sık sık yaptırmıştır.
Ayın yer çekim gücüne bağlı kan basıncındaki değişiklerden dolayı, hacamat ay takvimine göre ayın 17, 19, 21 ve 23’ünde uygulanması önerilmektedir.
hacamat uygulaması sırasında atılan kan miktarı hastaya göre farklılık göstermekte olup terapötik etkisinin kan miktarıyla ilişkili olmadığı düşünülmektedir.
Hangi Hastalıklarda Etkili Bulunmuştur?
Kupa terapisi hem hastalıkların tadavisinde hemde koruyucu hekimlikte kulanılmaktadır.
Lomber disk lezyonu · Servikal spondiloz · Brakialji parestetika noktürni · Persistant non‐spesifik boyun ve bel ağrısı · Fibrozit · Fibromiyalji · Diz osteoartriti · Dismenore · Talasemi ve hemokromatozis · Migren · Trigeminal nevralji · Karpal tünel sendromu · Gut artriti · Hiperlipidemi · Alerjik rinit · Astım · Asmatik bronşit · Hipertansiyon · Kalp yetmezliği · Aritmi ve MI (hayvanlarda yapılan bir çalışma) · Herpeszoster · Viral hepatit · Sellülit · RA · Sekonder amonere · İnme rehabilitasyonu · Akne vulgaris · Atopik dermatit
Yan Etkiler :
Kupa terapisi hekimler tarafından yapıldığında ciddi yan etkisi olmayan güvenli bir yöntemdir.
Yan etkiler arasında demir eksikliği anemisi. dermatit, herpes enfeksiyonu, ciltte pigmentasyon ve laserasyon, ağrıda artış bulunur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Eğri boyun hastalığı (tortikollis) nedir?
Eğri boyun (tortikollis) boynun yana ve öne doğru hareketini sağlayan sternokleidomastoid (SKM) kasının kasılı kalmasıyla oluşan baş pozisyonuna verilen isimdir. Boynun kasılan kas tarafına doğru eğilmesi, çene ve yüzün ise karşı tarafa doğru rotasyonu ile karakterize dramatik bir görünüm ortaya çıkar.
Tortikollisin nedeni nedir?
Doğumsal musküler tortikollis, çocukluk çağında görülen tortikolisin en sık nedenidir. Genellikle yenidoğan veya bebeklik döneminde tanı konulur. SKM kasının selim (iyi huylu) tümörüne bağlı olabileceği gibi, SKM kasında sadece sertlik şeklinde ortaya çıkabilir. Postüre (duruş) bağlı tortikolliste ise kasta ele gele bir sertlik veya kitle yoktur. Tortikolis en sık görülen tipi olan kas kaynaklı tipinin yanı sıra, bazı nörolojik hastalıklara eşlik edebilir. Ayrıca görme ve işitme bozukluklarına bağlı olarak ve bazı iç organ hastalıklarında da görülebilir.
Tortikollis nasıl meydana gelir?
Doğumsal musküler tortikollisin nedeni konusunda en çok kabul gören görüş, gebelik ve doğum sırasında anne karnında sıkışmadır. Tortikollis olgularının %30-60’ında zor doğum öyküsü bulunur. Doğum sırasında boyun damarlarının sıkışmasına bağlı olarak gelişen kompartman sendromu tablonun başlıca nedenidir.
Doğumsal tortikollis görülme sıklığı binde 3-4 civarındadır. Yaklaşık iki yüz elli doğumda bir görüldüğü tahmin edilmektedir. Erkek çocuklarda ve boynun sağ tarafında daha sık görülür.
Uygun tedavi yapılmaz ise zamanla pozisyonel olarak kafada düzleşme ve yüzde küçük kalma görülebilir.
Tortikollis tanısı nasıl konur?
Tortikollis tanısı dikkatli bir fizik muayene ile konur. Boynunda bir eğrilikle doktora başvuran bebeğin eğriliğe neden olabilecek diğer durumlardan ayırmak için, başka nörolojik bozukluklar, omurga deformiteleri, görme ve işitme sorunları yönünden araştırılması gereklidir. Hastanın baş ve boyun hareketleri incelenir. SKM kasının sertlik, kitle veya kısalma yönünden muayenesi yapılır. Tercih edilen görüntüleme yöntemi SKM kasının ultrasonla incelenmesidir. Uygulanması kolay ve anestezi gerektirmeyen bir tetkiktir.
Tortikollis tedavisi nasıl yapılır ?
Doğumsal tortikolliste tedavinin amacı, etkilenen kasın kısalmasının önlenmesi ve başın uygun pozisyonda tutulması ile ileride oluşabilecek şekil bozukluklarının önüne geçilmesidir. Tedavide aile tarafından uygulanan pozisyonlama ve egzersizler önemli bir yer tutar. Bu nedenle tedaviye ailenin eğitimi ile başlanır.
Öncelikle aile rahatsızlığın ne olduğu, tedavi ve takibinin nasıl yapılacağı konusunda bilgilendirilir. Pozisyonlama ve taşıma konusunda ailenin eğitilmesi önemlidir. Bebek yatağında normal tarafı duvar yönüne gelecek şekilde yatırılmalı, bu şekilde sesli uyaranlara karşı boynunu aktif şekilde çevirmesi sağlanmalıdır. Oyuncaklarının ve televizyon gibi sesli görüntülü uyaranların yine bu tarafta olmasına dikkat edilmelidir. Emzirme ve beslenme de aynı taraftan yapılmalı, taşıma esnasında bir el boyun altından desteklerken, diğer kol bacak arasından geçirilerek bebeğin gövdesi desteklenmelidir.
Tedavinin en önemli parçası düzenli olarak günde beş kez olacak şekilde yaptırılması gereken eklem hareket açıklığı ve germe egzersizleridir. Eklem hareket açıklığı egzersizleri boynun öne, arkaya, yana eğilme ve dönme hareketleri şeklinde yavaş ve dikkatli bir biçimde yapılır. Germe egzersizleri, bir elle göğüs üzerinden ve omuzdan desteklerken diğer elle bebeğin başını sağa/sola ve yana çevirerek 10 sn tutup bırakmak ve yine bir elle omzunu ve başını desteklerken diğer elle bebeğin çenesinden tutarak karşı yönde döndürüp 10 saniye tutup bırakmak şeklinde yapılır. Egzersizler 15 tekrar şeklinde yaptırılmalıdır.
Egzersizler yaptırılırken bebeğin karnının doymuş, rahat ve mutlu olmasına dikkat edilmelidir. Bu sırada şarkı ve tekerleme söyleyerek egzersizleri oyun haline getirmek bebeğin uyumunu arttıracaktır.
Bu egzersiz programı en az 1 yıl sürdürülmelidir. Bu sırada düzenli kontrollerle hastanın durumu takip edilmelidir.
Tedavinin gecikmesine veya uygun şekilde yapılmamasına bağlı olarak kasta kalıcı kısalma ve yüzde ilerleyici asimetri gelişen hastalarda bir yaşından sonra cerrahi tedavi gündeme gelebilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Yutma Rehabilitasyonu
Yutma Nedir?
Yutma ağıza alınan gıdanın ağızdan mideye iletilmesini sağlayan fizyolojik bir fonksiyondur. Bu olayda birçok kas ve sinir görev alır. Yutma genel olarak 3 evrede gerçekleşir. İlk evre, gıdanın tükürük ve çiğneme ile yutmaya hazır hale getirilmesidir. İkinci evre, dil yardımıyla gıdaların geriye itilmesi ve yutma olayının tetiklenmesi yani başlatılmış olmasıdır. Hava yolu bu evrede kapalıdır. Son evre ise, yemeğin aşağıya yemek borusuna doğru hareketidir.
Yutma Bozukluğu Nedir?
Yutma işleminin herhangi bir aşamasında bozulma sonucu, yiyecek veya sıvıların ağızdan mideye taşınmasında zorluk veya yokluk olarak tanımlanabilir. Bu durumda; gıdaların mideye taşınmasında herhangi bir aşamada gecikme, engellenme veya aspirasyon olabilir.
Aspirasyon ne demektir ?
Aspirasyon kabaca, yiyecek veya sıvıların yemek borusu yerine, nefes borusuna geçmesi, başka deyişle nefes borusundaki gerçek ses telleri altına geçiş durumudur. Pek çok soruna özellikle ciddi akciğer enfeksiyonlarının oluşmasına hatta ölüme neden olabilen aspirasyonun önlenmesi çok önemlidir.
Yutma Bozukluğu Tedavisi Neden Önemlidir?
Hastanın günlük beslenme aktivitelerini olumsuz yönde etkilemesi yanında hayatı tehdit edebilecek düzeyde tükürük aspirasyon riskini artırabilir ve yetersiz beslenmeye yol açabilir.
Yutma Bozukluğu (Disfaji) Nedenleri Nelerdir?
Yutma problemleri yeni doğandan yaşlılara kadar her yaş grubunda bir çok hastalığa bağlı olarak karşımıza çıkabilir. İnme, travmatik beyin hasarı, Parkinson, beyin tümörleri, motor nöron hastalıkları ve ilerleyici nörolojik hastalıklar yutma güçlüğüne yol açan hastalıkların başında gelmektedir.
Yutkunma Bozukluklarının Belirtileri Nelerdir?
Yeme, içme sırasında ya da sonrasında öksürme, yeme ya da içme sırasında veya sonrasında ses değişikliği, çiğneme ya da yutkunma için gerekenden daha fazla çaba ya da zamana gereksinim duyulması, ağızdan katı ya da sıvı besin sızması ya da ağzın içine yapışması, yedikten sonra göğüste tıkanıklık, yeterince yemek yiyememe sebebiyle kilo kaybı meydana gelir.
Yutma Bozukluğunda Tanı Nasıl Konur?
Yutma zorluğu olan hastada, yutma güçlüğüne neden olan hastalık, hastanın fizik muayenesi ve nörolojik muayenesi ve sonrasında özel yutma değerlendirmesi ve hem yutma zorluğuna neden olan faktörü tespit etmek hem de tedavi planı için ileri tetkiklere (videofloroskopiye) ihtiyaç duyulabilir.
Yutma Bozukluğu Tedavisi Nasıl Olur?
Hastanın altta yatan hastalığına, yutma güçlüğünün nedenine ve problemin şiddetine göre farklı tedavi yöntemleri denenebilir. Bunlar besin kıvamının değiştirilmesinden, yemek verme zamanının değiştirilmesi, gıda hacimlerinin değiştirilmesinden, ağız çevresi yapıların duyusal-motor gelişim teknikleri ile geliştirilmesine ve özel pozisyon tekniklerinin ve özel yutma manevralarının öğretilmesine kadar geniş çerçevede ele alınabilecek yöntemlerdir. Hasta güvenli ve etkin beslenemiyorsa tüple beslenme yöntemleri denenir. Bu bir tedavi yöntemi değil, hastayı olumsuz klinik tablolardan (susuz kalma, beslenme bozukluğu, aspirasyonvb) korumak için hazırlanmış bir stratejidir. 3-4 haftada iyileşmesi beklenen, sorunsuz yutma zorluğunda nazogastrik tüp (burundan beslenme), tedaviye yanıtı yavaş ve 1 aydan uzun sürecek yutma zorluğunda mideden tüple beslenme önerilmelidir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kuru iğneleme tedavisi nedir?
Genel olarak kas ve bağ dokular içerisindeki tetik noktalara, gergin bantlara akupunktur tedavisinde de kullanılan iğnelerin batırılmasıyla yapılan tedaviye kuru iğneleme tedavisi denir. Kuru ifadesi vücuda steroid, lokal anestezik , mezoterapi ürünleri gibi herhangi bir ilaç verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Genellikle kas iskelet sisteminin ağrılı durumlarında kullanılır. Etkinliği ile ilgili çok sayıda bilimsel çalışma bulunmaktadır.
Kuru iğne tedavisinin etki mekanizması nedir ?
Teori düzeyinde olan fakat genel geçer kabul görmüş en önemli teori 1977 yılında yapılmıştır . Buna göre, tetik noktalar çoğunlukla sinir kas bileşim yerleri ile ilgilidir ve bu alanların iğne ile uyarılması merkezi sinir sistemine fazlaca bilgi girmesine sebep olur bu da daha önceden merkezi sinir sistemine yani beyin ve omuriliğe gelen ağrılı uyaran girişlerinin kapatılmasına sebep olur . Burda en önemli husus halk arasında kulunç , yel girmesi diye tariflenen bu rahatsızlıkların , çok daha ciddi durumlar olan bel fıtığı ve sinir sıkışmalarını taklit etmesi ve aslında neredeyse yan etkisiz olan kuru iğne ile basitçe tedavi edilebilecek olmasıdır. Bu sebeple, hekimin ayırıcı tanısı ve değerlendirmesinin önemi büyüktür. Bilimsel makalelerde etkinliği %70 ler civarındadır. Doğru hasta seçimi ve doğru uygulama tekniği ile bu oranın artacağı aşikardır.
Akupunktur ile kuru iğneleme tedavisinin farkı nelerdir ?
Kas iskelet sisteminde oluşan ağrılı tetik noktalar ile akupunktur noktaları arasında %71 e varan bir benzerlik saptanmıştır. Zaten geleneksel tıpta ve akupunktur tedavisinde bu ağrılı noktalara “Ah-Shi (kabaca ağrıyan noktalar olarak tercüme edilebilir) noktaları” denmektedir. Buna rağmen akupunktur tedavisi daha yaygın bir kullanım alanına sahiptir ve vücuttaki 12 meridyen içinde dolanan enerji akışı temeliyle bunların bozukluklarına dayanırken kuru iğne tedavisinin kullanım alanı kas iskelet sistemi rahatsızlıkları ile ilgilidir .
Kuru iğneleme tedavisi hangi hastalıklarda kullanılır ?
- Miyofasyal ağrı sendromu
- Fibromiyalji
- Tenisçi / Golfçü dirseği
- Baş ağrıları
- Artrozlar başlıca hastalıklardır.
Kuru iğneleme tedavisinin yan etkisi var mıdır ?
Yan etkileri oldukça azdır. Bununla birlikte uygulama tekniğine bağlı olarak , lokal ağrı,yabancı cisim reaksiyonu ,enfeksiyon gibi selim yan etkilerden pnömotoraks gibi ciddi yan etkilere kadar istenilmeyen durumlar görülebilir. Bu nedenle ehil ellerde ve bu tedaviyi yapma yetkisi olan sağlık kuruluşlarında yapılmasını şiddetle önermekteyiz.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Doğumsal Brakial Pleksus Hasarı nedir?
Doğum insanın en kısa mesafeli ancak en zorlu yolculuğudur. O birkaç dakikalık dilimde geleceğimizi belirleyen sorunlarla karşılaşabiliriz, hırpalanabilir hatta daha başlamadan yaşamımızı kaybedebiliriz. Zorluklarla karşılaşmış ancak yaşamıyı başarmış isek eğer karşılaşabileceğimiz sorunlardan birisi ‘Doğumsal Brakiyal Pleksus yaralanması’ olarak tanımlanan boyun bölgesindeki omurlardan çıkıp kolun sinirlerini oluşturan örgünün (pleksusun) zedelenmesidir. Burada oluşan hasar kürek kemiği, omuz ve kol kaslarını etkiler. Sinirlerin etkilenmesi kol veya elde kas güçsüzlüğüne yol açabilir. Tutulan tarafta kol ve el hareketlerinde kısıtlılık meydana gelir. Kolun tümünde veya bazı bölgelerinde duyu kaybı olur. Kolun hareket kabiliyeti hasarın tipine ve şiddetine bağlı olarak değişir.
Brakiyal Pleksus Nedir?
Brakiyal pleksus (Brachial plexus), boynun her iki yanında yer alan, omuz, kol ve elin hareketini ve duyusunu sağlayan sinir ağıdır. Karmaşık bir anatomik yapısı vardır. Kola uzanan sinirler, omurilikten çıkarak boyundaki omur kemiklerinin arasından geçerler. Bu sinir ağında dört boyun (servikal) sinir kökü (C5-C8) ve birinci sırt (torakal) sinir kökü(T1) bulunur. Bu kökler birleşerek üç trunkusa ayrılır. C5-C6 kökleri üst trunkusu, C7 kökü orta trunkusu, C8-T1 kökleri alt trunkusu meydana getirir. Her trunkus bir bölüme ayrılır. Bölümlerin yarısı genel olarak fleksör kasları (kolu kıvıran ve yukarı kaldıran kasları), diğer yarısı da ekstansör kasları (kolu uzatan ve aşağı indiren kasları) hareket ettirir.
Doğumsal Brakiyal Pleksus Hasarı Neden Olur?
Doğum sırasında brakiyal pleksus, iki gücün etkisi altında kalır. Bunlardan biri rahim içi itici basınç, diğeri klinisyenin uyguladığı traksiyondur. Yakın zamana kadar doğumsal brakiyal pleksus zedelenmesinin, bebeğin boynuna yapılan aşırı traksiyon sonunda geliştiği düşünülmekteydi. Ancak günümüzde artık traksiyon olmadan yada risk faktörü olmadan da olabileceği bilinmektedir.
Doğumsal Brakiyal Pleksus Hasarı Risk Faktörleri Nelerdir?
Anne kaynaklı risk faktörleri:
- Annede diyabet
- Annede obezite veya aşırı kilo alımı
- İleri anne yaşı>35 yaş
- İlk doğum
- Pelvik anatomi bozukluğu
- Uterus anomalisi
- Daha önce brakiyal pleksusu hasarı hikayesi
Bebek kaynaklı risk faktörleri ;
- İri bebek (>4 kg)
- Özellikle küçük bebeklerin makat çıkması
- Omuz distosisi, omuzların doğurtulması için yapılan başın aşağı doğru traksiyonundaki başarısızlık sonrası ek manevralar yapılamasıdır. Ouz distosisi doğumsal brakiyal pleksus hasarını yaklaşık olarak 76-100 kat artırmaktadır ve hastaların %50 sinde bulunmaktadır.
Doğumsal risk faktörleri;
- Gebeliğin uzaması
- Doğumun 2. Döneminin uzaması
- Doğumun indüklenmiş olması
- Doğumun asiste edilmesi
- Sezeryan sonrası da görülmektedir. Doğumsal brakiyal pleksusu hasarı olan bebekleri %30 unda risk faktörü bulunamamıştır.
Görülme Sıklığı Nedir?
Sıklığı 1000 canlı doğumda 1-3 olarak bildirilmektedir. Genel olarak tek taraflıdır, daha çok sağ tarafta görülür.
Klinik Tutulumları Nelerdir?
Üst trunkus tutulumu (Erb-Duchenne): En sık görülen tiptir. Çoğunlukla C5-C6 spinal sinirler etkilenirken C7 de de zedelenme olabilmektedir. Bu tip yaralanması olan bebekler omuzlarını hareket ettiremezler ve kollarını uzatıp döndürmekte zorlanırlar. Omuzları düşüktür ve bahşişçi eli olarak tanımlanmaktadır. Çoğu zaman doğumdan hemen sonra kolda hiçbir aktivite olmamasına rağmen birkaç hafta içinde el ve parmak hareketleri başlayabilir.
Alt trunkus tutulumu (Klumpke): İzole alt trunkus yaralanması nadirdir. C8-T1 sinirler etkilenmiştir. Kolun yukarı çekimi ile oluşabilmektedir. Bu tip hasarlanma sonucu el ve bilekte güçsüzlük meydana gelir, ancak omuz ve kol hareketleri genelde korunur. Nadiren alt trunkus tutulumunda servikal sempatik zincir de zedelenmişse Horner sendromu gelişebilir. Horner sendromunda gözbebeğinin büyüklüğünü kontrol eden iris kasları çalışamaz, bir göz diğerine göre daha küçük görünür.
Total (tam) tutulum: Bu tip yaralanmada brakiyal pleksusun üst, orta ve alt trunkusları değişken derecelerde tutulur. C5-C8 sinirler tutulur. Bu bebeklerde omuz, kol, el ve el bileği hareketlerinde güçsüzlük oluşur. Pençe eli, kolda gevşeklik ve his yokluğu fizik muayenede dikkati çeker.
Nasıl Değerlendirilir?
Tanı genel olarak klinik bulgular ile konulur. Özellikle risk faktörleri olan bebeklerde tek taraflı kolda hareket kaybı ve güçsüzlük varlığında konu ile ilgili özelleşmiş hekimlere başvurulmalıdır. Kolda güçsüzlük yapan başka nedenlerden ayırt etmek için ve tanıyı doğrulamak amacıyla değerlendirme yapılabilir. Sorunlu kolda soğuk kuru cilt sempatik fonksiyon bozukluğunu gösterir. Kırıkların özellikle klavikula kırığına bakılmalıdır. Ayrıca yüz felci, tortikolis, göz içi kanama gibi brakiyal pleksusu hasarına eşlik edecek sorunların varlığına bakılmalıdır.
Yapılması Gereken Tetkikler Nelerdir?
Omuz, boyun, göğüs, dirsek grafileri
Omuz MRI: Akut ve mümkün olduğu kadar erken dönemde yapılan MRI incelemeleri ile hasarın tipi ve yerinin ayırımı daha kolay yapılabilmektedir.
EMG: Kuvvetli şüphe olan hastalarda ilk 7-10 gün içinde yapılması süreç hakkında bilgi vermesi, cerrahi için uygun hastaların erkenden seçilmesi, diğer yandan gereksiz erken cerrahinin önlenmesi açısından önemlidir. Diğer hastalarda en erken 1. ayda olmak üzere ilk 3 ayda mutlaka yapılmalıdır. Lezyonun ağırlığına göre EMG aralıkları belirlenir.
Klinik Seyri Nasıldır?
Olguların % 80’inde ilk 3 ayda kendiliğinden iyileşme gözlenir. Tam iyileşme hastaların %60-70’inde izlenir. Hafif güçsüzlük %11, orta güçsüzlük %9, ağır güçsüzlük %14 hastada görülür. Ancak zedelenmenin şiddeti ve tutulumun derecesine göre farklılık gösterebilir.
Tedavi Seçenekleri Nelerdir?
Tanı konulduktan hemen sonra tedavi başlanmalıdır. Tedavide rehabilitasyon ve cerrahi yöntemleri tek başına veya birlikte uygulanabilir. Bir tedavi uygulaması diğer tedavi gereksimini ortadan kaldırmamaktadır. En iyi sonucu elde etmek için aile, çocuk doktoru, fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı, fizyoterapist, ortopedi uzmanı ve nöroloji uzmanından oluşan bir ekibin birlikte çalışması gerekir.
Rehabilitasyonun amaçları:
- Etkilenen kolda eklem sertliğini azaltmak
- Aileye tutulan kolun pozisyonlanması ile ilgili bilgi vermek
- Etkilenen kolun aktif kullanımını sağlamak
- Bebeğin kol hareketlerini arttırıp güçlendirmek
- Yaşına uygun hareket ve becerileri kazanmasını sağlamak
- Eklemin hareket kabiliyetini korumak ve gelişebilecek eklem şekil bozukluklarını önlemek
Rehabilitasyon tedavi öğeleri:
- Aile eğitimi
- Pozisyonlama
- Eklem hareket açıklığı egzersizleri
- Amaçlı oyunlarla belirli hareket ve davranışların kazandırılması
- Fizik tedavi modaliteleri ve cihazlar
Aile eğitimi
Aileye gerekli bilgiler verilir; kontrol, takipler ve tedavinin aşamaları ve farklı tedavi seçenekleri açıklanır. Evde egzersizlerin düzenli uygulaması için eğitim verilir. Eklem hareket açıklığı egzersizleri eklemlerde sertlik ve deformiteleri engellemek için günde 3-5 kez yapılmalıdır. İlk 3 hafta omuz 90 dereceden fazla kaldırılmamalı. Emzirme veya bez değişikliği sırasında egzersizler yapılabilir. Bebeğin kolu ağrı ve direnç olmadan maksimum hareket açıklığında hareket ettirilmelidir. Hasta 2-4 haftada bir değerlendirilmelidir.
Pozisyonlama ve giydirme
Çocuk uyanıkken karın üzerine, yanlara ve sırt üstüne yatırılmalı ve etkilenen kolun çocuğun altında kalması veya yana doğru asılmasını engellemek gerekir.
Bebek hareket ettirilirken koltuk altından tutulmamalı, taşınırken etkilenen kolu desteklemek için havlu kullanılır.
Hastanın başı herhangi bir pozisyonda iken orta hatta tutulmalı ve c şeklinde yastık kullanılmalı
Çocuk kollardan tutularak kaldırılmamalıdır. Etkilenen kolun aşırı gerilmesini önlenmek için giyinirken etkilenen taraf, kıyafetini çıkartırken sağlam tarafa öncelik verilmelidir.
Banyoda etkilenen omuz ve kürek kemiği bir elle desteklenmeli, serbest elle bebek yıkanmalı
Beslenme sırasında etkilen kol bükük şekilde bebeğin göğsünde tutulmalı ve anneye her iki taraftan bebeğin beslenmesi söylenmeli
Rehabilitasyon alanında uygulanan diğer tedavi seçenekleri
Elektriksel stimülasyon: Kas kütlesini arttırmak ve kasın atrofisini engellemek için cilt üzerine yerleştirilmiş elektrotlar ile belirli kaslara uygulanır. Tedavi hekimler tarafından uygun görülen hastalarda fizyoterapist veya aile tarafından evde taşınabilir cihazlar ile uygulanabilir.
Kineziolojik bantlama: Omuz çevresindeki kasların fonksiyonlarını desteklemek amacıyla konu ile ilgili yeterli deneyime sahip olan hekim/fizyoterapist tarafından belirli bölgelerde cilt üzerine yapıştırılır. Diğer tedavi yöntemleri ile birlikte uygulanabilir.
Botulinum toksin enjeksiyonu: Bir bakterinin salgıladığı güçlü bir zehirden elde edilen ve sinirlerden gelen uyarıların kaslara geçmesini engelleyen bir maddedir. Botulinum toksin enjekte edilmiş bir kasın kasılma gücü, ilacın dozu ile orantılı olarak azalır veya tamamen kaybolur. İlacın etkisi enjeksiyondan birkaç gün sonra başlar ve genellikle yaklaşık olarak 3-6 ay sürer. Bu nedenle etkinin devamı için enjeksiyonun 3-6 ayda bir tekrarlanması gerekebilir. Hekim tarafından çocuğun yaşı ve kilosuna göre doz ayarlanır ve uygun kaslara enjeksiyon yapılır.
Zorunlu kullanım tedavisi (ZKT): Sağlam üst ekstremitenin eldiven veya askı yardımı ile hareketi engellenir. Etkilenen üst ekstremite çalışma saatlerinin %90’nı veya 6-8 saat/günde ZKT programına alınır. Tedavi fizyoterapist veya aile gözetiminde çocuğun belirlenmiş görevleri yerine getirerek uygulanabilir.
Ortez kullanımı: Genel olarak cerrahi girişimleri sonrası kolun pozisyonlama hedefi ile kullanılır. Hekim tarafından önerilen cihazlar bu amaç için uygun olabilir.
Cerrahi Ne Zaman Uygulanır?
Total paralizi olan veya etkin rehabilitasyon programına alındıktan belirli bir süre geçmesine rağmen kasların hedeflenen fonksiyonlarının kazanılmaması durumunda planlanabilir. Cerrahi uygulamaları konu ile ilgili özelleşmiş plastik cerrahi veya ortopedi uzmanı tarafından kas/sinir tamiri veya kas/sinir greftleme yöntemleri ile yapılabilir. Çoğu otör doğumsal barakiyal pleksus lezyonları için omuz ve dirsekte düzelme yoksa 3. Ayda nöroliz, sinir greftleri, sinir transferleri önerir. Tendon transferleri genellikle 24 ay sonra tercih edilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Vertigo nedir?
Genel olarak üst solunum yolu enfeksiyonu kökenli olmakla birlikte, genetik, travmatik, bazı ilaçların kullanımı gibi yollarla da vertigo atağı gerçekleşebilir. Vertigo kelimesini bir hastalık tabiri olarak değerlendirmek doğru değildir. Vertigo bir semptomdur. Vertigoya yol açan birçok hastalık mevcuttur.Bunların en sık nedenleri arasında kulaktaki denge organı, santral sinir sistemi (beyinde oluşan hasar), propiyosepsiyon (eklemlerin boşluktaki pozisyonunu, konumunu, hareketini algılama duyusudur) ve görme bozukluğu olarak sayılabilir. Vertigo ile birlikte mide bulantısı, terleme, baş ağrısı gibi fizyolojik bulgularla birlikte aynı zamanda kalabalıktan rahatsız olmak, yüksekten korkmak, araç tutması, ışığa hassasiyet ya da tamamen karanlıktan rahatsızlık hissetme en sonunda da dışarı çıkmaktan korkarak sosyal izolasyon eşlik edebilir.
Vertigonun tedavisi nasıl yapılır?
Akut vertigo ataklarının tedavisinde iki komponent bulunmaktadır. Birincisi; akut atakları kontrol altına almak, ikincisi; iyileşmeyi hızlandırmak ve yeni atakların oluşmasını önlemektir. Vertigo tedavisinde ideal bir ilaç henüz bulunamamıştır. Kullanılan ilaçlar daha çok akut bulguları ve otonomik şikayetleri kontrol altına almayı hedefleyen semptomatik tedavi içindir. Spesifik tedavi ise vertigonun altta yatan sebebini çözmekte yatar .
Periferik vestibüler bozukluğa bağlı baş dönmelerinde egzersiz programları uygulanmaktadır. Bu amaçla vestibüler rehabilitasyon uygulanır.
Vestibüler Rehabilitasyon Nedir?
Vestibüler rehabilitasyon, hastanın tekrarlayan hareketler ile baş dönmesine alıştırılması, baş dönmesinin azaltılması amacıyla yapılır. Nedene bağlı olarak hastanın şikayetlerini azaltmak ve rehabilitasyon programı ile iyileşmeyi hızlandırmak mümkündür. Vestibüler rehabilitasyon egzersizleri patolojik cevaba alışmayı içeren, postural kontrol egzersizleri, visual-vestibüler etkileşim ve kondüsyon aktiviteleri olup bakış stabilizasyon egzersizleri(viewing egzersizleri), görsel egzersizler, somatosensoriyal egzersizler, postürografi eğitimi olarak özetlenebilir. Egzersizlerin günde 2 kez 4-6 hafta süreyle yapılmaları önerilmektedir. Bu egzersiz ve manevralar kişiye uygun olarak düzenlenir ve uygulanır. Vestibüler rehabilitasyon ile baş dönmesinin azaltılması, kişinin kendini güvende hissetmesi, günlük yaşama aktif katılmada sıkıntı yaşamaması, düşme ve yaralanmaların engellenmesi ve toplumdan soyutlanarak anksiyete, panik bozukluk ve major depresyon gibi ek psikolojik rahatsızlıklardan uzaklaşması amaçlanır.
Vestibüler rehabilitasyonun uygun olduğu hastalık grupları şu şekildedir :
- Bening paroksismal pozisyonel vertigo (BPPV),
- Vestibüler kayıp: “unilateral: akustik nörinom veya vestibüler nörit gibi” bilateral: gentamisin toksisitesi gibi
- Dalgalı seyir gösteren vestibüler problemler: Meniere Sendromu, perilenfatik fistula gibi.
- Tanısı kesin olmayan hastalarda ampirik olarak:post travmatik vertigo, yaşlılarda görülen multifaktöriyel dengesizlik gibi
- Psikojenik vertigoda desensitizasyon amacıyla
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Mezoterapi
Mezoterapi
Mezoterapi nedir, ne amaçla kullanılır?
Mezoterapi; ilk kez 1952’de Fransa’da Doktor Michel Pastor tarafından spor hekimliği tedavisinde kullanılmaya başlandı. Avrupa’da yaygın olarak ağrı tedavisinde kullanılırken, ülkemizde daha çok estetikte kullanıldığında dair bir kanı yerleşmiş olsa da fizik tedavi ve rehabilitasyon alanında çok etkili bir yöntemdir.
Mezoterapi, ilaçların karışımlar halinde normal kullanım dozundan düşük dozda, 4mm’lik özel iğne uçları kullanılarak mikroenjeksiyon tekniği ile cildin orta tabakasına(mezoderm) enjekte edilmesi yöntemidir. Ağrı mezoterapisi için kullanılan lokal anestezik, vitaminler(B1, B6, B5, B12,C vitamini), NSAİİ (ağrı ve ödem giderici), miyorelaksan (kas gevşetici), pentoksifilin (dolaşım düzenleyici) ilaçlar ağrılı bölgedeki ağrı ve ödeme yol açan maddelerin bölgeden uzaklaştırılması, dolaşımın düzenlenmesini, kronik travmaya maruz kalan vücudun yük taşıyan bölgelerinde bağ doku ve kollajen yapının kuvvetlenmesi yoluyla etki eder.
Mezoterapiyi kimler uygulayabilir ?
Ağrıyla ilgilenen doktorların mezoterapi uygulamaları için özel eğitim almaları ve uzmanlaşmış olmaları gerekir . Mezoterapi işlemi belirli aralıklar verilerek seanslar şeklinde yapılır. . Tedaviden iyi sonuç almak için seansların düzenli yapılması gereklidir.
Ağrı mezoterapi tedavisinin avantajları nelerdir?
Doğrudan problemli bölgeye uygulanması, İlacın lokal ve hızlı etkisi, Birbirlerinin etkisini artırabilecek ilaçların beraber kullanılabilmesi, İlacın daha az dozda kullanılması, İlaca bağlı daha az yan etki, Ağrısız bir tedavi yöntemi olması, Bir çok ağrı tedavi yöntemine göre daha az girişimsel olması, Daha az seans ve daha uzun seans aralıkları, Gündelik hayatı ve iş yaşamını etkilememesi, Yavaş emlim sonucunda bölgede uzun süre kalarak etki göstermesi
Mezoterapi hangi rahatsızlıklar için kullanılır?
Ağrı mezoterapisi başlıca: kas ve eklem ağrısı, romatizmal ve dejeneratif hastalıklar (kireçlenme), bağ ve tendon yaralanmaları, menisküs, tetik parmak, nevraljiler (sinir kökenli ağrılar ) gibi birçok problemde rahatlıkla kullanılabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Menisküs Yırtıkları
Dizde; bir adet iç kısımda (medial menisküs) bir adet dış kısımda (lateral menisküs) olmak üzere iki adet menisküs bulunur. Bu yapılar vücudun en hareketli eklemlerinden olan dizlerde hareket kolaylığı sağlar, kaval ve uyluk kemiklerinin birbiriyle olan temas yüzeylerini artırarak kemiklerin üzerine binen vücut ağırlığının dengeli bir şekilde dağılmasına imkan sağlar. Ayrıca ani bir darbe sonucu diz bölgesinde oluşan şok kuvveti emer ve diz iç sıvısının eklem kıkırdaklarına yayılmasını sağlar.
Menisküs yırtığı başta sporcular olmak üzere bir çok insanın başına gelebilir. Ağır yük taşıyanlar, sürekli ayakta duranlar, yaygın olarak ev işleriyle uğraşan ev hanımları, yaşlılar gibi…
Medial menisküs daha hareketsiz olduğu için yırtığı daha fazla oluşur. Ön çapraz bağ yırtığına neden olan akut yaralanmalarda lateral menisküs yırtıkları daha fazladır. Yaşlı hastalarda medial menisküs arka boynuz yırtıkları daha fazladır.
Menisküs Yırtığının Belirtileri Nelerdir?
Menisküs yırtığında ilk bulgu ağrıdır. Ağrı kendi genellikle merdiven inip çıkma, tuvalet kullanma ve namaz kılma gibi diz kırma hareketlerinde belli eder.. Yırtığın boyutuna göre dizlerde kilitlenme, takılma, boşalma, klik sesi ve şişlik gibi şikayetler eşlik eder. Hastaların bir kısmı merdiven inerken olan ağrıdan şikayet edebilir.
Yaralanmış menisküs tarafında eklem çizgisi üzerine bastırmakla ağrı olması en duyarlı muayene bulgusudur. Muayene sırasında eklemlerde sıvı görülebilir. Mc Murray, Apley gibi testler muayenede kullanılabilir.
Muayene yapılan hastalarda menisküs yırtığı ve beraberinde ek yaralanma şikayeti varsa tespit için MR tetkiki istenir.
Menisküs Yırtığı Nasıl Tedavi Edilir?
Ani yaralanmada başlangıçta diz dinlendirilmeli, buz uygulaması ve kompresyon, bacağın yükseğe kaldırılması yapılmalıdır. Uzun dönemde hareket düzenlenmeli, steroid olmayan ağrı kesiciler kullanılmalı ve hasta fizyoterapiye alınmalıdır.
Gerek duyulduğunda hastalar koltuk değneği kullanabilirve diz ayak bileğine kadar 4-6 hafta alçıya alınabilir. Hastalar diz ve kalça etrafındaki kasları güçlendirici izometrik egzersizlere 4-6 hafta sonra başlamalıdır.
Cerrahi tedaviye genellikle genç hastalarda ve damarlanması iyi olan dış üçte bir menisküs kısmındaki vertikal kongitüdinal yırtıklarda başvurulur.
Cerrahi yöntem seçilirken hastanın yaşı, genel sağlık durumu, yaşam tarzı, menisküs yırtığının yeri dikkate alınır. Parsiyel menisektomi yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.
Menisküs Yırtıklarında Fizik Tedavi Nasıl Yapılır?
Cerrahi olsun veya olmasın tüm menisküs yırtıklarında egzersiz programı semptomları azaltmada etkilidir.
İlk haftalarda amaç eklem hareket açıklığını artırmakla beraber ağrı ve şişliği azaltmaktır. Uyluk kaslarının atrofisini engellemek için statik germe egzersizleri yapılır ve elektrik stimülasyonu verilebilir. Hasta tolere etmeye başlayınca aktif eklem hareket açıklığı egzersizlerine geçilir.
Parsiyel menisektomi sonrası erken ve uygun rehabilitasyon programı fonksiyonel kazanımda önemli rol oynar.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kalça Protezi Rehabilitasyonu
Kalça protez ameliyatı kalça eklemi belirli nedenlerden dolayı hasar görmüş olan hastalarda, hasarlı eklemin yapay bir eklemle değiştirilmesini içeren bir ameliyattır. Kalça protezi, ameliyat dışı tedavilere cevap vermeyen ağrıları giderir, stabilite sağlar (kalça kırık ve çıkıklarından sonra) ve eklem hareket açıklığını artırarak güvenli hareket elde edilir.
Kalça protezine ne zaman ihtiyaç duyulur?
- Eklemde osteoartrite (kireçlenme) bağlı ileri derecede yıpranmalar varsa
- Eklemin hareketini tamamen kısıtlayan romatoid artrit veya ankilozan spondilit gibi romatizmal hastalıkların varlığında
- Uyluk kemiği başında dolaşım bozukluğu durumlarında
- Doğumsal kalça çıkıklarının ileri dönemlerinde
- Kemik tümörlerinde
- Kalça eklemi enfeksiyonu sonrası hasar kalan hastalarda kalça protezine ihtiyaç duyulabilir.
Kalça protezinde operasyon öncesi rehabilitasyon
Kalça protezi operasyonunun başarısını arttırmak için rehabilitasyona operasyondan önce başlamak önemlidir. Bunu için;
- Karın ve sırt kaslarına kuvvetlendirme egzersizleri
- Kalça ve diz kaslarına kuvvetlendirme egzersizleri
- Maksimum ağrısız hareket sınırının kazandırılması
- Ameliyat sonrası yürüme programının öğretilmesi
- Akciğer komplikasyonlarını önlemek ve sekresyonun atılmasını sağlamak için solunum egzersizleri ve öksürme yönteminin öğretilmesi
- Proteze ağırlık vermemek için kalça gluteus medius kasının kuvvetlendirilmesi gereklidir.
- Ayrıca kalça çıkığı önleyici pozisyonların öğretilmesi, transfer ve yürüme aktivitelerinin ve operasyon sonrası birinci günün egzersizlerinin öğretilmesi de büyük önem taşır.
Kalça protezi operasyonu sonrası rehabilitasyon
Hastanın operasyon sonrası 1. ve 2. gün özellikle tekerlekli sandalye ile mobilizasyonu çok önemlidir. Çimentolu teknik uygulanan hastalarda 6 hafta boyunca koltuk değneğiyle, 4-6 ay arası ise baston ile tam ağırlık verilebilir. Çimentosuz tekniklerde 6-8 hafta parmak ucu yürüme, 8-12 hafta kısmi ağırlık vererek yürüme, 12. haftadan sonra tam ağırlık vererek yürüme çalışılabilir. Bu rehabilitasyon sürecini hastanın fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı ve uzman bir fizyoterapist gözetiminde geçirmesi önemlidir. Rehabilitasyon programı hastaya özel olarak düzenlenir:
Birinci hafta; pozisyonlama, derin damar tıkanıklığı önleme ve akciğer fonksiyonlarını geliştirmeye yönelik önlemler alındıktan sonra, kalça eklemine aktif veya aktif yardımlı fleksiyon ekstansiyon egzersizleri, kalça ve diz kaslarına izometrik egzersizler, yüksek bir sandalyede oturma, yürüteçle yürüme, karın, sırt ve kol-bacakları güçlendirme egzersizleri yapılmalıdır.
İkinci hafta; kalçada eklem hareketliliğini ve kas kuvvetini artıran egzersizler, yürüteç ile bağımsız olarak yürüme başarıldığında koltuk değneğine geçme, merdiven aktiviteleri, günlük yaşam aktiviteleri sırasında dikkat edilmesi gereken durumların öğretilmesi önemlidir.
Kalça protezi olan hastalar için önemli noktalar
Yatarken;
- Operasyon yapılan kalça üzerine yan yatmayın
- Bacaklarınızı bitiştirmeyin, çaprazlamayın
- Bacaklarınız arasında yastık bulundurun
- Günde en az 30 dk sırt üstü dümdüz yatın
- Protezli bacak altına yastık koymayın
Otururken;
- Alçak sandalyede ve koltukta oturmayın
- Otururken diz seviyesi kalçadan aşağıda olmasın
- Tuvalet yükselticisi kullanın
- Otururken öne doğru eğilmeyin
- Bacak bacak üzerine atmayın
Ayakta;
- Yerden birşey almak için eğilmeyin
- Eğildinizde eliniz diz seviyesini geçmesin
- Ayağınızı içe çevirmeyin
- Pantolon, çorap, ayakkabı giyerken 80 dereceden fazla eğilmeyin ve uzun saplı giyinme yardımcıları kullanın
- Merdiven çıkarken sağlam bacak-ameliyatlı bacak-koltuk değnekleri sıralamasını izleyin. Merdiven inerken de tam tersi geçerli olduğunu unutmayın.
Önerilebilecek sporlar: Yüzme, bisiklet, golf, dans, su içi aerobik hareketler
Önerilmeyen sporlar: Koşma, jogging, sabit ayak üzerinde dönme ve ani hareket gerektiren sporlar, temas sporları, ağır işler.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Ayak Bileği Burkulması Nasıl Oluşur ?
Ayak bileği eklemi en sık yaralanan eklemlerden biridir. Ayak bileği eklemi bacağı ayağa bağlayan eklemdir. Bu eklem üç kemik tarafından oluşturulur: Bu üç kemik çok sağlam bağlar ile birbirine bağlanmıştır. Bu bağlar ayağın dönme ve burkulma gibi anormal hareketler yapmasını engeller. Dış yan bağlar bileğinin dış yanında bulunarak bileğin içe doğru hareketini engeller. İç yan bağlar ise İç kısımda bulunur ve ayak bileğinin dışa dönmesini engeller. Bağlar esnek yapılardır. Ancak aşırı zorlanmalar sonrasında bu bağların elastik liflerinde yırtıklar olabilir.
En sık dış yan bağ yaralanmaları ile karşılaşılmaktadır.
Spor yaralanmaları ayak bileği yaralanmalarının %15 ini oluşturmaktadır. Basketbol, voleybol ve futbol en sık risk oluşturan spor dallarıdır. Sadece sportif aktiviteler sonrasında değil, günlük aktiviteler sırasında da ayak bileği yaralanması oluşabilir. Genellikle düzgün olmayan bir zeminde ayağın içe veya dışa dönmesi sonucunda bağlar yırtılabilir. Tam iyileşmemiş ve ihmal edilmiş bağ yırtığı nedeni ile eklemde gevşeklik oluşur. Bu da ayağın tekrar burkulmasına neden olur. koruyucu önlem alınmaması durumunda burkulmalar sık tekrarlayabilir. Böylelikle eklem kıkırdakları bozulur.
Ayak burkulması evre 1 olarak isimlendirildiğinde bağlarda kopma olmaz, ancak esneme görülür, bağ çevresinde su toplanması (ödem) olur Evre 2’de bağlar kısmi olarak yırtılır. Muayene sonucunda ayak bileğinde gevşeklik olduğu saptanır. Evre 3’de bağ koptuğundan kendi kendine iyileşmesi mümkün olamayabilir. Evre 3’teki ayak burkulmasının tedavisinde cerrahi işlem gerekebilir.
Ayak Bileği burkulmasında belirtiler nelerdir?
Ayak bileği burkulması sonrası oluşan kanama ve ödeme bağlı olarak ayak bileği çevresinde şişlik oluşur. Ayak bileği hareketleri ağrılıdır. Genellikle ağrılı olmakla birlikte hasta ayağının üzerine basabilir. Burkulmadan birkaç gün sonra, oluşan kanamaya bağlı olarak şişliğin olduğu yerde morarma görülebilir.
Ayak Burkulmalarında tedavi nasıl yapılır?
Burkulmalarda zaman kaybetmeden doktora başvurulması gerekir. İlk aşamada amaç öncelikle ağrıyı gidermek ve oluşan şişliği azaltmaktır Buz uygulaması; ağrıyı azaltmada en etkili yöntemdir. Aynı zamanda ödemi ve şişliği azaltarak iyileşme sürecine katkıda bulunur. Buzu direk cilt üzerine koymak sakıncalıdır. Bir havlu üzerinden koymak daha uygundur. Buz uygulaması 20 dakika süresince yapılır ve bu süre 30 dakika ara ile tekrarlanabilir. İstirahat; Mümkünse iki-üç gün yaralanan ayak bileği üzerine basılmamalıdır. Bu sürede koltuk değneği kullanılabilir. Elastik sargı Çok sıkı olmamak şartı ile ayak parmaklarından başlayarak sarılan elastik bandaj şişliğin azalmasında yardımcı olur. Bacağı yüksekte tutma; İki-üç gün süresince mümkün olduğunca ayağı göğüs hizasından yukarıda olacak şekilde tutmak gerekir. Bu uygulama da şişliğin azalmasına yardımcı olur. Ağrı kesici ilaçlar ağrının derecesine göre basit ağrı kesiciler veya hem ağrı kesici, hem ödemi azaltıcı etkisi olan ilaçlar kullanılabilir. Ayak bileklikleri ;İyileşme sürecinde ayak bileğine destek olmak ve ağrıyı azaltmak amacıyla burkulmalara özel bileklikler kullanılabilir. Bunlar ayak bileğinin yukarı-aşağı hareketlerine izin verirler ancak burkulmayı önlerler. Bir kısmı ile spor yapılabilir.
Ayak bileği burkulmalarında iyileşme süreci nasıl ilerler?
Ayak burkulması evre 1 olarak isimlendirildiğinde bağlarda kopma olmaz, ancak esneme görülür, Tedavisinde ise hastanın ayağına elastik bandaj sarılır, istirahat etmesi ve çok yürümemesi önerilir. Aynı zamanda buz uygulamasına da devam etmek gerekir. Genellikle üç hafta içerisinde ayak burkulması iyileşir. Evre 2’de bağlar kısmi olarak yırtılır. Muayene sonucunda ayak bileğinde gevşeklik olduğu saptanır. Tedavisinde kişinin yaralanmasının derecesine göre kısmi olarak alçı, atel veya özel ayak bileklikleri uygulanabilir. Bu sayede hastanın ayak bileğinin hareketsiz kalarak bağların iyileşmesi hızlandırılmış olur. Ayrıca ödem çözücü ve ağrı kesici ilaçlar verilir. Eğer hasta yeterli sürede istirahat ederse iyileşme süresi 3-6 haftayı bulur.
Evre 3’de bağ koptuğundan kendi kendine iyileşmesi mümkün olamayabilir. Evre 3’teki ayak burkulmasının tedavisinde, kopan bağın tamir edilmesi gerekir ya da başka yerden bağ alıp nakletmek söz konusu olur. Bağ tam koptuğundan ayağın ameliyat sonrası iyileşmesi daha uzun sürer.
Ayak bileği burkulmalarından sonra ağrı, şişlik gibi şikayetler genellikle iki hafta içinde geriler. Ağrılı dönem geçtikten sonra, ileride ayak bileği eklem hareketlerinde bir kısıtlılık oluşmaması için ayak bileği hareketlerini çalışmaya başlamak gerekir. Bu dönemde fizik tedavi desteği alınmalıdır.
Ayak bileği burkulmalarından sonra iyileşme oranı %80-90 arasındadır ve cerrahi tedavi nadiren gerekir. Ancak bağların tamamen iyileşmesi dört ila altı haftayı bulmaktadır. Ayak bileği bağları tam iyileşmeden oluşacak yeni zorlamalar bağların iyileşmesini olumsuz etkileyecek ve ileride tekrarlayan burkulmalara zemin oluşturacaktır. Tekrarlayan burkulmaların bir nedeni de kasların zayıflamasına bağlı kas dengesinde bozulmadır. Tekrarlayan burkulmalar ayak bileğinde güvensizlik hissine ve kronik ağrılara neden olur.
Ayak bileği burkulmasından sakınmak için yapılacak şeyler nelerdir?
Topuklu ve rahatsız ayakkabılar giyilmemeli, kullanılacaksa bile ayağı bilekten saran ayakkabılar tercih edilmeli, Tekrarlayan burkulma durumlarında spor sırasında özel ayak bileklikleri kullanmak, Egzersiz öncesi iyi ısınmak Spor yapılan veya yürünen zemine dikkat etme Ayak bileği çevresindeki kasları kuvvetlendirmektir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Lateral Epikondilit (tenisçi dirseği), Medial Epikondilit (golfçü dirseği) Nedir?
Lateral epikondilit sıklıkla tenisçi dirseği olarak bilinir. Dirseğin dış tarafında kas-tendonun kemiğe yapışma yerinde görülen ağrılı bir durumdur. Tendonlar kası kemiğe bağlar. Bu durumla ilişkili olan kas “ekstensör karpi radialis brevistir”. Lateral epikondilit hastalığında tendon yapışma yerinde dejenerasyon ve zayıflama söz konusudur. Bu kasın aktif olduğu hareketlerle ilgili olarak ağrıya sebep olabilir (germe, kavrama vs). medial epikondilit Golfçü dirseği ise dirseğin iç tarafındaki kemik çıkıntıda ağrı ve hassasiyetle karakterize bir hastalıktır. El bileğinin bükülmesi işlevinden sorumlu olan kol kaslarının kirişleri medial epikondile yapışır. Bu kasların aşırı kullanımına bağlı olarak golfçü dirseği oluşabilir. Kaslar aşırı kullanıldığında tendonlar yapıştıkları bölgede tekrarlayan çekme kuvvetine maruz kalırlar. Bunun sonucunda da tendonlarda yangı ve küçük yırtıklar oluşur Bu da ağrıya neden olur.
Lateral Epikondilit (tenisçi dirseği) Kimlerde Görülür ?
Tenis gibi sporlar sıklıkla bu durumla ilişkilidir. 30 ile 50 yaş arasında sıklıkla görülebileceği gibi daha gençlerde ve daha yaşlılarda da görülebilir.Golfçü dirseği en çok 20 ila 49 yaşındaki erkeklerde yaygındır
Lateral Epikondilit (tenisçi dirseği) ve Medial Epikondilit (golfçü dirseği)’ne Yol Açan Durumlar Nelerdir ?
Aşırı kullanım: Tendonun yapışma yerinde strese sebep olan aktiviteler tendon üzerinde yaralanmayı artırır. Bu stresler tekrarlayıcı tutma, kavrama aktiviteleri, doğrama, boyama, çevirme, sıkma olabilir.
Travma: Ani beklenmedik bir hareket, zorlama ve aktivite ile de yaralanma olabilir.
Lateral Epikondilit (tenisçi dirseği ), Medial Epikondilit (golfçü dirseği) Belirtileri Nelerdir?
Hastaların tedaviye ihtiyaç duymalarının temel sebebi ağrıdır. Ağrı ; tenisçi dirseğinde dirseğin dış tarafında “lateral epikondil” olarak bilinen çıkıntılı kemik üzerine lokalizedir. Golfçü dirseğinde ise dirseğin iç tarafında (medial) ağrı hissedilir. Bu alanda dokunmakla hassasiyet oluşur. Ağrı aynı zamanda tendon üzerine stresin bindiği hareketlerle ağrı artabilir (kavrama, germe, bükme gibi). Ağrı aktivite ile birlikte dirsekte başlar ve ön koldan ele doğru yayılabilir. Bazen hiç hareket olmadan da ağrı olabilir.
Lateral Epikondilit (tenisçi dirseği) ve Medial Epikondilit (golfçü dirseği) Tedavi Yöntemleri nelerdir?
Aktivite düzenlemesi: Bu duruma sebep olan aktiviteler kısıtlanmalıdır. Tümüyle istirahattan ziyade zorlayıcı aktivitelerin kısıtlanması önerilir. Modifiye tutma teknikleri, aktivite sırasında her iki eli kullanmak problemi azaltabilir.
İlaç tedavisi: Anti-inflamatuar (ağrı ve ödem giderici) tedavi ağrıyı azaltmaya yardımcı olur.
Brace: Brace arka önkol kaslarının üzerine ve dirseğin alt kısmına takılır. Dirsek bandı tendonların üzerindeki gerilimi azaltıp iyileşmeye izin verir.
Fizik tedavi: Güçlendirici ve gerici egzersizler yapmak iyileşmeye yardımcı olabilir. Özellikle dirsek tam açıkken el bileğini germeden fayda görülebilir. Ultrason ve ısı tedavileri de fizik tedavi amaçlı yapılabilir.
Enjeksiyon: Steroid bölgesel olarak enjekte edilebilen güçlü bir anti-inflamatuardır. 3 aylık periyodlar halinde üç seferden fazla yapılmamalıdır. Seanslar şeklinde yapılır
Ağrı mezoterapisi: ilaçların karışımlar halinde normal kullanım dozundan düşük dozda, 4mm’lik özel iğne uçları kullanılarak mikroenjeksiyon tekniği ile cildin orta tabakasına(mezoderm) enjekte edilmesidir. Mezoterapi işlemi belirli aralıklar verilerek seanslar şeklinde yapılır.
Cerrahi: Kişi, eğer ağrıdan dolayı günlük aktivitelerini ve işini yapamaz hale gelirse, ve 6 aydan uzun süredir cerrahi dışı tedaviden fayda görmemiş ise cerrahi tedavi düşünülmelidir. Cerrahi tedavi ile hastalıklı, dejenere tendon dokularını çıkarmak gerekir. Cerrahi sonrası fizik tedavi kolun hareketlerinin geri kazanımını sağlamaya yardımcıdır. Eski aktiviteleri geri kazanmak için güçlendirme programları gerekli olacaktır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
İltihaplı Eklem Romatizmalar Nelerdir?
İltihaplı eklem romatizmaları genel bir deyimdir ve tek bir hastalık değildir, 200’ye yakın romatizmal hastalıkları bulunmaktadır. Bunlardan en sık görünen iltihaplı romatizmaları;
- Romatoid Artrit (RA),
- Spondiloartropatiler (SpA) (Ankilozan Spondilit (AS), Sedef Romatizması (PsA), Reaktif Artrit ve İltihaplı Barsak Hastalığına bağlı artritler gibi),
- Bağ Doku Hastalıkları (Sistemik Lupus Eritematoz ve Sjögren Sendromu vb).
- Ayrıca, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF) ve Gut gibi hastalıkları da “iltihabi” romatizma hastalıkları içinde tanımlanmaktadır.
İltihaplı Eklem Romatizma Neden Olur?
Bu tip hastalıklarının çoğu otoimmün ve bağışık sistemi kaynaklı hastalıklardır. Bunlardan iltihabi olanlarının çoğu en temel anlatımla bağışıklık sistemi ve/veya iltihap mekanizmalarının uygunsuz çalışması ile vücudun kendisine yönelik hastalık oluşturması mekanizmaları ile bilinir. Genetik bir yatkınlıktan kaynaklanan çoğu hastalık bir dış etkenle tetiklenir. Ortaya eklem ağrıları ve daha sonra vücudumuzda kalıcı hasara neden olabilen bulgular gelişebilir.
İltihaplı Romatizmaların Genel Belirtileri Neler olabilir?
- Eklemlerde Şişme
- Eklem Ağrısı
- Eklemlerde hareket kıstlığı
- Sabah tutukluğu
- Bel/Kalça veya Sırt ağrıları (Spondiloartropati gibi Omurga iltihabı varsa)
- Eklemlerde fonksiyon kaybı
- Deri Döküntüleri veya Göz Kuruluğu (Bağ Doku Hastalıklarında)
- Ağızda tekrarlayan yaralar/aftlar (Behçet Hastalığı)
- Tekrarlayan Karın Ağrıları ve Ateş (FMF/Ailesel Akdeniz Ateşi)
- Ayak baş parmakta iltihaplı romatizma (Gut)
İltihaplı Eklem Romatizma Hastalıklarına Hangi Bölüm Bakar?
Romatizma Hastalıkların hizmetlerini bir Romatolog (Romatoloji uzmanı) sunar. Romatolog, eklem iltihapları ve diğer romatizmal hastalıkların tanısı ve tıbbi tedavisi konusunda uzman olan doktordur. Daha sınırlı anlamda iç hastalıkları uzmanlığı (5 yıl) sonrası romatoloji eğitimi (3 yıl) almış doktordur; Bir Romatoloğun tedavi etmemden önce romatizma hastalığın teşhisi üzerinde durur. “İltihaplı Eklem Romatizma” genel bir deyimdir ve tüm artrit ve romatizma tiplerini ifade eder. İltihabi sistemik (tüm vücudu ilgilendiren) ve eklemlere özgü romatizmal hastalıklar yanında dejeneratif, metabolik ve Mekanik kas-iskelet sorunları da Romatoloğun uzmanlık alanına girmektedir. Romatolog, iç hastalıkları uzmanı olması nedeni ile romatizma hastalarında hastalığın kendisine veya tedavilere bağlı olarak sıkça görülebilen iç organ (kalp, böbrek, akciğer, karaciğer, mide-barsaklar vb.) sorunlarının büyük kısmını da çözümleme alt yapısına sahip bulunmaktadır.
İltihaplı Eklem Romatizma Nasıl Teşhis Edilir?
Öncelikle, Romatoloji uzmanı tıbbi geçmişi ve şikayetlerin öyküsünü sorgular ve anamnez alır. Ardından Fizik Muayene üzerinde durur, eklemleri fiziksel olarak incelememenin yanı sıra, tüm vücudu etkileyebilecek sistemik bulgulara dikkat eder. Çoğu zaman, iltihaplı romatizmaya kesin tanı koymak için tek bir test yeterli değildir. Klinik bulguları doğrulamak için ve tanıyı kesinleştirmek için Romatolog bir çok kan testi veya görüntüleme testleri (Röntgen, Ultrason veya MR) isteyebilir.
İltihaplı Romatizma Testleri Nelerdir?
- Romatoid Faktör (RF): Yüksek düzeyde (pozitif) romatoid faktör otoimmmün hastalıklarıyla, özellikle ilithaplı romatizma ile bağlantılıdır.
- Anti-Citrullinated Cyclic Peptide (Anti-CCP) Antikor testi: RF ile beraber pozitif çıkan anti-ccp antikoru romatoid artrit hastalığını doğrular ve prognostik bilgi verir. Bu antikoru taşıyan bireyler genelde romatizma hastası olarak kabul edilir.
- Anti-Nükleer Antikor (ANA) testi: Bu test, vücüdun otoantikor üretip üretmediğini görmek için yapılır, varlığı bir olası otoimmün hastalığın varlığı ve Bağ Doku Hastalığının düşünülmesini vurgular.
- Anti-ds DNA Antikoru: Sistemik Lupus Eritematoz’a mahsus bir otoantikorudur.
- Anti-SSA/SSB Antikorları: Sjögren Sendromu olarak bilinen Bağ Doku Hastalığında görünen otoantikor testidir.
- HLA-B27 Genetik Testi:
- Eritosit Sedimantasyon Hızı (Sedim veya ESR olarak da bilinmektedir): Vücüttaki iltihap seviyesinin belirlenmesinde yardımcı olur. Genellikle iltihaplı eklem romatizma hastalıklarında yüksek olur ancak her zaman da yüksek olmayabilir.
- C-Reaktif Protein testi (CRP): Aynı ESR gibi vücüdun bir yerinde ciddi bir enfeksiyon veya iltihaplı romatizmanın varlığını belirler. Kanda yüksek CRP seviyesi iltihaplı eklem romatizma hastalarında genelde yüksek olur ancak ESR gibi her zaman romatizma olmasına rağmen seviyesi yüksek de olmayabilir.
İltihaplı Romatizma Tedavisi Var Mı?
Genelde iltihaplı romatizmayı tamamen iyileştiren bir tedavi yoktur, ancak hastalığı uyku moduna (remisyona) sokup, eklem ağrılarını azaltıp hayat kalitesini artıran birçok tedavi vardır. Romatizma uzmanın önceliği her zaman vücuttaki iltihaplanmayı azaltmak ve önlemeye yöneliktir. İltihabı azaltmak hem eklem hem de iç organ kalıcı hasarını önlemeye yardımcı olur. İltihaplı romatizma tedavisinde farklı ilaçlar ve çeşitli yöntemler kullanılır. Bunlardan bazıları;
- Kortizon ve Kortizon içermeyen anti-enflammatuar (iltihap önleyici) ilaçlar,
- Hastalığın seyrini değiştiren klasik İltihaplı romatizma ilaçları (DMARD’lar): özellikle Sulfasalazin, Hidroksiklorokin ve Metotreksat içeren ilaçlar,
- Biyolojik Ajanlar (bDMARD’lar): Bu yeni nesil romatizma ilaçları genelde klasik romatizma ilaçlarına yanı vermeyen insanlarda kullanılmaktadır ve iltiahplanmaları azaltmada çok etkilidir,
- Tamamlayıcı Tıp Yöntemleri (örneğin Ozon Tedavisi, Lazer Tedavileri)
- Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ve FTR uzmanı gözetiminde yapılan Pilates, Hidroterapi, Aqua/Havuz Tedaviler ve Egzersiz türleri,
- Özel Beslenme
İltihaplı Romatizma Tedavisinin Başarılı Olması İçin Ne Gerekmektedir?
Romatizmada tedavinin başarılı olması için erken teşhis çok önemlidir. Erken teşhis için uzun bir tetkik süreci ve hastanın takip edilmesi gerekir. Çünkü belirtiler, şikayetlerin azaldığı dönemde veya arttığı dönemde değişir. Tedavi şekli kişiden kişiye değişir ve her hastaya farklı tedavi uygulanmalıdır. Kronikleşmiş hastalıklar sonucu uzun süren tedavi uygulaması gerekebilir. Doktor kontrolünde yapılan ilaç tedavisi ve fizik tedavi sonucu hastalık tamamen yok edilemez ama ilerlemesi durdurulur ve ağrı kesilerek hastanın yaşamı daha kolay hale getirilir.
İlaç tedavisinde hastanın ağrısını kesecek, hastalığın durdurulmasını sağlayacak ya da şiş ve ağrıyı kesecek ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar romatizma sonucu oluşan iltihabı etkilerler. Ayrıca hastada görülen diğer bulguları ortadan kaldırmak için kas gevşetici, vitamin takviyesi, tansiyon düşürücü ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar alınırken bol suyla birlikte alınmalıdır. Ayrıca yan etkisi olup olmadığına (bazı ilaçlar gebeliği önleyebilir) dikkat edilmelidir. Romatizma tedavi yöntemleri içersinde ilaç tedavisi, eklem içi enjeksiyonları, fizik tedavi ve ameliyat da vardır. Romatoloji uzmanın görevi and hizmetinin en önemli hususu hangi tedavi yöntemin, ne zaman, hangi yolla ve ne kadar süreyle uygulanmasını yönetmektir. Dolayısıyla, tedavi seçenekleri bir Romatoloğun doğrultusunda gerçekleşmesinde fayda vardır.
İltihaplı Romatizma Çeşitleri Nelerdir?
En sık görünen iltihaplı romatizmalar;
- Romatoid Artrit (RA),
- Spondiloartropatiler (SpA) (Ankilozan Spondilit (AS), Sedef Romatizması (PsA), Reaktif Artrit ve İltihaplı Barsak Hastalığına bağlı artritler gibi),
- Bağ Doku Hastalıkları (Sistemik Lupus Eritematoz ve Sjögren Sendromu vb).
- Ayrıca, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF) ve Gut gibi hastalıkları da “iltihabi” romatizma hastalıkları içinde tanımlanmaktadır.
Romatoid Artrit (RA) hastalığı nedir?
Seropozitif Romatoid Artrit: En yaygın iltihaplı romatizma türüdür. Diğer romatizma çeşitlerinden daha şiddetli ve ciddi belirtileri olabilir. Genel belirtilerinde; küçük eklemlerinde (el parmak veya bileklerde) şişme ve ağrı, sabahları eklemlerde 30 dakikadan uzun süre tutukluk ve hareket ile daha sonra azalan tutukluk hissi, genel halsizlik ve yorgunluk. Kontrol altında olmayan hastalarda el ve/veya el bilek eklemlerinde şişme, kızarıklık ve sıcaklık hisleri de eşlik edebilir.
Spondiloartropati (SpA) grubu hastalıkları nelerdir ?
Spondiloartrit veya Spondiloartropati (SpA) bir grup romatizmal hastalığın tümüne verilen bir isimdir. Bu grup hastalıkları toplumda yaklaşık yüz hastanın birinde görülmektedir. SpA grubu hastalıkların belirtileri çok çeşitlidir ama genelde sakroiliak dediğimiz eklemlerde (kuyruk sokumu ve leğen kemiği arasındaki eklemde) başlamaktadır. Sakroiliak eklemlerin yanısıra, omurga eklemleri, periferik eklemleri (diz, kalça, omuz ve ayak bilek gibi), tendon ve ligamanların kemiklere bağlandığı noktalar (özellikle ayak topuk ve taban ağrıları) ile tutulmaktadır. Bu SpA grubu hastalarında deride Sedef hastalığı, gözlerde Üveit diye bilinen göz iltihabı ve inflamatuvar barsak hastalığı görülmektedir. SpA grubuntaki belli başlı hastalıklar Ankilozan Spondilit (AS), Sedef Romatizması/ Psoriatik Artrit (PsA), Reaktif Artrit ve İltihaplı Barsak Hastalığına bağlı artrit/ Enteropatik Artrit olarak bilinmektedir.
Bağ Doku Hastalıkları, özellikle Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) ve Sjögren Sendromu nedir?
Sistemik Lupus Eritematozus nedir?
Sistemik lupus eritematozus (aynı zamanda SLE ya da sadece lupus olarak da anılır), farklı sağlık sorunlarına yol açan bir hastalıktır. Cilt döküntüleri, artrit, anemi, sara krizleri ya da psikiyatrik hastalıklara neden olabilir ve sıklıkla böbrek, akciğer ve kalp gibi iç organları etkiler. Bir zamanlar yüksek oranda ölüm görülen bir hastalıkken, günümüzde kronik (uzun süren) bir hastalık durumuna gelmiştir. 1954 yılında 4 yıl süren hastalıktan sonra sağkalım oranı %50 iken, günümüzde bu oran %97’nin üzerine çıkmıştır.
Nedeni
SLE normalde vücudu infeksiyonlara ve kansere karşı korumakla görevli olan bağışıklık sisteminin anormal çalışmasından kaynaklanan bir kronik (uzun süre devam eden) inflamatuvar (iltihabi) bir hastalıktır. SLE’de bağışıklık sistemi aşırı çalışmaktadır ve çok miktarda anormal antikor üretmektedir. Bu anormal antikorlar da hastanın kandi dokularına saldırmaktadır. Lupusun nedeni tam olarak bilinmemektedir, fakat kalıtsal nedenler, çevre ve hormonal değişikliklerin rolü olabileceği düşünülmektedir.
Sağlık üzerindeki etkisi
SLE’nin görülme sıklığı 100.000 kişide 40-50 arasındadır.
Bazı etnik gruplarda, örneğin zencilerde, daha sık görülmektedir.
Lupus hastalarının %80’den fazlası kadındır.
Tanı
- Semptomlarının çok çeşitli olması nedeniyle, tanı genellikle zordur ve hekimin çok dikkatli olması gereklidir. SLE’nin tipik özellikleri şunlardır:
- Yanakların üzerinde kelebek şeklinde cilt lekesi
- Güneş gören cilt bölgelerinde beliren bir cilt lekesi
- Ağız ve burunda yaralar
- Bir ya da daha fazla eklemi tutan artrit
- Böbrek iltihabı
- Sara krizi gibi sinir sistemi bozuklukları, ruh hastalıkları ve inme
- Ateş, kilo kaybı, saç dökülmesi, el ve ayak parmaklarında dolaşım yetersizliği, derin nefes alınca göğüs ağrısı (plörezi = akciğeri saran zarın iltihaplanması) ve karın ağrısı sık görülen belirtilerdir.
Laboratuvar testleri SLE tanısında çok önemlidir. Özellikle, antinükleer antikor (ANA) testi SLE’de daima pozitiftir.
Hastalık kendini yavaş yavaş gösterebilir, bu nedenle kesin tanı genellikle gecikir.
Tedavi
SLE’nin tedavisi var olan klinik problemlere ve hastalığın o anda aktif olup olmadığına bağlıdır. Daha erken ve daha doğru tanı konması, SLE’deki bağışıklık anormalliklerinin daha iyi anlaşılması ve tedavi araştırmaları hep birlikte, SLE’li hastaların tedavisinin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır.
SLE’li hastanın izlenmesinde düzenli tıbbi değerlendirme önemlidir. İlaç tedavisi her hasta için özel problemlerine ve hastalığın şiddetine göre ayarlanmalıdır. Hafif iltihap varsa, steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçların yararı olur. SLE tedavisindeki tek ve en önemli ilaç olan kortikosteroidler, dikkatle kullanılmalıdır. Steroidler kullanılırken kemiklerin korunması önemlidir. Hidroksiklorokin gibi antimalaryaller (sıtma ilaçları) hastalığın aktivitesini azaltır ve cilt ve eklem belirtilerine de faydası dokunur. Daha şiddetli SLE olgularında azatioprin ve siklosporin gibi bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanılması gerekir. Hastalık sık olarak sessiz kaldığı ve aktivite göstermediği ya da çok az gösterdiği dönemlere girer (remisyon), bu dönemlerde ilaçlar azaltılabilir ve bazen da tedaviye ara verilebilir.
SJÖGREN SENDROMU
Sjögren sendromu nedir?
Sjögren sendromu kuru göz ve kuru ağız bulguları ile karakterize kronik yani uzun süreli bir hastalıktır.
Adını, ilk tanımlayan İsveç’li göz doktoru Henrik Sjögren’den almıştır.
Sıklıkla romatoid artrit, lupus eritematozus, skleroderma ve polimiyozit gibi romatizmal hastalıklarla birlikte bulunur.
Ancak hastaların yaklaşık yarısında tek başına görülür.
Sjögren sendromu nasıl gelişir?
Nedeni tam bilinmemektedir. Genetik ya da viral enfeksiyonların bilinmeyen mekanizmalarla Sjögren sendromuna neden olabildiğine dair bulgular vardır. Bu hastalığın esas olarak bağışıklık (immün) sistemindeki bozukluktan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bağışıklık sistemi, hastalıklara karşı vücudun korunma mekanizmasıdır. Sjögren sendromunda bağışıklık siteminin normal kontrol mekanizmasında bir bozukluk vardır, bunun sonucu olarak aşırı miktarda beyaz kan hücreleri yapılır. Lenfosit adı verilen bu hücreler gözyaşı ve tükrük bezlerine giderek bu dokularda harabiyet yapar. Bu nedenle de hem tükrük bezlerinde hem de göz yaşı bezlerinde salgıda azalma yani kuruluk meydana gelir. Aynı zamanda bu hücreler “otoantikor” adı verilen protein yapısında maddeler salgılar ve bunlar kanda tespit edilebilir. Bu otoantikorlar bağışıklık sisteminin düzgün çalışmadığının bir göstergesidir ve tükrük ile gözyaşı bezlerinde harabiyet yapma potansiyeline sahiptir. Sjögren sendromunda eklem, akciğer, böbrek, sinir, tiroid, karaciğer ve beyin gibi diğer organlarda da tutulum görülebilir.
Sjögren sendromu kimlerde görülür?
Sjögren sendromu herhangi bir yaşta görülebilirse de en fazla 45 yaşının üzerindeki kadınlarda ortaya çıkmaktadır. 20 yaş altında çok nadirdir.
Sjögren sendromunda bulgular nelerdir?
Genellikle yavaş başlar. Hasta gözlerinde ve ağzında şiddetli kuruluk hisseder. Çoğunda kuru bir öksürük ve boğazda gıcık hissi de vardır. Tükrük bezlerinde şişlik, tat alma ve koklama duyusunda bozulma izlenebilir. Gözlerde kuruluğa bağlı kızarıklık, yanma, kaşıntı ve ışığa aşırı hassasiyet gelişir. Uygun tedavi edilmezse “kornea” adı verilen gözün en dışındaki saydam zarda ülserler, nadiren de körlük gelişebilir. Sjögren sendromu bulunan hastalarda burun, cilt ve kadın genital organlarında da kuruluk izlenebilir.
Ağız kuruluğu nedeniyle çiğneme, yutma ve konuşmada güçlük hissedilebilir. Bu nedenle hastalar bol miktarda sıvı almalıdırlar.
Hastalarda diş çürükleri de sık görülür. Çünkü tükrük, bakterilere karşı savaşan ve çürüklerin oluşmasını engelleyen bir sıvıdır. Sjögren sendromunda tükrük salınımı bozulduğu için çürüklerin oluşumu kolaylaşmıştır.
Bazen hastalarda “lenfoma” adı verilen bir çeşit lenf bezi kanseri gelişebilir. Nadir olsa da hastaların muayenesinde ve takibinde akılda tutulmalıdır.
Sjögren sendromu tanısı nasıl konur?
Ağızda ve gözlerde kuruluk hisseden hastalarda bu tanıdan şüphelenilmelidir. Muayene sırasında kızarmış-kaşıntılı gözler, tükrük bezlerinde şişlik, kuru bir dil, boyundaki lenf bezlerinde genişleme gibi bulgular tespit edilebilir. Kan tetkiklerinde de otoantikorların varlığı tanıyı destekler.
Gözde kuruluk “Schirmer testi” ile tespit edilir. Korneanın bir göz doktoru tarafından incelenmesi de kuruluk hakkında bilgi verecektir.
Tükrük bezlerin düzgün çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için “sialogram” yapılabilir. Bu test tükrük bezi içine boya enjekte edildikten sonra özel filmlerin çekilmesi ile yapılır. Sjögrensendromunun kesin tanısı için dudak biopsisi, yani dudak içindeki küçük tükrük bezlerinden ufak bir parça alınıp mikroskop altında lenfositlerin varlığı açısından değerlendirilmesi gereklidir.
Akciğer ve böbrek fonksiyonlarının gerek direkt grafilerle gerekse de laboratuvar testleri ile takibi yardımcı olabilir.
Sjögren sendromu nasıl tedavi edilir?
Bu hastalığın kesin tanısı olmasa da bulgulara yönelik özel tedavilerle hastaların yakınmaları giderilebilir ve yaşam kaliteleri düzeltilebilir. Her hastada aynı bulgular olmadığından tedavi programı hekim tarafından hastanın ihtiyaçlarına göre bireysel olarak planlanmalıdır. Düzenli hekim ve diş kontrolü şarttır.
- Gözlerdeki kuruluk için yapay göz yaşı ve göz damlaları kullanılabilir.
- Ağızdaki kuruluk için en etkili rahatlama yollarından biri bol sıvı alımıdır. Yine özel sakızlar (çürümeye engel olmak için şekersiz olmaları koşulu ile), diş macunları, düzenli diş fırçalama hastalara yardımcı olacaktır.
- Ciltte kuruluk varsa hassas ciltler için önerilen nemlendiriciler kullanılabilir. Evde ve işyerinde buhar havayı nemlendiren buhar makinalarının kullanılması önerilebilir.
- Hastalarda şişlik, katılık, kas ağrıları ve eklem inflamasyonunun engellenmesi amacıyla steroid-olmayan antiromatizmal ilaçlar kullanılabilir. Ağır hastalarda kortizon da önerilebilir ancak yan etkilerinin ciddiyeti açısından mutlaka hekim kontrolünde alınması önerilir. Hastalarda eşlik eden başka bir romatizmal hastalık varsa (romatoid artrit, lupus vb. gibi) bunun tedavisi de esasdır.
- Yürüme, yüzme gibi hafif egzersizler kasların ve eklemlerin elastikiyetinin korunması için faydalıdır. Egzersizlerin eklem hasarını engelleyici etkisi de bulunduğundan mutlaka tedavi programında yer almalıdır. Ayrıca hastalara hastalığı ile bilgiler ve stresini azaltmaya yönelik tavsiyeler de verilmelidir.
- Sjögren sendromu bulunan kadın hastalarda kanda bulunan belirli bir “antikor” nadiren yenidoğan çocuklarda kalp problemleri ile ilgili olabilir. Bu nedenle hamile olan ya da çocuk sahibi olmak isteyen kadın hastaların mutlaka doktorlarına bunu danışmaları gerekir.
- Sjögren sendromu genel olarak hayatı tehdit eden bir hastalık değildir. Ancak ağız ve gözdeki kuruluk uzun sürelidir ve hayatın geri kalan kısmı boyunca devam edebilir. Yapay nemlendiricilerin kullanılması ve diş hijyenine dikkat edilmesi ile genellikle ciddi problemlerin engellenmesi mümkün olacaktır.
BEHÇET HASTALIĞI
Behçet hastalığı nedir?
İlk kez 1937 yılında Türk dermatoloji profesörü Dr. Hulusi Behçet tarafından tarif edilen Behçet hastalığı, ağızda ve genital bölgelerde yaralara (aft, ülser) ve gözde inflamasyona (iltihaba) yol açan kronik bir hastalıktır.
Bazı hastalarda artrite, damar iltihabı ve tıkanmalarına sindirim kanalında, beyin ve omurilikte inflamasyona da neden olmaktadır.
Behçet hastalığı her hastada farklı bir tablo çizer. Bazı hastalarda hastalık hafif seyreder ve sadece ağızda ve genital bölgede ülserler bulunur.
Bazılarında ise daha şiddetlidir ve menenjite neden olabilir (beyni saran zarların iltihaplanması). Şiddetli bulgular genellikle ilk belirtiler başladıktan aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkarlar. Bulgular uzun bir süre devam edebileceği gibi, bir kaç haftada da geçebilir. Tipik olarak, bulgular görülür, kaybolur ve tekrar ortaya çıkarlar (alevlenme dönemleri).
Nedeni
Behçet hastalığının nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bulguların çoğunun nedeni kan damarlarının iltihaplanmasıdır. Kan damarlarındaki bu iltihaplanmaya bağışıklık sisteminin neden olduğu düşünülmektedir, fakat bu reaksiyonu neyin başlattığı bilinmemektedir.
Behçet hastalığı bulaşıcı değildir. Gelişmesinde bağışıklık sistemi bozukluğunun yanısıra, kalıtsal nedenlerin de etkili olabileceği sanılmaktadır. Çevresel faktörlerin de (virüs ya da bakteri gibi) duyarlı kişilerde hastalığı başlatabileceği sanılmaktadır.
Behçet hastalığı “ipek yolu” üzerindeki ülkelerde sıktır (Akdeniz bölgesi, Türkiye, İran, Asya ülkeleri, Uzak Doğu, Japonya). 20’li ve 30’lu yaşlarda başlama eğilimi göstermekle birlikte, her yaşta görülebilir. Tanıda belli bir yöntemle deriye iğne batırılması ile uygulanan “paterji testinden” yararlanılabilir fakat bu test hastaların ancak %40’ında pozitif bulunur.
Tedavi
Behçet hastalığı için tam “şifa” sağlayacak bir tedavi bulunmamakla birlikte, uygun ilaçlar ile çoğunlukla bulguları kontrol altına alabilmek mümkündür. Tedavide amaç, yakınmaları azaltmak ve sakatlık ya da körlük gibi komplikasyonları (hastalığın neden olabileceği istenmeyen durumlar) önlemektir. Hangi ilacın seçileceği ve tedavinin ne kadar süreceği hastanın durumuna bağlıdır. Bazı bulguların giderilmesi için bir kaç tedavinin bir arada kullanılması gerekebilir.
- Topikal (yerel, bölgesel) tedavi: Ağrı ve rahatsızlığı ortadan kaldırmak için ülserlerin üzerine inflamasyonu azaltmak için kortikosteroid ya da acıyı azaltması için ağrı kesici merhem sürülebilir. Ağız ülserleri için gargara yazılabilir.
- Ağızdan alınan ilaçlar: Hastanın bulgularının şiddetine göre prednizolon gibi kortikosteroidler, azatioprin, klorambusil, siklosporin, kolşisin gibi immunosupresif (bağışıklık sistemini baskılayan) ilaçlar yazılabilir. Eğer bu ilaçlar bulgular üzerinde etkili olamazsa, siklofosfamid ya da metotreksat gibi diğer ilaçlar verilebilir.
Tedavi etkili olsa dahi alevlenmeler görülebilir.
Ailevi Akdeniz Ateşi – AAA (FMF) nedir?
Türkiye, Kuzey Afrika ülkeleri, Ermeniler, Araplar ve Yahudilerde görülen kalıtsal özelliği ön planda olan bir hastalıktır. Tıp literatüründe Familial Mediterranean Fever (FMF) adı ile bilinmektedir. Hastalığın ana karakteri, tekrarlayan akut (birden başlayan), kısa süreli, ağrılı peritonit (karın zarı iltihabı), plörit (akciğer zarı iltihabı) ya da artrit (eklem iltihabı) atakları olmasıdır; buna deride kızarıklık da eklenebilir. Hastaların bir bölümünde böbrek etkilenebilir ve bu durum amiloidoz olarak adlandırılır. Nadir olarak amiloidoz dışında da böbrek tutulumları ve damar iltihabı görülebilir. Böbrek tutulumu böbrek yetersizliğine neden olabilir.
Nedeni
Son zamanlarda bu hastalıkta “Pyrin” adı verilen bir gende mutasyon (değişme) olduğu saptanmış olmakla birlikte, tam olarak neden geliştiği bilinmemektedir.
Tanı
Atak geçiren hastalarda tanı, klinik bulgulara, aile öyküsüne, muayene bulgularına ve laboratuvar testlerine dayanarak konur. Hastalarda genetik inceleme yapılmasının yararı sınırlıdır, çünkü bu güne kadar tanımlananan mutasyonlar AAA hastalarının ancak %80’inde bulunmuştur. Bununla birlikte, tipik olmayan olgularda genetik analizin yararı olabilir.
Tedavi
Günde 1-2 mg devamlı kolşisin tedavisinin, hastaların önemli bir bölümünde atakları ve amiloidoz gelişimini önlediği saptanmıştır. Bununla birlikte, tedaviye uyum göstermeyen veya kolşisine başlamada geç kalmış hastalarda amiloidoz hala ciddi bir problemdir. Kolşisinin atakları nasıl önlediği ya da amiloidoz gelişimini nasıl engellediği bilinmemektedir. Kolşisin tedavisi uygulanan bazı hastalarda atakların sıklığı değişmezken, amiloidoz gelişimi durmaktadır. Bu nedenle kolşisin tedavisi ömür boyu sürmelidir. Kolşisin tedavisinin AAA hastaları için güvenli ve uygun ve yaşamsal önemde bir tedavi olduğu bilinmektedir. Olgu gebe kalsa da kullanılması önerilir. Kolşisinin bebek üzerinde zararlı bir etkisi gösterilmemiş olmakla birlikte, hamile AAA hastalarına amniyosentez yapılması (bebeğin içinde bulunduğu su kesesinden örnek alınması) ve fetüsün genetik incelemesinin yapılması önerilmektedir.
Gut nasıl bir hastalıktır bir romatizma hastalığı mıdır?
“Kralların hastalığı ve hastalıkların kralı” olarak bilinen gut hastalığının, en azından Hipokrat zamanından beri bir çok araştırmaya konu olduğu ve sayısız kişiyi etkilediği bilinmektedir. Gut bazı eklemlerde ağrı, duyarlılık, kızarıklık, şişlik ve ısı artışı ile ani olarak gelişen, şiddetli ataklarla seyreden bir hastalıktır. Genellikle her seferinde bir eklemi etkiler ve bu eklem çoğunlukla ayak başparmak eklemi olmaktadır. Diz, dirsek ve el bileği gibi diğer eklemler de etkilenebilir.
Ataklar çok hızlı olarak gelişir ve ilk atak genellikle gece olur. Tüm romatizma türleri içinde en ağrılı olanıdır.
Ataklar şu nedenlerle gelişebilir:
- Çok fazla alkol alımı
- Çok sıkı diyet ve açlık
- Bazı yiyeceklerin fazla yenmesi
- Operasyon geçirme (diş çekimi gibi basit bir girişim bile neden olabilir)
- Ani, şiddetli bir hastalık geçirme
- Aşırı yorgunluk ve herhangi bir nedenle aşırı derecede endişelenme
- Eklem travması, yaralanma
- Kemoterapi uygulanması
- Diüretik ilaçların alınması
(Diüretikler tansiyon yüksekliğinde kullanılan, vücuttan sıvı atılımını sağlayan ilaçlardır)
Unutmayınız !
Bir gut hastasıysanız ve küçük bir yaralanma, travmadan sonra ekleminizde çok ağrı olursa ve iyileşmesi umulandan uzun sürerse, bunun bir gut atağı olabileceğini düşünün.
Vücut sisteminizi rahatsız eden herhangi bir olay gut atağını başlatabilir. Akut atağın erken bulguları açısından tetikte olunuz; çünkü tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar yararlı olur.
Gut hastalığının nedeni nedir?
Gut vücudumuzdaki ürik asit fazlalığından oluşur. Ürik asit sağlıklı kişilerin kanında da çeşitli kimyasal işlemler sonucunda bir yıkım ürünü olarak bulunur.
Ancak ürik asidin fazlalılığı ya ürik asidin yapım fazlalığından, ya böbreklerden atımının az olmasından ya da vücutta ürik asit haline dönüşen pürinlerin bazı yiyeceklerle fazla miktarda alınmasından kaynaklanır. Kırmızı et, deniz ürünleri ve bakliyat pürin açısından zengindir.
Alkollü içecekler de ürik asit seviyesini belirgin olarak artırır. Gut hastalığının fazla yeme ve içme nedeniyle ortaya çıktığı görüşü doğru değildir. Bazı yiyeceklerin fazla yenmesi ya da çok kilo alınması gut hastalarında atakları daha çok ortaya çıkarabilir.
Vücutta ürik asidin geçirdiği kimyasal işlemlere ait sorun ailelerde kalıtsal olarak geçebilir ya da başka bir hastalığın komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir. Bu sorun, kişiye anne-babasından ya da büyükanne-dedelerinden geçiş yapar. Ancak çevresel faktörler de rol oynayabilir. Ayrıca ailenin her bireyinde gut atakları görülmez.
Zamanla, kanda ürik asit fazlalığı eklemler etrafında birikimlere yol açar. Sonuçta, ürik asit eklemler içinde dikiş iğnesine benzer kristaller oluşturur ki bu durum gut ataklarına neden olur. Bu kristaller sadece eklem içinde oluşmaz. Ürik asit aynı zamanda cilt altında, kulak memesinde tofüs olarak ve idrar yollarında böbrek taşları olarak karşımıza çıkabilir. Tofüs küçük, beyaz bir sivilceye benzer.
Uzun dönemdeki riskler nelerdir?
İlk gut atakları eklemlerde kalıcı hasara yol açmaz ve eklemleriniz tamamen normal olarak kalır. Ancak bir eklem sürekli bir şekilde gut ataklarına maruz kalırsa ki – bu durum artık yapılan tedaviler sonucunda çok nadirdir – o zaman ürik asit kristalleri ekleme zarar verir ve kronik artrit gelişebilir. Hafif olgularda ataklar çok nadirdir ve ataklar arasına yıllarla ölçülen süreler girer ve kalıcı bir hasar gelişmez.
Gut hastalığı şişmanlık, hipertansiyon, hiperlipidemi ve diabet hastalığı ile yakından ilişkilidir. Gut tedavi edilmezse, böbrek taşları oluşabilir.
Gut hastalığının tanısı nasıl konur?
Çeşitli romatizmal hastalıklar gut atağını taklit edebildikleri için ve tedavi de gut hastalığına özgü olduğu için doğru tanı çok önemlidir. Fizik muayene ve tıbbi öykü tanı için çok yararlıdır.
Doktorunuz aşağıdaki araştırmaların yapımasını isteyebilir:
Kan testi. Kandaki ürik asit miktarı ölçülür. Ancak bu sonuç yanıltıcı olabilir. Çünkü gut hastalarında ürik asit miktarı normal, hatta düşük düzeylerde olabilir. Aynı zamanda sağlıklı kişilerde, özellikle de şişmanlarda yüksek düzeyler saptanabilir.
Eklem sıvısının incelenmesi. Eklem içindeki sinovyal sıvı doktorunuz tarafından bir enjektör yardımıyla çekilebilir ve mikroskop altında ürat kristallerinin olup olmadığı araştırılabilir. Eğer bu kristaller saptanırsa, gut tanısı doğrulanır. Bu test özellikle gut hastalığı tipik olmayan şekilde başlarsa çok yararlıdır. Örneğin, gut hastalığı romatoid artrit gibi başka bir romatizmal hastalığı bazen taklit edebilir.
Eklemlerin direkt grafisinin (röntgen) çekilmesi. Doktorunuz isterse ekleminizin grafisi çekilebilir ancak genellikle sonuç normaldir ve tanıda yardımcı olmaz.
Unutmayınız !
Tekrarlayan gut atakları ekleminize hasar verebilir ve kalıcı artrite neden olabilir. Modern tedavi yöntemleri artrit gelişimini engelleyebilir.
Gut hastalığı nasıl tedavi edilir?
Akut gut atakları antienflamatuvar analjezik ilaçlarla tedavi edilir. Bu ilaçlar ağrıyı azaltır ve enflamasyonu geriletir. Bu ilaçların gut hastalığında kısa süreli kullanılmaları yeterli olduğundan genellikle önemli yan etkilere neden olmazlar ve iyi tolere edilirler. Ancak bazen hazımsızlık, mide ağrısı, bulantı, döküntü, baş ağrısı gelişebilir. Astım hastaları da bu ilaçları kullanırken dikkatli olmalıdır. Daha önce ülser geçiren kişiler mutlaka doktorlarını bu konuda uyarmalıdır; böylece doktorunuz zararlı olmayacak tedavi seçeneklerine yönelebilir. Aspirin ve aspirin kapsayan ilaçlardan akut ataklar sırasında mutlaka kaçınılmalıdır.
Akut atağın tedavisinde kullanılan bir diğer ilaç kolşisindir. Kolşisin çok etkin olmakla beraber sıklıkla bulantı, kusma ve ishal gelişimine neden olabilir. Bu ilacın damar yoluyla kullanımı bu yan etkilerin görülümünü azaltır. Doktorunuz eğer kolşisin vermeyi uygun görürse, ağrınız geçinceye kadar ya da ishal gibi yan etkiler gelişinceye kadar 2 saatte bir ilacınızı almayı önerecektir.
İlaçlarınızı atağın hemen başlangıcında almanız daha etkili olacaktır. Bu nedenle doktorunuzun önereceği ilaçları evde bulundurmanız ve atak geliştiğinde doktorunuzu görünceye kadar bunları almanız yararlı olacaktır.
Doktorunuzun önerilerine dikkatli ve tam olarak uymakla gut atağı çok hızlı ve başarılı olarak kontrol altına alınabilir. Ayak başparmağı gibi ağrılı bir eklemin korunması gereklidir. Kafes gibi bir yapının ayak üzerine yerleştirilmesi ve böylece eklemin battaniye, yorgan gibi ağırlıklardan korunması yararlı olacaktır.
Akut atak için önerilen ilaçların kan ürik asit düzeyleri üzerine etkisi yoktur. Diğer bir deyişle, bu ilaçlar yeni ataklar geçirmenizi ya da eklemlerde ürik asit birikimini engellemez . Bu nedenle eğer ataklarınız sıklaşırsa, tofüs/ böbrek taşı gelişirse ya da kan testlerinde ürik asit düzeyleri yüksek olarak saptanırsa, doktorunuz kan ürik asit düzeylerini düşürecek ilaçlar önerebilir. Bu yönde bir karar alınması, atağınız olsun veya olmasın her gün ilaç almanızı gerektirir. Bu amaçla önleyici tedavi olarak kullanılan çeşitli ilaçlar vardır. Örnek olarak vücutta ürik asit oluşumunu bloke eden allopürinol ve böbreklerden ürik asit atılımını sağlıyan probenesid verilebilir. İdrarınızdaki ürik asit miktarına bağlı olarak, bu iki tip ilaç arasından seçim yapılır. Doğru tedaviyle, gut hastalığı hemen hemen tüm olgularda çok iyi kontrol altına alınabilir.
Unutmayınız!
Önleyici tedavi yaşam boyu sürer.
Bol sıvı almalısınız.
Önleyici tedaviler yapılırken atak gelişirse, atak tedavisini ayrıca yapınız.
Diyet
Diyetin eskiden çok daha önemli olduğuna inanılıyordu; ancak etkili tedavilerin bulunmasından sonra bir çok gut hastası istediklerini yemeye ve içmeye başlamışlardır. Bazı yiyeceklerde hücre konsantrasyonu fazla olduğundan ve ürik asit de hücre yıkımı ile oluştuğundan karaciğer, böbrek gibi sakatatların tüketilmemesi uygun olur. Protein kapsayan yiyecekler (özellikle et) aşırıya kaçmadan yenmelidir; bu yiyeceklerin belli miktarlarda tüketilmesi zaten sadece gut hastaları için değil, herkes için yararlıdır. Eğer kilo fazlalığınız varsa, kilo vermeniz sadece kandaki ürat seviyesinin düşürülmesinde değil kalbiniz için de yararlı olacaktır. Ancak çok sıkı diyet ve açlık da atakları tetikleyebilir.
Alkol
Aşırı miktarda alkollü içecek alınması gut hastalığının nedeni değildir; ancak bir atağı tetikleyebilir. Hangi içeceklerin içilmesi, hangilerinin içilmemesi gerektiği üzerine çeşitli söylentiler vardır; bunları ciddiye almayınız. Ancak bazen hastalar belli tipte bir alkollü içeceğin ataklarını başlattığını belirtirler. Bu durumda, hastanın o tipte içeceği içmemesi önerilir.
GUT HAKKINDA BAZI SORULAR ve YANITLARI
Kadınlar gut hastalığına yakalanır mı?
Gut hastalığı açısından çoğunlukla 40 yaş üstündeki erkekler risk altındadır; ancak her yaşta etkilenim söz konusu olabilir. Çok nadiren menapoz sonrasındaki yaşlı kadınlarda gut hastalığı gelişebilir. Özellikle de tansiyon yüksekliği ya da kalp hastalığı tedavisinde önerilebilen diüretik ilaçları kullanan kadınlarda görülebilir. Bu ilaçlar ürik asidin vücutta depolanmasına neden olur. Genç kadınlarda gut hastalığı gelişimi çok nadirdir ve bu durumda özel incelemeler gerektirir.
Gut ciddi eklem hastalığına neden olur mu?
Sadece tedavinin yapılmaması durumunda olabilir. Başlangıçta ataklar akuttur, eklem normal durumuna döner. Ancak ürik asidin depolanması deformite ve özürlülük durumuna neden olabilir. İyi olan tarafı, bu durumun uygun tedaviyle önlenebilir olmasıdır.
Ürik asit eklemlerden başka yerlerde depolanır mı?
Diğer bölgelerde cilt altında, örneğin kulak üzerinde ve ellerde depolanabilir. Ayrıca iç organlarımızda özellikle böbreklerde depolanabilir. Bu nedenle gutlu bir hastayı değerlendirirken böbrek testlerine bakılması gerekmektedir. Bunun için idrar örneği
Ürik asit düzeyini düşüren ilaçların uzun süreli alınması zararlı olabilir mi?
Bu ilaçlar oldukça güvenilirdir. Bazen ciltte döküntü ya da mide yanması nedeniyle bu ilaçların kesilmesi gerekebilir. Ancak bunun dışında hiçbir yan etki olmaksızın sürekli alınabilir.
Eklem hastalığına neden olabilen ürik asidden başka kristal tipleri var mıdır?
Özel tipte bir kalsiyum kristali de eklemler içinde ürik asit gibi depolanabilir. Guta benzer akut ataklar gelişebilir; ancak bu durumda ayak başparmağından ziyade diz eklemi etkilenir.
Gut sıklığı ülkeden ülkeye değişir mi?
Yüksek ürik asit düzeyine sahip bazı ırklar (örneğin Pasifik ülkeleri) bulunmaktadır; bu kişiler doğal olarak gut hastalığına daha fazla yatkındır. Gut hastalığına yakalanma oranları aynı ülkede bile değişik zamanlarda farklı olabilir. Örneğin İkinci Dünya Savaşı nedeniyle açlığın kol gezdiği ve yaşam koşullarının çok zor olduğu dönemlerde Avrupa ülkelerinde görülümü çok azalmıştır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Kronik yorgunluk sendromu nedir?
Kronik Yorgunluk Sendromu, yeni adıyla “Kronik Nöroendokrin İmmün Disfonksiyon” olarak da adlandırılmaya başlanmıştır. Genelde dinlenmeyle geçmeyen, 6 aydan uzun süren, kas iskelet sistem ve baş ağrıları sıkça görünen ve birçok sistemi tutan bir kronik hastalıktır. Kronik Yorgunluk Sendromu diğer yorgunluk yapan hastalıklardan farkı, hastalığın oluşum nedeninin tam net bilinmemesidir. Kronik Yorgunluk Sendromu hastalığın medikal sebeplerden (organik) mi yoksa psikiyatrik sebeplerden dolayı mı oluştuğu hala tıp dünyasında tartışma konusudur. Dolayısıyla, Kronik yorgunluk sendromu tanısı koymak için tıbbi hikaye, fizik muayene, ruhsal durumun ve laboratuar bulgularının değerlendirilmesi gerekir.
Kronik yorgunluk belirtileri nelerdir?
- Kronik yorgunluk sendromunun yaygın görülen belirtileri ise şunlardır:
- Sürekli bitkinlik ve uyku hali, 6 aydan fazla sebebi belli olmayan nedenlerden kronik yorgunluk, dinlenmeyle geçmeyen yorgunluk.
- Bariz bir Romatizma hastalığına bağlı olmayan Kas ve eklem ağrıları ve bu ağrıların insanın Günlük aktivitelerini kısıtlayacak kadar şiddetli olması,
- Boğaz ağrısı
- Karın ağrısı
- Enerji kaybı
- Mide bulantısı ve kusma
- Sese, gürültüye, ışığa, çevresel faktörlere karşı aşırı duyarlılık,
- Unutkanlık ve bilişsel performansta düşüş. Veya Unutkanlık ve eşlik eden konsantrasyon problemleri
- Uyku düzeninde ve kalitesinde bozukluklar, 5-8 saat uyumaya rağmen insanın “uykusunu alamaması,
- Bağışıklık sisteminin güçsüzleşmesi
- Bağırsak düzeninde bozukluklar
- İş yaşamına ve sosyal hayata karşı olumsuz tutumlar
- Sürekli huzursuzluk
- Depresyon, veya sersemlik hissi yaşamak
Dolayısıyla, yorgunluğa; immünolojik (allerjik benzer), Romatizmal (eklem, bel, sırt, kas ağrıları) ve Nöropsikiyatrik (uyku bozukluğu, konsantrasyon güçlüğü) gibi semptomlar da eşlik edebildiği için bazı Tıp camialarında Kronik Yorgunluk Sendromu , “Kronik Nöroendokrin İmmün Disfonksiyon”u olarak adlandırılır.
Kronik yorgunluk sendromu teşhisi nasıl konulur?
Kronik yorgunluk sendromu tanısını koyduracak özel bir test yoktur. Yorgunluk sebebi olabilecek diğer klinik durumlar dışlandıktan sonra tanı konulur. Özellikle depresyonla kronik yorgunluk sendromunun karıştırılmaması gerekir. Bununla birlikte hastalarda zamanla ruhsal bozukluklar ve özellikle depresyon oluşabilir. Ancak bu depresyonu olan herkeste kronik yorgunluk sendromu var anlamına gelmez.
Klasik olarak, Kronik yorgunluk sendromu teşhisi için aşağıdaki iki kriterin olması gerekmektedir:
Klinik olarak değerlendirilmiş, tanımlanamayan devamlı veya tekrarlayan yorgunluğun yeni veya bilinen bir zamanda başlaması (örneğin yaşam boyunca olmaması), devam eden bir hareketlilik sonucu olmaması, esas olarak dinlenmekle hafiflememesi ve mevcut iş, eğitim, sosyal ve özel yaşam aktivitelerinde belirgin azalmaya yol açması, kronik yorgunluk sendromunu akla getirir.
Aynı zamanda aşağıdaki semptomlardan 4 veya daha fazlasının bulunması ve bunların ardışık 6 ay veya daha uzun süre boyunca devam etmesi ve yorgunluktan daha önce başlamaması gerekir.
- Kısa süreli bellekte veya konsantrasyonda önemli bozulma
- Boğaz ağrısı
- Lenf bezlerinde hassasiyet
- Kas ağrısı
- Çeşitli eklemlerde kızarıklık veya şişlik olmaksızın ağrı olması
- Yeni oluşan, şekil değiştiren veya ciddileşen baş ağrısı
- Sabah uyanınca kendine gelememe (uykulu olma halinin devam etmesi)
- Yapılan bir iş sonrası 24 saatten fazla sürede geçen kırıklık
Bu esas semptomların yanı sıra karın ağrısı, alkol intoleransı, şişkinlik, göğüs ağrısı, kronik öksürük, diare, sersemlik, ağız ve göz kuruluğu, kulak ağrısı, çarpıntı, çene ağrısı, sabah katılığı, bulantı, gece terlemesi, psikolojik problemler (depresyon, sinirlilik, anksiyete, panik atak), nefes darlığı, deri duyarlılığı, karıncalanma hissi ve kilo kaybı gibi semptomların varlığı da ifade edilir.
Kronik yorgunluk tedavisi nasıl yapılır ve hangi doktor grupları Kronik Yorgunluk Sendromu uzmanları olarak bilinir?
Kronik yorgunlukta hastanın doktora verdiği yorgunluk şikayetlerin öyküsü (anamnezi) son derece önem taşımaktadır. Yorgunluğa eşlik eden semptomlar ve ek olan hastalıklar (komorbiditeler) de bir o kadar önemlidir uzman hekim için. Ayrıca hastanın sosyal öyküsü, çalıştığı işten, günlük aktivitesine kadar hastanın tüm anlamlı olabilecek bilgileri hekim tarafından not edilir. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, kronik yorgunluğun altında birçok immünolojik (otoimmün), romatolojik, iltihabi, enflamatuvar ve metabolik hastalıkları yattığı için, ve bir Romatoloji uzmanının hem bir İç Hastalıklaları uzmanı, hem de üst dalı olan Romatoloji mütehassısı olduğundan dolayı, Kronik Yorgunluğa bakacak en nitelikli hekim bir uzman Romatolog olarak tespit edilmiştir. Kronik Yorgunluk sendromu, Fibromiyalji ve Miyofasial Ağrı Sendromu ile sık karışan bir hastalıktır ve bu yüzden bu ayrımı yapabilen en iyi hekim Romatolog olarak görünmüştür. Araştırmaya göre, bir hastaya “kronik yorgunluk sendromu” veya “Fibromiyalji Sendromuna bağlı kronik yorgunluk” teşhisleri verilmeden önce, tanının bir Romatoloji uzmanı tarafından tekrar gözden geçirilmesi ve teşhisin doğrulanmasının gerektiği önerilmiştir. Romatoloji uzmanı, doğru tanıyı koymak için birçok faktörü göz önünde bulundurmak zorundadır ve doğru (kesin) tanıyı koyduktan sonra, birçok yorgunluk sebebi tedavi edilmesi mümkündür ve bu tedavi çoğu zaman iltihaplanmaya neden olan nedenlerin giderilmesiyle başlar. Ayrıca iltihaplanmaya sebep olan gıdaların azaltılması da son derece önem taşır. Bir Romatoloji uzmanın yanı sıra bir Diyetisyen tarafından verilen bir anti-enflamatuvar diyet de bu hususta son derece önem taşımaktadır.
Ancak yorgunluğun altında yatabilecek İç Hastalıkları ve Romatolojik sebepler de olmadığı durumlar vardır veya tedaviye dirençli durumlar da görünebilir. Bu durumlarda kronik yorgunluğun tedavisine psikiyatristler ve psikologlar eşliğinde başlanır. Bu diğer branşları da ekleten durum, Kronik Yorgunluk Sendromun tedavisinin, sadece bir hekim tarafından değil de multidisipliner çalışmanın önemini vurgulamaktadır. Kronik yorgunluk sendromu yaşayan hastalar aktif bir sosyal yaşam için teşvik edilir. Stres azaltma ve rahatlama teknikleri kronik ağrı ve yorgunluğu azaltmaya yardımcı olabilir. Ayrıca, beden sağlığı ve fiziksel aktivitelerin ihmal edilmemesi de son derece önem taşır. Hangi tarz egzersizler ve fiziksel aktivitelerin bir Fizik Tedavi & Rehabilitasyon (FTR) uzmanı tarafından kişiye özel tasarlanması ve doktor gözetimi altında devam edilmesi de çok önemlidir. Genelde, yorgunluğun fazla hissetildiği günlerde çok ağır egzersizlerden kaçınılması önerilir. Fizik Tedavi uzmanı fiziksel aktivite ve egzersiz seviyelerini hastanın yapabilme kabiliyetine göre ayarlama yapar, dolayısıyla “kişiye özel” programlar ayarlanır. Bu yüzden fiziksel aktivite, dinlenme ve uyku düzenlerinin bir FTR uzmanı ile beraber doktor kontrolü altında olmasında büyük fayda vardır.
Ayrıca, Kronik Yorgunluk Sendromun bir diğer yeni adı da Kronik Nöroendokrin İmmün Disfonksiyon”u olarak bilindiği için, bazı Fizik Tedavi doktorları (ve diğer branşlar) da Nöralterapi adı verilen tamamlayıcı tedavi yöntemini uygulamaktadır. Nöralterapi ile vücudun kendi kendini iyileştirmesini sağlayan sistemleri harekete geçiren bir yöntemdir. Nöralterapi’de tespit edilen bazı “bozucu alanlar” tespit edilip, o bölgelere enjeksiyon yapılır ve sonuç itibariyle kronik ağrı ve yorgunluğu baskılayabilir.
Hastalığı tam olarak tedavi edecek bir ilaç henüz bulunmamış olsa da, bir takım ilaçlar belirli hastalarda olumlu yanıt göstermiştir. Ancak Kronik Yorgunluk Sendromun ilaç ve tamamlayıcı tedavileri basit değildir. Bu hastalıkla baş edebilmek için moral çok önemlidir. Tedavinin amacı her zaman hastayı daha aktif halde tutmak ve yorgunluğu azaltmaktır. Doktor gözetimi çok önemlidir ve egzersiz/aktivite kesinlikle terk edilmemelidir.
Kronik Yorgunluğun şıkça görünen sebepleri nelerdir ve kronik yorgunluk sendromundan farkı nedir?
Tıpta kronik yorgunluk yapabilecek birçok medikal ve psikiyatrik sebep vardır. Aşağıdaki liste, en sık görülen (15 başlık olarak görünen) kronik yorgunluğun sebepleridir.
Anemi- kansızlık yorgunluğun en sık görüldüğü hastalık grubudur. Kadınlarda en sık sebep demir eksikliğine bağlı anemidir ancak her anemi demir eksikliğinden de değildir.
Vitamin veya Mineral eksiklikleri: özellikle kronik Vitamin D, Vitamin B12, Magnezyum, Demir ve Çinko eksiklikleri yorgunluğa yok açabilir.
Tiroid bozuklukları: az çalışan tiroid (Hipotiroidizm) başta olmak üzere insanların Tiroid hastalığından dolayı kronik yorgun olmasına sedeptir. Ayrıca subklinik hipotirodizm, Haşimoto/ Graves gibi Otoimmün Tiroidit hastalıkları da unutmamak gerekir.
Şeker Hastalığı (kontrolsüz Diyabetüs Mellitus) veya insülin direnci
Kalp hastalıkları: özellikle kronik kalp yetmezliği/kardiyomiyopati yorgunluğun en önemli sebeplerinden biridir. Ayrıca Perikardit (Kalp zarın iltihapları) da kronik yorgunluğa sebep olabilir.
Kanser: kanser teşhisi konmuş hastalarda farklı sebeplerden dolayı yorgunluk çıkabilir ve en önemlisi de yorgunluk semptomları bir takım kanserlerin en erken belirtisi de olabileceğini unutmamak gerekir.
Psikatrik Sebepler: Kronik Anksiyete veya Depresyon başta olmak üzere kronik yorgunluğun ana sebebi olabilir.
Enfeksiyon hastalıkları: Vücutta çeşitli nedenlerle ortaya çıkan enfeksiyon hastalıkları da yorgunluğun sık görülen nedenlerini oluşturmaktadır: Özellikle, Kronik Viral Hepatitler (B ve C) sarılık olmaksızın, kronik aktif formunda veya taşıyıcı formunda yorgunluk yapabilir. Ayrıca Kronik Parazit hastalıkları, Tüberküloz (Verem), HIV (AİDS), Epstein Barr Virüs (EBV) gibi etkenler kronik yorgunluğa yol açabilir.
Ağır Metal Maruziyetine Bağlı Hastalıklar: Ağır Metal Zehirlenmesi sinsice ilerleyen hastalıklara ve kronik yorgunluğa sebep olabilir. Kurşun, Kadmiyum, Arsenik, Civa, Alüminyum, Florurid ve Bakır gibi maddeler insan dokularında birikerek DNA hasarına yol açarak, Kanser, Böbrek hastalığı ve kronik yorgunluk gibi sağlık sorunlarına sebep olabilir.
Metabolik / Diğer Endokrin hastalıklar: örneğin kronik Böbrek yetmezliği ve karaciğer yetersizliği, veya Hormonal nedenler / Böbrek üstü bez disfonksiyonu (hipotalamus-hipofiz-adrenal döngü ile ilgili) veya Nöral nedenli hipotansiyon kronik yorgunluğun sebebir olabilir.
Uyku apnesi: özellikle kilo almış bireylerde ve horlama sorunları yaşayan insanlarda uyku apnesi kronik yorgunluğun önemli sebeplerinden birisi olarak bilinmektedir.
İmmunolojik nedenler (bağışıklık sistemi ile ilgili): Kronik Romatolojik hastalıklar, Bağ Doku Hastalıklar, İltihaplı Eklem Romatizmaları ve Diğer Oto-immün veya İmmünolojik hastalıkların çoğunda hastalığın aktif dönemlerinde kronik yorgunluk eşlik etmektedir. Ayrıca, Kronik Barsak Enflamasyonu/ Kolit / Gluten Duyarlığı / iltihaplı barsak hastalığı/ Kaçırgan Barsak Sendromu gibi kronik barsak enflamasyonu/ iltihabıyla ilgili hastalıklar da kronik yorgunluğun sebepleri içersindedir.
Kondisyonsuzluk ve Fiziksel güçsüzlük: Yorgunluk, fiziksel güç ve kondisyonla da çok ilgilidir. Kondisyonlu ve güçlü bir kişi daha geç yorulur.
Beslenme Bozukluğu: Kronik Yorgunluğu önemli bir sebebidir. Birçok insan yanlış diyetler uygulayıp kendilerini önemli vitamin, mineral, elektrolit ve proteinden yoksun bırakmaktadır.
İş Stresi: Modern Çağda birçok insan iş yükü stresini kaldıramamaktadır ve kronik yorgunluğa yol açar.
Oysa, Kronik Yorgunluk Sendromu olarak bilinen Hastalığın sebebi tam net olarak bilinmemektedir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Enflamatuar Bel Ağrıları
Tüm dünyada bel ağrısı oldukça yaygın bir problemdir ve onlarca sebebi olabilir.
Bel ağrıların büyük bir kısmı yapısal bozukluklar, disk kayması ve bel fıtığı gibi “mekanik” nedenlerle ortaya çıkar. Bu tip mekanik ağrıların büyük bir kısmı bel bölgesini zorlamakla, örneğin ağır bir şey kaldırmak veya aşırı hareket etmek gibi faktörlerle tetiklenmektedir. Genelde mekanik ağrıların büyük kısmı istirahat etmekle azalır.
Oysa Enflamatuar bel ağrıları, hiç zorlanma veya travma olmaksızın sinsi bir şekilde ortaya çıkar. Enflamatuar bel ağrılarının en belirgin özelliği; istirahat ile kötüleşmesi ve hareket ile azalmasıdır. Mekanik bel ağrılarının neredeyse tam tersidir. Enflamatuar bel ağrısı aynı zamanda tıp dilinde iltihaplı bel ağrısı olarak bilinmektedir ancak enfeksiyona bağlı olmayan iltihap söz konusudur. Enflamatuar bel ağrılarının büyük kısmı halk arasında “iltihaplı bel romatizması” hastalıkları olarak bilinen Spondiloartropati grubu altında tanımlanır. Bu Spondiloartropati grubu hastalıkların en şiddetlisi Ankilozan Spondilit (AS) hastalığıdır.
Enflamatuar bel ağrıları kesinlikle dikkate alınması gereken durumlardır. Özellikle 40 yaşından genç olan hastalarda 3 aydan fazla sabah tutukluğu (en azından 45 dakika) ve bel ağrıları yaşanıyorsa, istirahat ile bel ağrısı kötüleşip hareket ettikçe azalıyorsa, bu belirtiler yüksek olasılıkla enflamatuar (iltihaplı) bel ağrısından kaynaklanıyordur. Birçok hasta, sabah uyandığında sadece gözlerini açmanın sabaha hazır olmak için yeterli olmadığını söyler. Hasta sabah kalktığında kişisel bakımında ve kıyafet giymekte zorlanır. Bu hastalarda gecenin ikinci yarısında, sabaha karşı özellikle saat 03:00 – 05:00 arası, şiddetli ağrı veya bel tutukluğu olur. Enflamatuar bel ağrılarının özelliği gün içersinde azalma ve birçok insanda tamamen kaybolmasıdır. Hareket veya egzersizlerle rahatlaması ve birçok hasta “sanki gün içinde başka insanım, ağrılarım veya tutukluğum tamamen kayboluyor ama sabah kalktığımda yine tutuk kalkıyorum” gibi benzer tarifler verir.
Enflamatuar bel ağrıları kontrol altına alınmadığı taktirde daha sonra ilerleyici bir hastalık haline gelebilir, çünkü sinsi bir tarzda ilerleyebilir. Bu yüzden bir an evvel doğru ve kesin teşhisini koymaya çalıştığımız bir durumdur. Enflamatuar bel ağrıları zamanında tedavi edilmezse omurgada birbirine kaynaşmaya yol açabilir. Yıllarca ayak topuğu, sırt, boyun, kalça veya kaburga ağrıları da enflamatuar bel ağrılarına eşlik edebilir. Uzun süre bel ağrısı olduğu sanılan hastalar, hala bel ağrıları devam ediyorsa mutlaka bir Romatolog tarafından gözden geçirilmesi gerekir. Senelerdir “mekanik” ağrıları olan hastada aslında enflamatuar bel ağrısı ile bilinen bir Spondiloartropati çıkabilir. Maalesef ülkemizde Ankilozan Spondilit tanısı almış hastaların büyük kısmı yıllarca “mekanik” bel fıtığı tanısıyla gezmiş ve kimisi bel ameliyatı olmuş ama fayda görmemiş hastalardır. Bu yüzden özellikle gençlerde ortaya çıkan bel ağrısını dikkate alıp önemsemeli ve Enflamatuar olup olmadığının teşhisini bir an evvel koymalıyız.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Romatoid artrit nedir?
Romatoid artrit (RA), iltihaplı romatizmadır ve en sık görülen mikropsuz iltihabi eklem hastalığıdır. RA’da simetrik eklem tutulum paterni ile karakterize olan ve sebebi bilinmeyen kronik, sistemik, enflamatuar bir bozukluktur. Patolojisinin ana bölgesi eklemlerin sinovyumudur, yani eklemlerin zarıdır, ayrıca kıkırdak, kemik, tendon ve bağlar/liflerde hasar oluşabilir. Sinovyal dokular inflame ve prolifere olabilir, kemiği, kıkırdağı ve bağları invaze eden bir kalın zar (pannus) oluşturur ve buralarda hasarlanma ve deformiteler/eklemlerde şekil bozukluğuna yol açar. Genelde simetrik bir şablon oluşturur, yani vücudun her iki tarafında da eklem tutulumu görülmektedir.
Romatoid artrit nasıl başlar?
RA genelde eklemlerde ağrı, şişkinlik gibi semptomlarla, haftalar, aylar içinde tutulan eklem sayısı veya sinsi başlangıç gösterir. Birkaç hafta veya ay içinde simetrik dağılımı söz konusudur.
RA’daki eklemlerin simetrik tutulumu ile ne kastedilmektedir?
Simetrik tutulum vücudun her iki taraının benzer olarak tutulumudur, yani vücudun sağ ve sol tarafında tutulum.
RA hastalarında kan tahlillerinde tipik laboratuar bulgular nelerdir?
Tanı açısından Romatoid Faktör (RF) ve Anti-siklik sitrülinli peptid (anti-ccp) antikoru pozitifliği önem taşımaktadır. Özellikle anti-ccp Romatoid Artrit için %98 spesifiktir. Aktif RA hastasının eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) ve C-Reaktif protein (CRP) değerleri yüksekliği söz konusudur.
Eklem dışında belirtiler olabilir mi Romatoid Artrit’te ve bunlar nelerdir?
Evet olabilir, bunları extra-artiküler belirtileri olarak adlandırırız. Yüksek veya kronik ateş, lenf bezleri şişkinliği, kilo kaybı, halsizlik, cilt lezyonları, göz’de iltihaplanma, kalp, akciğer ve nörolojik tutulumu gibi septomlar söz konusu olabilir.
Romatoid Artrit genelde nasıl tedavi edilir?
Hastalığı temelden yok etme şansımız yoktur. Kullanılan yöntemler iltihaplı romatizmayı, ve eklem hasarını azaltmaya yönelik tedavilerdir. İltihabı kontrol altına almak ve kurutmak için uzun etkili ilaçlar kullanılır, örneğin Metotreksat, salazoprin, Plaquenil ve Arava gibi. İlaveten 1998’den beri kullanılan enjeksiyon ve enfüzyonlar (Enbrel, Humira veya Infliksimab/Mabthera gibi ilaçlar) son 10 yılda etkileri ile önem taşımaktadır. Bu ilaçların tümünün belli aralıklarla izlenmesi ve gereken kan tahlillerin yapılması önemlidir. Tedavi hastaya özel planlanır; bunda da hastalığın şiddeti, eşlik eden sağlık problemleri ve bireysel ihtiyaçlar ön planda tutulur.Ayrıca, istirahat RA hastalarının tedavisinin en önemli parçasıdır. Özellikle akut alevli dönemlerde ilgili eklemlerin istirahati önerilir. Akut dönem dışında, hastanın kendini iyi hissettiği zamanlarda dengeli olarak verilmiş egzersizler hastaya yarar sağlar.
Eklemlerin fonksiyonlarının korunmasında, deformitelerinin engellenmesinde “splint” adı verilen bazı basit atel ve cihazlardan yararlanılabilir. Bu atel ve splintler deformiteleri önlemekte oldukça etkilidirler. Ayrıca bazı kuralları uygulayarak da deformiteleri önlemeye yardımcı olabilirsiniz:
İş yaparken küçük eklemlerden çok büyük eklemlerinizi kullanmaya dikkat edin. Örn; Kapı açarken elinizle değil kolunuzla itin, ya da kavanoz açarken parmaklarınızla değil elinizle açın.
Yükü tek bir eklem yerine birden fazla ekleme dağıtmaya çalışın. Örn; bir kitabı kaldırırken bir değil iki elinizle tutup kaldırın.
Eklemlerinizi en “doğal” pozisyonunda kullanmaya çalışın. Aşırı bükme ve zorlanmalardan kaçının.
Bazı hastalarda deformiteleri düzeltmek, ağrıyı azaltmak ya da eklemleri kullanabilir duruma getirmek için cerrahi gerekebilir.
Tedavi kararlarının tüm aşamalarında hekim ve hasta arasında sıkı bir işbirliğine ihtiyaç vardır.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Fibromiyalji Nedir ?
Fibromiyalji; nedeni tam bilinmeyen, yaygın ağrı ve vücudun belli bölgelerindeki hassas noktalar ile karakterize kronik bir kas iskelet sistemi hastalığıdır. Eklemlerde hareket kısıtlılığı ve şekil bozukluğuna yol açmayan ancak kişinin yaşam kalitesini bozan kronik bir hastalıktır.
Fibromiyaljiye neden olan durumlar nelerdir?
Hastalığın nedeni bilinmemekle birlikte stres, kaygı, depresyon , mükemmelliyetçi kişilik, nörohormonal bozukluklar, bağışıklık sistemi bozuklukları, kas problemleri, grip benzeri viral enfeksiyonlar, gürültü, fiziksel yaralanmalar, fiziksel ve psikolojik travma(araba kazası , çocukluk çağında cinsel taciz ,boşanma, sevilen bir kişinin ölümü gibi), ağır çalışma temposu, rutubetli ortam, uyku bozuklukları, uzun süre bilgisayar kullanımı gibi birçok durumun genetik yatkınlığı olanlarda fibromiyaljiye neden olduğu düşünülmektedir.
Fibromiyalji’nin görülme sıklığı nedir ve kimlerde görülür?
Toplumun yaklaşık % 2’sini etkilemektedir. Her yaşta ve her iki cinste görülebilmekle birlikte en sık 25-55 yaşlar arasında ve kadınlarda erkeklerden daha fazla görülür. Bu hastalık çocuklarda ve yaşlılarda da görülmektedir.
Fibromiyalji belirtileri nelerdir?
Fibromiyalji sendromunda klinik tabloyu oluşturan bulgu ve belirtiler çok çeşitlidir. Temel belirti ve bulgular kronik yaygın ağrı, tutukluk , yorgunluk, duyarlı ve ağrılı noktalar ve uyku bozukluğudur.
Yaygın Ağrı ve Tutukluk: Kronik, yaygın ve iki yanlıdır. Sıklıkla bel, boyun, omuzlar ve kalçalarda lokalizedir. Yanıcı, kemirici ve yayılıcı tarzdadır ve tamamen kaybolması enderdir. Gün boyu değişiklik gösterir. Soğuk, stres, yorgunluk, nemli hava, uykusuzluk, endişe, araba yolculuğu, ailesel sorunlar, çevre ve iş yeri şartları ve fiziksel ve emosyonel travma ile artarken; sıcak banyo, ılık ve kuru hava, tatil, dinlendirici uyku ve egzersiz ile azalır.
Yorgunluk: Hasta sabahları yataktan yorgun kalkar. Yorgunluk tüm gün sürer, ciddidir ve hafif bir aktivite bile yorgunluğu arttırır. Hastalar günlük işlerini yapmakta halsizlik ve güçsüzlük tanımlarlar.
Uyku Bozuklukları: Hastalar genellikle uykusuzluk, hafif uyku ve uykuda dinlenememekten yakınırlar.
Baş Ağrısı: Gerilim ve migren tipi baş ağrısı çok sık görülür.
Subjektif şişlik hissi: Muayenede görülemeyen fakat hastanın eklemlerinin şiş olduğunu ifade etmesi
Raynaud Fenomeni: Soğukta hastaların ellerinde morarma ve beyazlaşma olur.
İrritabl Barsak Sendromu: Karın ağrısı, şişkinlik ve aşırı gaz ile birlikte kabızlık veya ishal olabilir.
İrritabl Mesane Sendromu: Hastalarda bir üriner enfeksiyon olmadığı halde sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma ve karın alt bölgesinde ağrı gibi yakınmalar sık görülür.
Ağız Kuruluğu: Herhangi bir ilaç kullanımına bağlı değildir.
Anksiyete ve Depresyon: Anksiyete %50-70, depresyon %30 oranında bildirilmiştir.
Fizik muayene bulguları nelerdir?
- Ağrılı noktalar: Amerikan Romatoloji Birliği(ACR) tarafından tanımlanmış parmakla 4 kg bir basınç uygulamakla vücudun çeşitli bölgelerindeki 18 özel noktanın 11’inde ağrı olmasıdır.
- Diğer muayene bulguları:
- Dermografizim: Derinin sert bir cisimle çizilmesi veya ovulmasını izleyerek ya da giysi ve çamaşırların vücudu sıktığı yerlerde ortaya çıkan ürtiker(kurdeşen) şeklidir.
- Cutis anserina: Soğuk veya korku nedeniyle üzerindeki tüylerin dikleşmesi ile belirgin deri hali; kaz derisi.
- Cutis marmaratus: Enfeksiyon veya ani ısı değişimleri sonucu gelişen dolaşım bozukluğuna bağlı oluşan, derideki kırmızı-mor renkteki çizgilenmeler.
- Aşırı terleme
- Üst kürek kemiği üzerinde aşırı duyarlılık
Fibromiyalji teşhisi nasıl konur?
Fibromiyaljide laboratuvar testleri ve radyolojik incelemeler teşhis için değil diğer fibromiyalji ile karışabilecek hastalıkları dışlamak amacıyla yapılır. Laboratuvar testleri fibromiyaljide normal sonuç verir. İltihaplı romatizmal hastalıklar veya boyun ve bel fıtığı bulgusu yoksa radyolojik incelemeye gerek yoktur. Fibromiyalji teşhisi anemnez ve klinik muayene ile konur. Vücudun sağ ve sol yarısında, belin alt ve üst tarafında 3 aydan uzun süredir yaygın ağrı ve bununla birlikte omurga aksında da ağrının olması ve muayenede 11 ağrılı noktanın tespiti ile fibromiyalji tanısı konur.
Fibromiyalji ile karışan durumlar nelerdir?
İltiaplı romatizmal hastalıklar, hipotiroidi, nöropatik ağrılar, kronik yorgunluk sendromu, miyofasiyal ağrı sendromu ve bazı nörolojik hastalıklar ve kolesterol düşürücü ilaçlar (Statinler)
Fibromiyalji tedavisinde hedefler nelerdir?
Günümüzde fibromiyalji’nin tam olarak iyileşmesini sağlayan bir tedavi bulunmamaktadır. Tedavide şikayetlerin azaltılması, yaşam kalitesi ve işlevlerin korunması ve iyileştirilmesi hedeflenmektedir.Fibromiyaljide tedavi yaklaşımları nelerdir?Bu hastalıkta tedavi 4 ana yaklaşımla yapılabilir. İlaç tedavisi. fizik tedavi, psikososyal yaklaşım ve tamamlayıcı tedaviler
Psikososyal yaklaşım
Tedavide her hastalıkta olduğu gibi hastanın hastalığı ile ilgili bilgilendirilmesi ve eğitimi çok önemlidir. Eğitimin amacı hastanın öz-yönetim ve öz- yeterliliğini geliştirerek şikayetlerle baş etme becerisi kazandırmak, engellenmişlik ve acizlik hissi gibi olumsuz algılamaları olumlu yönde değiştirebilmektir. Ayrıca eğitimle hastanın tedaviye uyumu da arttırılmalıdır. Hastaya hastalığının “gerçek” olduğunu, ancak şekil bozucu ya da sakat bırakıcı bir hastalık olmadığı anlatılmalıdır.Hastanın mekanik streslerden kurtulması ile tedavi başlar. Daha sonra hem ağrıyı artırmaları hem de kasları güçsüzleştirmeleri nedeniyle alkol ve sigara gibi zararlı alışkanlıkların azaltılmasına çalışılmalıdır. Fazla kafein alımı uyku kalitesini bozar ve hastanın yakınmalarını arttırır.Tedavide hastaya bazı davranış değişiklikleri öğretilmesi gerekir. Hastalara stres ve aşırı heyecandan uzak durmaları söylenerek gerginlikleri azaltılmaya çalışılmalıdır. Hastanın mükemmeliyetçi kişiliği ve günlük yaşam aktivitelerinde ki titizliği kendisine gösterilmeli ve fiziksel aktivite, ev işi ve hobilerini yaparken ara vermesi gerektiği söylenmelidir.Hasta iş ve aktif olma konusunda motive edilmelidir. . Fakat hastanın işi uzun süreli oturma veya ayakta durma şeklinde olmamalı ve hastanın iş yeri ve çalışma şartları düzenlenmelidir.
İlaç tedavisi
Fibromiyalji tedavisinde hastanın durumuna ve hastaya göre ağrı kesici ilaçlar, antidepresanlar, anti epileptikler, kas gevşeticiler ve uyku düzenleyici ilaçlar kullanılmaktadır.
Fizik tedavi
Tedavide en önemli yeri kaplayan fizik tedavi seansları ve egzersiz programları uygulanmaktadır.Fizik tedavide sıcak uygulama, TENS veya interferans gibi ağrıyı azaltmaya yönelik akımlar, ultrason, lazer, hilterapi, kupa tedavisi, masaj, bantlama, kuru iğneleme, tetik nokta enjeksiyonları, mobilizasyon ve manipülasyon uygulamaları yapılabilir.Kaplıca tedavisi ile ağrı eşiğinde ve ağrılı nokta sayısında azalma ve yaşam kalitesinde artma sağlanmaktadır.
Egzersizler
Egzersizin temel amaçları stresin azaltılması, kas gücü ve dayanıklılığının korunması, arttırılması ve uygun postürün sağlanmasıdır. Fibromiyaljili hastaların kas gücünde ve kas kondisyonunda azalma olduğu bilinmektedir. Kondisyon düşüklüğü de kasların mikrotravmalardan etkilenme riskini artırarak ağrı ve yorgunluğa neden olmaktadır. Fibromiyaljide genel olarak kardiyovasküler(aerobik), kuvvetlendirme, germe, gevşeme ve su içinde yapılan egzersizlerin yararlı oldukları görülmüştür. Yapılan çalışmalarda kardiyovasküler(aerobik) ve kuvvetlendirme egzersizlerinin fiziksel işlevler, yaşam kalitesi ve ağrıda iyileşme sağladığı tespit edilmiştir. Bu hastaların ağrı ve yorgunlukları egzersize başlayınca arttığı için öncelikle yürüyüş, yüzme, bisiklete binme gibi hafif aktiviteler yapılabilir. Zaman içinde kondisyon ve kas kuvvetleri arttıkça egzersiz programı yavaş yavaş artırılabilir. Egzersizin tipi ve yoğunluğu hastaya göre ayarlanmalıdır. Bu egzersizler haftada 3-4 kez ve 20-30 dakika yapılmalıdır.Bu hastalarda postürün değerlendirilmesi ve kötü postürün düzeltilmesine yönelik postür egzersizleri önemlidir. Hastaların ortopedik yatakta yatması ve ortopedik yastık kullanması önerilmelidir.
Tamamlayıcı tedaviler
BeslenmeFibromiyaljide sağlıklı beslenme ve hedef ağırlığa ulaşılmasını destekleyen beslenme önerileri dışında özel bir beslenme uygulaması önerilmez.Ozon tedavisi, Akupunktur, hipnoz, klinik pilates ve meditasyon teknikler(TAİ chi, Yoga, Qi gong) fibromiyalji hastalarında tedavinin bir parçası olarak, hastanın klinik durumu ve koşullarına uygun olarak uygulanabilir.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Topuk dikeni nedir?
Topuk dikeni ayak tabanında ağrılara yol açarak yaşam kalitesini olumsuz etkileyen önemli bir sağlık problemidir. Genellikle uzun süreli hareketsizliğin ardından ayak tabanında batma hissiyle kendini gösterir. Ağrı daha çok sabah yataktan kalktıktan sonra atılan ilk birkaç adımda şiddetli hissedilir. Uzun süre ayakta kalma veya oturduktan sonra ayağa kalkmayla da ağrı tetiklenebilir.
Topuk dikeni, topuk kemiğinin alt kısmında kalsiyum birikmesi nedeniyle oluşan kemiksi çıkıntıya verilen addır. Bu çıkıntı röntgende kolayca teşhis edilebilir. Bazen röntgende görülmeyecek kadar küçük topuk dikeni de olabilir. Bu duruma “topuk dikeni sendromu” adı verilir. Topuk dikeni çoğunlukla ayağın altından geçen ve topuk kemiğini parmaklara bağlayan plantar fasya adındaki kalın doku bandının iltihaplanması sonucunda ortaya çıkar. Normal koşullar altında, bu bant şok emici bir kemer gibi davranır ve ayağı destekler. Bu banttaki gerginlik ve stres artarsa zamanla iltihaplanma gelişir. Topuğun arkasında gelişen topuk dikeni ise sıklıkla aşil tendonunun iltihaplanması ile ilişkilidir. Topuk dikeni her zaman ağrıya neden olmaz. Ayrıca her topuk ağrısı topuk dikeni kaynaklı değildir.
Topuk dikeni neden olur?
Topuk dikeni topuk kemiğinin alt kısmında aylar içinde kalsiyum birikmesine bağlı olarak oluşur. Plantar fasya denilen ayak tabanı bandının kronik olarak gerilmesi ve yırtılmaları sonucu oluşan iltihabi süreç, kalsiyum birikmesinin en önemli nedenidir.
Bazı faktörler topuk dikeni görülme riskini artırır:
Bazı egzersiz türleri, uzun mesafeli koşu ve atlama sporları, bale ve aerobik dans gibi topuk ve bağ dokusunda çok fazla stres yaratan aktiviteler ve sürekli ayakta durmayı gerektiren meslekler
- Fazla kilolu olmak
- Ayak yapısına uygun olmayan sağlıksız ayakkabılar giymek
- Ayak kemiklerine ve bağlara yük bindiren yürüyüş bozuklukları
- Düz tabanlık, ayak kemeri yüksekliği, dışa veya içe basma ve tarak kemiklerinde düşüklük gibi ayak deformiteleri
- Reaktif artrit ve ankilozan spondilit gibi iltihabi hastalıklar
- Aşil tendiniti
Topuk dikeninin belirtileri nelerdir?
Topuk dikeninin en belirgin belirtisi sabah ilk basma sırasında ayak tabanında hissedilen ağrıdır. Biraz yürümekle ağrı azalır, hatta geçebilir. Fakat ayakta kalmakla günün ilerleyen saatlerinde ağrı tekrar başlar. Sabah uyanıldığında ayakların dinlenmemiş olması, topukta ağrı ile uyanılması topuk dikeninin belirtileri arasındadır. Uzun süre oturularak dinlenilmesi durumunda topukta ağrı birikmesi oluyorsa ve üzerine basıldığında ağrı hissediliyorsa topuk dikeni sorunundan şüphelenilir. Topuk dikeni yaşam kalitesinin düşmesine yol açan bir rahatsızlıktır. Kişinin hareket kabiliyetini düşürür. Hasta topuklarının ağrısından rahat yürüyemez.
Topuk dikeni günlük ayak ağrıları ile karıştırılmamalıdır. Ayağın aşırı yorulması durumunda topukta ağrı olması oldukça normal bir durumdur. Ancak ayağa aşırı yük yüklenmediği durumlarda bile topukta durduk yere ağrı oluyorsa topuk dikeni sorunundan şüphelenilebilir. Topuk dikeninde ağrı direkt olarak topuktan başlar, başka bir bölgeden ayağa doğru yayılmaz. Topuk dikeni ağrıları tamamen bölgesel olan ve batma hissiyle birlikte ortaya çıkan ağrılardır. Topuk dikeni zamanla yürüyüş bozukluklarına da yol açmaktadır. Bunlar yalpalayarak ve içe doğru basarak yürüme gibi sorunları da beraberinde getirir.
Topuk dikeni nasıl anlaşılır?
Günün ilk adımlarında şiddetli ve çivi batması şeklinde ağrı tarif eden hastada klinik muayene ile genellikle tanı konabilir. Topuk kemiğindeki çıkıntının röntgen filminde görülmesi ile topuk dikeni varlığından emin olunur. Bazı durumlarda kemik çıkıntı henüz görülmediği halde şiddetli ağrı bulunabilir. Bu duruma topuk dikeni sendromu denir. Ayrıca hiçbir belirti görülmeden başka bir nedenden dolayı çekilen röntgen filmlerinde topuk dikenine rastlanabilir.
Topuk dikeni nasıl tedavi edilir?
Topuk dikeni tedavisinde ilk olarak günlük hayatta yapılacak bir takım değişikliklerle ağrı ve şikayetlerde azalma sağlanabilir.
Amaç ayağa binen basıncı azaltmak, ağrı ve iltihabı kontrol altına almak, doku iyileşmesini uyarmak ve yumuşak dokuların esnekliğini artırmaktır. İstirahat, yumuşak tabanlı ayakkabı veya terlik giyilmesi, kilo verilmesi ve topuk yastığı kullanılması gibi önlemler ilk başvurulacak yöntemlerdir.
Eğer hastada düz tabanlık gibi basma kusurları mevcutsa uygun tabanlık ve ayakkabı düzenlemeleri yapılması gerekir. Ayak tabanına yönelik germe egzersizleri ve buz uygulamasıyla ile birlikte basit ödem ve ağrı giderici ilaçlar da tedavide faydalı olabilir.
Bu önlemlerin yeterli olmadığı durumlarda ise fizik tedavi yöntemlerine başvurulur.
ESWT, kısaca şok dalga tedavisi, yüksek basınçlı ses dalgalarının bir uygulama başlığı ile vücudun istenilen bölgesine uygulanmasına dayanan güvenilir bir tedavi yöntemidir. Toplam 3 ila 5 seans olarak uygulanır. Uygulama süresi 10-20 dakika arasıdır. Uygulama sonrasında hasta günlük yaşantısına devam edebilir. Tedavi sonrası 4-6 hafta içerisinde ağrı ve şikâyetler büyük oranda ortadan kalkarak hastanın yaşam kalitesinde düzelme sağlanmış olur.
Hilterapi (yüksek yoğunluklu lazer tedavisi) topuk dikeni tedavisinde kullanılan bir başka tedavi yöntemidir. 3 ila 5 seans arası uygulanır. Tamamen ağrısız ve acısız bir tedavi yöntemidir.
Lokal kortizon ve trombositten zengin plazma enjeksiyonları da tedavide kullanılabilecek diğer yöntemlerdir. Ameliyat, topuk dikeni tedavisinde başvurulabilecek en son seçenektir ve çok ender olarak uygulanır. Hastaların büyük çoğunluğu ameliyat dışı tedavilerle sağlığına kavuşur.
*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Contact
- 3111 West Allegheny Avenue Pennsylvania 19132
-
1-982-782-5297
1-982-125-6378 - support@consultio.com